• rus asıllı polonyalı yazar jerzy kosinski tarafından 1965 yılında yazılmış, 36 dile çevrilmiş, 1966 yılında fransada en iyi yabancı roman ödülünü almış, psikolojik ve sosyolojik açıdan benzerlerine fark atan savaş romanı.

    savaşın ilk haftalarında nazi karşıtı baba "başına bişey gelir" endişesiyle 6 yaşındaki çocuğunu doğuda uzak bir köye gönderir. bakımını üstlenen yaşlı kadın ölünce bir başına kalan çocuğun "başına birçok şey gelir."
    çocuk uygarlıktan uzak kalmış, savaşın ve yoksulluğun "hayvanlaştırdığı" köylüler arasında yaşamaya başlar. köylüler sarı saçlı mavi gözlüdür. çocuk ise esmer kara kaşlı kara gözlüdür, burjuvadır. köylülerin değil okumuş burjuvaların dilini konuşur. yahudi ya da çingene zannedilir. alman işgalindeki topraklarda böyle bir çocuğu barındırmak tüm köyün yakılmasına sebep olacaktır. çocuk * köyden köye geçerek kendine kalabileceği güvenli bir yer arar ama böyle bir yer yoktur. savaş ve yokluğun daha da vahşileştirdiği köylüler, henüz 6 yaşında olan bu çocuğa vahşeti öğreteceklerdir.

    çocuk sayılabilecek bir yaştayken, annemin "sakın okuma o kitabı" sözleriyle değeri ve cazibesi iki katına çıkmış bir halde geçmişti elime boyalı kuş. şiddetin ve sapkınlığın türlüsünü görmüş, henüz 13 yaşında olduğumdan kahramanla kendimi daha da kolay özdeşleştirerek bir çırpıda okumuştum. içerdiği öğelerden fena etkilenmiş, tüm sınıf arkadaşlarıma okuyup küçük çapta bir gore şov yapmıştım.

    yıllar sonra kosinski'nin intihar haberini alınca bir kez daha okudum boyalı kuş'u bu kez içerdiği şiddet değil köylü kentli ayrımı ve ruslara geçilmiş kıyak rahatsız etti beni en çok. rus asıllı bir yazarın bu halkı diğerlerinden daha "insan" tutması tabi ki normaldi ama yine de dönem coğrafyasını inceleyen kısmen otobiyografik bir eserde rus halkının kayırılması kitabın belge niteliğini zedelediği için pek hoşuma gitmedi. yine de simonof'un insan asker doğmaz'ından ve mailer'in çıplak ve ölüsünden sonra okuduğum en iyi ikinci dünya savaşı romanıdır.
  • eşdeğer film örneği come and see' nin başrol oyuncusu aleksey kravchenko'nun, filmde joska'ya kanat geren rus askeri olarak karşımıza çıkması güzel bir ayrıntı olmuş.
  • her bölümünü acaba şimdi ne olacak.hangi adam nasıl ölecek diyerek okuduğum kitap.kosinski,tüylerimi ürperten ve gözümde canlandırdığımda fena olduğum vahşet sahnelerini hiç zorlanmadan sade bi şekilde anlatmış.bu vahşete tanık olan 4-5 yaşındaki çocuğun duygularını çok iyi anlattığını düşünüyorum.mesela bir çiftçinin kaşığın arka tarafıyla adamın gözlerini kanırtarak tek parça halinde çıkartmasını gören çocuk gözün göz yuvarlağından bu kadar kolay bi şekilde çıkmasına şaşırır.bu olaydan sonra her eğildiğinde gözleri yerinden çıkmasın diye ellerini gözlerine götürür.
  • kitap mayakovski'nin "ve tanrı, ulu tanrı bilirdi yalnız, aynı ırktan geldiklerini, memeliler olduklarını" dizeleriyle başlar.
  • 12 yaslarinda iken babam "aahhh, bu super kitap oku!" dedi ben de bir gizli 7ler kurdu olarak, ona benzer birseydir herhalde dedim, okudum, daha sonra 2 kere daha okudum...hem agladim, hem korktum ama okudum...yine de 12 yasında birine okuması icin vermeyin dedigim kitap. cok fazla acı var icinde...
  • çok küçüktüm okuduğumda. 9 yaş diyelim, hadi olsun olsun 10. yazdı, çok canım sıkılıyordu. boyalı kuş ismi cezbetti, kapağı da rengarenkti zaten. inceydi de. daha ne olsun.

    kitabın içeriğine dair hiç bir şey hatırlamıyorum. ama annemlerin kitaplığında gördüğümde hala ürperiyorum. elime bile al(a)madım okuduğum günden beri.

    bu kitap benim için travmadır.

    aynı zamanda ölmeden önce okunacak kitaplar listemdedir.
  • "...yakmak için koca koca fırınlar yapacaklarına, yahudiler'le çingeneler'in göz ve saç rengini değiştirmek daha kolay olmaz mıydı?..." cümlesi ve daha niceleriyle, pek bi aşikar gerçekleri çok basit ve çarpıcı bir şekilde, küçük bir çocuğun aracılığıyla dile getiren yapıt...
  • acı bir kitap. uzun sure okumak istemedim neyle karşılaşacağımı bildiğim için, yine de geçen hafta bir arkadaşımın evinde görünce dayanamadım ve okudum. kitapta anlatılanların onda biri bile otobiyografik olsa yaşananlar dehşet verici. e yayınları tarafından basılan versiyonunda kosinski’nin “yayınlanışının onuncu yılında boyalı kuş’un serüveni” yazısını okumak daha da dehşet verici. vatan haini ilan edilen, annesi bile saldırıya ugrayan, istenmeyen yazar olmak... boğazındaki yumrudan kurtulabilmek adına; bunun için duygusal çağrışımlardan etkilenmeden, olayı kişiselleştirmeden objektif bir şekilde yazabilmek için kendi ana dilinde değil de ingilizce yazan bir yazar olarak bu cümleleri kurmak zorunda kalmak çok acı bir durum kanaatimce. “kuşu yakaladım, tüylerini boyadım ve serbest bıraktım ama yapabildiğim sadece orada durup kuşun felaketini seyretmek oldu. eğer olabilecekleri daha önceden görseydim, boyalı kuş’u asla yazmazdım.”
  • okuduğum fi tarihinden bu yana "karşındakine asla dişini gösterme" uyarısı aklımdan, iliklerimden çıkmayan; o ilikleri donduran eser, kelimelerle çizilmiş şiddet ve yalnızlık tablosu. tavsiye edip etmemek haddim değil de, elde değil "okunsun" dememek, amma vebaldir bir nevi; sarsar, duman eder. zevali sizden, vebali benden, hadi bakalım.
  • satır aralarından birçok ders çıkarabileceğiniz, gerçekçiliğiyle ürperten, etkileyici bir kosinski eseri.

    beni en çok etkileyen, son bölümden bir parça;

    --- spoiler ---

    '' oysa hepimiz yalnız olduğumuzu, gavrilla'ların, mitka'ların ve öteki dostların ,yaşantımızdan gelip geçtiğini bilmeli, anlamalıydık. insanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu. birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirlerdi. ama herkes kendisini düşünürdü. coşkularımız, anılarımız, duygularımız sazdan perdelerin ırmağı kıyıdan ayırdığı gibi bizi birbirimizden uzak tutuyordu. dikkati çekecek kadar yüksek ama göğe erişemeyecek kadar alçak karlı dağ tepeleri gibi, aşılmaz vadilerin ötesinden birbirimize bakıyorduk.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap