• radikal'de mülakatı yayınlanmış iktisatçı.

    türkiye'deki gelir adaletsizliğine ilişkin zenginlerden servet vergisi alınması gerektiğini, türkiye'de japonya'dan daha fazla dolar milyarderi bulunmasını dehşet verici bulduğunu açıklamıştır.

    bilmiyor ki rte çıkıp "faiz lobisi önümüzü kesmeye çalışıyor, düşünebiliyor musunuz adam zengin diye daha çok vergi verecekmiş, bunlar servet düşmanı servet ama benim kardeşim bu oyuna gelmeyecek" dediği andan itibaren servet vergisinin getirilmesine ilk karşı çıkacak kesim asgari ücret ile geçinen akp seçmeni olacaktır.
  • fransa'nın en yüksek rütbeli nişanını "kimin saygın olduğuna karar vermek hükümetin işi değil" diyerek reddeden ekonomist. "fransa ve avrupa'nın büyümesini gözden geçirmeye odaklansalardı daha iyi olurdu" diyerek de ayarı vermiş.
  • kapitalizm esitsizlige sebep oluyor. bu bilinen bir sey. fakat neden? kendisi o meshur olan kitabinda bu soruyu cevaplamistir: ne zamanki faizler ekonomik buyumeden fazla olursa o zaman bir servet yigilmasi/yogunlasmasi oluyor. burasi yeni ve muhim. sonra kendince de bir cozum bulmustur: zenginlerden daha fazla vergi alinmasi vs. bu kismi onemli degil.

    isin diger ilginc tarafi ise yazarin anavatani fransa dahil olmak uzere kitap avrupa capinda pek ses getirmezken amerika'yi kelimenin tam anlamiyla kasip kavurmustur. bu durum simdiye kadar girilen entrylerden de gorulebilir, genellikle amerikan mensiyeli yayinlara link verilmis. bu da genelde sosyal devletlerden olusan avrupa'nin gelir esitsizligi bakimindan sinifi gectigini gosteriyor. evet hersey mukemmel degil ama kapital amerika'daki gibi bir ucurum da yok. burada problem sadece sosyal devlet anlayisinin uygulanmasi konusunda bir standartin olmamasi. kriz sonrasi almanya, avusturya gibi ulkeler neredeyse hic etkilenmemisken italya ve yunanistan gibi ulkeler agir darbe aldilar. ote yandan biz, turkiye yada kucuk amerika, gelir adaletsizliginin dibine vurmusken konuyla o kadar alakamiz yok ki hicbir tartisma programinda bu konudan bahsedilmiyor ve kitap hala cevrilmis degil. yetkilileri buldugumuzda ise sordugumuz soru acinasi: (bkz: siz cumhurbaşkanı olursanız kuran iptal olacak mı). hani kendisinden piketty'e referans vermesini beklemiyorum da adamin aldigi maas kadar bodrum'da lahmacuna hesap birakanlar var. bunun hesabini sormamasi vahim.
  • kitabın kendisini henüz okumamamakla birlikte, kitabının üzerine okuduklarımdan anladığım kadarıyla, olay yaratan kitabında, gelir dağılımındaki bozulmanın kapitalist birikime olan olumsuz yansımasını tartışıyor. bunu yaparken de 'servet' (wealth) ile 'income' arasındaki makasın açılmasının, zenginlerin tasarruf eğiliminin yüksekliği dikkate alındığında ekonomiyi kaçınılmaz olarak yavaşlatacağı varsayımını kullanıyor. kısacası yaptığı şey, birçok marksist siyasal iktisatçının ve siyasal iktisatçı olmayan marksistin (bkz: david harvey) kapitalizmin kriz eğiliminin yapısal gerekçesi olduğunu iddia ettiği 'aşırı birikim' (bkz: over-accumulation) meselesini çok başarılı ve analitik biçimde problematize etmek ve aşırı birikimin nedenlerinden birinin gelir dağılımındaki bozulma olduğunu açıklamak. bu açıdan, kapitalizmin 'bindiği dalı' kaçınılmaz olarak kesen bir sistem olarak resmedilmesi ile de marx'ı andırıyor.

    benim açımdan, argümanın doğruluğu düşünüldüğünde bir anda bu kadar parlaması anlamlı, fakat söylediği şeyin çok da inanılmaz (bkz: ben bile düşünmüştüm) olmaması ile de şaşırtıcı. neden bu kadar olay yarattığını belli ki kitabı okuyunca anlayacağız. (yani temel argümandan ziyade, argümanı ortaya koyuş biçimi, ampirik delilleri, açıklayıcı modeli vs..)

    ha bir de 'zamanın ruhu' meselesi var tabi. bazı fikirlerin zamanı vardır..

