• film, cumartesi gününden beri kafamın içinde dönüp duruyor, durup dönüyor, ve ben tam olarak nasıl anlatacağımı bilemiyorum hâlâ. ama deneyeceğim...

    --- spoiler değil, ama bundan sonrasını izleyince okuyun. amaç; bunu okumanız değil çünkü, bu filmi izlemeniz ---

    nam-ı diğer lobster, bir sahnede şöyle der;

    "insanın hissetmediği hâlde hissediyor gibi davranması, hissettiği hâlde hissetmiyor gibi davranmasından daha zor"

    otel'deki düzen, hissetmediği halde hissediyor gibi davranmaya çalışan lobster'ı anlatır. hayat, gerçekten zordur. orman'daki düzen, hissettiği halde hissetmiyor gibi davranmaya çalışan lobster'ı anlatır. hayat, gerçekten (yine) zordur. hissedilmeyenler ve hissedilenler arasında gidip gelen değişkenler dışında, her iki tarafın da değiştirilemez katı kuralları, akıl almaz uygulamaları, diğer düzene karşı savaşırken kendisine karşı da faşist olmayı elden bırakmayan bir yapısı vardır. anlayacağımız, hayat - her iki şekilde de - zordur.

    ancak, film bize adeta şöyle der; "üzgünüm (hiç sanmıyorum), ama elimizdekiler bundan ibaret". işte bunun farkına vardığımız anda, tam da o anda, otel'i ve orman'ı geride bırakıp, bizzat içinde yaşadığımız düzene takılıp kalır gözümüz. çünkü burada da, seçimlerimiz ve kıyaslarımız; kolay'ların içinden değil, zor'ların arasından yapılır (zoru başarırız, imkansız biraz zamanımızı alır). ve her zaman daha zor'u vardır.

    filmin sonu da, yine bu sebeple, izleyicinin zor'una bırakılır. hangimizin yazdığı son, daha zor'du acaba?

    https://www.youtube.com/watch?v=8xnax0u03ew
  • --- spoiler ---
    bekarlik, hayvanliktir.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    ilk sahnesinde insanken yaptıklarından dolayı intikam alınan bir eşeğin olduğu film.

    --- spoiler ---
  • uzun zamandır beklediğim, laleler yüzünden festivalde bilet bulamadığım, gösterime girince hemen gittiğim ve beğendiğim film. sonu biraz daha iyi olabilirdi belki, sürpriz olmadı, bu sonu bekliyordum ama belki bu son farklı bir şekilde anlatılabilirdi.

    aralara serpiştirilen kara mizah espriler hoştu.

    --- spoiler ---

    otelde tanışan ayakları aksayan çifte "sorunlarınızı aranızda kendiniz çözemezseniz size bir çocuk tahsis edilecek, her zaman işe yaramıştır" esprisi komikti.

    bir de "partilerde de yakınlaşmak yasak, o yüzden elektronik müzik çalıyoruz" esprisi.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    ''bir şey hissetmediğin halde bir şey hissediyor gibi yapmak, bir şey hissettiğin halde bir şey hissetmiyor gibi yapmaktan daha zor.''
    --- spoiler ---
  • konusu ilgimi çektiği için izlediğim ve beğendiğim film.

    --- spoiler ---

    iyi kurgulanmış ve kara mizahla bezenmiş etkileyici bir distopya. bekarlığın sonu hayvana dönüşmektir. hayat çift olmaktır. sokaklarda tek dolaşmak bile aşağılayıcı bir durum. tek başına yapılan her iş yasak, mastürbasyon bile... mastürbasyon yaptığı tespit edilen adamın sağ eli ekmek kızartma makinesinde yakılıyor.

    filmin ana noktası "bir şey hissetmediğin halde bir şey hissediyor gibi yapmak, bir şey hissettiğin halde bir şey hissetmiyor gibi yapmaktan daha zor." olarak verilmiş ama bunu aslında biraz da izleyiciye bırakıyor. sizce hangisi zor diyor. filmin ilk bölümünde otelde bir şey hissetmiyorken hissediyor gibi yapmanın zorluğunu ikinci bölümünde ormanda hissediyorken hissetmiyor gibi yapmanın zorluğunu gösteriyor bize.

    bence ikinci kısım daha zor, yani hissediyorken hissetmiyor gibi yapmak. tabii bu film için ve duyguları, ikili ilişkileri düşününce benim seçimim oluyor.
    --- spoiler ---

    aslında bu korku ütopyasını farklı bir biçimde hayatlarımızda yaşıyoruz. günümüzde, bugün aslında bir nebze bu ütopyanın içerisindeyiz. sadece çiftler arasında düşünmeyelim bunu. örneğin iş hayatı! iş hayatındaki tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki hissetmiyorken hissediyor gibi oynamanın zorluğunu yaşıyoruz. üst yöneticimize, patronumuza normalde ağzına kürekle vurabileceğimiz anlarda o bilindik yapmacık gülümsemeyle onaylıyoruz. yavşak yavşak konuşmaların içinde nediyor lan bunlar derken onlardan biriymiş gibi davranıyoruz. belki sosyal hayatımızın içinde ne işim var lan burda deyip basıp gidebiliyoruz ama iş hayatında mecburi koşullar devreye girdiği için bunu yapamıyoruz. bu durum bir süre sonra ya o tarafa eviriyor insanı yada içten içe yiyip bitiriyor tüketiyor. evet bu durumda hissetmediğin halde hissediyormuş gibi oynamak karakteri sünger gibi emen geriye bir şey bırakmamacasına sömüren bir bela.

    ilişkilere gelecek olursak çeşitli sebeplerle hissediyorken hissetmiyor gibi davranmak zorunda kaldığınız zamanlar illaki olmuştur. adına platonik de, yasak aşk de, olmazlar var de ne dersen de. bu nasıl bir acı verir insana. görmek istersin göremezsin, sevmek istersin sevemezsin, gözünü kapatırsın oradadır, gece çökmesin istersin, yastığının bi tarafı hep ıslak. şu bildiğin kalp acısı durumları.

    hangisi daha zor?
    belki de biz, şu yaşadığımız sosyal hayat, dayatılanlar, öğretilenler başka bir toplumun korku ütopyasıyız. belki de distopyanın ta kendisiyiz.
  • "tüm belâlar, yalnız kalma yeteneğimizin olmayışından gelir başımıza."

    o ufak dünyanın bir nebze içinde oldurtan film.
  • günlerdir heyecanla beklediğim, olm yer kalmaz çabuk bilet alalım diye ortalığı karıştırdığım filmi sonunda izledik. üç arkadaş şu ana kadar hiç creditsin tamamını izlememiştik. oturduğumuz yere çakılıp sonuna kadar izledik.

    --- spoiler ---

    buradan sonra herşey spoiler olabilir.

    filmden beklentim de korkularım da çok büyüktü. bir kere colin farrell var. yeterince korku nedeni. true dedective'de biraz ısınır gibi olmuştum ama biriciğim tatlişkoşum yorgos'un filminde ne işi vardı?

    film distopik bir evrende geçiyor. yorgoscum zaten aile, ahlak, çocuk konularında oldukça takıntılıdır. yine bu konular üzerinden bir evren oluşturmuş. hatta iki evren. bekarlığın toplumdan dışlanma nedeni sayıldığı, teklerin güvenlik güçleri tarafından sorgulandığı, topluca çiftlerini bulmaları için bir otele yerleştirildiği ve başarısız (!) olunursa istenilen hayvana dönüştürülüp ormana salındığı gerilim dolu bir dünya. diğerinde ise bekarlık dışında neredeyse herşeyin yasak olduğunu yine kuralcı, baskıcı bir dünya.

    filmde gördüğümüz her oyuncu inanılmaz ruhsuz, mimiksiz, suni. hayata insan olarak devam edebilmenin tek kuralı olan ruh eşini bulma dayatmasıyla aksi düşünülemezdi zaten. bu nedenle kabusum colin farrellbir anda iyi oyuncuya evriliyor.

    ruh eşi bulma yolunda en ufak ortak noktanın çok değerli hale gelmesi, hatta bunu kendine zarar vererek yapmanın normal görülmesi, toplumsal dayatmaların bireyler üzerindeki etkisini çok hüzünlü olarak gösterdi. ruh eşi bulmada taktikler konuştu. kalpsiz kadının ( ki kendisi kynodontas'ta tanıdığımız bir simadır ) kendine yaklaşanı denemesi, ruhsuz, statik sevişmeleri ve sürekli karşısındakini zorlaması oldukça rahatsız ediciydi. köpeğe dönüşen abinin acı çekerek kanlar içinde ölmesi ve bunu soğukkanlılıkla anlatması. ve sonunda partnerinin yakayı ele vermesi. kadının karakteri mi buydu, yoksa hayatına yalnız olarak devam etmek istemesinin yansıması mıydı bilemiyorum. ama oyunu kendi istekleri doğrultusunda kuralına göre oynadığını düşünüyorum.

    otelde çift olmanın yararlarının didaktik anlatımı, gerçek kesit ekollü canlandırmaları toplum ahlakına yapılan çok basit ve içten eleştirelerdi.

    orman dünyasında da işler pek yolunda gitmiyor. mastürbasyon serbest ama sevişmek, flört etmek yasak. herkes de bir yere ait olmak için kuralları kabul eder görünüyor insan olduklarını unutarak.

    final, yine bir belirsizlik. gerçi sadece elde bıçak kendi gözüne doğrultmuş bir insanı görmek yeterince gerilim unsuru. bu noktada kynodontas ile çok benzer. hem belirsizlik ile hem de kendine zarar vererek özgürlüğünü kazanmak ile.

    bir diğer benzerlik banyo ve kan. lavabo bir anda aynı gelmişti. ve sevişmelerin ruhsuzluğu.

    sonuç olarak mis gibi bir kara mizahla buluşmuş distopya.

    --- spoiler ---

    antalya film festivali'ne de damgasını vurdu. izleyin, izlettirin.

    ayrıca ben kalp yorgos.
  • modern dünyanın ilişki kalıplarını ve toplum kurallarını acımazsızca eleştiren distopya filmi. insan ilişkileri ait yerleşik düşüncelere bir tokat niteliğinde.

    film üç farklı alanda geçiyor: bir "kırık kalpler oteli"; otelin yanı başında, tam aksi kuralların hüküm sürdüğü bir orman ve bu ikisinden görece uzakta, daha sıradan bir yaşamın hüküm sürdüğü şehir. yalnız insanlar, şehirdeki sıradan yaşama bir tehdit olarak görülüyor ve karşı cinsle "kaynaşabilecekleri" bir otele gönderiliyor. komün hayatının yaşandığı otelin kendine has katı kuralları var. bu kurallara uymayanlar acımasız bir şekilde toplumdan izole ediliyor.

    (aşağıdaki kısım filme dair "ağır" spoiler içeriyor. izlemeyenlerin okumasını tavsiye etmem)

    --- spoiler ---

    otelin en önemli kuralı; yerleştikten itibaren 45 gün içinde bir çift olmayı başaramayan bireylerin, otele kayıt esnasında kendi seçtikleri bir hayvana dönüşmeleri. açılış sahnesinde bir kadın tarafından öldürülen eşek, kuvvetle muhtemel ki otelde aradığını bulamayarak dönüşüme tabi tutulan bir insan. otelde tıpkı bir video oyununa benzeyen küçük düzenlemeler de mevcut. örneğin, her gün düzenlenen "av partileri"nde, avlayabildikleri her bir insan için ekstra bir gün bonus kazanıyor otel sakinleri. işte ana kahraman david, (bkz: colin farrell) böyle bir atmosferde filme dâhil oluyor. başarısız olması durumunda bir ıstakoza dönüşmek istediğini belirtiyor ve otele yerleşiyor. bu noktadan sonra david ve diğer otel sakinlerinin, zamana karşı yarışarak çift olabilmek için verdikleri mücadeleye, daha doğrusu ikiyüzlülüğe tanık oluyoruz. bir eş bulabilmek adına david'in, otelin en acımasız avcısı olan kadına yaranmaya çalışması, onun vahşi cinayetlerine -ki bunlardan biri otelin eski bir müşterisi, şimdi ise david'in köpeği olan abisi- göz yumması filmin vermek istediği mesajı çok net izah ediyor. benzer şekilde, david'in yakın bağ kurduğu arkadaşının (bkz: ben whishaw) kronik burun şekilde burnu kanayan bir kızı tavlamak adına burnunu belli aralıklarla duvara veya masaya vurması, maket bıçağıyla kesmesi de modern ikili ilişkilerin aşktan ziyade "katlanmak" üzerine inşa edildiğini acı bir şekilde yüzümüze çarpıyor.

    filmin ikinci bölümünde; oteldeki riyakarlığa daha fazla katlanamayan david kaçmanın bir yolunu buluyor ve ormanda yaşayan bir topluluğun arasında yerini alıyor. bu topluluk, otelden kaçanlardan yani çift olmayı reddedenlerden oluşuyor. bu "anarşist" yapının da kendine has katı kuralları var yine. oteldekinin tam aksi şekilde; çift olmak, sevmek ve sevilmek cezalandırılıyor bu toplulukta. öpüştüğü tespit edilen birisinin dudağı kesiliyor örneğin. david bu topluluğun içinde birine (bkz: rachel weisz) aşık oluyor ancak bu kez de -oteldekinin aksine- "sevmiyormuş gibi" davranmaya zorlanıyor. "miyopluk" aşıkların ortak özelliği olarak bir metafor olarak kullanılmış. yine, iletişim kurmanın güçlüğü karşısında iki sevgilinin kendilerine özgü bir işaret dili geliştirmeleri, aşkın engel tanımadığını ve özgünlüğünü anlatan hoş bir detay olmuş.

