• bunun en baslarinda yul brynner ve steve mcqueen bir yerli cenazesini tasirlar, irkcilar cesedi mezarliga sokmak istemezler. filmin agir abisi yul once agir agir bakar sonra cok seri bicimde iki elemani ellerinden vurur. hah iste orada ilk vurulan, kameraya yakin olani incelemek farz. adamin suratinda rol geregi aci ifadesi yerine tamamen samimi bir "allah bu produksiyonun belasini versin, rolumuz ufak diye gomlegi evden getirttiler, bu kan boyasi nasil cikacak simdi, sikicem kelini de" bakisi var. hatta biraz da tiksinmis, boya yapiskan midir nedir. kamera da uzun uzun cekmis o plani, adam kadrajda, besbelli gozunun onunden kariyerini gecirip istifayi basmayi dusunuyor.

    neyse, seven samurai'ya kiyasla bunda bir yuppielik var, muzikten sanirim. boyle iyileri kotuleri yenmeye gidiyor muzigi gibi, upbeat, pozitif ruh haline sahip. halbuki filmin temasi daha melankolik. iyi karakterler iyi filan degiller, kimse de onlara kahraman muamelesi yapmiyor, koruduklari koyluler bile bir an once gitmelerini istiyorlar. genc cocugun sonunda koyluyle evlenmesi de bu tezati arttirmis. oysa koylulerin dunyasi ayri, kazanan en sonunda onlar ve sadece onlar, samuraylar icin mutlu son yok.
  • bu filmde, charles bronson'un oynadığı karakterin, babalarını korkak bulan veletlere çektiği bir nutuk vardır ki, western külliyatının aslında arabeskten beslendiğini, kovboy dediğimiz adamın yalnız ve garibin önde gideni olduğunu ama hayatını anlamlandırmak uğruna silahla, parayla ve saloon ile kafayı bozduğunu suratımıza vurur gibidir. çeviriyorum;

    "babalarınız hakkında bir daha asla böyle söylemeyin, çünkü onlar korkak değiller. silah taşıdığım için cesur olduğumu mu düşünüyorsunuz, peki, sizin babalarınız daha cesur çünkü onlar, sizin için, kardeşleriniz ve analarınız için sorumluluk taşıyorlar. ve bu sorumluluk, tonlarca ağırlığı olan büyük bir kaya gibidir. onları toprağın altına gömene kadar eğer ve büker. ve babalarınıza bunu yapmaları gerektiğini söyleyen kimse yoktur. bu sorumluluğu alırlar çünkü sizi seviyorlar ve bu sorumluluğu istiyorlar. ben hiçbir zaman bu tarz bir cesarete sahip olmadım. karşılığını alacağının garantisi olmadan katır gibi çalışmak, çiftlik geçindirmek... asıl cesaret budur."

    çok önemli bir monologdur, filmin görünmez zirve noktasıdır. izleyinizdir.

    edit: imla hataları vardı, yedim.
  • amerikan televizyonlarında en çok yayınlanmış olan ikinci film (birincisi ne acaba?). 1960 yapımıdır. siz bakmayın yukarıdaki oryantal yorumlara, shichinin no samurai'den hiç de aşağı kalır bir yanı yoktur bu filmin. klasik westernler ile spaghetti westernler arasındaki dönemde hayat bulmuş özel bir filmdir. bu özellik sadece bir kurosawa filminin remake'i olmasından değil, anlattığı hikayenin mesajını daha net verme ve tam hedefi vurma becerisinden gelir. bu film hakkındaki fikri sorulduğunda -sıçma sıvama hakkı- saklı olan kurosawa bile hayranlığını gizleyememişken bizlere bok yemek düşer. dahası kurosawa, özellikle shichinin no samurai filminde westernlerden, john ford ve john huston'dan etkilenmiştir. bu yüzden de amerikanvari tarzı yüzünden japonya'da el üstünde taşındığı olmuş şey değildir. biz kurosawa sinemasını safkan japon işi sanmaya devam edelim. (kurosawa sevdiğim halde nasıl celallendirdiniz ulan beni)

    ilk başta filmi yul brynner'ın yönetmesi ve anthony quinn'in başrolü oynaması düşünülüyormuş ama yapımcılar işi karıştırmışlar. bunun üzerine anthony quinn yüklü bir tazminat davası açmış ama kaybetmiş.

