• douglas hallun süpermarket sahnesini her izlediğimde "ulan koca iki torba şey almışsın, çöpe atıcaana ver fakir fukaraya sevaba geç" diyesim gelen film *.
  • --- spoiler ---
    bayan kişisinin, esas oğlanı simülasyonlardan, simülasyonlara atlata atlata kendi gerçekliğine kadar getirmeyi başardığı film. kocayı da öldürdü o arada ohh...

    --- spoiler ---
  • dark city, the matrix, the truman show gibi filmlerin ortaya çıktığı 1990'ların sonlarında benzer konu etrafında dönen bir başka film. fazlasıyla gerçek/sanal sorgulamasını harekete geçiren türden.

    --- spoiler ---

    büyük bir bilgisayar şirketinin sahibi olan hannon fuller çok önemli bir şey fark eder ve bunu ortağı douglas hall’a söyleyeceği esnada öldürülür. keşfettiği şey sebebiyle öldürüleceğinin farkında olduğu için bir barda görevli olan jerry ashton’a douglas hall’a iletmesi için bir mektup bırakır. fakat jerry ashton mektubu açar ve okur. douglas hall mektuba ulaşması için sanal olarak kurulmuş paralel dünyaya gitmek zorundadır, 1870lerdeki bu dünya hannon fuller ve douglas hall’ın şirkenin 13. katındaki bilgisayar yardımıyla geçiş yapılabilen ve orada buradaki kişilerin karşılığı olan bir dünyadır. hannon fuller’ın karşılığı grierson, douglas hall’ın karşılığı john ferguson, şirkette bu olayı bilen üçüncü kişi olan jason whitney’ın karşılığı ise jerry ashton’dur. karşılıklarının bedenine geçerek 1870’lerdeki bu sanal dünyada farklı şeyler denemektedirler.

    hannon fuller mektubu paralel dünyadaki jerry ashton’a bıraktığı için douglas hall cinayetin tek ipucu olan bu mektuba ulaşmak için paralel evrene gider. bu sırada dedektif larry mcbain hannon fuller’in cinayeti konusunda douglas hall’dan şüphelenmektedir ve zaten tüm delillerde onu işaret eder. hannon fuller’in kızı olduğunu iddia eden jane fuller de paralel evrene geçmeyi sağlayan makinenin iptal edilmesi için elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. douglas hall sanal olan evrene geçtiğinde jerry ashton’dan mektubu okuduğunu ve okuduktan sonra yazılanları izleyip çok kötü bir gerçekle karşılaştığını öğrenir. jerry ashton kendi dünyalarının sanal olduğunu öğrenmiş ve artık onun için hiçbir şeyin anlamı kalmamıştır.

    douglas hall 1999’daki dünyaya döndüğünde hannon fuller’in neden kendisinin de bildiği simülasyonun sınırları olduğu gerçeğini ona iletmek istediğine bir türlü anlam veremediğinden jerry ashton’un yaptığını yapar ve “yol işaretlerini izleme ve hiçbir şekilde durma. barikatlarda bile.” talimatını izler. öğrendiği şey kendi dünyasının da sanal olduğudur. karşılaştığı sahne dünyanın bittiği yerdir ve henüz tamamlanmamış sanal çizgilerden ibarettir. bu arada hannon fuller’in kızı olduğunu iddia eden jane fuller de ortadan kaybolmuştur. douglas hall izini takip ettiğinde onun da aslında başka bir dünyadan buraya gelen ve kasiyer kız natasha molinaro’nun bedenine giren biri olduğunu öğrenir.

    film jean baudrillard’ın simularkum ve simulasyon tanımlarını fazlasıyla anımsatması bağlamında dikkat çekicidir. jean baudrillard’a göre [1], ilk aşamada imaj yani görünen şey temel gerçekliğin bir yansımasıdır, ikinci aşamada ortaya çıkar ki imaj gerçeği maskeleyen ve onu sapkınlaştıran bir şeydir, üçüncü aşamada gerçeklik diye bir şeyin olmadığı ortaya çıkar, dördüncü aşama ise imajın hiçbir gerçekliğe dayanmadığı, sadece bir simularkum olduğunu gösterir. kısacası, simularkum gerçeklikte hiçbir karşılığı olmayan mutlak sanaldır. film de tam da bu argümanı destekler şekilde bir seyir izler.