    topluluğun önde gelenlerinin yaptıkları şehir ziyaretlerinin birinde kendilerini aşka fazlasıyla kaptıran çiftimiz dikkatleri üzerine çekiyor ve ormana dönüşlerinde david'in sevgilisi, grubun lideri konumundaki diğer kadın tarafından kör ediliyor. sonrasında david ve sevgilisinin bu kadını alt edişini ve bir yolunu bularak şehre dönüşünü izliyoruz. kısaca, gerçek bir çift olarak "normalleşme" ve topluma entegre olma çabası denebilir buna. ancak film, bununla da yetinmeyerek etkileyici bir sonla noktayı koyuyor. kadının kör olmasıyla ortak özelliklerini kaybeden çiftten erkek olanının bir fedakarlık yapması gerekiyor. erkek kahramanı, girdikleri restoranın tuvaletinde elinde bıçakla görüyoruz en son. kadını ise masada onu beklerken. belirsizlik içeren enfes bir final. kadının david'i beklediği son saniyeler özellikle uzun tutulmuş ki izleyen herkes farklı bir tahminde bulunsun. mesela ben david'i, arkadan çekip giderken göreceğimizi düşündüm bir an.

    --- spoiler ---

    sıra dışı hikayesinin yanında müthiş bir kara mizah da barındırıyor the lobster. yılın etkileyici filmlerinden. colin farrell'in de kariyerinin en iyi performansı olabilir. (bundan emin değilim)

    edit: imla
  • batı toplumunun avrupa sineması özelinde bireyci ve postmodernist düşünce tarzının yansıması olan filmlerin bizim gibi premodern akla sahip toplumlarda cevap bulamayacağı fikrini savunagelmişimdir hep. her ne kadar herhangi bir beğeninin öznel olması ve filmi beğendim-beğenmedim noktasında ayrışmalara neden olması doğal olsa da senaryonun dayandığı distopya, bizim her gün karşılaştığımız olaylar, muhabbetler. o yüzden şaşırtıcı, etkileyici ve sarsıcı değil.

    genel olarak ise birinci bölüm ile ikinci bölümün kopuk görünüyor olması ikinci farklı ortama geçiş nedeniyle bence doğal fakat ikinci bölümden finale bağlanış olmamış.

    --- spoiler ---

    filmin 1.bölümü olarak addebileceğimiz otel sahnelerinde birbiriyle küçücük bir ortak nokta (ki gördüklerimiz de doğal ortak nokta değil, zorlama ve kandırmaca idi. güzel.) bulan iki insanın otel ahalisinin de katılımıyla otel müdiresi tarafından sahneye çıkartılıp bir seremoniyle gönderilmesi sekansları bildiğin bizdeki evlilik programı sahnesi. müdire yerine koy esra erol'u, iki tane de "bir çay içelim" diyen yenice birbirini görmüş aday. aynı sahne.

    2.bölümdeki yalnızlar müfrezesindeki "sevişmece yok, flört yok. mastürbasyon serbest. akıllı olun çükünüzü keserim." kafası zaten bizim toplumdaki mahalle baskısı, cinsel özgürlük kısıtı yahut ismine ne desek diyelim bu teranenin aynısı değil mi?

    şehirde çift ya da evli olmayanlara gösterilen tutum, aile ziyaretlerinde evlilik kutsamaları keza... 30'una henüz girmiş halen bekar biri olarak memlekete gidip mahallede beni gören adamın hoş beşten sonra 2. cümlesi "ne zaman evleniyosun :)" olurken çocukluğumu bilen az muzip amcalar teyzeler, "evlen gari len! buruşup gitcen deyyus!" diye tirad geçiyor. ayrılınca anıra anıra gülüyorsun falan.

    --- spoiler ---

    farklı, bilmediğimiz bir şey anlatmıyor film. "yönetmen burada, kadın-erkek ilişkileriyle, toplumun bireye uyguladığı baskıyı, faşizmi, şunu bunu hicvetmiş" dersen "daha geçen gün diyanet, nişanlılar birbiriyle çok sırnaşıp canımızı sıkmasın diye açıklama yaptı. sen değişik değişik ne konuşuyon" derim. yahu biz zaten o distopyanın içerisinde yaşıyoruz.
hesabın var mı? giriş yap