• covid-19 aşısı olmayı reddettiği için davulcuları pete parada ile yollarını ayırmış grup.

    bilmeyenler için, grubun vokalisti dexter holland moleküler biyoloji alanında doktora yapmış ve mrna hakkında yazdığı makale 2013 yılında yayımlanmış birisi :)

    sabah sabah keyfim yerine geldi. bi americana patlatılır bunun üstüne.
  • her şey 1984 yılında başladı. social distortion grubunun orange county’deki konserlerinden etkilenen dexter ve okul arkadaşı greg, kendi gruplarını kurmaya karar verdi. manic subsidal adıyla kurulan grup; dead kennedys, the dickies, tsol ve sex pistols etkileri taşıyordu.
    kendi isimlerini taşıyan ilk albümleri, benim bugüne kadar dinlediğim; en sert, en melodik, en hızlı punk albümlerinden biridir. özellikle dexter holland'ın ortadoğu hayranlığı ve arap riflerine olan düşkünlüğü ile ispanyol melodilerinin harman edilişini; başka hiçbir punk gurubunun albümünde göremezsiniz. bize o kadar yakın melodiler vardır ki, insanın içini okşar. hatta ananıza babanıza dinletseniz, türk gurubu zannederler. albümün bana göre en dikkat çekici şarkısı black balldır. hele ortasında bir müzikal ziyafet vardır ki; dexter susar, arap melodisi başlar ve melodi daha sonra ispanyola bağlanır ve tekrar edildikçe flamenko tadına erişir. bir de kill the president diye bir şarkı vardır ki, green day'in 2004'te yaptığı popüler, trend, amerikan karşıtı politikanın; allahını 80'li yılların sonunda bu şarkı ile yapmışlardır ve kill the president bu politik şarkılardan sadece birtanesidir. o dönemin ünlü şovlarından walley george şov faciası ise akıllardan silinmeyecek bir olaydır. bu eleman, yaptığı şov programı ile o dönemin conan obrieni gibi birşeydi. bir programda the offspring gecenin konuğuydu ve salonda bir dolu bad religion, nofx tişörtlü, ancak ellerinde amerikan bayrağı olan faşo vardı. program sunucusu tarafından the offspring in ilk plağı, seyircilerin gözleri önünde kırılır, parçalanır ve guruba hakaret edilir. gurup elemanları sakinliklerini korurken, noodles sunucunun önündeki kağıtları alıp yırtarak karşılık verir. programdaki kalabalık ise ayağa kalkarak amerikan bayrakları ile the offspring'i yuhalarlar ve gurup elemanları salondan çıkarılır. işte böyle bir ortam vardır o zamanın amerikasında ve punk olup siyaset yapmak hiç de kolay değildir. bu albümün diğer bir şaheseri olan beheaded ise yıllar sonra idle hands filminde oynayan the offspring tarafından film içinde söylenir. tehran şarkıları ise, gene yıllar sonra sadece ismi baghdad olarak değiştirilerek, rock against to bush albümünde çalınır. demons, a thousand days derken; birbirine sound olarak yakın şarkılardan oluşan bu albüm, underground ortamlarında bir kült haline gelir. belirgin olarak tsol ve dead kennedys etkilerinin göze çarptığı albümü baştan sona dinlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. özellikle de the offspring ile daşşak geçen ve 3 akor gurubu olarak tanımlayan metalci arkadaşlar bir kez dinlerse, ne demek istediğimi anlayacaklardır.

    2000 adet basılan ilk albüm bir kaç sene içerisinde zar zor tükenmişti. müzikal çevrelerden gelen eleştiriler olumlu ancak çok hızlı çalıp söyledikleri yönündeydi. bu yüzden ikinci albüm ile beraber, çalıp söyleme hızlarını düşürdüler ve biraz daha yavaşladılar. en önemlisi de artık epitaph records bünyesine girmişlerdi. bad religion gitaristi brett, the offspring'in ışığını gördü ve gurupla albüm anlaşması imzaladı.ignition adı verilen albüm, ilk albümlerinden daha fazla ilgi gördü. ispanyol melodiler biraz daha azalmaya başlarken, arap melodileri varlığını korumaya devam etti. los angeles polisinin faşist tutumunu eleştirdikleri l.a.p.d. ve bir kült haline gelen dirty magic şarkıları albümün en dikkat çekici şarkılarıydı. gurup hala karanlık sounduna devam ediyor ve politik sözler yazmaktan vazgeçmiyordu. uzun hava tadındaki back vokaller ve ortadoğu melodileri ile gene şaheser bir albüm yapmışlardı. burn it up şarkıları ile gaza geldikten sonra ne yapman gerektiğinin cevabını veriyorlardı. hatta yıllar sonra dvdleri için bu şarkıya çektikleri offical olmayan videoda, elemanın biri tüm şehri molotof kokteyli ile yakacaktı. take it like a man diye bir şarkı da vardır ki bu albümde; dinledikçe içesi gelir insanın. hızlıdır,gazdır ama melodiler çok hüzünlüdür.

    1993 yılında tekrar stüdyoya giren gurup 1994 yılında çıkardıkları smash albümü ile adeta patladı ve yer yerinden oynadı. mtv'de videoları aylarca gösterildi. epitaph records sermayesini katlarken, şirketin sahibi ve aynı zamanda bad religion gitaristi olan brett zengin olunca, bad religion gurubundan ayrıldı. klasik deyimle götünün kalktığını söylemek daha doğru olur. çünkü çevresine şöylediği şuydu; bana artık mister bret diye hitap edin. paranın gazı ile çıldıran brett kayıplara karışırken, aynı dönemde patlayan bir diğer gurup ise green day oldu ve film koptu. aslına ihanetle suçlanan bu iki gurup, punk camiasının büyük bir kısmı tarafından afaroz edildi. punk artık hayal edilemeyecek kadar popüler olmuştu. mainstream'e taşınan punk, mtv tarafından da yıllarca desteklenece ve hatta mtv tarafından ileriki yıllarda kullanılacaktı. şahşen smash albümünün sadece adını bir yerlerden duyduğumu hatırlıyorum. sanırım 1995 yılıydı ve bağımsız bir şirketten çıkıp en çok satan albüm olma özelliği bir yerlerden kulağıma çalınmıştı. bir çok fana göre; offspring'in yaptığı en sağlam albümdür. self esteem, come out and play ve gotta get away şarkılarına çekilen videolar, dexter holand`ı örgülü uzun saçlar ile göreceğimiz ilk ve son videolar olacaktı. self esteem videosunu 97 veya 98 yıllarında izlerken, dikkatimi çeken şey, dexter'ın üzerine giydiği tişörtlerdi. ixnay on the hombre ile dinlemeye başladığım the offspring'in videosunu çekilmesinin üzerinden yıllar sonra izlemek, gerçekten heyecan vericiydi. kısa saçlı bildiğim gurup elemanlarını uzun saçlar ile görmek güzel bir duygudu benim için. o tişörtler benim müzikal zevkimin oturmasına sebep oldu. sex pistols tişörtü vardı dexter'ın üzerinde. o da ne ola ki dedim kendi kendime. the germs kimdi acaba? ya da the vandals. bir video ile 3 tane gurubun adını öğrenmiştim o yıllarda. araştırıp, öğrendikçe; ramones,pennywise,rancid` derken; işte müzik budur dedim kendi kendime. tam 12 sene olmuş punk dinlemeye başlayalı ve bunu kesinlikle the offspring e borçluyum.

    smash albümü için ise rahatlıkla şunu söyleyebilirim; punk altyapılı bir rock albümü. ilk iki albüme göre daha yavaş ancak, yeni tarzların denenmeye başladığı albümdür aynı zamanda. uyuşturucudan ölen arkadaşları için yazılan what happened to you gurubun ska tadındaki ilk eseridir ve insanın içini kıpır kıpır eden neşeli şarkılar silsilesinin de ilk örneğidir. albümle aynı ismi taşıyan smash ise; albümün en karanlık şarkısıdır. bir bad habit gerçeği vardık ki, dinlediği an yerinde oturacak adam tanımıyorum. bu büyük başarının ardından, epitaph records ile yollarını ayırma kararı aldılar ve columbia recordsa geçtiler. encak bu geçiş süreci çok sancılı oldu. eski şirketleri ile mahkemelik oldular ve brett onları kendilerini yüzüstü bırakmakla suçladı. hatta bazı fanlar bile bu olaydan sonra guruba olan tepkilerini açıkça dile getirmekten çekinmediler. çünkü o dönemin şartlarındaki anlayışa göre; punk isen epitaphgurubu olmalısın. epitaph recordsdan ayrılmak demek, bir nevi punkı satma anlamına geliyordu. amerikan müzik piyasasında smash ile büyük plak şirketi olma yolunda dev bir adım atan epitaph records'un punk gurupları üzerindeki büyük etkisi ve onları bünyesine katma çabası da hemen hemen bu yıllara rastlar. işin özü şudur ki; the offspring'in büyük başarısı ile epitaph records büyük bir plak şirketi olmuştur artık.

    1997 yılına geldiğimiz zaman; karanlık ve politik şarkı yapma dönemi sona ererken, eğlenceli ve kıpır kıpır şarkılar yapma dönemi başlıyordu. elbette ki gurup aniden sound değiştirmedi ama artık çıkarıcakları albümlerde yer alan şarkılar ağırlıklı olarak eğlenceli şarkılardan oluşuyordu. o yıl içerisinde çıkan ixnay on the hombre ile 97 yılının sonuna doğru tanışmıştım. albüm kıpır kıpır ve eğlenceliydi. i choose , all i want, cool to hate gibi gaz şarkılar insanı oturduğu yerde zıplatıyordu. ispanyolca ot veya maruana anlamına gelen mota adlı şarkıları ise hem sözleri ile hem de daha sonra yayınlayacakları dvdleri içerisinde yer alan videosu ile, akıllara çoktan kazınmıştı bile. me & my old lady şarkısını arabesk punk diye tanımlamıştım o yıllarda. bol uzun havalı, gırtlak parçalayan vokali ve arap melodisinin tavan yaptığı sound ile kesinlikle bu tanıma uyuyordu. yıllar sonra birçok eğlenceli haber için arka tema şarkısı olarak kullanılacak olan don't pick it up ise albümün ska tadındaki tek şarkısıydı. artık her albümün içerisine bir ska parçası koymak the offspring için bir görev olmuştu. amazed ve change the world albümün karanlık şarkıları olarak dikkat çekerken, özellikle amazed albümün gizli hiti olmuştu. change the world ise tipik bir punk şarkısıydı ancak akılda kalan tatlı melodisi ve karanlık soundu ile; diğer şarkılardan rahatlıkla ayırt edilebiliyordu. gone away ise hakkında en çok dedikodu yapılan şarkı haline gelmişti. kim için yazıldı vesaire derken; şarkının, bir trafik kazasında, 1987 yılında ölen dexter'ın ilk karısı için için yazıldığı yıllar sonra öğrenilecekti. dexter'ın video boyunca isyan eder hali, neredeyse ağlaması ve dokunaklı sözler, bu gerçeği destekleyen görsel ve işitsel öğelerdi. ilk karısından bir de kızı olan dexter, 1995 yılında ikinci evliliğini yapacaktı.

    1998 yılı ise adeta gurup için bir dönüm noktasıydı. yanlış single seçimleri ile çıkardıkları albümlerini, istedikleri gibi sunamama süreci başlamıştı. americana albümü, smash gibi patladı ama ne patlamaydı öyle. heyecanla beklediğim yeni albümlerinin malum ilk singleını, ntv ekranlarında ilk defa izlediğim zaman beynimden vurulmuştum. bu da neydi? nasıl ya dedim kendi kendime. hip hop, pop ne ararsan vardı punk dışında. kısa süreli bir sinir krizinden sonra, satın aldım albümü ve aslında ne kadar güzel bir albüm olduğunu dinleyince gördüm. teenagers tayfasının marşı olan malum şarkıyı bir tarafa bırakırsak, pop radyolarının ilk defa bir punk gurubunun şarkılarını çalmaya başladığı bir dönem başlamıştı amerika içerisinde. why don't u get a job pop dinleyicisi tarafından bile çok sevildi. oysa gurup woodstock99 kapsamında, sahneye çıkardıkları back street boys kuklalarını parçalayarak; pop guruplarına karşı olan tavırlarını net bir biçimde ifade edecekti. the kids aren't alright albümün en gaz şarkılarından biriydi ve sözleri ile toplum içerisindeki bozulmanın çocuklara yansımasını işliyordu. benim kişisel favorilerim ise single olamamıştı.have you ever gibi içi muhteşem bass sesleri ile dolu olan ve staring at the sun gibi nefes nefese söylenen şarkılar, atlanmıştı. sanırım dexter'ın söylerken en çok zorlandığı şarkıdır staring at the sun. no breaks gırtlak parçalayan vokali ile kesinlikle bir single olmayı haketmişti ancak o da olamadı.pay the man ise; taraflı tarafsız herkes tarafından ayrı bir yere konulmuştu. insanın içine işleyen ve insanı uzaklara götüren o hüzünlü melodi, artık rakı sofralarımızın türk sanat müziği ile beraber vazgeçilmezi olmuştu. the offspring'i pretty flydan ibaret zanneden bünyelere, bu şarkı şaka gibi gelmişti. ancak smash öncesini dinleyen herhangi bir insan melodilere aşinaydı zaten. americana ile birlikte kolej punk diye tabir ettiğim kategoriye doğru yavaş yavaş geçen gurup elemanları hallerinden memnun gözüküyordu. elde edilen başarı çok büyük gözüksede, bu başarının dezavantajı; gurubun eski sadık fan kitlesinin bir kısmının, gurubu terketmesiydi. tüm bu popülerlik içerisinde, ilkinin üzerinden 30 yıl geçen woodstock festivali düzenleniyordu. festivalin tek punk gurubu the offspring olmuştu. ancak bir tedirginlik vardı gurup üyelerinde. kill the hippies kültüründen gelen bir punk gurubu, bu festivalde nasıl bir tepki ile karşılacaktı. ayrıca 1994 woodstock festivalinde çalan green day'in başına gelenler hala tazeydi. green day bir kaç şarkı çaldıktan sonra, onbinlerce kişinin çamur yağmuruna hedef kalmış ve adeta çamur banyosu yapmıştı sahnede. ancak 99 woodstock the offspring için harika geçti. yaklaşık 150.000 kişilik kalabalık tüm şarkıları bir ağızdan söylemişti. hele ki self esteem çalınırken; kalabalığın hep beraber zıplayışı, festivalin unutulmaz anlarından biriydi.

