• bu kitap çıktığında, edebi çevreler yine nabokov'u tartışmış, o zamanın pitchfork.com'u kafasında yaşayan eleştirmenler derhal nabokov'a laf geçirmeye kalkışmıştır. olm adam "the only real number is one, the rest are mere repetition" gibi bir şey yazıyor, hem de bunu pariste karısı ve yeni doğmuş bebesi rahatsız olmasın deyu deyu banyoda sıkıntı içerisinde yazıyor, gelip yok ingilizcesi kötü, yok bilmemne. bi susun amınakoym ya, dünya üzerindeki milyarlarca insan aptal bi siz akıllısınız. böylece ateizme laf geçirdiğini sanan, youtube küfürlü yorumuyla bu entry'nin sonuna gelmiş bulunuyoruz.
  • nabokov'un 1941 yılında yayımlanan ingilizce olarak yazdığı ilk romanı. lolita'yla doruğa ulaşan harika üslubunun belirtilerini göstermesi açısından çok keyif verici. son derece zekice yazılmış, akıcı bir roman.

    o müthiş zekası sayesinde neredeyse her şeyle dalga geçiyor nabokov; klasik roman anlayışıyla, biyografi kitaplarıyla, ikinci sınıf yazarlarla, günlük tutma hevesiyle... başlangıçta bir yaşamöyküsü izlenimi veren kitap, ilerleyen sayfalarda bambaşka bir şeye dönüşüyor. anlatıcının kitap içinde sebastian'ın bir kitabından bahsederken söylediği gibi, sanki o hep aradığımız gizi bize verecekmiş gibi, çok yaklaştğımızı hissettiğimiz ama perdeyi aralayıp bir türlü bakamadığımız kutsal gerçeği söyleyiverecekmiş gibi duruyor karşımızda, ama son anda yine kaçıyor gerçek elimizin altından. her şey karışıyor yine, isimler, nefesler, kimlikler birbirinin içine girip dağılıyorlar.

    öte yandan oğuz atay'ın bu kitabı tırnaklarını yiyerek okuduğunu düşündüm bitirdiğimde. (belki de yanılıyorum ama böyle düşünmek çok keyif verici.)
    knight'ın yaşamının izini süren anlatıcı, kitap boyunca selim ışık'ın izini süren turgut özben'i hatırlattı bana. sözün kısası, çok sevdim kitabı.
  • genelde solgun ateş, lolita vehayut ada ya da arzu gibi gösterilse de bence nabokov'un en iyi romanı ironik bir dil ile ciddiyetin karışımı olan (ve arkasına koli bandıyla yapıştırılmış hafif tarih'sel' -sal,sel eki ne nahoş bir ek oldu- doku), kudretli şimdiki zaman sesiyle anlattığı o efsane biyografik romanı the real life of sebastian knight tır. ingilizce yazdığı bu ilk romanı öyle güçlü ve ahenkli bir bütünlük içinde 20.yüzyılın 'anıtsever', 'figürmanyağı' okuyucusuyla bence o kadar güzel alay etme içgüdüsüyle yazılmıştır ki, kırk kez okunsa bıkılmaz yahu.. adamım sebastian hakkında yazılan 2 biyografiye şahit olduğunuzda knight'ın arkadaşı goodman ve üvey kardeşi tarafından kıskaca alınırsınız. zaten goodman'a öfke duyduğunuzda nabokov silahına şarjörü sürer ve kafanıza sıkar:

    "ben sebastian’ım ya da sebastian ben ya da belki ikimiz ikimizin de tanımadığı bir başkasıyız."
    biz 21. yy okuru için -ya da bir kısmı için- şaşırtıcı değil belki bu ifadeler ya da romandaki gene yer değiştirme ya da aynılaşma unsurları ancak diyorum keşke bu roman yayımlandıktan dört gün sonra gidip bir kitapçıdan gözümde şişe gözlüklerle satın alsaymışım da evime dönüp kütüphanemi baştan aşağı temizleseymişim. size sebastian'ı bir anda unutturan son bölümler anlatıcının kendi içinde çocuksu kayboluşunu tattırır da elinizdeki ince romana bakakalırsınız.
  • vladimir nabokov'un müthiş dehasını her satırda görebileceğiniz eşsiz bir eser.

    "geçmişi şimdinin dudaklarından öğrenebileceğine çok güvenme! tefecinin en dürüstünden bile kuşku duy! sana anlatılanın aslında üç aşamalı olduğunu unutma; önce anlatan tarafından biçimlendiğini, sonra dinleyen tarafından yeniden biçimlendiğini, öyküdeki "ölmüş adamın" her ikisinden de sakladığı şeyler olduğunu..." *
  • "ben sebastian'im ya da sebastian ben ya da belki ikimizin de tanimadigi bir baskasiyiz"
  • ne yazık ki, bu güzel romanın türkçe'deki en son baskısı 2003 yılında yapılmıştır (iletişim yayınları, çev. fatih özgüven). dolayısıyla artık piyasada tükenmiş durumdadır. ayrıca iletişim yayınlarının bu baskısında, 80. ve 97. sayfalar arası eksiktir (yaklaşık 2 bölüm), pek çok yazım yanlışı ve düzelti hatası söz konusudur. tüm bunlar da göz önünde bulundurulduğunda, iletişim yayınlarının bu romanı tez zamanda tekrar basması, okurlardan hayır dua almalarına vesile olacaktır. mucibince amel oluna!

    meraklısına not: malum ikinci el kitap satan sitelerde 5 tl - 7 tl - 9 tl gibi fiyatlardan değişik baskıları bulunabilmektedir.

    güncelleme: mrzsngr sağolsun müjdeyi verdi, 2011 baskısı bu yılki tüyap kitap fuarında okurlarla buluşmuştur.
  • turkceye sebastian knight'in gercek yasami olarak kazandirilmistir.
  • bir insanı tanımanın, anlamanın ve anlatmanın gizlerine yolculuk haritası.
  • okuduklarım içinde nabokov'un kendini en çok gösterdiği romanı olmuş diyebilirim, tanrı koltuğundan inip hayatına acıklı bir perdeden bakmış. tabii bu bakışla da alay etmiş ve bunu, "ciddi duygulanmaların en uç noktasına ulaşmak amacıyla bir sıçrama tahtası olarak parodiden yararlan"arak yapmış. bu ifade çok hoşuma gitti, çünkü ben de kendi hayatımda hep bu açıyı yakalamaya çalışırım. takıntılı olduğum bir başka meseleye daha rastladım bu kitapta; düşünceleri anlam kaybına uğratmadan ifade edebilmek meselesi, yazdıklarımın düşündüklerimin soluk bir kopyası olduğunu düşünüp üzülürüm hep. buna dair, nabokov şöyle yazmış: "düşünce ile ifade arasındaki uçuruma bir köprü çekme çabası; aradığınız sözcüklerin, sırf o sözcüklerin sizi karşı yakada, sisli uzaklıkların gerisinde beklediğini bilmenin getirdiği o çıldırtıcı duygu ve uçurumun bu yakasında onlara erişmeye çalışan daha kılığa bürünmemiş düşüncenin irkilmeleri..."
    tanrı koltuğundan inmiş dediysem kısa bir süreliğine, kitaptaki yazar sebastian knight, yazdığı kitabi bitirdikten sonra şöyle diyor: "hayır leslie, ölmedim. bir dünya kurmayı daha yeni bitirdim, tanrı gibi yedinci günde dinleniyorum."
  • "...'lokantalardaki insanların,’ diye yazar sebastian knight kayıp eşya’da, “kıpır kıpır çevrede dolanan, kendilerine yemek getiren, paltolarına numara veren, kendilerine kapıyı açan esrarengiz insanlara hiç dikkat etmediklerini düşündükçe hep üzülürüm. bir keresinde bir iki hafta önce birlikte yemek yediğim bir işadamına bize şapkalarımızı veren kadının kulaklarına pamuk tıkalı olduğunu söylemiştim. şaşırmış görünmüş ve kadını görüp görmediğini bile hatırlamadığını söylemişti. acele bir yere yetişmesi gerektiği için taksi şoförünün tavşan dudağını göremeyen kişi benim gözümde ‘kendine saplantılı bir manyaktan’ başka bir şey değildir. çoğu zaman kalabalığın arasındaki çikolata rengi bir kızın belli belirsiz aksayan ayağına dikkat edenin ben, sadece ben olduğumu fark ettiğimde körlerle deliler arasında yaşadığımı düşündüğüm olmuştur.”
hesabın var mı? giriş yap