    edit: kitabı okumazsan işte böyle saçmalarsın. piketty yukarıda tarif ettiğimin aksine tam aksine 'overaccumulation' meselesini yeterince ciddiye almayan 'neoklasik' bir yaklaşım içerisinden yazıyor.. yukarıda yazdıklarımı unutun, şu müthiş review'u okuyun anlayın:http://www.networkideas.org/…pdf/thomas_piketty.pdf
  • son kitabi 21. yuzyilda kapital üzerine çıkan sayısız değerlendirmelerden bazılarını okuduktan sonra kapitalizmin eşitsizliği daha çok arttırtıdığı gibi yalın bir gerçeği dile getirip bestseller olduğunu anladığım ekonomist-yazar. kitabındaki temel tezi klasik iktisatta kabul edilen ve kuznets eğrisiyle açıklanan ekonomik büyümenin önce eşitsizliği arttıracağı sonra ise azaltacağına dayanan teoriyi amprik verilerle çürütmeye dayanıyor. bulduğu çözüm ise sosyal demokrasinin sınırlarını aşmasa da hararetli bir tartışma başlatmaya yetmiş:zenginlerin daha çok vergilendirilmesi. sıkça benzetilmesinin aksine marx'ın kapitaline tek benzerliği ise kitabında balzac,dickens gibi edebiyatçılara atıflarda bulunması. çünkü marx üretim ilişkilieri üzerine analizini oturturken, piketty gelir ve servet kavramlarından hareketle dağılım üzerine inşa etmiş analizini. marx radikal çözüm önerirken, piketty bir tür sosyal demokrasi öneriyor. birincisine ütopya diyenler zenginlerin yüksek vergilemeye rıza göstereceğini sanarak daha büyük bir hayale dalıyorlar. kitabın gösterdiği önemli şeylerden birinin de küreselleşmeyle vasıflı emeğin ücretinin artmasıyla eşitsizliğin azalacağı mitini yıkması olduğu söyleniyor.
    her şeye rağmen eşitsizlik üzerine başlattığı geniş tartışmayla bile önemli bir işlevi yerine getirmiş oluyor.

    kitabın yarattığı etki, son tartışmalar ve çeşitli sunumlar için:
    http://thenextrecession.wordpress.com/…-in-piketty/
  • "rock star" ekonomist.
    ilk olarak fransizca cikan kitabi fransa'da cok sansasyon yaratmamis, ingilizce'ye cevrilmesi ile populeritesi tavan yapmistir. amerika'da yaptigi turnede okul okul gezmis ve uzun yillarin birikimi olan calismalarini buyuk kitlelere sunma imkani bulmustur. yaptigi sunum surada bulunabilir:
    http://piketty.pse.ens.fr/…iketty2014capital21c.pdf
    pekcok hocayla yaptigi kolektif calismalarin bir urunu de surada bulunabilir:
    http://topincomes.g-mond.parisschoolofeconomics.eu/
    yine kitabina dahil edemedigini soyledigi teziyle yakindan ilintili bir calisma da ilgilileri icin suradan temin edilebilir:
    http://gabriel-zucman.eu/…/saezzucman2014slides.pdf
    berkeley'deki sunumuna gitme imkani buldum. sosyoloji, tarih gibi bolumlerden gelen dinleyicilerin "peki bu degerlendirmelerinizin isiginda sizce 1.dunya savasi neden cikti?" gibi sorularina ragmen meseleyi teknik ve empirik seviyede tutmaya calisti. her akademik iktisatci gibi datayla ve modellerle destekleyemeyecegi iddialarda bulunmaktan cekindi.
    pikkety'nin vardigi sonuca inanan ve modern iktisat yapanlarin goz onunde bulundurmasi gereken bir mesele de artik kaldor facts denen varsayimlarin tarihe karismis olmasi. yani ekonomide sermaye ve emege giden paylar uzun vadede sabit bir trend takip etmiyor. boylece uretim fonksiyonlarinin gozden gecirilmesi gerekecek.
  • komünos için yapılan çeviriyi verelim. bu arada komünos diye bir site var, sempatik bir yer sevgili lan ey halkım:

    “21.yüzyılda kapital” adlı başarılı kitabının ardından thomas piketty dünyadaki en etkili ekonomistlerden biri olarak kabul edilmeye başlandı. gelirin yeniden dağıtımı üzerindeki argümanları dünya çapında bir tartışmayı başlattı. dıe zeıt gazetesinden georg blume ile yaptığı bir röportajda avrupanın borç tartışmalarına dair açık görüşlerini ifade ediyor.

    dıe zeıt: almanlar olarak, fransız hükümetinin bile alman kemer sıkma dogması na hizalandığı için mutlu olmalı mıyız?
    thomas piketty: kesinlikle hayır. bu ne fransa, ne almanya ne de avrupa için mutlu olmaya bir sebep değildir. özellikle almanyadaki sağcılar için çok fazla endişeliyim. tarih konusundaki şok edici bilgisizlikleri yüzünden avrupayı ve avrupa fikrini yoketmek üzereler.

    dıe zeıt: fakat biz almanlar zaten kendi geçmişimizle hesaplaştık.
    thomas piketty: ama iş borçları ödemeye gelince!
    almanya’nın geçmişi günümüz almanlar için büyük öneme sahip olmalıdır. ulusal borç tarihine bakın: büyük britanya, almanya ve fransa bugün yunanistan’ın bulunduğu durumda yer aldı. hatta onlar daha fazla borçlanmıştı. hükümet borçlarının tarihinden çıkaracağımız ilk ders, yeni bir sorun ile karşı karşıya olmadığımızdır. paris ve berlin’in yunanları inandırmaya çalıştığının aksine, borçları ödemenin bir değil, birçok yolu vardır.

    “almanya hiçbir zaman borçlarını ödememiş tek ülkedir. diğer ülkelere ders verecek bir dayanağı yoktur”

    dıe zeıt: ama borçlarını geri ödemeleri gerekmez mi?
    thomas piketty: benim kitabım -ulusların da dahil olarak- gelir ve servet tarihini yeniden anlatıyor. beni şaşırtan şey, gerçekten bu tarihte dış borçlarını ödemeyen tek örnek almanyadır. ne birinci ne de ikinci dünya savaşından sonra. ama diğer devletlere bir çok kez borçlarını ödetti. tıpkı 1870 yılında fransa-prusya savaşından sonra, fransa’dan savaş tazminatı istemesi ve bu tazminatı alması gibi. fransa bu borçların altında onlarca yıl ezildi. kamu borcu tarihi ironilerle doludur. bu durum nadiren düzen ve adalet fikirlerimizi takip etmektedir.

    dıe zeıt: ancak bugün daha iyisini yapamayacağımız sonucuna varamayız değil mi?
    thomas piketty: almanların borç konusunda çok ahlaklı bir süreç yürüttüklerini ve borçların ödenmesi gerektiğini söylediklerini duyduğumda ne kadar büyük bir şaka! diye düşünüyorum. almanya kendi borçlarını asla ödememiş bir ülkedir. diğer ülkelere ders vermek gibi bir hakkı yoktur.

    dıe zeıt: borcunu ödemeyen ülkeleri “kazanan” olarak mı tanımlıyorsun?
    thomas piketty: almanya sadece bir ülke. fakat durun: tarih bize borçlu devletin borçlarını ödememesinin iki yolu olduğunu gösteriyor. biri 19.yüzyılda ingiliz imparatorluğu’nun napolyon ile olan pahalı savaşlarından sonra. bu yunanistan’a da önerilen “yavaş” metod. imparatorluk, sıkı bir bütçesel disiplin ile borçlarını ödedi. işe yaradı fakat oldukça çok zaman aldı. 100 yıldan fazla bir süre boyunca ingilizler ekonomilerinin %2-3ünü -eğitim ve okullara ayrılan paydan daha fazla- borçlarını ödemek için kullandılar. bu gerçekleşmedi, bugün gerçekleşmek zorunda da değil. ikinci yöntem ise çok daha hızlı. almanya bunu 20.yüzyılda kanıtladı. bu yöntem üç kısımdan oluşmakta; enflasyon, özel sağlık üzerinde özel bir vergi ve borç ertelenmesi.

    dıe zeıt: alman “ekonomik mucizesi”nin bugün yunanistan’da reddettiğimiz gibi bir borç ertelemesi olduğunu mu söylüyorsunuz?
    thomas piketty: kesinlikle. 1945 yılında savaş bittikten sonra almanya’nın borcu, gayri safi yurtiçi hasılasından %200 daha fazlaydı. 10 yıl sonra bu borcun birazı kalmıştı. devlet borcu gayri safi yurtiçin hasıladan %20 daha azdı. aynı zamanda fransa ustaca bir geri dönüş düzenlemişti. borçtaki inanılmaz düşüşü bugün yunanistan’a önerdiğimiz mali disiplinle sağlayamazdık. bunun yerine, bizim ülkelerimiz az önce bahsettiğim ve üç kısımdan oluşan ikinci yöntemi uyguladı. 1953, londra borç antlaşmasını düşünün, almanya’nın dış borçlarının %60ı silindi ve iç borçlar yeniden şekillendirildi.

    “ikinci dünya savaşı’ndan sonra olduğu gibi, bütün avrupa’nın borçları üzerine bir konferansa ihtiyacımız var. sadece yunanistan’da değil, bir kaç avrupa ülkesinde borçların yeniden şekillendirilmesi gerekli.”

    dıe zeıt: bu durum meydana geldi çünkü insanlar ikinci dünya savaşı’nın sebeplerinden birinin, birinci dünya savaşı’ndan sonra almanya’dan istenen çok fazla savaş tazminatı olduğu farketti. bu kez almanya’nın günahlarını affetmek istediler!

    thomas piketty: çok mantıksız! bunun ahlaki gerekçelerle bir alakası yoktu. tamamen rasyonel politik ve ekonomik bir tercihti. büyük krizlerin büyük borç yüklemesi yaptığını farkeden insanlar bu durumu doğru tahmin ettiler ve bir noktada artık yollarına devam etmek zorundaydılar. yeni nesillerden, ailelerinin yaptığı hataları onyıllarca ödemelerini isteyemeyiz. hiç kuşkusuz yunanlar çok hata yaptılar. 2009 yılına kadar atina hükümeti bunun kitabını yazdı. ama buna rağmen genç nesil yunanlar yaşlıların yaptığı hataların sorumluluğunu taşımak istemiyor. almanlarda 1950lerde ve 1960larda bunu yaptı. önümüze bakmak zorundayız. avrupa borçları silmek ve geleceğe yatırım için kuruldu, sonsuz bir kefaret fikri üzerine kurulmadı. bunu hatırlamamız lazım.

    dıe zeıt: ikinci dünya savaşı’nın sonu, medeniyetin kırılma noktasıydı. avrupa bir ölüm tarlasıydı. bugün farklı.
    thomas piketty: savaş sonrası dönemin benzerliklerini reddetmek yanlıştır. 2008-2009 yılında yaşanan finansal krizi düşünelim. herhangi bir kriz değildi. 1929 yılından beri yaşanan en büyük krizdi. yani karşılaştırma oldukça geçerli. yunan ekonomisi için de eşit olarak doğrudur: 2009 ve 2015 yılları arasında, gayri safi yurtiçi hasıla %25 oranında düştü. bu 1929 ve 1935 yılları arasında almanya ve fransa’nın yaşadığı krizlerle kıyaslanabilir.

    dıe zeıt: çok sayıda alman, yunanların hala hatalarının farkına varmadığını ve “beleşçilik” yapmaya devam etmek istediklerine inanıyor.

    thomas piketty: söylememiz gerekirse almanlar 1950lerde hatalarının tam olarak farkına varamamıştı, hala borçlarınızı ödüyor olacaktınız. iyi ki biz bundan daha akıllıydık.

    dıe zeıt: alman ekonomi bakanı, yunanistan’ın euro bölgesinden çıkmasının avrupa’da daha iyi bir birlik oluşturabileceğine inanıyor.
    thomas piketty: eğer ülkeleri atmaya başlarsak, euro bölgesindeki güven krizi bugün olduğundan daha kötü olacak. finansal piyasalar hemen sıradaki ülkeye yönelecek. bu çok uzun, bitkin ve can çekişme döneminin başlangıcı olacaktır. avrupa’nın sosyal modelini, demokrasisini ve medeniyetini, irrasyonel, sağcı ve kemer sıkan politikalara feda edecektir.

    dıe zeıt: almanların yeterince cömert olmadığına mı inanıyorsunuz?

    thomas piketty: neyden bahsediyorsunuz? cömert? şu anda almanya kredilerinin faiz oranını orantılı olarak arttırarak yunanistan üzerinden kar ediyor.

    dıe zeıt: bu kriz için çözüm öneriniz nedir?
    thomas piketty: ikinci dünya savaşı’ndan sonra olduğu gibi, bütün avrupa’nın borçları üzerine bir konferansa ihtiyacımız var. sadece yunanistan’da değil, bir kaç avrupa ülkesinde borçların yeniden şekillendirilmesi gerekli. sadece şu an, atina ile yapılan kapalı görüşmeler ile 6 ay kaybettik. eurogrup’un düşüncesine göre yunanistan gayri safi yurtiçi hasılasının %4 oranında bütçe fazlasına ulaşacak ve 30-40 yıl boyunca borçlarını masada ödeyecek. iddialara göre 2015’te %1, 2016’da %2 ve 2017’de %3.5 ve bütçe fazlasına ulaşacaklar. tamamiyle rezalet! bu asla gerçekleşmeyecek. ama biz “inek eve gelene kadar” (bir tür deyim) gerekli tartışmayı öteliyoruz.

    dıe zeıt: büyük borç kesintilerinden sonra ne olacak?
    thomas piketty: borçların yeniden büyümesini önlemek için izin verilen maksimum bütçe açığını belirleyecek bir avrupa kuruluşu gerekecektir. örnek verecek olursak, avrupa parlamentosundan, ulusal parlamentolara uygun milletvekillerinden oluşan bir komite olabilir. bütçeyle ilgili kararlar milletvekillerini dışlamamalı. bütçeyle ilgili kararlar parlamentolardan kaçırılmamalıdır. almanya’nın tıpkı bugün yaptığı gibi, berlin’in yönlendirmesine tabi mekanizmaları kullanarak ülkelerin yoksul halde kalmasında ısrarcı olmak, avrupa demokrasisini zayıflatan feci bir hatadır.

    “söylememiz gerekirse almanlar 1950lerde hatalarının tam olarak farkına varamamıştı, hala borçlarınızı ödüyor olacaktınız. iyi ki biz bundan daha akıllıydık.”

    dıe zeıt: sizin başkanınız francis hollande’nin de mali antlaşmayı eleştirileri başarısız oldu.
    thomas piketty: bu bir şeyi ilerletmez. eğer avrupa’da alınan kararlar daha demokratik yollarla alınsaydı, avrupadaki mevcut kemer sıkma politikaları dahaz az katı olacaktı.

    dıe zeıt: ama fransa’da hiçbir politik parti iş birliği yapmıyor. ulusal egemenlik kutsal kabul ediliyor.
    thomas piketty: nitekim fransa’da egemenliğe inanan sayısızca insanın tersine almanya’da bir çok insan avrupa demokrasisinin yeniden inşası için görüşlerini sunuyor. dahası, bizim başkanımız hala fransa’da kaybedilen, 2005 yılında avrupa parlamentosunda yapılan referandumun mahkumu olarak kendini resmediyor. francois hollande finansal kriz yüzünden bir çok şeyin değiştiğini anlamıyor. nasnoyal egomuzu aşmak zorundayız.

    dıe zeıt: almanya’da ne gibi bir nasyonal egoizm görüyorsunuz?
    thomas piketty: bence almanya yeniden birleştikten sonra mükemmel bir biçim aldı. uzunca bir süre, bunun ekonomik hareketsizliğe yol açacağı düşünülüyordu. fakat daha sonra yeniden birleşmenin sosyal güvenlik ağı ve işleyen bir sanayi sektörü sayasinde olduğu ortaya çıktı. bu sırada almanya başarısından dolay çok gururluydu ve bu başarı dünyadaki diğer ülkelere bir ders verme şeklinde anlatıldı. bu biraz cocukça. tabiki, yeniden birleşmenin başarısının angela merkel’in kişisel tarihi için ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. ama şimdi almanya bunları yeniden düşünmek zorunda. aksi takdirde borç krizindeki konumu avrupa için büyük bir tehlike olacak.

    dıe zeıt: almanya başbakanına ne gibi bir öneriniz var?
    thomas piketty: yunanistan’ı euro bölgesinden çıkarmak isteyenlerin sonu tarihin çöplüğü olacak. eğer almanya başbakanı, yeniden birleşme dönemindeki kohl helmut gibi, tarihteki yerini korumak istiyorsa yunan sorunuyla ilgili bir çözüm yaratmalı. bu çözüm, bir borçlar konferansını da kapsamalı. böylelikle temiz bir sayfa açabiliriz. fakat, yenilenmiş ve çok daha güçlü bir mali disiplin ile.


    piketty: “germany has never repaid ıts debts; ıt has no standing to lecture other nations” adresinde yer alan makalenin türkçe çevirisi komünos için kubilay cenk karakaş tarafından yapılmıştır.
  • paul krugman ve ali ağaoğlu yazmış kendisi hakkında (sırası ile 24 nisan 2014 tarihli ve 2 mayıs 2014 tarihli köşe yazılarında)