    moğol yul brynner, meksikalı genç silahşörü oynayan alman! oyuncu, tüm zamanların çalışması en zor aktörlerinden steve mcqueen, ellerine geçen fırsatı iyi değerlendirip sükse yapma arzusundaki genç, yetenekli, efsane adayları charles bronson, james coburn ve robert vaughn. setin halini siz düşünün artık. dvd ekstralarındaki fotolarda birbirlerinin sigarasını yakan, poker oynayan, can ciğer kuzu sarması gibi gözüken steve mcqueen ve yul brynner tam bir ego savaşı yapmışlar. steve mcqueen birlikte göründükleri her sahnede yul brynner'dan rol çalmaya, dikkat çekmeye çalışırken, yul brynner da birlikte göründükleri sahnelerde mcqueen'den daha kısa görünmemek için yerdeki toprağı ayağının altında toplayıp, üstüne tünemiş. mcqueen de yul bunu her yaptığında arkasından toprağı tekmeleyip bozmuş sinirinden. tam bir soğuk savaş yani. bu arada iğrendim kendimden. film eleştirecez diye yazdığımız şu saçmalıklara bak, ucuz paparazzi malzemeleri. ne pis adamlarmışsınız be! neyse bütün bu cast çekişmelerine rağmen mucizevi bir sonuç çıkmıştır ortaya.

    pek çok klasik olmuş replik geçer filmde (bkz: we deal in lead). daha da önemlisi kurosawa'nın emanetine hıyanet etmeden, pek çok westernin kutsallaştırdığı gunfighter-kovboy kavramını acımasızca yerin dibine sokar. bütün karizmasıyla sigara yakan, yer bakıp yürek yakan, bir vuruşta üç can alan kovboylar, bu filmde her yerde aranan, adı lanetle anılan, hiç bir yerde kabul görmeyen, kabul gördüğü yerde cezai zaaflarından dolayı kazıklanan, ibne gibin pust gibin bisii olarak gösterilir. (bunu yazan da leone filmlerini seven, öven ikiyüzlünün biri olmasa bari).

    korkunç bir baş ağrısı eşliğinde izlerken tamamlayamayıp, ertesi gün bitirdiğimi ve buna rağmen her saniyesinden büyük keyif aldığımı düşündükçe filmin değeri gözümde daha da büyüyor. iyi kötü ve çirkin kadar eğlendirici olduğu gibi, söyleyecek ekstra şeyleri de var.
  • yul brynner'ın tartışılmaz bir biçimde starı olduğu son büyük westernlerden biri. kurosowa'nın the seven samurai'sini gören brynner filmin yayın haklarını almak için sinemadan çıkar çıkmaz ajansını aramış. ama hakları alan filmin prodüktörü ve yönetmeni john sturges olmuş. brynner başrolü kapmış, yardımcı oyuncular da o zaman fazla ünlü olmayan ama gelecek vadeden oyuncular arasından başarıyla seçilmiş. eli wallach, charles bronson, steve mcqueen, james coburn, robert vaughn gibi heycan verici, bazıları sonradan çok ünlü olan oyuncular gerçekte de muhteşem bir yedili oluşturmuşlar. bir yönetmen ya da hikaye filmi değil, tamamen bir oyuncu filmi the magnificient seven. ayrıca western filmi klişelerinden uzak durmaya çalışan, gerçekçi karakterler ve olaylar yaratma çabasının ön planda olduğu bir film. akira kurosawa da filmi izleyip bir western olarak çok beğendiğini belirmiş, kendi filmiyle karşılaştırmayı olgun bir tavırla doğal olarak reddetmiş.