    2000 yılında conspiracy of one ile tekrar aramıza dönen gurubun bu albümü, tam bir felaket olarak karşılandı. fakat bana göre, albüm yanlış single seçimlerine kurban gitmişti. americana daki yanlış single seçimleri, albümün çok satmasından ve büyük ilgi görmesinden dolayı; sadece sadık fanlar tarafından dile getirilmişti. ancak bu son albümün single hataları öyle böyle değildi. want you bad kolej punkın en güzel örneğiydi. hem sounda, hem çekilen videoya hem de soundtrack olarak yer aldığı american pie filmine baktığımızda, karı - kız, kumsal, parti, seks gibi öğelerle beslenen popüler bir sounddu bu. bu soundun akustik verisyonunu ise bir sonraki albümde spare me details ile görecektik. original prankster ise teenagers tayfası için yeni bir marş olmuştu. yıllar sonra istanbul'da canlı olarak, sahne önünden izleyeceğim gurubun konserinin bitişinden sonra, türk teenagersların; neden original prankster çalmadılar ki diye söylenmeleri karşısında, sinirden küplere binecektim. all along, come out swinging, vultures gibi taş şarkılar gene atlanmıştı. neticede çok kötü bir albüm değildi ancak çok iyi bir albümde olmamıştı. milyonlarla ifade edilen satış rakamları artık çok küçük kalıyordu. 2/3 milyonluk satışlar artık gurup için başarısızlıktı. tüm bu gelişmelerden sonra sessizliğe bürünen gurup; dağılacaklar söylentilerine en güzel cevabı defy you ile verdiler. karanlıklık açısından amazed şarkısına benzesede, kesinlikle daha güzel ve daha başarılı birşey olmuştu. hard rockı anımsatan vokaller ve gitar riffleri ile punk ile uzaktan yakından alakasız bir şarkıydı bu. alternatif olarak tabir edeceğim bir noktaya gelmişlerdi. çok olumlu tepkiler alan gurubun morali düzelmişti ancak baterist ron welty'nin tamamen macera arayışı çerçevesinde guruptan ayrılışı, tüm fanları olduğu gibi gurubu da derinden etkiledi. başarıya doymuştu artık ron welty ve daha yeni birşeyler yapmak istiyordu. ama kolay değildi bu ayrılığı kabullenmek. tam 15 sene çalmıştı gurupla beraber ve henüz 16 yaşında bir velet iken, guruba dahil olmuştu. akıllarda her zaman suratındaki o masum ifade ve mota videosunun sonunda kendisine uzatılan motayı çekerken kalacaktı.
    baterist yokluğunda gurubun imdadına eski dostları ve aynı zamanda the vandals bateristi josh freese yetişecekti.

