• sessiz film * yapabilecek kadar yasli, orson welles e uc yonetmen adi soruldugunda john ford, john ford, john ford dedirtecek kadar iyi*, grapes of wrath in altindan kalkabilmis, bu arada stagecoach, the informer gibi baska filmler de cekmis, 1900 lerin unlu yonetmeni...
  • (bkz: jon lord)
  • 1935, 1940,1941 ve 1952'de en iyi yonetmen oscar ini kazanmistir.
  • hep asip kesen eski tüfek holivud yönetmenlerinin efsaneleri kulaklara gelir de kimdir nedir bilinmez ya. simdi duydugunuz otoriter, ali kiran bas kesen, korkunc adamlarla alakali bütün anektodlari alin, hepsini birlestirin ve john wayne'in bile tirstigi bir bünyeye yerlestirin; alin size john ford. tamam, dahi yönetmen, kurosawa'dan bergman'a genis bir yelpazede onca kisiyi etkilemis, tabiri caizse sesli dönem holivudunu frank capra ve biraz da howard hawks ile icat etmis tek kisilik bir film fabrikasi, amerika gibi genc bir ülkeye dahiyane sanatci kimligiyle her millete nasip olmaz bir mitoloji kazandirmis her millete nasip olasi sanatci..vs.vs

    lakin gecende kendisinin hic yayinlanmamis bir bbc röportajini gördüm, ekrandan üzerime atlayip yurdumu feristahimi sikicekmis gibi geldi. kendisinden azar isitmemek icin kapatmadim, gözümü ekrandan ayirmadim, tuvalete gitmedim, resmen terörize oldum. ha böylesine safi karizma bir adam olmasinin sirri nerede yatmakta bu kisinin? efendim bbc röportajcisi ne yazik ki kaderinin kurbani olup hafiften kibar ingiliz aksaniyla sordugu her soruyu önce bir dinliyor ford. sonra susuyor, "nasi soru lan bu amina kodumun ingiliz hötöröfü, sikerim seni de aksanini da yavsak, domal simdi, duke wayne, gel oglum sik sunu." dermiscesine gecen kisa bir suskunlugun ardindan, "nasi soru bu amina kodumun ingiliz hötöröfü, anlamadim bi daha söyle" diyor, hötöröf kismini parantez icinde ima ediyor. ingiliz ford'in vicut dili ve ses tonlamasindan delicesine tirsarak soruyu baska bir sekilde formulize etmeye, bunu yaparken ford'un gözüne girebilmek, sempatisini kazanabilmek icin araya birkac övgü sözcügü sokusturmaya calisiyor, en sonunda soru tamamlaniyor, ford'a heves dolu bakislarla pas atiliyor, ford kisaca cevap veriyor:

    -hayir (amina kodumunun ingiliz hötöröfü. yavsak pic. anlamadim mi zannettin yaltaklandigini.)

    tüm cekim ekibi titriyor, ford bir kere bacak bacak üstüne atiyor, kisa bir sessizlik yasaniyor. ingiliz hötöröf bogazini temizleyip, "ama söyle söyle, böyle böyle.." diye hafiften üsteliyor. ford birden sakinlesip soruyu üc bes cümleyle cevapliyor. ortam sakin. herkes nefesini vermis, tek tük gülümsemeler. siradaki soru. hötöröf konusur... ... ford birden koltugunda dogrulup öne dogru atilir, sesini iyice yükselterek,

    -aksanini anlamiyorum dogru düzgün konus (yaragini cevirir götüne sokardim da hosuna gider diye korkuyorum ingiliz ibnesi)!

    der. benim sicrayasim gelir koltugumdan. be adam madem böyle bir ekran karizman, dogal yetenegin var; neden gecmedin perdenin önüne de cenerasyonlar boyunca unutulmayacak korkunc yasli adam rolleriyle de kazinmadin sinema tarihine diye sorasim geliyor.

    bitirmeden son bir anektod. joseph mankiewiczs (ismi böyle mi yaziliyor acep?), hani all about eve'in senarist ve yönetmeni, senatör makkarti'nin holivudda cadi avina basladigi dönemlerde bir is icin avrupa'dadir. sorusturmalari, tutuklanmalari duyunca, director's guild, yönetmenler sendikasi diye mi cevrilir, o nanenin baskani olarak durumu protesto eden bir telgraf ceker. haberi yoktur ki, telgrafin telleri ve bildirinin icerigi kendisini komunist olarak mimletmis, dahasi director's guild'in esas agir toplarindan cecil b de mille'i uyuz etmistir. hemmencene kurulu toplar de mille, kurulda her daim saksakcisi olarak arkasinda bulundurdugu bir grup insanla (mesela duck soup unu veya an affair to rememberini pek begendigimiz leo mccarey) beraber bir konusma yapar, der ki iste, bu komunist ahlaksiz edepsiz cozef'i satalim...vs..vs bu esnada herkes bir kösede beyzbol sapkasi ve kara gözlükleriyle beklemekte, ses etmeden dinlemekte olan john ford'a bakmaktadir söz alacak mi diye ki, demille ile beraber kurulun en eski, en köklü kisisidir, fazla iplemese bile böyle organizasyonlari. neyse efendim, de mille konusur da konusur, gözler ford'a cevrilir, ford dinler de dinler. en sonunda parmak kaldirip söz ister, "sayin kurulun degerli üyeleri," der, "sayin de mille'in amerikan halkinin istekleri konusunda hepimizden daha bilge oldugunu, seyircinin takdirini kazanmis, söyle nefis böyle güzel bir yönetmen oldugunu benden iyi kimse takdir edemez, kendisi mümtaz bir sahsiyettir." sonra birden durup de mille'in gözlerinin icine bakarak, "ama tanri biliyor ki seni hic sevmem de mille, hele bu gece söylediklerini hic mi hic begenmedim. (tekrar dinleyenlere dönerek) haydi herkes jozef'e güven oyunu versin de gidip uyuyalim yoruldum ben."

    joseph mankiewicsz'e güven oyu verilir elbette.
    netekim bunlar hikaye, john ford büyük yönetmen. bu kadarini bilmek bize yeter.
  • john wayne ile tekneyle okyanusa açılıp günlerce süren viski maratonları yapan yönetmen. herhalde o kafayla bir sonraki filmlerinin ana hatlarını oluşturuyolardı.
  • western filmlerinin babası sayılır. orson welles kendisini öğretmeni olarak nitelendirmektedir.
  • (bkz: wagon master)
  • john wayne filmleri denince aklıma gazap üzümleri ve vadim o kadar yeşildi ki den önce ilk western filmleri ile gelen yönetmen. yönetmenlikteki ustalığı kadar western filmlerinde fark yaratmasının bir diğer sebebi de; kızılderilileri en iyi şekilde analiz etmiş olması ve bunu en iyi şekilde perdeye yansıtmasıdır.
    4 kere oscar ödülü kazanmış tek yönetmendir. 1923 yılında ismini değiştirene kadar jack ford adı ile eserler vermiş olan 1894 doğumlu ünlü yönetmenin, 1973'de mide kanserinden ölene dek 100 küsür eseri yanında hepsini seyrettiğim john wayne'in başrollerinde oynadığı ve john ford'un kendi yönettiği 12 filmi vardır.
  • christopher nolan başlığı 120+ entryle coşarken john ford başlığı daha 20 entryi bulamamıştır. bu üzücü bilgiden sonra biraz john ford bilgisi girelim:

    1894'te doğmuş, 1973'te ölmüştür. 145 filme imza atmıştır.
    sinema sektörüne figüranlıkla başlamıştır. hatta david wark griffith'in başyapıtlarından the birth of a nation'da (1914) ku klux klan üyelerinden birini canlandırmıştır.
    5 kez aday olduğu en iyi yönetmen oscarını 4 kez kazanarak (the informer (1935), the grapes of wrath (1940), how green was my valley (1941), the quiet man (1952)) bu alanda rekoru elinde bulundurur. 1940 oscarlarında efsanevi filmi stagecoach (1939) ile aday olmasına rağmen ödülü victor fleming'e (gone with the wind) kaptırmıştır.
    büyükbabam sadece western izler ve bu adamın filmlerine tapar. ben elimden geldiğince her türde film izlemeye çalışırım ve bu adamın filmlerine taparım. sinemayı sanat formu olarak görmeyen, buna rağmen asla kalitesiz işler yapmayan, her tür insana hitap eden, insanın evrensel sorunlarına değinen, karakterleri herkes olan ve hollywood'un sesli filme geçtiği dönemde adam gibi filmler yapıp sektörü sürükleyen bu sert abimize saygılarımı sunarak entryi bitiriyorum.
  • sinemaya renk gelmesine hiç alışamamış liberty valance'ı vuran adam.
hesabın var mı? giriş yap