    meksika'daki çekimler başladığında, holivud'un gelmiş geçmiş en kaprisli oyuncularından steve mcqueen ve yul brynner arasında ilk günlerde sıkı bir ego çekişmesi yaşanmış. filmin ilk 20 dakikasında görebileceğiniz üzere mcqueen sahnelerde rol çalmak için özel teknikler geliştirmiş. geri planda kaldığını düşündüğü her anda mimikleriyle, el hareketleriyle, davranışlarıyla ön plana çıkmaya çalışıyormuş, yull brynner ön planda konuşurken steve mcqueen arka planda dikkat çekmek için sinek kovalıyor, başına içki şişesi dikiyormuş. bu çabaları yull brynner'ın onu bir köşeye çekip "bak steve, senin sahnelerinde sadece şapkamı çıkarmam bile film boyunca kimsenin bir daha görmemesi için yeter, ona göre" demesi üzerne son bulmuş. mcqueen'in ondan sonra yaptığı tek şey çekimden sonra diğer yardımcı oyunculara gidip "brynner'ın tabancasını gördünüz mü, ne kadar büyük, bize küçük tabanca verdiler...brynner'ın atını gördünüz mü bizmkiler onun yanında köpek gibi kalıyor*..." diye olay çıkarmaya çalışmak olmuş, fakat diğer oyuncuların hiçbiri mcquuen kadar hırslı olmadığından ya da fallik obje kavramına onun kadar önem vermediklerinden olacak aldırış etmemişler.

    kült aktörlerin oynadığı, tematik açıdan zamanına göre yenilikçi bir western klasiği the magnificient seven. çoğu eski holivud klasiği gibi karşısına geçip sadece keyif almak için pek çok kere izlenebilir.
  • az evvel sinemada izlediğim western filmi. taze taze yorumlamak isterim. bundan sonrası çok ağır spoiler olacak.
    --- spoiler ---

    öncelikle klişeden ölen var. tüm hollywood ve western klişeleri barındıran bir film olmuş. filmi izlerken tahmin ettiğim ne varsa gerçekleşti.

    ilk olarak ekibi toplarken birbirini hiç tanımayan insanların bu kadar imkansız görevi bu kadar kolay kabul etmesi ve ekibin birden toparlanması basit olmuş. seven samurai ve 1960 yapımı the magnificent seven filmlerinde bu aşama bu kadar hızlı ve basit değildi.
    filmin devamında ekip toplandıktan sonra jack horne karakterinin bu kadar iyi anlamda seyircinin gözüne sokulması sevdirilmesi öleceğinin işaretiydi zaten. öleceği çok belli edilmişti ve nitekim öyle oldu.
    goodnight robicheaux karakterinin döneceği ve bir çok kişiyi kurtaracağı ve dahi korktuğu biçimde öleceği ayan beyan ortadaydı. ve nitekim bu da öyle oldu
    emma cullen ve memelerine gelirsek açıkcası ilgi çekmek için özellikle yapılmış olduğu çok açık. filmin geçtiği dönem itibariyle bir çiftçi eşinin o kadar dekolte giyinmesi pek inandırıcı değil.
    klasik western klişesi olan kasabaya belalı bir tip geldiğinde insanların kaçışıp sokakları boşaltması bi çok defa kullanılmıştı. olur olmadık yerde tüküren koyboylar da bolca mevcuttu.
    kızılderili dayıyı ekipteki kızılderilinin öldüreceği çok belliydi.
    filmin sonunda chisolm'un bogue'u boğazlarken emma cullen'in gelip öldüreceği çok açıktı. o silah patladığında emma'nın vurduğundan tamamen emindim. ne demiş tuco benedicto pacifico juan maria ramirez abimiz "when you have to shoot shoot, don't talk" *
    kliseye çanın takılması sahnesinde devamlılık hatası vardı. uzak çekimde tepede gözüken çan yakın çekimde elemanların boy seviyesinin bile altındaydı.
    bogue ve adamları geldiğinde hiç öyle çok kalabalık durmuyorlardı. hatta ikiye ayrılıp saldırdıklarında ve dinamitler patladığında sanki tüm çete ölmüş gibiydi. ama birden 400-500 adam peydah oldu. bence bogue ve adamlarının sayıca üstünlüğünü tam yansıtamamışlar. sanki tüm çete ikiye bölündü ve patlamada hepsi öldü gibi gözüktü.
    1960 yapımı the magnificent seven filminde baş düşman calvera * karakteri gayet çete lideriydi. ancak bu filmde baş düşman bogue karakteri hiç bir özelliği olmayan yarı psikopat bir toprak ağasıydı. sanki bu karakter bu denli pasifize edilmese daha iyiydi.

