• 1930'ların great depression'la sarsılmış güney amerika'sında, maycomb denilen kendi halinde bir kasabada büyüyen ufacık bir kız çocuğunun* ağzından anlatılmış; yazıldığı 1957 yılında amerika'da temel bir mesele olan ırk ayrımcılığı, sosyal hiyerarşi, ayrıca çocuk eğitimi gibi konulara güzellikle değinmiş bir romandır.
    harper lee'nin tek romanıdır bu, ve bayağı da otobiyografiktir: scout gibi mrs. lee de 1930'larda alabama'da ufak bir kasabada yetişmiştir, onun babası da avukattır, o da küçük yaşında zencilerin haksızca beyaz bir kadına tecavüzle yargılanıp suçlu bulundukları, sonra masumiyetlerinin ortaya çıktığı bir davaya tanık olmuştur. ayrıca belli ki, bitirmese de bir dönem hukuk eğitimi almış olması kitaptaki dava ve avukatlıkla ilgili kısımları hoş ve inandırıcı kılmıştır.
    kitaba adını da vermiş bülbül metaforuyla ilk olarak, noelde babaları çocuklara bir tüfek hediye ederken karşılaşırız. atticus onlara, her şeye ateş edebileceklerini, ama bülbülleri öldürmenin günah olduğunu, çünkü onların insanlar için şarkı söyleyen çok masum yaratıklardan başka bir şey olmadıklarını söyler. bütün kitap boyunca bülbülü öldürmek, bir leitmotif gibi suçsuzların haksızca zarar gördüğü yerlerde ortaya çıkar; tecavüzle suçlanan zenci, babası tarafından psikopat yapılan boo, ailesi tarafından istenmeyen dill örneklerinde olduğu gibi.
    birinci tekil şahısların, hele hele çocukların ağzından yazılmış nerdeyse her romanı seven ben, bülbülü öldürmek'i de çok sevdim. ama burda oda yayınları'nden çıkmış olan baskının rezilliğini de anmadan geçmek istemem. tercümesi kötü olmamasına rağmen bir sürü ama bir sürü typo ve imla hatası, misal kronik olarak yanlış yazılmış -de ve -ki ekleri en azından bir yayınevinden bu kadarını doğru yapmalarını bekleyen beni doğrusu çok itti, sinirlerimi kaldırdı. böyle şeylerden rahatsız olanlara hiçbir şekilde tavsiye etmiyorum bu baskıyı.
  • -spoiler-

    filminde suçlanan bir zenci vardı.ama adam sağlaktı ve cinayet solak biri tarafindan isleniyordu.grogery peck mahkeme salonunda bu zenciye bir bardak atiyor,zenci gayri ihtiyari bu bardagi sağ eliyle tutuveriyor.grogery de juriye diyor ki iste benim muvekkelim sağlak.katil olamaz.
    boyle bir filmdi.cok guzeldi.
    editimsi: ortada cinayet yokmuş dayak olayı varmış.neyse , kimsenin ölmemiş olmasına sevindim :)
    gene edit: ortada dayak da yokmus, tecavuz varmis.eeeaahhh yeter ama!
  • "bayan maudie gülümsedi. "teşekkür ederim han'fendi. biliyor musun, vaftizciler kadınların doğaları gereği günahkâr olduğunu düşünürler. incil'i düz anlamıyla anlarlar."

    "bay arthur o yüzden mi evden çıkmıyor, kadınlardan uzak durmak için mi?"

    "orasını bilmiyorum."

    "hiç anlamıyorum. bence bay arthur cennete gitmek peşindeyse en azından verandaya çıkar. atticus'un dediğine göre sen ne kadar seversen tanrı da insanları o kadar severmiş."

    bayan maudie sallanmayi bıraktı, sesi sertleşti: "sen bunu anlayamayacak kadar küçüksün," dedi, "ama bazen bir adamın elindeki incil... babanın elindeki viski şişesinden daha tehlikeli olabilir."

    neye uğradığımı şaşırdım. "atticus viski içmez," dedim. "hayatında tek damla bile içmemiş... aa, hayır içmiş. dediğine göre bir kez içmiş ve hiç beğenmemiş."

    bayan maudie güldü. "senin babandan söz etmiyordum," dedi. "atticus sarhoş oluncaya kadar içse bile, içmedikleri halde kötü olan bazı adamlar kadar kötü olamaz. bazı adamlar vardır, o adamlar... öbür dünyayla o kadar meşguldürler ki bu dünyada yaşamayı hiç bilmezler, şu sokağa bak , sonucu görürsün."

    - bülbülü öldürmek / harper lee (sf. 63-64, epsilon yayınları, çev: ülker ince)
  • --- spoiler ---
    miss jean louise, stand up. your father's passing.

    --- spoiler ---

    ağlamaklı oldum. ne sahneydi be öyle.
  • (muhtemelen amerika'da yapılan) bir ankete göre, incil'den sonraki en önemli kitap.

    62 yapımı 2 saatlik film ise, kurguda budandığından olsa gerek, kitaptaki pek çok ayrıntıyı es geçmiş. bu yüzden filmin ilk yarısı ile ikinci yarısı arasında bir kopukluk var. ilk yarı koca bir seneyi özet geçerken, ikinci yarı sadece mahkeme olayı ve boo radley'den ibaret. halbuki hollywood'un ticari zihniyeti burnunu sokmasa, kusursuz bir kitap uyarlamasından bahsediyor olabilirdik.

    filmin açılış jeneriği muazzam. yukarıda bahsedildiği gibi büyülü bir alegorisi var. liberal gregory peck ise atticus finch karakteri ile kendisini oynamış sanki. çocukların ve diğerlerinin oyunculukları da kayda değer. örneğin tom robinson'un mahkemedeki savunma sahnesi o kadar etkileyici olmuş ki, gregory peck göz yaşlarına boğulmamak için sanık sandalyesindeki oyuncuya bakmamaya çalışarak rol kesmiş. bu sahnede ilk bakışta sanığı canlandıran oyuncu over-acting yapıyor gibi gözükse de, biraz daha düşününce, doğruyu söylüyor olsa da sanığın üzerindeki müthiş baskı sinirlerini boşaltıveriyor. yine gregory peck'in savunma tiradı pek çok kişiye "ben avukat olacam" gazı vermiştir diye düşünüyorum.

    ancak bence filmin en mühim sahnesi, belki de sinema tarihinin en mühim sahnelerinden biri, adını unuttuğum ırkçı redneck'in atticus finch'in suratına, oğlunun ve diğer insanların önünde tükürdüğü sahnedir. o sahnede nerdeyse hepimiz "aha şimdi atticus yamultacak herifin suratını" diye düşünmüş, "daha ne duruyorsun, indirsene pezevengi!" demişizdir. ama atticus tükürüğün ardından adama doğru bir adım atar ve yüzünü siler. sonra arabasına atlayıp çeker gider.

    üzerinde düşünülmesi gereken bir sahnedir bu. acaba hangimiz aynı hareketi yapabilecek kadar gururumuza ve egomuza hükmedebilen kişileriz? nerdeyse hiç birimiz değiliz. en zeki olanlarımızın bile yemesi gereken on fırın ekmek var.
  • keşke annem babam bu kitabı bana küçükken okutsaymış da scout'un henüz 9 yaşında fark ettiği şu gerçeği anlasaymışım: "sonunda insanların garip yaratıklar olduğuna, zorunlu olmadıkça uzun uzun onları düşünmemeye karar verdim"

    umarım günün birinde scout gibi bir kızım olur ve bu kitabı onunla birlikte yeniden okuruz.
  • "i'll have to read marge's book and i swore never to read again after to kill a mockingbird gave me no useful advice on killing mockingbirds! it did teach me not to judge a man by the color of his skin, but what good does that do me?"

    homer simpson
  • (bkz: kill büll)
  • benim de hatırladığım kadarıyla "ağabeyim jem o yaz kolunu kırmıştı" diye başlayan, jean louise gibi gayet hanım hanımcık ve gayet güneyli bir isme sahip olmasına rağmen bizim scout olarak tanıyıp seveceğimiz küçük bir kızın ağzından anlatılmış çocukluğumda pal sokagi çocuklari ile birlikte önemli bir yer tutmuş şahane bir romandı. scout'a ağabeyi jeremy ve "tüy gibi sarı saçları olan" dill ile birlikte geçirdikleri bir yaz boyunca eşlik etmiş, boo radley'nin evinin önünde gizlenip beklerlerken aynı dehşete kapılmış, yine scout -yanılmıyorsam- salam kostümü ile saldırıya uğradığında ondan beter daralmıştım. scout ve jeremy babalarına atticus derlerdi, ben ise bugüne kadar o ismin nasıl doğru telafuz edildiğinden bir türlü emin olamadım ama hala 8 yaşımda demiş olduğum gibi attikus demek istiyorum.

    robert mulligan'ın yönettiği 1962 yapımı filmde ise atticus'u gregory peck, boo radley'i ise robert duvall oynamaktadır.
  • şöyle bir diyaloğa sahip kitap:

    ------spoiler------

    bir kibrit çakıp kaplumbağanın altına tutmanın iğrenç olduğunu söyledi dill.

    "iğrenç falan değil, sırf dışarı çıkarmak için, ateşin içine atmak gibi bir şey değil," diye gürledi jem.

    "kibritin ona zarar vermeyeceğini nereden biliyorsun?"

    "kaplumbağalar hissetmez, aptal," dedi jem.

    "hiç kaplumbağa oldun mu?"

    -------spoiler-------
hesabın var mı? giriş yap