    2003 yılında piyasaya sürdüklerisplinteralbümü sağlam şarkılardan oluşuyordu ancakhit that` gibi çocuk melodilerine sahip , ateri oyunu şarkısı imajı yaratan kötü bir seçim karşımıza çıkmıştı gene. gene bir single hatası vardı. cant get my head around you ile ortalığı toparlamaya çalışmalarına rağmen, albüm gene güme gitmişti. the noose, long way home, lightning road gibi taş punk şarkıları atlanmıştı gene. the worst hangover ever ise, birçok kişi tarafından tanımlanamayan bir nesne olarak adlandırılmıştı. ancak şarkı ska tarzının güzel bir örneğiydi. fakat ritimler çok yavaş olduğu için, başka kategorilere dahil edildi. spare me details ise; hadi kumsala gidelim, ateş yakıp şarkı söyleyelim havasındaydı. alkaline trio'dan tanıdığımız atom willard ise artık gurubun yeni bateristiydi.

    2005 yılında çıkarılan greatest hits albümünde ise iki yeni şarkı vardı. cant repeat ve bir police coverı olan next to you. cant repeat bende hiç bir şey uyandırmayan sıradan bir rock şarkısı havasındaydı. next to you ise tipik bir coverdı. yani gurup her zaman yaptığı gibi, şarkıyı aslından yine daha iyi çalıp söylemişti. bir dünya turnesinden sonra inzivaya çekildi gurup. pilotluk lisansı bulunan dexter bu inziva sürecinde, kullandığu uçağı ile 10 günlük bir dünya turu yaptı. uçağının kuyruğundaki anarşi işareti, bazı şeylerin politik açıdan asla değişmediğini çok güzel ifade ediyordu. 2005 yılına ekleyebileceğim diğer bir husus ise the offspring'in istanbul konseri. çocukluk grubumu canlı olarak izlemenin değeri gerçekten de paha biçilmezdi.

    2008 yılı ve rise and fall, rage and grace. askerlik vazifemi yaparken çıkmıştı bu albüm. bir cumartesi sabahı çarşı iznime çıktığımda, hemen internet kafeye gittim ve msn ile sohbet ederken arkadaşım müjdeli haberi verdi. yeni albüm çıkmıştı nihayet. internetten dinledim hemen ama pek birşey anlamadım ve ısınamadım. ilk dinlemenin vermiş olduğu duygudur dedim kendi kendime. ama tezkere alıp eve döndüğümde gerçekten albümde birşeylerin eksik olduğu hissine kapıldım. o bildiğimiz hava yoktu. hani 5 saniyesini dinlesem, hemen tanıyacağım şarkılar değildi bunlar. gurup artık tamamen merkeze kaymış ve sound olarak tamamen alternatif olmuştu. smash girişli long way home nakaratlı trust in you, stuff is messed up ve a lot like me hoşuma giden şarkılar oldu.

    2012 yılında çıkardıkları days go by albümü ile artık ben alternatif rock grubuyum diyor the offspring. gerçi bir önceki albüme nazaran, punkrock soundu biraz daha ön planda olsa da, özellikle çıkış parçaları pek de hoşuma gitmedi.
  • 50'ye merdiven dayamış ve yaşlanmış bu güzel abilerimiz. fakat enerjileri hala duruyor. sevmemek mümkün değil. şimdi düşünüyorum da ne kaliteli ergenlik geçirmişiz.
  • smash çalacaklar mı diye endişelenmeden, sadece eski günlerin hatırına bile olsa konserine gideceğim grup.

    kurt cobain öldükten sonra bildiğiniz üzere dünya nüfusunun yarısı intihar etti. kalan yarısı ise intihar etmediyse bunun sorumlusu green day ve offspring'dir, bu da böyle biline.
  • an itibarı ile grup hakkında yazılan bir yorumu paylaşmak isterim! tebrikler!
    the kids aren't alright these days, they're full of self esteem and i just can't get my head around how they think they're so cool, hassling the elders. they all think they're pretty fly for a white guy, and everytime i look at this one girl, even though i'd hit that, she's got issues. i often ask them "why don't you get a job?" but they consider being an original prankster a good career.? "well, don't worry," i say, "in a thousand days, you can burn it up because you're gonna go far kid.
  • benim için her daim muamma olarak kalacak gruptur. bunları dinlettiğim herkesin kafası şişiyor. oysa ben gürültülü bulmak bir yana müziklerini son derece sade ve rahatlatıcı buluyorum. sanırım kulaklarımda başkalarından farklı bir durum var ama nedir bilemiyorum.
  • rock'n coke 2005'deki rezil performanslarını izledikten sonra bu adamlardan tamamen soğumuştum. müziklerini sevmeme rağmen hala aklıma geldikçe sinirim bozulur.