    ***

    “capital in the twenty-first century,” the new book by the french economist thomas piketty, is a bona fide phenomenon. other books on economics have been best sellers, but mr. piketty’s contribution is serious, discourse-changing scholarship in a way most best sellers aren’t. and conservatives are terrified. thus james pethokoukis of the american enterprise ınstitute warns in national review that mr. piketty’s work must be refuted, because otherwise it “will spread among the clerisy and reshape the political economic landscape on which all future policy battles will be waged.”
    well, good luck with that. the really striking thing about the debate so far is that the right seems unable to mount any kind of substantive counterattack to mr. piketty’s thesis. ınstead, the response has been all about name-calling — in particular, claims that mr. piketty is a marxist, and so is anyone who considers inequality of income and wealth an important issue.
    ı’ll come back to the name-calling in a moment. first, let’s talk about why “capital” is having such an impact.
    mr. piketty is hardly the first economist to point out that we are experiencing a sharp rise in inequality, or even to emphasize the contrast between slow income growth for most of the population and soaring incomes at the top. ıt’s true that mr. piketty and his colleagues have added a great deal of historical depth to our knowledge, demonstrating that we really are living in a new gilded age. but we’ve known that for a while.
    no, what’s really new about “capital” is the way it demolishes that most cherished of conservative myths, the insistence that we’re living in a meritocracy in which great wealth is earned and deserved.
    for the past couple of decades, the conservative response to attempts to make soaring incomes at the top into a political issue has involved two lines of defense: first, denial that the rich are actually doing as well and the rest as badly as they are, but when denial fails, claims that those soaring incomes at the top are a justified reward for services rendered. don’t call them the 1 percent, or the wealthy; call them “job creators.”
    but how do you make that defense if the rich derive much of their income not from the work they do but from the assets they own? and what if great wealth comes increasingly not from enterprise but from inheritance?
    what mr. piketty shows is that these are not idle questions. western societies before world war ı were indeed dominated by an oligarchy of inherited wealth — and his book makes a compelling case that we’re well on our way back toward that state.
    so what’s a conservative, fearing that this diagnosis might be used to justify higher taxes on the wealthy, to do? he could try to refute mr. piketty in a substantive way, but, so far, ı’ve seen no sign of that happening. ınstead, as ı said, it has been all about name-calling.
    ı guess this shouldn’t be surprising. ı’ve been involved in debates over inequality for more than two decades, and have yet to see conservative “experts” manage to dispute the numbers without tripping over their own intellectual shoelaces. why, it’s almost as if the facts are fundamentally not on their side. at the same time, red-baiting anyone who questions any aspect of free-market dogma has been standard right-wing operating procedure ever since the likes of william f. buckley tried to block the teaching of keynesian economics, not by showing that it was wrong, but by denouncing it as “collectivist.”
    still, it has been amazing to watch conservatives, one after another, denounce mr. piketty as a marxist. even mr. pethokoukis, who is more sophisticated than the rest, calls “capital” a work of “soft marxism,” which only makes sense if the mere mention of unequal wealth makes you a marxist. (and maybe that’s how they see it: recently former senator rick santorum denounced the term “middle class” as “marxism talk,” because, you see, we don’t have classes in america.)
    and the wall street journal’s review, predictably, goes the whole distance, somehow segueing from mr. piketty’s call for progressive taxation as a way to limit the concentration of wealth — a remedy as american as apple pie, once advocated not just by leading economists but by mainstream politicians, up to and including teddy roosevelt — to the evils of stalinism. ıs that really the best the journal can do? the answer, apparently, is yes.
    now, the fact that apologists for america’s oligarchs are evidently at a loss for coherent arguments doesn’t mean that they are on the run politically. money still talks — indeed, thanks in part to the roberts court, it talks louder than ever. still, ideas matter too, shaping both how we talk about society and, eventually, what we do. and the piketty panic shows that the right has run out of ideas.

    ***

    fransız ekonomist thomas piketty çok basit bir formül vermiş ve çok da uzak olamayan bir gelecekte kapitalizmin, gelir dağılımını geri dönülemez bir noktaya getireceğini söylemiş. formül basit: r>g oldukça gelir dağılımı bozulacak ve zenginler daha, daha zengin olacaklar ve “uzun vadede” tüm gelir zenginlerin olacak! formülde r faizi (getiri, rant, faiz - nominal faiz olarak formülde yer alsa da reel faiz diyebiliriz), g de büyümeyi (paylaşılan refahı) ifade ediyor.

    piketty ’e göre “paradan para kazanma” dediğimiz olgu devam ettikçe; gelir dağılımında sermaye sahipleri büyümeye oranla daha fazla faiz almaya devam ettikçe, gelir dağılımı daha da fazla bozuluyor. yanlış anlaşılmasın bu sonuç bize has falan değil! araştırma gelişmişler başta olmak üzere 30 ülkedeki vergi verenlerin verilerine dayanarak yapılmış. finans piyasalarını daha fazla anladıkça bunun böyle olduğunu söyleyegeldim. ancak matematiksel olarak modelleyecek bilgi birikimim, abd ve fransa başta olmak üzere yüz yıla varan veri setine ulaşma şansım olmadığından bir “piketty” değilim. piketty’nin çalışmalarından beni haberdar eden soli özel’e de müteşekkirim.

    piektty’nin çözümü ne?

    basit aslında. 1 milyon euronun (kendisi fransız ve ab vatandaşı olduğundan euro) üzerinde “serveti” olanlardan kademeli olarak daha yüksek vergi alınmasını öneriyor. bu arada marx gibi “miras” kavramının sorgulanmasını da öneriyor. bence de herkes hayatta kendi başına yaptıkları ve “başardıkları” kadarıyla “zengin” olsun. miras, gerçekte hak etmeyenlere devrolmasın! (biliyorum çok ağır bir tartışma konusu!)

    ***
  • harvard press'le yayınladığı capital in the twenty-first century kitabı epey bir el üzerinde tutuluyor. guardian, ny times, huffington köşesinde bolca yer verdi ve herkesin ilgisini çeken ve yapıtının yeni das kapital olduğu vurgusu ilgili ilgisiz herkesi çekiyor.

    her zaman marx'a karşı çok da parael düşünmüş olmasa da her zaman ekonominin eşitsizliği üzerine çalışmalarını sürdürmüş biri. kendisini ilk coursera'da bahsedildiğinde tanımıştım. özellikle gelişimini sürdüren ve stabilitesini sağlamaya çalışan demokrasilerde ekonomik eşitsizliğin nasıl buna engel olacak şekilde aşırı uçta sonuçlara gebe olduğunun örneği onun çalışmalarından örneklenerek desteklenmişti.

    genel ideolojisi hakkında çok bir bilgim olmasa da sosyalizm ve komunizm kadar uç noktalara gidilmeden eşitsizliğin ortadan kaldırılabileceğini savunan bir duruşu var. zaten ekonomik yönünü bırakıp bireysel özgürlüklerin adına bu anlayışın söz konusu olması bile bu tercihte söz sahibidir -bilmiyorum o nasıl açıklıyor. vaktinde kendisi de sanırım komünist rejimlerden uzak bir şekilde yetişmiş fakat bu eşitsizliğe karşı bir duruş sahibi olmasını engellememiştir hayatına baktığımızda.

    kendisi şu an 42 yaşında yanılmıyorsam ve bir çok açıdan bizim deviasyonu 11 olacak şekilde 25 yaş kuşağına benzer bir durumda. ne soğuk savaşın asıl propagandalarının döndüğü dönemde yaşamış olacak kadar genç ne de eşitsizliğin ve monopolilerin nasıl kurulduğu ve iyice yer ettiğini kaçıracak kadar yaşlı.

    bu açıdan yaptığı işi aramızdaki bir çok kişisinin düşüncesine yakın kaynaklardan bahsettiğini düşünüyorum. eşitsizliğin gerçek bir sorun olarak ön plana çıktığı ve bu gidişin kötüye gittiği manzarada bunu temel bir sorun olarak kabul edip bunu önlemeye çalışmak bir insan olarak hepimizin borcu.

    kitabından hiç değilse ödeme gücü düşük kesimlerin vergilerini düşürmeyi amaçlayan tavsiyesi dünyada yer bulmalıdır.
  • piketty’nin ettiği!

    ekonomi bilimi, 2008’de başlayan ve bir türlü sona ermeyen ekonomik krizin nedenlerini açıklayamıyor ve bunalımdan çıkış için çözüm üretemiyordu. fransız iktisatçısı thomas piketty’nin, 21. yüzyılda kapital adlı yapıtı, bu açığı kapatacak özellikler taşıyor ve bu nedenle de yoğun tartışmalara yol açıyor; marx’ın das kapital’i ile karşılaştırılıyor.

    ***

    çalışmanın önemli özellikleri şöyle özetlenebilir.
    piketty’ye göre, bir ülkede sermayenin getiri oranı, ekonominin büyüme oranından daha fazla ise bunun kaçınılmaz sonucu, servetin belli ellerde toplanması ve gelir eşitsizliğinin daha da artmasıdır. örneğin bir ülkenin ekonomisi yılda yüzde 3-4 dolayında büyürken sermayenin getirisi bunun üzerinde giderek birkaç katıysa ve bu durum yıllarca devam ederse, sermaye sahiplerinin çocuklarına miras kalan servet, her zaman kol ve beyin emeğiyle kazanılan servetten daha fazla olacaktır. sonuçta servete servet katan, gelir ve servet eşitsizliklerini daha da derinleştiren, ancak büyüme oranı düşük ya da 2008 sonrasında yaşandığı gibi hastalıktan çıkamayan bir kapitalizm ortaya çıkıyor. bu durum sürdürülemez.
    piketty, bu savlarını, neredeyse kapitalizmin başlangıcından bu yana bir dizi gelişmiş ülkenin servet ve gelir istatistiklerinin karşılaştırmalı incelemesine ve bunların değişiminde görülen benzerliğe dayandırıyor. yapıtın gücü de buradan kaynaklanıyor.
    istatistiklerin kanıtladığı, kapitalizmin ilk yıllarında, sermayenin yarattığı servet ile emeğin geliri arasındaki uçurumun, yoksulluk ve çocuk işçiliği olarak, romanlara da yansıyan büyüklüğüdür. bu aşırı eşitsizlik, 20. yüzyılda, tersine dönüyor. yaşanan iki büyük savaştan, özellikle de ıı. dünya savaşı’ndan sonra, hızlı büyümenin, demokratikleşmenin; işçi sendikalarının güçlenmesinin; ekonomik ve sosyal hakların alanının hızla genişlemesinin ve siyasette sol seçeneklerin oluşmasının doğrudan ve dolaylı katkılarıyla, bir süre, eşitsizlikler azalıyor.
    sonrasında, özellikle küreselleşmeyle birlikte, sendikaların gücünün zayıflaması; teknolojik yeniliklerin işgücünün niteliğini geliştirmede yetersiz kalması; doğrudan vergilerin azaltılması ve kurumsal piyasa denetimlerinin yetersizliği gelir eşitsizliklerini büyütüyor. ek olarak, serbest piyasanın yanlışlarını yine kendisinin düzelteceği beklentilerinin boşa çıkması; sermayenin sınır tanımaz, ahlak tanımaz bir anlayışla işleyen tekelci yapılarının güçlenmesi, rant avcılığının artması, dünyadaki gelir eşitsizliğini ve buna bağlı olarak aşırı yoksulluğu, yeniden kapitalizmin doğuş günlerindekine benzer bir duruma getirmiş bulunuyor.
    eşitsizliğin bu ölçüde büyümesi, sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi sağlamıyor. tersine 2008 sonrasında yaşandığı gibi ekonomik durağanlık kalıcılık kazanıyor. bu kadar da değil, servetin belli ellerde aşırı bir yoğunlukla toplanması, geçtik sosyal adaleti, temel insan haklarına dayanan demokrasi ile bile bağdaşmaz.

    ***

    piketty’nin çözüm önerisine geçmeden iki noktanın altı çizilmelidir.
    birincisi, ekonomi ders kitaplarına, onca kez yanlışlığının kanıtlanmasına karşın bir türlü vazgeçilmeyen ve gençlere ezberletilen şöyle bir görüş yerleştirilmiştir: bir ülkede kapitalizm geliştikçe, ilk aşamalarında yaşanan yoksulluk kalmayacak, toplumdaki gelir eşitsizlikleri azalacaktır. piketty, öncelikle bir görüşün yanlış olduğunu son yılların istatistikleriyle bir kez daha kanıtlıyor.
    ikincisi, marx, üretim, emek ve sermaye ilişkileri ve bunların iç devingenliklerinden giderek kapitalizmin kendi sonunu getireceği sonucuna varıyordu. piketty, çözümlemelerini yalnızca servet ve gelir kategorilerinin tarihsel eğilimlerine dayandırıyor. körü körüne savunucularının korkmasına hiç gerek yok, piketty, kapitalizmin kendini yok edeceğini değil, onarılabileceğini öne sürüyor.

    ***

    piketty’nin kapitalizmin kurtuluşu için önerdiği ilaç, köklü ve yüksek oranlı vergilendirmedir. yeni kapital’in yazarı, servetlere ve yüksek gelirlere, el koyma ya da müsadere biçiminde doğrudan vergiler salınmasını ve sonrasında da gelire göre artan oranlı vergileme yoluna gidilmesini öneriyor.
    ancak, fransız sosyalist partisi’ne danışmanlık da yapan piketty, değil sağcı, merkez sol ya da sosyal demokrat politikalarla bile bu sonucun alınmasının çok da kolay olamayacağını vurguluyor. giderek, kendi önerisini, gerçekleşmesi güç bir düş ya da ütopya olarak görüyor. oysa servet vergisiyle ulusal gelirin daha büyük bir bölümüne el konulabileceğini, böylece ülkelerin ağır borç ve faiz yükünden kurtulacağını; daha da önemlisi, hükümetlerin bu geliri eğitim, başta olmak üzere toplumsal hizmetlerin gelişmesinde kullanabileceklerini öngörüyor. sonuçta, gelir dağılımının daha eşitlikçi bir yapıya kavuşacağını ve artan ekonomik büyüme oranıyla kapitalizmin varlığını sürdürebileceğini belirtiyor.

    ***

    piketty önerilerinden çıkarılabilecek çok ders var. gelecek hafta değinileceği gibi, ders alması gereken ülkelerden biri de türkiye’dir!

    http://www.cumhuriyet.com.tr/…etty_nin_ettigi_.html
hesabın var mı? giriş yap