    bu kadar gömdükten sonra hiç mi iyi yanı yoktu derseniz aksine bolca vardı.
    öncelikle denzel washington ve ethan hawke'ın oyunculukları harikaydı.
    chris pratt'den cidden iyi kovboy karakteri olurmuş bunu da görmüş olduk.
    arada patlayan espriler iyiydi güzel düşünülmüştü.
    kostüm ve mekan tasarımları gayet güzeldi. filmde en beğendiğim yer olabilir.
    aksiyon sahneleri yer yer klişeye kaçsada aşırıya kaçmadan gayet yeterli seviyede, bol kanlı ve heyecanlıydı. malzemeden çalmamışlar
    haley bennett çok güzel *

    özetle izlemezseniz bişe kaybetmezsiniz izlerseniz de birşey kazanmazsınız. zaman geçirmek için güzel bir film. imdb sistemiyle 6,5 - 7 arası bir film bana göre. benm gibi western sevenler sıkılmayacaktır.
    --- spoiler ---
  • the seven samurai'in western versiyonudur, aslında seven samurai'de bir nevi western'dir.
    steve mcqueen, yul brynner, ve charles bronson 'un birlikte oynamaları açısından da engin bir önemi hasıldır inan.
  • bence ismi "the magnificent eight" olmalıydı.

    zira halet bennet ablamızın memeleri, kesinlikle megnıfısınt bir karakter olarak ele alınmalı.

    hatta diğer megnıfısınt elemanlardan rol çalmış bile diyebiliriz.
  • ablanın göğüs dekoltesinden filme konsantre olamıyorum. pek sevişilir pek.
  • the magnificent seven 1960, 1966, 1969 ve 1972 tarihlerinde toplam dört film ile zamanın western serisinin adından söz ettiren filmi idi. her zamanki gibi 2., 3. ve 4. sü bence izlense de olur izlenmese de, ancak 1960 yapımı olan film diğer bir yazar arkadaşın bahsettiği gibi bir başyapıt.

    şimdi gelelim 2016 yapımı olan the magnificent seven filmine. bu film bence mükemmel olmuş, evet remake filmler genel olarak kötü olmakta ve efektler gözümüze gözümüze sokulmakta, oyunculuklar ise geri planda kalmaktadır. bu film remake filmler içinde son zamanlarda izlediğim en güzeli olarak ortaya çıkmaktadır. oyuncu seçimleri yerinde ve oyuncular işlerini tam anlamıyla hakkı ile yerine getiriyorlar.

    şimdi sıra geldi eleştirilere, evet güzel bir remake ama klasik hollywood abartıları/klasikleri de işin içine sokmuşlar, cüneyt arkın vari birkaç hareket ve diyalog var. ancak, biz türkler için güzel bir tebessüm dışında bir şey ifade etmiyor. ayrıca, hikayeyi maalesef araya aksiyon gelsin diye kısmışlar ve bu da bazı şeyleri hafif te olsa ortada bırakıyor.

    sonuç, imdb puanını hak ediyor ve gönül rahatlığı ile 2 saatinizi ayırabileceğiniz, benim için 7/10 bir film.
  • izlemeyi şimdi bitirdiğim, oyunculukların gayet iyi olduğu film.
    ethan'ı görünce yüzüm gülümsedi, bana hiç yaşlanmıyor gibi geliyor.

    --- spoiler ---

    ya anlamadığım şey madem taramalı var niye başta kullanmayıp adamları ölüme gönderiyor?
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap