• bazı insanlar vardır, belirli amaçlar için dünyaya geldikleri çok açık. tom cruise gerçekten sinema için varolmuş biri.

    “tom kendini tüm kalbiyle hazırlığa verdi. bir film için bu kadar araştırma yapan bir oyuncu daha önce hiç görmemiştim. bir bilgi kütüphanesine sahipti ve inanılmaz derecede yardımcı oldu. ed ve ben her zaman birbirimize meydan okuduk, bu bizim yaratıcı ilişkimizin merkezidir, ancak başka biri tarafından benzer şekilde teşvik edilmemiz çok nadirdir. tom, yaratıcı ortaklığımızın bir parçası oldu ve inanılmaz keyifli ve ödüllendirici oldu. çok olumlu bir tavrı var ve fikirleri her zaman sağlam ve çoğu zaman ilham verici. biz senaryo üzerinde çalışırken o bizi sürekli olarak en destekleyici şekilde zorladı ve bu ruh yapım boyunca devam etti.”

    tom cruise'un hazırlığının bir kısmı, göğüs göğüse dövüş, binicilik ve çift kılıçlı eskrim içeren sahneler için aylarca süren titiz bir eğitimden oluşuyordu ve yaklaşık bir yıl boyunca her gün birkaç saat, kendini adama ve disiplinle çalışmış. çekimler öncesi iki kılıcı çok güzel idare edebilen, harika bir at binen, gerçek bir samuray olmuş.

    tom cruise sadece vücut olarak o forma girmek için sekiz ay çalışmış. “kendo [japon kılıç ustalığı], japon dövüş sanatları ve her türlü silah kullanımını öğrendim. sadece ata binmek zorunda değildim, aynı zamanda ata binerken etkili bir şekilde savaşmak zorundaydım. japonca okudum. eğitim söz konusu olduğunda, adını siz koyun, ben yaptım."

    neredeyse her sinema filmi için efsanevi bir şekilde odaklanmış ve kendini adamış olan cruise, araştırmasına ve eğitimine yapım boyunca devam etmiş. zwick, cruise'a oyuncunun kendi büyüyen kitaplığına eklemesi için japon tarihi ve kültürü üzerine birkaç kitap vermiş. çekimler arasında onu klasik iç savaş kitabı the killer angels gibi bir cilt okurken bulmak alışılmadık bir şey değildi diyor.

    “cruise, fiziksel becerilerini geliştirmek için genellikle diğer oyunculardan ve ekipten iki saat önce sete geldi. adanmışlığı, dublör kullanmadan çekilen sahnelerdi ama arkasında birden fazla rakibe karşı birkaç gece çift kılıçla dövüşmesi, cani ninja davetsiz misafirleri savuşturmak için beş gün ve bir geceye, japon yardımcısının karşısında haftalarca dövüş sanatları tatbikatlarıydı. ve son olarak iki aylık amansız savaş sahneleri.

    cruise, "başlangıçta dövüş sahnelerinde gerçekçilik elde etme konusunda endişeliydim," diyor ve projeye yüksek düzeyde fiziksel uygunlukla girerken samuray dövüş sanatlarının kendine has zorluklarına aşina olmadığını belirtiyor. esnekliğe odaklanmak ve günlük egzersizlerle ağırlık merkezini kademeli olarak düşürmek, doğal olarak akıcı hareketleri "gerginlik olmadan" gerçekleştirmesini sağladı. aslında, daha sonra cruise, nefesinin bile daha derinleştiğinden ve "vücuttan çok zihnin üzerinde daha net bir farkındalık duygusuna" sahip olduğundan bahsetti ve onu daha yoğun savaş sahnelerinin bazılarında yaralanmadan geçirmesini sağladı.

    --- spoiler ---

    -termopolideki savaşçılara ne oldu?
    +son adamına kadar öldüler! :)
    --- spoiler ---

    bu filmdeki aşk, benim diyen romantik filmlerde yoktur. bazı sahnelerde ablamız ve tom abi konuşmadan bile öyle güzel oynarlar ki içi gider insanın.

    --- spoiler ---

    kadın, kocasını öldüren bir adam veda ederken ağlayıp, geri döndüğünde gözlerinin içi gülüyor. içtenlikle özür dileyen bir düşmanın özrünü ağlayarak ve görevinizi yaptınız diyerek kabul ediyor.
    --- spoiler ---

    müzikse müzik, görüntü, senaryo, yönetmen, oyunculuk ; ne isterseniz hepsinden fazlasını bulabileceğiniz;

    hayat, adanmışlık, onur, insan olmak, hizmet, disiplin, var olmak üzerine ve savaş ve taraf olmanın anlamsızlığı üzerine müthiş bir yapım.

    savaş sahneleri herhalde tüm filmler içinde çok rahat ilk üçe oynar.

    başrol ve yan rollerdeki bir çok oyuncu metod oyunculuğun dibine vurmuşlardır. hepsine tebrik sanırım çok hafif kaçar. öyle ki; insana keşke ben de o köyde yaşayabilseydim içselliği ve duygusunu yaşatırlar insana.

    --- spoiler ---

    tom cruise'un atın üzerinde ne işim var lan burda diye gelip, evini terkeden biri gibi tokyo'ya dönmesi, dönerken düşman geldiği köy halkının neredeyse hepsinin evlerinden ve içlerinden biri gidiyormuşcasına üzüntüsü; insana çok şeyi yeniden sorgulatır.

    --- spoiler ---

    bu filmi sinemada izleyebildiyseniz, gerçekten çok şanslısınız. beyaz perdenin tüm nimetlerini kullanan bir yapım.

    --- spoiler ---

    -kılıçla öleceğim. kendimin ya da düşmanımın…
    +o halde bırak düşmanınki olsun.

    +beyazlarla da savaşacak mısın?
    -buraya gelirlerse evet!
    +neden?!
    -çünkü benim sevdiğim şeyleri yok etmeye geliyorlar.

    +babasını özlüyor.
    -ve buna ben neden olduğum için kızgın.
    +hayır :) senin ölmenden de korktuğu için üzülüyor.

    -bir insanın kaderini değiştirebileceğine inanıyor musun?
    +bana göre insan kaderi kesinleşene dek elinden geleni yapar.
    --- spoiler ---

    debe editi:

    --- spoiler ---

    - bana nasıl öldüğünü anlat!
    + size nasıl yaşadığını anlatacağım :)
    --- spoiler ---
  • 36 kez izledigim ve kendi imdb'mde 10 uzerinden 10 verdigim film.

    --- spoiler ---

    filmin tum hikayesi, oscar alamayisinin nedeni ilk sahnelerde nathan'in agzindan cikan birkac cumle.
    gecimini saglamak icin pazar yerinde silah tanitim sovu yapan alkolik eski asker nathan, sovunu basariyla tamamladiktan sonra, seyirciye tesekkur ederken silahlarla ilgili kendi dusuncelerini aktariyor:

    my thanks, on behalf of those who died in the name of better mechanical amusements and commercial opportunities.

    (daha iyi mekanik eglenceler ve ticari firsatlar ugruna olenlerin adina tesekkurlerimi sunarim.)

    bu filmi amerikan senaryosu diye yorumlayanlar bu ilk sahneleri kacirmis olmalilar.
    ki zaten film bastan sona nathan'in, kizilderili koylerine yaptiklari baskinlarla ilgili hafizasina kazinanlarla, kabuslarinda oldurulen kizilderili kadinlari, cocuklari gorup kan ter icinde uyanmasiyla, bunlari icine sindiremeyisinden olmek istemesiyle falan dolu. (katsumoto sohbet ederlerken bunlara birkac kez deginiyor, nathan'in gorduklerinden olmek istedigini ama her seferinde sansli olup olemedigini, geceleri bu yuzden kabuslar gordugunu soyluyor. bu ayriyeten son sahne icin de cok guzel bir referans sagliyor.)

    kaldi ki, amerika'da bu film o kadar bilinmiyor, tanidigim tum amerikalilar filmi benden duydu.

    filmdeki en carpici sahnelerden biri, nathan'in esir dustukten hemen sonra atin uzerinde samuray koyune ilk geldigi sahne. yarali, kendini dusmemek icin zor tutuyor. doganin guzelliginin kendi halinde gozumuze sokuldugu o sahne, savasin sonucunu ve gereksizligini, o muhtesem fonda atin uzerinde dustu dusecek yarali bir askerle anlatiyor. bu kadar kendiliginden olup bu kadar carpici bir sahne daha bilmiyorum.

    'hayatim alt ust olacak diye korkuyorsun, ne biliyorsun altinin ustunden iyi olmayacagini' diye bir laf vardir.
    bilmedigim ve korktugum herhangi bir yola baslarken, iste hep hayatin beni de nathan'i karsiladigi gibi karsilamasini istiyorum. maalesef better mechanical amusements and commercial opportunities adina, evet belki savasarak olmuyoruz ama usul usul dort duvarlarimizin arasinda kolelere donusuyoruz.

    umarim birgun yolu samuray koyune dusmus bir asker kadar sansli olabilirim.

    --- spoiler ---

    bu filmi izledikten sonra ciddi ciddi japonya'ya gitmek, japonya'da yasamak istedim.
    kyoto universitesine baktim. o donemki arastirma konuma yakin birseyler yapiyorlardi.
    hemen yazdim, birlikte calismamiz mumkun mu falan mi diye.

    emailime cevap gelmedi.

    fakat iki ay sonra falan sekreter beni cagirdi.
    'sana bir paket var, ohuyamadik' diye.
    ustunde japonca birseyler yaziyor, ben de okuyamadim.
    actim, oha, konu hakkinda kendi ellerinde ne kadar literatur, calisma vs. varsa gondermis adamlar.
    hem de bana gondermisler, paket biraz sasaali oldugu icin gumruge takilmis, sekreter de soylemisti, 'saga bi mahbuz geldi gumrukten' diye, ben de benim gumrukle ne isim olur diye terslemistim.
    paket geri gitmis.
    japonlar yilmamis bi daha gondermisler.
    gumruk 'bunun alicisi ciddi degil' diye adrese bi daha geri gondermis.
    boyle boyle uc bes kez gidip gelmis paket.
    en son gumruk, bir kitabevini aramis, kitabevi japonca yazi, bordo kadife kapli paket falan duyunca antika birsey sanip kosmus parasini odeyip almis.
    acmis birsey anlamamis tabi, usenmemis bizim bolume getirmis sekretere birakmis. 'gumrugunu biz odedik, bilime katkimiz olsun' diye de jest yapmis.

    diyemedim 'son samurayi izledim, fena halde etkisindeyim, kyotoya geleyim, o cicekleri goreyim, paketinizi de icine baklava koyup kendim getireyim'.
  • bence tom cruise en güzel filmlerinden biri olan the last samurai izlemeyeniz yoktur. bende biraz japon hayranlı olduğundan dolayı bu filmi bir kaç kez izlemişliğim vardır diyebilirim. fakat filmde geçen hikayenin gerçek bir hikayeye dayandırıldığını fazla kişi bilmez. aslında hikayemizde ki asil kaptan algren adlı karakterin aslında gerçek bir kişi olan fransız subay jules brunet'e dayanmasıdır.

    şimdi asıl hikayemize bir bakalım; japonların meiji restorasyonu döneminde yani bu döneme modernleşme çağı da diyebiliriz. bu dönemde japonya, imparator mutsuhito tarafından ilk kez kendisini dış dünyaya açmak zorunda kaldı ve japonlar abd ile kanagawa antlaşması imzalayarak, amerikan gemilerinin iki japon limanına yanaşmasına izin verdi. bu sayede amerika shimoda'da bir konsolosluk kurdu.

    bu hızlı etkileşim tabii ki japonya için bir şok oluşturdu ve sonuç olarak ulusun dünyanın geri kalanıyla birlikte modernleşmesi mi yoksa geleneksel olarak mı kalması gerektiği konusunda ikiye böldü.

    bu arada başka ülkelerde durur mu; 1866'da da fransız hükümeti, imparatorun ordusunu modernleştirmeye yardımcı olmak için japonya'ya bir grup askeri danışman göndermeye karar verdi. filmdeki hikayeden aşina olacağımız şekilde topçu okulundaki ve meksika'daki savaştaki seçkin performansı nedeniyle brunet, bu görev için biçilmiş bir kaftandı ve japon topçu birlikleri için iyi bir seçimdi.

    japonya'ya beş subay dahil on beş üyeyle gelen fransızlar*, yaklaşık bir yıl boyunca japon ordusunu eğittiler. hatta brunet japonya'dayken yüzbaşılığa bile terfi etti.

    bu arada boshin savaşı patlak verdi. savaş dört gün sürerken, shogun kuvvetleri satsuma-choshu'nun 5.000'ine karşı 15.000 adamı olmasına rağmen, filmdeki gibi modern bir ekipman kullanmadıklarından dolayı emperyal birlikler için savaş kesin bir zaferle bitti. tabii ki bu güç karşısında birçok japon feodal lordu şogun tarafından imparator tarafına geçmesine neden yol açmıştır. 1,2

    fakat bizim brunet'te de bu süre zarfında bir japon hayranlığı başlamış ve şogunluğun amirali olan enomoto takeaki ile kuzeye başkent edo'ya (günümüz tokyo'su) kaçmıştır. bir kaç çatışma ve olaydan sonra brunet ve enomoto kuzeye, hokkaido adasına kaçtı. burada kalan tokugawa liderleri, japon emperyal devletine karşı mücadelelerini sürdüren ezo cumhuriyeti'ni kurdu.

    bu noktada, brunet bir samuray gibi davranarak teslim olmayı hayatından çıkarmıştı. boshin savaşı'nın devamı niteliğinde olan hokkaido liman kentinde ki hakodate'de savaşı, tam tamına altı ay sürmüş ve bu savaşta 7.000 imparatorluk birliğine karşın, 3.000 tokugawa asisi savaşmıştır.

    fakat brunet ve yanında ki tokugawa asileri ellerinden gelenin en iyisini yaptılarsa da, ancak büyük ölçüde emperyal güçlerin teknolojik üstünlüğü nedeniyle çıktıkları bu yolda savaşı kaybetmişlerdi.

    kaybeden tarafın son samurayı olan brunet, artık japonya'da aranan bir adamdı. neyse ki, fransız savaş gemisi coëtlogon onu hokkaido'dan tam zamanında tahliye etti ve kendisini fransa'ya geri götürdü.

    bu arada japon hükümeti, brunet'in savaşta şogunluğa verdiği destekten dolayı cezalandırılmasını talep etse de, fransız hükümeti bu istek karşısında kılını kıpırdatmadı.daha sonra brunet'i prusya savaşı gibi savaşlara katıldı ve buradaki başarılarından dolayı devlet onu tümen generalliğine terfi ettirdi.

    tarih ocak 1903'te brunet, ordu rezervinde emekli olur ve uzun bir hastalık döneminden sonra 13 ağustos 1911'de fontenay-sous-bois'da ölür.

    kaynak:1,2,3
  • şahsi fikrimce gelmiş geçmiş en iyi filmlerdendir. kurgu oğlum çoğu, kendini kaptırma diyebilirsiniz. şöyle diyeyim umurumda bile olmaz. bir şeyin değeri, önemi size ne hissettirdiğiyle, ne kadar yoğun duygular yaşattığıyla ölçülmeli bence. bu film var ya bu film, kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum ama beni en çok etkileyen film diyebilirim.

