7 entry daha
  • nabokov'un 1941 yılında yayımlanan ingilizce olarak yazdığı ilk romanı. lolita'yla doruğa ulaşan harika üslubunun belirtilerini göstermesi açısından çok keyif verici. son derece zekice yazılmış, akıcı bir roman.

    o müthiş zekası sayesinde neredeyse her şeyle dalga geçiyor nabokov; klasik roman anlayışıyla, biyografi kitaplarıyla, ikinci sınıf yazarlarla, günlük tutma hevesiyle... başlangıçta bir yaşamöyküsü izlenimi veren kitap, ilerleyen sayfalarda bambaşka bir şeye dönüşüyor. anlatıcının kitap içinde sebastian'ın bir kitabından bahsederken söylediği gibi, sanki o hep aradığımız gizi bize verecekmiş gibi, çok yaklaştğımızı hissettiğimiz ama perdeyi aralayıp bir türlü bakamadığımız kutsal gerçeği söyleyiverecekmiş gibi duruyor karşımızda, ama son anda yine kaçıyor gerçek elimizin altından. her şey karışıyor yine, isimler, nefesler, kimlikler birbirinin içine girip dağılıyorlar.

    öte yandan oğuz atay'ın bu kitabı tırnaklarını yiyerek okuduğunu düşündüm bitirdiğimde. (belki de yanılıyorum ama böyle düşünmek çok keyif verici.)
    knight'ın yaşamının izini süren anlatıcı, kitap boyunca selim ışık'ın izini süren turgut özben'i hatırlattı bana. sözün kısası, çok sevdim kitabı.
12 entry daha
hesabın var mı? giriş yap