    film 1870lerdeki dünyada başlar, hannon fuller bir mektup yazmış ve onu barda görevli olan jerry ashton’a bırakmıştır (ilk aşama). bir süre sonra öğreniriz ki bu dünya gerçek değildir, sadece gerçeğin sapkın bir yansımasıdır (ikinci aşama). bunu 1999’daki yaşamın varlığı sayesinde öğreniriz. 2024’deki üçüncü bir dünyanın ortaya çıkması ve 1999’un bunun paralel dünyası olduğunu öğrendiğimiz de, ilkinin gerçeğin bir saptırması olduğunu bize söyleyen şeyin de (1999’un dünyası) gerçek olmadığını fark ederiz. böylelikle gerçeklik diye bir şeyin olmadığı fark edilir (üçüncü aşama). filmin sonunda 2024’ün bir televizyon kapanışı gibi bitişi her şeyin mutlak sanal olduğunu simularkumdan başka bir şey olmadığını gösterir (dördüncü aşama).

    kritik soru şudur, hiçbir gerçeklik yoksa görünen hiçbir şey gerçeğin bir yansıması (platon) değilse, o halde yaşamı mümkün yaşanabilir kılan şey nedir? filmin buna verdiği cevap bu gerçeğin (yani hiçbir gerçekliğin olmadığı gerçeğinin) farkında olunmadığı bir dünyaya geçmektir. jerry ashton hiçbir şeyin gerçek olmadığı gerçeğini fark ettiğinde hayatını sürdürebilmek için aradığı şey yeni bir gerçekliktir ve douglas hall’a “şimdi bana neyin gerçek olduğunu göstermeni istiyorum.” der. 1999’daki dünyaya gelmesi ona yaşamı yeniden anlamlı hale getirmiş ve her şey ne kadar garip olsa da, bu dünyanın gerçek olduğunu bilmesi ona burasını bir önceki dünyadan daha katlanılabilir kılmıştır.

    douglas hall da benzer problemi yaşar ve bundan çıkış olarak bir üst dünyaya, 2024’de gitme yolunu seçer. fildeki ısrarla yeni bir gerçeklik arayıp oraya taşınma isteği jean baudrillard’ın kuramına biraz nanik yapar. evet iyi, her şeyin yalan olduğunu öğrendik ama buna rağmen yaşam nasıl hala mümkün bir seçenek? doğru olduğuna emin olmasak da kendimize inanacağımız yeni doğrular buluruz. filmin jean baudrillard’dan ayrılıp slavoj zizek’e yaklaştığı yerde tam da burası.

    --- spoiler ---

    [1] jean baudrillard, simulacra and simulation, university of michigan press, 1994, s. 9
  • bitişiyle akılda sorular sorduran filmdir.

    --- spoiler ---
    film mutlu sonla bitti gibi gözüküyor ilk başta ama insan iç içe geçmiş yapay evrenlerden sonra 2024'teki dünya da mı acaba yapay evren diye sormaya başlıyor.
    iç içe geçmiş kaç tane yapay dünya var sorusu cevapsız kalıyor bence. film kapanırken, televizyon kapanma efekti ile kapanması sanki bu insanları izleyen başkaları da var ve yani 2024'de aslında kolpa bir dünya.
    bunu şurdan bağlıyabilirim 1999'daki esas oğlan (douglas'dı galiba) ile gerçek dünyadan gelen kadın (aslında karısı ama karışık bir durum) arasında geçen bir konuşmada esas oğlan kadına ben gerçek değilim beni nasıl seversin diye sormaktadır. kadın'ın cevabı seni çok izledim, takip ettim sen şöyle iyisin şöyle güzelsin olmuştur. burdan şunu çıkartabiliriz üst evrendekiler alt evrendekileri takip edebiliyorlar, izleyebiliyorlar. bunu da o zaman filmin sonundaki evrenin de yalan bir evren olduğuna dair kanıt oluşturduğu iddia edilebilir.
    sonuçta kesin bir sonuca erişilemese de yönetmen böyle bir his vermek istemiş ki öyle bir olaya başvurmuş.

    bunun dışında douglas kardeşimiz gidiyor dünyanın sonunu buluyor eywallah (kuş matrixlere karışıyor, yeşilleniyor o sahne) peki arkadaşım sen, polis seni ofisinde sorguya çekerken diyorsun ki "i was on an airplane when it happened" yani patron öldüğünde uçaktaydım dioyorsun, eywallah. demek uçak yolculuğu var sizin alemde. o zaman bu ne yaman çelişkidir arkadaş, arabayla yarım saatte dünyanın ucunu buldun. uçakla nasıl geziyorsun da duvara toslamıyorsun truman show'daki gibi. haa biri diyebilir, uçakları öyle bir programlamışlardır ki, içerdekiler kendilerini uçuyor sanıyordur: pencerelerde manzara görünüyordur, pilotlar da uçak simulasyonu gibi birşey ile olaya uyanmıyorlardır ama yok yani pek kafama yatmıyor yine de. sonuçta bir de böyle mantık hatası var filme. hatta bu hata olayı daha da deşilebilir, nasıl dünyanın sonlu olduğunu farketmez bu yapay elemanlar madem bildiğin gerçek insan gibilerse diye ama neyse çok da gerek yok.

    --- spoiler ---
  • 1999 yapimi bir film. simulacra and simulation adli eseri temel alinarak yazilan senaryo. tanrinin gunahlari, varligin anlami uzerine uzun uzun dusuncelere dalmaniza yol acabilir. yapim yilinin the matrix ile ayni olmasi ve the matrixte secilmis kisinin* disketlerini sakladigi kitabin adinin simulacra and simulations olmasida gozonunde bulundurulmasi gereken unsurlar.
  • --- spoiler ---

    dark city'nin, gizemin altından uzaylıların değil de sanal gerçeklik paranoyasının çıktığı cyberpunk versiyonu. the matrix'in de cyberpunk oluşu benzetmelere yol açabilir ancak the thirteenth floor türünün avantajlarını iyi kullanamamış. sanal gerçekliğin dışının yani 2024'ün bir distopya değil de kuşların havada uçuştuğu pırıl pırıl bir ütopya olması cyberpunk'ın yaratması gereken karamsar tabloyu cennete çevirip mutlu sona ulaştırıyor. 2024'ün de bir sanal gerçeklik olabileceği mesajı net verilmediği gibi, o dünyanın bir cennet olmasından mütevellit çok da karamsar bir tablo çizmiyor. descartes benzetmesiyle "düşünüyorlarsa varlar" ve onlar da yeterince insan mesajları verilirken 2024'ün de iç içe geçmiş sanal evrenlerden birisi olması fikri rahatsız edici gelmiyor. ütopya olan bir cyberpunk da kendi motivasyonlarıyla çelişerek paranoyasını, gerilimini kaybediyor. oysa dedektifin "bizi rahat bırakın" mesajı ne güzeldi ve üst dünya hiç gösterilmeyebilirdi.

    en alt kademe olan 1930'lardaki sanal gerçekliğin noir atmosferi, cyberpunk paranoyası ile birleşerek filmin başlarında şahane bir gerilim yaratmış. ancak senaryonun ana hattının bir üst kademe olan 90'ların sonuna* taşınması bütün gerilimi yok ediyor. oysa 1930'lardaki siyah/beyaz kontrastı dark city'e 10 çeker nitelikteydi ve buna uydurulan "renk kontrastında bir sorun var ama farkında değiller" kılıfı mükemmeldi. ağırlığı 1930'lardaki noir atmosferde geçen ve en dış dünyanın distopya olduğu bir film çok daha büyük etki bırakabilirdi. kocasının yozlaşmamış versiyonunu, aslını öldürerek alt sanal gerçeklikten üste çıkaran kadın da bu noir atmosferin içine şahane bir femme fatale olurdu. film için söylenebilecek birçok "keşke" var, oyunculukların genel itibariyle kötü olması da bunlardan bir tanesi.

    --- spoiler ---
  • amerikan sinemasının, "ortalama izleyici" baskısıyla berbat ettiği bir başka başarılı senaryo.

    ortalama sinema seyircisi, zihinsel konforu bozulmasın ister. filmin sorduğu sorular salondan çıktığında devam etmesin, kendini rahatsız etmesin ister. kahraman bir şekilde kurtulsun, mutlu son olsun ister. izleyicinin bu isteklerini yerine getirmiş ve bunun karşılığında sinema tarihinin köşe taşlarından biri olma şansını feda etmiş bir film olmuş the thirteenth floor. hatta salt bunun için hikayenin en güçlü temasından, "başkalarının belirlediği bir gerçekliğe mahpus olma kabusundan" vazgeçmiş. kötü olmuş. kara desen değil, ak desen değil. öylesine bir film haline gelmiş.
  • matix'le benzer soruları soran ama iç içe geçmiş sanal dünyalar fikriyle bu sorulara matrix'den daha paranoyakça bir yaklaşımı olan film.eğer illa bir filmle karşılaştırmak gerekirse (ki aslında hiç gereği yoktur) bu karşılaştırmayı 13 th floor'dan çok daha görkemli bir prodüksiyon olan matrix'le yapmak yerine benzer kulvarlarda koşan dark city'le yapmak daha doğru olacaktır sanıyorum.
  • başıma bir şey gelmeyecekse sevdiğim film. kurgu harikulade yalnız oyunculuk anlamında tatmin etmiyor. belki günümüzde çekilseydi daha iyi olabilirdi. dünyanın sonu tasviri benim için etkileyiciydi.

    --- spoiler ---

    insanoğlunun simülasyonun içine bile aşk, entrika, ihtiras, ihanet ve cinayet sokmayı başardığı bir film olmuş.

    --- spoiler ---

    edit: leziz şarkısını da atlamayalım
  • hollywood için, dolayısıyla bizim için, 1998-2000 aralığı bilim-kurgu film üretiminin doruk noktası denilebilir. millennium gazı ile pek çok yönetmen ve yazar kendilerini bu türün içinde bulmuştur. the 13th floor, zamanının popüler filmleri olan dark city ve the matrix gibi filmlerle kıyaslanabilecek felsefi tabana sahipken ucuz hollywood numaralarından çok fazla da sıyrılamamıştır.

    ayrıca filmde kurgulanan, sanal ortama geçiş platformundaki görsel efektler, tamamen jennifer lopez'in waiting for tonight klibinden çalıntıdır. zamanda ileriye gidilmiş ve çalınmış. evet yapmışlar bunu.

    son 10 yıldır elimizdeki bilim-kurgu kıtlığının sebebini bu amcaların bütün konuları yeyip bitirmesi olarak görmeyiniz. ancak vampirlere olan ilginin artması ile orantılı olarak da kısmen değiştiğini söyleyebilirim. fantastik kurgular daha çok ilgi çekiyor, izleyiciyi daha az yorup daha net cevaplar sunuyor.

    kurgusu ve senaryosu ele alındığında inception ile de pek çok ortak nokta yakalayabileceğiniz the thirteenth floor, bilim-kurgu alanında açlığınızı bastırabileceğiniz kaliteli sayılabilecek yapımlardan biridir. daha da ileri gitmek isteyenler the thirteenth floor için inception'ın fikir babası bile diyebilir.

    demeyiniz. deneyiniz. dede... demiyek.. demleyiniz? hay!

    denmez öyle şey! film endüstrisi sürekli gelişim ve değişim ile ayakta duruyor nihayetinde. kitap uyarlamaları, eski filmlerin uyarlanmaları, esinlenmeler derken yeni nesil filmlere kapı açılmış oluyor. pek de güzel oluyor.
hesabın var mı? giriş yap