    öğretileri, epikliği, farklılığı, müzikleri vs. her şeyi muhteşem. izlemediyseniz hemen izleyin. izlediyseniz yine izleyin.

    edit: imla
  • kaç kere izledim bilmiyorum. kaç kere daha izleyeceğim bilmiyorum. sinema denen sanatın büyüsünü anlamak için başlı başına yeter gibi. izlerken hissettiğim huzurun tarifi de bir benzeri de pek yok. sonu belli hayatın içinde sonsuz huzuru bulduğunu hissettiğin anlar gibi onu izlemek. sonunu bilsen de senin de kendini adadığın, sonsuza kadar sürmesini dilediğin, arayıp bulmanın geçen zamana değeceği söylenen o muhteşem çiçeğe vurulduğun, hemen yamacında bir hayat kurmaya hazır olduğun.

    ne zaman izlesem hayatımda yapmam gerekenleri hatırlıyorum sanki. ısrar etmemem gerekenleri, sırtımdan indirmem gereken fazlalıkları, çıkmam gereken yolları. reçetem gibi. bir gerçeğe aymak gibi. henüz uyamasan da elindeki derman listesini sıkıca tutman gibi. tüm varoluşsal sorularına en tılsımlı cevabı almış gibi. uzun ama dingin bir sohbetin daha başındaymışsın gibi. yetişmişsin de beklemenin duası kabul olmuş gibi. dündeki acılar, geleceğe gölge etmiyor çünkü bugünün güneşi doğmuş gibi.

    yaşamı yaşamak istiyorum. gerçekten nazım'ın dediği gibi yaşamanın ciddi bir iş olduğunu bilerek, tam da o şiirde bahsettiği gibi yaşamanın dışında ve ötesinde bir şey beklemeden. öğrenmen gerekenler için durarak, inandıkların söz konusuysa hızlanarak, yaşamın içinde kalp atışı gibi kalarak. yaşam bu kadar işte diyorum, birkaç ağaç, birkaç sevdiğin insan, bir ideal bu kadar. her şeyin ne kadar yalın olduğunu hatırlayarak zor gelenlerin zincirini çözüyorum. iki buçuk saatliğine gerçekten yaşadığımı hissediyorum. ve ben de yaşamaya niyetleniyorum. belki bir gün.
  • çok kez izledim bu filmi, kaç kere izledim bilmiyorum. sevindirir, üzer, ağlatır, ders verir, öğretir, gösterir. pek naif, pek vahşi, pek duygusal film. bazen tamamını izleyemeyeceksem, en sevdiğim sahneleri seyrediyorum. benim için neredeyse biraz mahrem olacak ama müsaadenizle bu sahnelerden birkaç tanesini, izleme sırasıyla paylaşmak isterim:

    --- spoiler ---

    1. nathan'dan bagley'e: "you want me to kill jappos? i kill jappos. you want me to kill enemies of jappos, i kill the enemies of jappos. rebs or sioux or cheyenne. for 500 bucks a month i'll kill whoever you want. but keep one thing in mind, i'd happily kill you for free.

    2."samurai come!" müthiş bir an. japon askerlerin samurai ile ilk karşılaştıkları sahne. samurai ı iliklerine kadar hisseden askerler korkuyla bekliyor ve cesur samuraylar tüm vahşetiyle geliyor: "ateşli silahlarınız ardına sığınmış adi bir savaşa değil, yok edilmeye çalışılan bir kültü yaşatmaya geliyoruz, bir ülküyle, tüm mertliğimizle geliyoruz" dercesine...

    3. katsumoto'nun nathan ile ilk tanıştığı sahnede; nathan ona "you kept me alive just to speak english, then what?" dediği an katsumoto'nun suratındaki değişim. bir insan o duyguların tümünü bir suratta ve bu kadar kısa sürede nasıl verebilir, izliyoruz.

    4. nathan'ın ujio'dan direne direne dayak yediği anlar. ve taka'nın onuru yerle yeksan olmuş sefil bir adamı acı içinde izlemesi, kocasını öldürmüş olsa da bu adamın dahi utancını yaşaması.

    5. nathan hakamayı ilk kez giydikten sonra samurayları taklit eden beceriksiz hareketler yapar. o sırada higen bulunduğu odaya girer ve onu izler. higen nathan'ı bu şekilde gördüğü için memnuniyet duyar ve adetleri olduğu üzere belinden 30-45 derece arası bir açıyla eğilerek ona artık saygıdeğer biri olduğunu ifade eder. nathan da eğilir. bilmem neden, ama en etkili birkaç sahneden biri bence.

    6. nobutada: "please forgive. to many mind."
    nathan: "to many mind?"
    nobutada: "mind the sword, mind the people watch, mind the enemy. to many mind. no mind."
    nathan: "no mind."

    7. katsumoto ve nathan'ın omura'nın askerlerine karşı sırt sırta mücadele ettiği sahne. her seferinde yeniden heyecanla izliyorum. katsumoto bu anda şiirinin sonunu tamamlar ve başka bir denizden gelen adamda rüyasındaki kaplanı ve ruhunun bir yansımasını görür.

    8. saç uzatmanın ve geleneksel kıyafetlerin yasaklanmasından sonra japon polisinin şehir meydanında nobutada'nın topuzunu kestiği sahne. canını alsa daha iyidir nobutada için, ve insanı yüreği sızlar.

    9. nathan'ın omura'nın beş adamını keskin hamlelerle devirerek "no mind" ın ve ujio'dan aldığı zorlu derslerin nasıl işe yaradığını gördüğümüz sahne. hele en sondaki sürpriz, en güzelini sona saklamışlar.

    10. tabii ki de katsumoto'yu alıp kaçırdıkları sahne.

    11. nobutada babası yaşlar içinde e müthiş bir oyunculuk sergileyerek onunla vedalaştıktan sonra yaralı bedenini kurşunlara siper eder, giderek büyür, devleşir ve bir sonsuzluğa gider gibi yığılır...

    12. katsumoto düşman kılıcı altında ölmeye karar verdikten sonra savaş hazırlığı yapılan anlar. bütün bunların içinde ujio'nun bir yelpaze ve katayla çalışma yaptığı kısacık sahne.

    13. omura'nın askerlerinin tuzağa yenik düşüp yangının içerisinde mahsur kaldıkları sahne.

    14. samurayların son defa ölüme koştukları sahne... nathan'ın bagley'i bedavaya öldürüşü.

    15. katsumoto'nun müthiş ölümü: "perfect... theyare all perfect." geride kalan askerlerin omura'yı mal gibi bırakarak yas tutar gibi secde etmeleri.

    16. imparator katsumoto için: "tell me how he died."
    nathan: "i will tell you how he lived."

    bonus: ken watanabe'nin olduğu her sahne.

    --- spoiler ---

    bir de tatlı bonus: o magojiro nedir ya, o kadar tatlı çocuk mu olur. öyle çocuğu ben yıpratarak, hırpalayarak severim ama elden bir şey gelmiyor.
  • gayet basit ve anlaşılır bir dili olmasına rağmen filmde görülen çiçeklerin sakura oldukları ve filmin sonundaki "they are all perrfectt" repliğini anlamak için sakuranın geçmişine biraz değinmek gerektiği kanısındayım. bu esnada japon gücünün ve stratejisinin sırları kitabından bu konuyla ilgili güzel bir paragraf aktarılabilir.

    "samurai, kendi yaşamını kiraz çiçeğinin yaşamına benzetmekten hoşlanırdı.dünyanın yaşam süresinde yalnız bir an yaşar, hızla çiek açarak olağanüstü bir güzelliğe dönüşür ve ardından toprağa düşerdi. samurai, kılıç tarafından öldürülmenin kendi kaderi olduğunu bilirdi. bunu kabullenirdi. yapabileceği tek şey iyi bir çaba göstermek ve iyi bir şekilde ölmekti."
  • "pizza'yı amerika'da yemekle italyan mutfağını tatmış olur musunuz?" sorusuna evet diyenlerin japon kültürünü de amerikalılardan öğrenebileceklerini düşünmelerini sağlayabilecek bir algı yanılması. (bkz: #2542671)

    - yaşadığı kötü deneyimlerle etik değerlerini ve benliğini yitirmiş üstün zeka ve yetenek sahibi alkolik amerikalı kahraman
    - kendisine ait saymadığı savaşta kendine ait değerler bulması
    - umulmadık anda liderin hayatını kurtararak yerli asiler arasında kendine yer edinmesi
    - yabancı kültüre bir video klip süresinde adaptasyon,
    - hayatı onların bakış açısından görerek ruhsal sorunlara çözüm bulması
    - bu insanlar için giderek hayatını feda etme derecesine varacak bağlılık hissetmesi
    - maddiyatçı kötü adamların sonunda belasını bulması
    - kahramanın yerli esas kızı apartması şeklinde gelişen hollywood klişelerini ve hollywood'un gişe kaygısı yüzünden etnik film yapma özürlü oluşunu bir kenara bırakıyorum.

    hikâyenin nerede geçtiği gibi unsurlar hiçbir önem taşımaksızın tarihin ve ondan çıkarılan derslerin amerikalıların ‘iyi çocuk’ görünümünde dünyayı kurtarıp her şeyin merkezine yerleşmeleri şablonuna feda edilmesi sebebiyle çocuklarımız çanakkale kıyılarında geçen tarihi olayları bile artık yalnızca brad pitt’in önünde şahane durduğu bir arka plan olarak algılıyor. bu filmde de amerikan film sektörü yine püriten ahlak değerlerinin korunması talebine karşılık veriyor. . dünya tarihinin dönüm noktalarını bu şekilde “soap opera”ya çevirmek, amerikalıların kendilerini “vazgeçilmez ulus” olarak görmelerine yardım sağlıyor.

    bu noktada yapım, tarihi konuluymuş gibi durduğuna göre öncelikle tarihi perspektiften yargılanmalıdır diye düşünüyor, aşağıdaki olguları sunuyor ve yargıyı okuyana bırakıyorum

    1) modernleşme sürecinde , yabancı uzman, eğitimci ve teknikerlerin ülke içerisindeki değişik kurum ve kuruluşlarda batı’daki gelişmiş askeri ve teknik bilgilerin japonya'ya getirilmesinde ve dolayısıyla ülke kalkınmasında görevlendirildikleri doğru olmakla birlikte eski samuraylar bu şahıslarla ters düşmeyip aksine güç ve iş birliği yapmışlardır. " dr. ahmet cihan "japonya’da modernleşmenin sosyo-ekonomik ve kültürel temelleri" adlı araştırmasında söyle yazmaktadır:
    "japonya'nın modernleşme döneminde, samuray sınıfı bu değişime karşı bulunmadı. tersine entelektüel ve yönetici bir grup olarak samurayların varlığı çok önemliydi. "19. yüzyılın ilk yarısından itibaren başlayan, 1860’larda yeni bir ivme kazanan ve 1867 gerçekleşen restorasyon sonrasında, japonya’nın geleneksel toplumdan modern olana geçiş ve dönüşüm sürecinde liderlik kabiliyetine sahip olanlar samuraylar olmuştur. bu dönemde, eski samuraylar, yabancı uzman, eğitimci ve teknikerlerin ülke içerisindeki değişik kurum ve kuruluşlarda görevlendirilmesinde, batı’daki gelişmiş askeri ve teknik bilgilerin japonya'ya getirilmesinde ve dolayısıyla ülke kalkınmasında güç ve iş birliği yapmış olduğu gibi, eğitim görmek ve araştırma yapmak üzere yurt dışına gönderilen ilk öğrencilerin büyük çoğunluğu da, aynı şekilde, samuray kökenli idi. bu nedenle, samurayların gerçek bir aksiyomun insani örneğini teşkil ettiği ve bu tür bir dönüşümde geleneksel unsurların modern şartları oluşturmada ciddi bir rol oynadığı ve anlamlı bir fonksiyon üstlendiği iddia edilebilir." http://www.tekniker.org.tr/…31&pt=konuk köşe yazarı

    2) öte yandan askeri alanda prusya ve fransız silahlı kuvvetleri model alınmış olup 1870'ler japonyasında bir amerikalı askerin danışman olarak bulunduğuna ilişkin hiç bir kayıt yoktur. (http://www.japan-guide.com/e/e2130.html) bu nedenle nathan algren karakteri tamamen kurgusaldır.