    rezil performanstan kastım, adamlar sahneye çıkıp 45 dakika tek kelime etmeden, cd'den çalar gibi çaldılar, ve yine tek kelime etmeden siktirip gittiler.

    ulan insan bir merhaba gençler der, nasılsınız der, en azından 1-2 kelime iletişim kurar. sevdiğin grubu canlı izlemenin güzelliği budur zaten, kasetten cd'den dinlediğin adamları canlı canlı görüp iletişim kurmak.

    hayır rammstein konserine de gitmişliğim var. onda bile till birkaç kelime bir şeyler homurdanmıştı. (ki bu adamların konseri tiyatro gibi aslında. karaktere filan bürünüyorlar. ondan homurdanmasa da alınmazdım; ama homurdandı.)
    senin artisliğin kime amk sarı piçi?

    yine aynı rock'n coke'da korn da müziklerini dinlemediğim halde saygımı kazanmıştı mesela. bunların tam tersine süper bir konser vermişlerdi.

    neticede o gün bu gündür gıcık olurum bu puştlara.
    yine de conspiracy of one ve vultures ile, liselilik çağıma denk gelmelerinden ötürü hala duygusal bir bağım var tabii.
  • americana yıllarını bile kim ne derse desin özlediğim gruptur. belki bir ignition değildir, ixnay on the hombre değildir ama americana'nın da hakkını yememek lazım.

    rise and fall, rage and grace albümünü dinledikten sonra, grubun tarzında bir değişim olduğunu anlamıştım ama bu kadarını da düşünmemiştim... yeni şarkıları bana da gerçekten times like these'i andırdı. birkaç kere daha dinledim bir umutla; yine de ısınamadım, yine de sevemedim. albümü görmeden konuşmak istemiyorum ama eğer bütün şarkılar bu yeni şarkıya benzeyecekse, bu albüm bir öncekini aratacak demektir.

    rise and fall, rage and grace'in bir kısmı ve bu albümün öncesindeki albümler hatrına hala çok seviyorum bu adamları. belki de sırf bu yüzden kızamıyorum ne yaparlarsa yapsınlar.

    "dexter yaşlandı artık 40'ı geçti bu yüzden şarkılar böyle oldu" diyenlere de bir cevabım var: bad religion. greg graffin ve arkadaşları da yaşlandı bu hesaba göre ama hala çok güzel işler çıkarıyorlar. (bkz: new maps of hell), (bkz: the dissent of man)
  • yakın arkadaşlar dexter holland ve gregory kriesel, 1984 sonbaharında gitmeyi çok istedikleri bir punk konserine bilet bulamayınca yaşadıkları hayal kırıklığı sonucunda "madem konsere giremiyoruz biz de kendi konserimizi veririz" diyerek kriesel'in kuzeninin evine giderler. kuzenin bir grubu vardır ve müzik aletleri, amfiler garajda hazır durmaktadır. amfileri son sese ayarlayıp gitarlara asılırlar. tek bir nota bilmedikleri halde iki saat boyunca gürültü yaptıktan sonra kendilerini çok daha iyi hissettiklerini fark ederler ve orada manic subsidal'ın (grubun ilk ismi) temeli atılır. uzun süre bir hobi olarak devam eder (dexter "sadece eğlenmek için çalıyorduk, yoksa piyasa müzik yapardık zaten. biz asıl birbirimizin evinde bira içip takılmayı seviyorduk" diye anlatır).

    10 yıllık çalışmanın ardından efsane s.m.a.s.h albümü gelir ve kimsenin (özellikle 1987'de "bizden bir bok olmaz" diyerek gruptan ayrılıp hayatına bir jinekolog olarak devam eden davulcu james lilja'nın) beklemediği bir başarı yakalar. o zamanı en güzel gitarist noodles anlatır:

    "smash'i yaparken bir punk yapım şirketiyle (epitaph) anlaşmalı basit bir punk grubuyduk. albüm patladığında neredeyse korkmuştuk. bu, bizim gibi gruplara olan bir şey değildi. biz, müziği ve bassçının annesinin evinde bira içmeyi seven dört elemandık sadece."
  • rock in rio 2012 konserlerini izliyorum da, ya bu konserde pek iyi değildiler ya da yaş faktörü baya etkilemiş. amına koyim americana çıktığında lise gidiyordum tabi yaş etkileyecek ama ne bileyim ya. gerçi hala seyirciyi azdırma konusunda inanılmazlar.

    her şekilde offspring siker.
hesabın var mı? giriş yap