• çarşı iznine çıkıp internet kafede farmville oynayan er ve erbaşlara denir.
  • en son örneklerinin ortadan kalkmasından çok sonra, osmanlı üretim tarzı etrafında dönen bir tartışmaya konu olmuş, öldükten sonra da huzur bulamamış adamlardır bunlar.

    osmanlı üretim tarzı üzerine 1960’larda başlayan, 1970’lerde hararetlenen, 1980 sonrası büyük ölçüde unutulan, ancak hala çözülmesi gereken önemli meselelere işaret eden tartışmanın bir boyutu da tımar kurumunu ve tımarlı sipahileri ilgilendirir. öncelikle tartışmanın taraflarına bakalım:

    biz bize benzeriz: gavurcasıyla particularist, daha da gavurcasıyla sui generisci, osmanlı devlet ve toplumunun diğer toplum ve devletlerle aynı zeminde tartışılamayacağını, özellikle de batı toplumlarıyla çok farklı olduğunu, kendine özgü olduğunu iddia eden pozisyon. önemli savunucuları halil inalcık, ömer lütfi barkan olmakla birlikte muhafazakar / milliyetçi tarihçilerin çoğu hala bu iddiayı sahiplenmektedir.

    asya tipi üretim tarzı: osmanlı feodal değildi, lakin kendine özgü değildi, çeşitli doğu toplumlarında görülen bir üretim tarzına sahipti diyen, marksist olduğunu iddia eden bir pozisyon. en bilinen savunucusu sencer divitçioğlu’dur. bir dönem çağlar keyder, huricihan islamoğlu da desteklemişti. şimdi ismi kötüye çıksa da, yerine başka adlar konularak hala ileri sürülebiliyor (mesela şevket pamuk).

    feodal üretim tarzı: osmanlı imparatorluğu’nun üretim tarzının genelde batı avrupa’yla özdeşleştirilen feodalizmle esasen aynı olduğunu iddia eden pozisyon. halil berktay, oğuz oyan, john haldon gibi.

    tımar meselesi, bu tartışmada hem biz bize benzerizciler hem de atüt’çüler için çok önemli. tımarın osmanlı’yı batı avrupa toplumlarından ayırd eden en önemli etmenlerden biri olduğu iddia ediliyor. karşılaştırma aşağı yukarı şöyle:

    feodal lord: bağımsız, merkezi otoriteye tabi değil, fief’ler babadan oğula miras kalıyor, süreklilik arz ediyor, köylülük üzerinde önemli yetkileri var.
    tımarlı sipahi: merkezi devletin memuru, dirlikler babadan oğula miras kalmıyor, süreklilik arz etmiyor, osmanlı köylüleri serf değil bağımsız köylü, sipahinin köylüler üzerindeki yetkileri epeyi sınırlı.

    halil berktay bu türden bir karşılaştırma modelinin, batı avrupa tarihine ilişkin bir bilgisizliğin sonucu olduğunu yazmıştı. ben de şunu ekleyeyim; bilgisizlik osmanlı tarihine ilişkin de sözkonusu.

    kapitalizm öncesi sınıflı toplumlarda yönetici sınıfların karşılaştığı sorunlardan iki tanesi bu noktada önemli: artığa el koymak ve askeri harcamaları yapmak. gelişmiş para ekonomisi olmayan ve teknik ve toplumsal koşulların tam anlamıyla merkezi bir idareye imkan vermediği bu toplumlarda, ordunun tamamının merkezden kurulması çok zor. hal böyle olunca tımar, pronoia, batı avrupa feodalizmi, samuraylık, pratik bir çözüm olarak ortaya çıkıyor. hepsinde işin özü aynı, askeri hizmet karşılığı, tarımsal artığın bir kısmına el koyma hakkı yönetici sınıfın çevresel öğelerine veriliyor.

    işin içinde zorunlu bir gerilim var. merkezi unsurlarla çevresel unsurlar arasında tarımsal artık üzerinden bir rekabet yaşandığı için, tımarlı sipahi / pronoiar / feodal lord/ samuray merkezden mümkün olduğunca bağımsızlaşmak, köylüler üzerinde tam bir denetim kurmak, dirlik’i çocuklarına bırakmak istiyor. merkez de dirlik / fief sahibini kontrol etmek, ailevi bir devamlılık kazanmasını önlemek, köylüler üzerindeki hakimiyetini sınırlamak istiyor. ve somut tarihsel koşullara bağlı olarak bu denge değişiyor. bazen merkezi kontrol ağır basarken bazen de dirlik / fief sahibi ciddi biçimde özerk davranabiliyor. feodal beyin bağımsızlığıyla özdeşleştirilen batı avrupa toplumlarında merkezi otoritenin taşradaki beyler üzerinde çok sıkı denetim kurduğu örnekler ve dönemler mevcutken, osmanlı imparatorluğu’nda da dirlik’in miras kalmasına, tımarlı sipahilerin merkezle bağlarını iyice zayıflatmalarına rastlanıyor. yani tımar sistemi ile batı avrupa feodalizmi arasında kurulan keskin tezat, osmanlı ve batı avrupa toplumlarında mevcut bazı eğilimlerin tarihsel bağlamlarından koparılıp mutlaklaştırılmasına dayanıyor.

    ama tekrar etmek gerekirse, önemli olan bu tür örneklerin benzerliği değil, tımarın özü itibariyle diğerleriyle aynı olması. berktay’ın söylediği gibi temel sınıflar bir bağımlı köylü sınıfı ve bir ayrıcalıklı sınıf. hakim sınıf vergi ödemiyor; sadece onların silah kullanma hakları var ve esasen askeri bir özelliği var. osmanlı’da bu sınıfa askeri denmesi boşa değil. ayrıcalıklı sınıftan olmayanlara dirlik verilmiyor; ‘raiyyet oğlu raiyyettir’ ilkesi açıkça ırsi bir sınıf sistemine işaret ediyor.

    further reading:
    berktay, h. (1989): kabileden feodalizme, istanbul: kaynak
    haldon, j. (1993): the state and the tributary mode of production, london & new york: verso.
    hirst, p. ( 1975): “the uniqueness of the west”, economy and society 4(4).
  • feodal şövalyenin osmanlıdaki karşılığı. sipahi devlet tarafından kendisine verilen toprağı işleyerek elde ettiği gelire göre belirlenen sayılarda tam donanımlı süvari askeri yetiştirmekle yükümlüdür.bu askerlere cebelü yani zırhlı süvari denilir. sipahi eğer geçerli mazereti yoksa, sultandan emir geldiği zaman cebelüleriyle beraber orduya katılmak durumundadır. sebep göstermeksizin iki defa bu emre itaatsizlik eden sipahinin toprağı elinden alınır. sipahiler ve cebelüler zincir ve plakalardan oluşan karma zırh ve tolga ile korunur; ok-yay ve kılıç ile savaşırlar. atları zırhsızdır. 17.yüzyıldan itibaren ateşli silahları da benimserler. sipahi sisteminin bozulmasi iç değil dış sebeplerden, daha açık olmak gerekirse teknolojik nedenlerden dolayıdır. avrupada meydana gelen ateşli silah devrimi zırhlı süvariler çağını kapatmıştır. bu sekilde işlevini yitiren sipahiler zaman içinde iltizam ile geçinen bir kırsal aristokrasiye dönüşerek tarih sahnesinden çekilirler.

    (bkz: eyalet askerleri)
  • osmanlılarda eyalet askerlerinin bir parçası olan ve klasik osmanlı döneminde (18 yy' la kadar olan dönem) ordunun esas gücünü oluşturan askeri sınıf. yeniçerilerin aksine bu askerlere maaş yerine gelir sağlayabilecekleri, değişen miktarlarda gelir getiren tımar denilen devlete ait arazilerin işletmesi verilirdi. bu araziden elde ettikleri gelirle ayrıca cebelü denilen atlı askerlerin eğitimini ve donanımını da üstlenirler ve savaş zamanında yine bu askerlerle savaşa katılırlardı.

    tımarlı sipahiler sadece sefer zamanı orduya alınan geçici askerler değillerdi. devlet tarafından verilen tımar arazilerini işlettikleri süre boyunca devletin yada padişahın hizmetinde sayılırlardı. yani bir bakıma düzenli ordunun bir parçası oldukları söylenebilir. osmanlı devleti bu tarz bir sistemi ilk defa uygulayan değildir. devletin emrindeki savaşçıya geçimlik olarak toprak verme ilk hz. ömer zamanında gerçekleşmiştir ve daha sonra birçok müslüman ve türk devleti bunu uygulamıştır. osmanlılarda olan uygulama ise taa oğuzlardan beri süre gelen beye/hükümdara hizmet etmeye yeminli olan savaşçı geleneğinin islami uygulamalarla birleştirilmesidir.

    osmanlılarda tımarlı sipahinin sadece askeri fonksiyonu yoktu. sipahi bulunduğu taşra bölgesinde padişahı temsil eden bir bürokrat işlevi görüyordu ve aynı zamanda barış zamanında emrindeki askerlerle bulunduğu bölgenin güvenliğini sağlıyordu.

    tımarlı sipahilerle ilgili en kapsamlı düzenleme fatih sultan mehmet zamanında yapılmıştır. bu düzenlemeyle tımarlı sipahilik sağlam esaslara bağlanmış ve kayıt altına alınmıştır. buradaki en dikkat edilmesi gereken husus kişinin tımarlı sipahi olabilmesi için atadan babadan türk olması gerektiğiydi. böylece devlet içinde devşirmelere ağırlık vererek türk unsurunu merkezden uzaklaştıran osmanlı hanedanı, anadolu' nun ve rumeli' nin merkeze uzak yerlerinde sırtını dayabileceği ve otoritesini yaymak için kullanabileceği yeni bir sınıf yaratmış oluyordu. ayrıca tımarlı sipahi hem yerli halktan seçtiği gençleri eğitip donatıp ordu hizmetine alıyor hemde verilen toprağı işleyebilmek için yerli halktan insan çalıştırıyordu. böylece istihdam yaratmış oluyor ve savaşmaya uygun, istekli gençlerin başka işlere bulaşmalarını önleyip kontrol altında tutuyordu.

    genelde avrupalı tarihçiler sipahileri şövalyelerin türk versiyonu olark görürler ki bu tamamen külliyen yanlıştır. birincisi şövalyelikte toprağa bağlı aristokrasi son derece önemli bir rol oynar halbuki sipahilikle aristokrasi gibi birşey söz konusu bile değildir ve işledikleri toprak tamamen devlete aittir yani onlar sadece memurdur. ikincisi şövalyelerin sipahilerdeki yukarıda değindiğim gibi toplumsal ve ekonomik işlevleri asla olmamıştır. onlar sadece savaşmak için vardır. üçüncü olarak şövalyelik ve onun değerleri kilise tarafından orta çağda derebeyliğe bağlı olarak ortaya çıkan savaşçı sınıfı kontrol altına almak ve onları hristiyanlıkla yoğurmak için üretilmiş birşeydir. avrupalılar sadece sipahilerin sadece toprakla olan ilişkilerine, ağır zırhlar giymelerine ve ateşli silah kullanmayı reddetmelerine bakarak kolaya kaçıp böyle bir yorumda bulunmaktadırlar.

    tımarlı sipahilerin askeri özellikleri neydi? ilk olarak binicilikte çok iyi oldukları kesin. kişisel savaş yeteneklerinin yani silah ( özellikle yay)kullanmada da oldukça iyi olduklarını biliyoruz. klasik türk savaş tarzının gereği olark atlı askerlerdi ama öyle okullarda okutulan saçma sapan tarih kitaplarında belirttiği gibi hafif silahlı falan değillerdi (belli ki bu kitapları yazanlar hafif silahla ağır silah nedir açıkça bilmiyorlar tabanca dahil tüm ateşli silahları ağır silah sınıfına sokuyorlar). genel olarak orta sınıf süvari diyebileceğimiz hafif ve ağır süvariler arasında kalan bir atlı çeşidiydi. tımarlı sipahilerd çok değişik tipte silahı gerektirdiği duruma göre kullanan birden fazla işlevi olan süvarilerdi (türklerdeki genel süvari anlayışı böyleydi). kılıç, yay, topuz, kargı gibi silahlar hemen hemen hepsinin kullandığı silahlardı. ama rumeli sipahileri genelde daha ağır zırhlar giyerken anadolu sipahileri hafif zırhlarla donanıyordu. savaşta sabit bulunan ve toplarla yeniçerilerle desteklenen merkezin sağında solunda kanatlarda yer alıyorlar düşmanla esas çarpışmayı da yine tımarlı sipahiler yapıyordu.

    savaş teknolojisi ve taktiklerindeki gelişmeye paralel olarak ateşli silahların yaygın olarak kullanımı buna rağmen sipahilerin köroğlu misali tüfekle tabancayla adam vurmayı kalleşlik sayıp ateşli silah kullanmayı reddetmeleri askeri açıdan önemlerini yitirmeye başlamalarına yol açmıştır. özellikle avrupa ülkelerinin ateşli silahlarla desteklenen yanaşık düzende savaşan piyadeleri karşısında tımarlı sipahiler etkisiz kalmışlardır. bunun üzerine dar görüşlü osmanlı devlet adamları sipahileri modernleştirip modern savaşlara uyarlamak yerine olaya çok basit bir çözüm bulup yeniçerilerin sayısını artırmışlardır (şunuda belirtelim ki yeniçerilerin savaş tekniklerindede çağı yakalayabilecek herhangi bir düzenleme yapıldığı söylenemez halbuki osmanlı esas olarak savaş tekniği açısından geri kalmaktaydı). bununla birlikte yeniçerilerin sayısının artmasıyla hazineye ek yük binmiş, bu işe finansman yaratmak için ise devlete ait olan tımar arazileri iltizam denen kişilere satılmaya başlanmıştır (tabiri caizse tımar arazileri özelleştirilmiştir). bu iltizam denen kişiler kişiler zamanla derebeyi konumuna gelmişler ve devletin taşradaki otoritesini zayıflatmışlardır. 17 yy daki celali isyanlarının çok uzun sürmesi ve zor bastırılması yine bununla ilişkilidir. mesela haçova meydan savaşından sonra bir kısım sipahinin dirliği çeşitli nedenlerden ötürü dönemin sadrazamı tarafından ellerinden alınmış ve buna tepki olarak bu sipahiler devlete isyan etmişlerdir. yani devlet sözü geçen isyanlarda sıradan eşkıyalarla değil kendi eğitimli askerleriyle karşı karşıya gelmiştir. ayrıca sipahi kendisinin ve cebelülerin silahını techizatını kendi sağladığından 17 yy' da ortaya çıkan silah ve teçhizat fiyatlarındaki artış onları olumsuz etkilemiştir.

    tımarlı sipahilerin sayısının azaltılmasyla ortaya çıkan boşlukta taşradaki devlet otoritesi azalmış ve daha önce sipahilerin cebelü adında yetiştirdikleri genç sayısı azalmıştır. böylece savaşmaya istekli olupta sipahi sayesinde devletin emri altına giremeyen gençler el altından bir tüfek ve savaşa uygun bir at bulup seferlerde valilerin emrinde paralı asker olarak hizmet etmeye başladılar. bu şekilde ileride "levent" denilen barış zamanı şakilik, her türlü pis işi yapan, sefer zamanı gelince valilerin kapısına üşüşen eğitimsiz ve disiplinsiz bir paralı asker sınıfı ortaya çıkmıştır.

    yıllar içinde kapıkulu askerlerinin sayısı kontrol edilemez bir biçimde artarken tımarlı sipahilerin ki ise azalmış ve bu askeri teşkilat ihmal edilmiştir. yeniçerilerin kanlı bir şekilde ortadan kaldırılıp ocaklarının dağıtılmasının aksine sayıları oldukça azalmış olan tımarlı sipahiler devlet tarafından onurlu bir şekilde emekli edilmiş ve devlet işlettikleri tımar arazilerini onlara vermiştir.

    bugün kendilerini bazı strateji oyunlarında hala görmekteyiz...

    yıllar sonra gelen edit: yukarıda tımarlı sipahilerin sadece imparatorluktaki türk unsur unsurlardan oluştuğunu belirtmiştim ki atladığım bir husus var. en büyük türk tarihçisi halil inalcık' hocanın da belirttiği gibi osmanlının fethettiği yerlerdeki bir kısım hristiyan kökenli kişiler, ki genellikle bölgenin eski soyluları, sipahi olarak devletin hizmetine alınıyordu. sonuçta kurulma aşamasında sürekli fetih politikası güden ve avrupadan gelen birleşik haçlı ordularıyla savaşmak zorunda olan osmanlı devletinin savaşlarda kullanabileceği ve fethettiği yerlerde sırtını dayayabileceği her türlü insan kaynağına ihtiyacı vardı. kısacası kuruluş dönemlerinde türkler dışındaki etnik unsurlar da tımarlı sipahi olabiliyordu ancak bu durum hristiyan kökenli bazı sipahilerin varna savaşı seferine çağırıldıkları halde katılmamaları üzerine değişmeye başlar. nihayetinde ikinci mehmet (fatih), tımar teşkilatının yapısını kökünden düzenleyerek sipahiliği imparatorluk içindeki türklerin tekeline verir. fatihin çıkardığı düzenlemeler, tımarlı sipahilik ikinci mahmut tarafından toptan kaldırılıncaya kadar bir kaç ufak düzenleme dışında aynen yürürlükte kaldı diye biliyorum (hatam varsa düzeltin lütfen).

    başka bir husus; devletin hizmetinde askerlik yapan kişilere geçimlik toprak verme uygulaması osmanlılara büyük ihtimalle bizanslılardan geçmedir. bizans imparatorluğu, süvari ve piyade kuvvetlerinin büyük kısmını askerlere geçimlik toprak vererek beslemek zorundaydı dolayısıyla osmanlıların bizanstan aldıkları topraklarda tımar sisteminin bizans versiyonu pratikte zaten vardı. yukarıda tımar sisteminin hz ömer zamanındaki ikta sistemiyle ilişkili olduğundan bahsetmiştim ki bu sistemin benzeri selçuklularda da vardır. ancak osmanlıların kuruluş dönemlerinde araplarla çok fazla ilişkide olmamaları, selçuklu devletinin fiilen ortadan kalkması ilaveten sürekli sürtüşme halinde oldukları bizanslıların her türlü kurum, kuruluş ve uygulamasını işlerine yarayacağını gördükleri anda direk kopyalayıp kendi bünyelerine adapte ettiklerini düşünürsek tımar sistemindeki toprak yönetimiyle ilgili bir çok olgunun ve teknik detayın direk bizanstan geldiğini söylemek yanlış olmaz. böyle uygulamalar sırf bizans kökenli diye kesinlikle küçümsenip kötülenmemelidir çünkü osmanlı devletinin ufacık bir sınır beyliğinden devrin süper gücü olan bir impratorluğa dönüşmesinde bu tarz bir pragmatizmin çok büyük katkısı vardır. türklerin süvari savaş tekniğinin bizanslılardan ne kadar etkilendiği tartışılır ancak bu konuda türklerin bizanslılardan alabilecek pek bir şeyleri olmadığını varsayıyorum çünkü bizans ordusu roma geleneğinden geldiği için piyade ağırlıklıdır. türklerin süvarilikteki yetkinliği bu konuda geleneksel olarak uzmanlaşmalarından dolayı hali hazırda yüksek seviyedeydi. osmanlı devletindeki sipahilerinde dahil olduğu atlı asker tipinin direk oğuzlardan ve alplik geleneğinden geldiğine dair sağlam kanıtlar vardır (türk-oğuz kültüründeki gerçek alpleri diriliş ertuğrul/osman gibi uyduruk dizilerdeki sürekli allahuekber çeken radikal islamcı karakterlere indirgemeyiniz) ayrıca sipahiliğin alplikle ilişkisi için köroğlu destanına da bakılabilir. bu destandaki ruşen ali, nam-ı diğer köroğlu' da büyük ihtimalle dirliği elinden alınmış bir sipahi veya sipahilerle birlikte seferlere katılan cebelülerden biriydi.

    tımarlı sipahilerin ikinci plana atılmasındaki askeri sebeplerden bir tanesi bunların sadece yılın belli bir zamanında sefere çıkabiliyor oluşuydu. yani sefer zamanı bitip kış mevsimi gelirken sipahinin toprağına dönüp yönettiği tımarın diğer işlerini de halletmesi gerekiyordu ki hem tarımsal üretim durmasın hem de hasattan gelecek parayla kendisinin ve beslediği cebelülerin ihtiyacı olduğu finansmanı sağlayabilsin. ancak bu durum özellikle 1593-1606 osmanlı avusturya savaşlarında osmanlıların aleyhine çok büyük zaafiyet yaratmaya başladı. şöyle ki orduları tımarlı sipahilere bağımlı olan osmanlılar sefer zamanı bitip geri çekildiklerinde ele geçirdikleri bölgeler avusturyalılar tarafından tekrar geri alınıyordu. savaş, böyle gel gitler yüzünden net bir sonuç alınamadan çok fazla uzadı ki toplumsal sonuçları çok ağır olmuştur. osmanlı devletinin habsburg sınırlarının doğası gereği yapılan çarpışmaların çoğu meydan savaşlarından ziyade kuşatma savaşı şeklindeydi çünkü bu bölgede çok fazla kale, tahkimat veya palanka vardı ki buraların kuşatması veya savunması için atlı askerden ziyade piyadeye ihtiyaç duyuluyordu. doğal olarak atlı olan tımarlı sipahiler kuşatmalarda faydalı olmuyordu. konuya örnek olarak adını hatırlayamadığım bir paşanın istanbuldaki padişaha yazdığı mektubunda, islamın askerinin ekserisi atlıdır, bu yüzden kale kuşatmalarında büyük azap çekilir diye bir ifadesi vardır. toparlamak gerekirse; orta çağ tipi meydan savaşlarına adapte olmuş ve değişen şartlara göre demode olmaya başlayan tımarlı sipahilerin önemi askeri açıdan azalmaya başlar ve osmanlı devleti onların ordudaki yerini farklı yöntemlere başvurarak sekban denilen ve geneli tüfekli olan piyadelerle doldurmaya çalışır. burada süvarilerin zamanı tamamen geçmiştir diyemeyiz ancak avrupa'da ki savaşlara on altıncı yüzyılın sonlarından itibaren tüfekli piyadeler ve toplar hakim olmaya başlamıştır. osmanlı imparatorluğu da bunu görüp ordusunu değişen şartlara göre adapte etmeye çabalar ancak uzun vadede maalesef başarılı olamamıştır ki bu mevzu tamamen ayrı bir entry konusudur.
  • tımarlı sipahiler askeri olarak ağır süvari kategorisine girer. savaşa kendileri ve atları tam zırhlı olarak katılan tımarlı sipahilerin tipik zırhları: göğüs, karın ve sırtı birbiri üzerine bindirilerek perçinlenmiş şeritler halindeki çelik levhalarla (ayna) desteklenmiş etekte dize, kollarda dirseğe kadar uzanan örme zırh, yine çelik levha ve zincirden yapılan ve bacakları koruyan dizçek, yekpare çelik veya bronzdan yapılmış ve ön kolu koruyan "kolçak" ve çelik veya tombaktan hareketli burunluklu ve zincir enselikli türk tipi miğferden oluşmaktadır. uzak mesafede at üzerinde ok ve yay ile cirit kullanan tımarlı sipahiler göğüs göğüse muharebede kargı, aybalta, balta, dilli topuz (şeşper), bozdoğan, topuz, eğri süvari kılıcı ve kama kullanırdı. kalkanları ise çelik, bronz veya madeni göbekli ibrişim sarmalı söğüt dallarından yapılmış hafif, orta boy yuvarlak kalkanlardı. kanuni döneminden itibaren hafif ateşli silahların da etkin olarak savaş alanına girmesiyle at üzerinden ateşlenebilecek karabina ve piştov gibi ateşli silahlar da sipahilerin silahları arasına girdi.
  • batı avrupa'da feodal şövalyelerin, bizans'da pronoiarların ve japonya'da samurayların osmanlı imparatorluğu'ndaki muadili. timarli sipahileri delil gösterip "osmanlı kendine özgüydü" demek ziyadesiyle yanlıştır. böyle yapmayın, yapanları uyarın.
  • selçuklulardaki ikta sisteminin osmanlı'daki devam niteliğinde bulunan sistemin askerleridir.
  • osmanlı ordusu denildiği zaman genellikle akla sonradan gelen askeri sınıf. zira ilk sırada her zaman yeniçeriler vardır. aslında en kalabalık sınıf tımarlı sipahilerdir. lakin bu adamların hak ettikleri değeri, özellikle tarih araştırmalarında çok görmediklerini düşünüyorum. aynı durum osmanlı tarihi hakkında çekilmiş her türlü dizi ve filmde de söz konusu. tımarlı sipahiler ya yoklardır ortada ya da birkaç örnekle geçiştirilir.

    oysaki gerek zırhları gerekse savaş kabiliyetlerine bakıldığında bu adamlar büyük öneme sahiptir. hatta bir kısım avrupalı tarihçiler tarafından şövalye olarak da tanımlanırlar. tabi bu kavram ne kadar doğrudur tartışılır. gerçek olan şu ki adamlar bildiğin underrated. o dönemde yaşasam ve seçim hakkım olsa sanırım tımarlı sipahi olmak isterdim.

    sanırım gerçeğe en yakın olarak da vinci's demons dizisinde gösterilmiştir sipahiler. her ne kadar yüz zırhları gerçekte olmasa da, her şeye rağmen yeniçeriler dışında bir osmanlı askeri sınıfının varlığını yansıtmaları güzeldi.

    https://www.youtube.com/watch?v=oqphmwkhhe4
  • osmanlı ordusunun yükselme devrinde en önemli gücüdür.
  • 16. yüzyılda şöyle görünen babalar.
hesabın var mı? giriş yap