    3) japonya'nın o döneminde bir samuray isyanı mevcuttur. ancak bu isyan daha ziyade bir siyasi çıkar çatışması sonucudur. isyancı orduda komutanların birkaçı dışında zırh giyen olmadığı gibi (ayaklanmanın liderleri askeri üniformaları içindedirler) isyancı samurayların 16'ncı yy silahlarıyla savaştıkları da doğru değilidir. ellerinde enfield namlu ağzından dolma tüfekler ve toplar da dahil olmak üzere ateşli silahlar mevcuttur. ayrıca süvarileri yoktur. sadece birkaç komutan ata binmektedir. .gercek "last samurai" satsuma eyaleti lordu saigo takamori ve yandaşlarının kendilerinden 4 misli kalabalik imparator ordusuna tam 7 ay direndiği savaşın gercek tarihte nasil oldugunu ogrenmek isteyenler olursa asagidaki linklerden okuyabilirler:
    http://www.russojapanesewar.com/satsuma.html
    http://eu.wiley.com/…itle/productcd-0471705373.html

    4) film politikaya doğrudan müdahale edebilien bir imparator kurgulamaktadır. oysa ki 1870'ler japonyası'nda dönemin politik kararlarının ardında tokugawa şogunluğu'nu bir darbeyle devirerek, imparator meiji'ye makamını iade eden bir grup samuraydan oluşan bir politik grup bulunmaktaydı. bir önceki maddede belirttiğimiz saigo takamori'de bu politik grup içerisindeki samuraylardan biri iken iç anlaşmazlık neticesi yeni rejime karşı çatışma başlatmıştı.

    5) yine o dönemde tam olgunlaşmış feodal yapı içinde bir savaş lordunun ücra bir köyde sadelik ve neredeyse mahrumiyet içinde yaşam sürdürmesi söz konusu değildir. yanısıra bu savaş lordunun dul kızkardeşinin köylülerle çapa ve ev işi yapması da mümkün değildir. kocasını öldüren yabancıyı evinde konuk etmesi ve onunla yalnız kalıp konuşabilmesine kuşkuyla bakmak için japon etnoğrafyası konusunda uzman olmak da gerekmez sanırım.

    filmin hakkının verilmesi gereken artılarıni da göz ardı etmeyelim:
    1) görüntü yönetmenliği (john toll)
    2) sanat yönetmenliği (lilly kilvert)
    3) sahne tasarimi (gretchen rau)
    3) kostüm ( ngila dickson )
    4) yardımcı erkek oyuncu ( ken watanabe )

    "the last samurai", gerçekten de "en iyi sanat yönetmenliği (lilly kilwert-gretchen rau )", "en iyi kostüm ( ngila dickson )", "en iyi ses* ( andy nelson-anna behlmer-jeff wexler) " ve "en iyi yardımcı erkek oyuncu ( ken watanabe )" dallarında oscar'a aday gösterildi!.. filmin başrol oyuncusu tom cruise ise oscar adayları arasında "bulunmuyor!.."
    (bkz: 2004 oscar adaylari)
  • kiraz çiçeği'ne övgüde bulunan güzel film.

    . "kusursuz çiçek nadir bir şeydir. tüm hayatını bundan bir tane bulmak için harcasan bile hayatın boşa gitmiş sayılmaz."*
  • artık yapılmayan bir tarza sahip şahane film.

    festivaller haricinde bir derdi, duygusu, mesajı olan bir film bulmak çok zor hale geldi. artık varsa yoksa çizgi roman ve efekt, şiddet ve cinsellik. yıllarca emek verilen sanat eserleri yerini birbirini tekrar eden kar amaçlı yapımlara bıraktı.

    bir noktaya parmak basmak istiyorum. bu filmde derinliği olmayan hiçbir karakter, bütünlükten uzak hiçbir duygu yok. jolly good diyen genç, her daim sinirli olan uoji, yavşak çevirmen, suskun bodyguard, taka'nın oğlu, japon subaylar...

    taka'nın zorla gülümseyen yüzünün arkasındaki hüzün bile izleyeni etkiliyor. film boyunca klişe bir seks sahnesi bekliyorsunuz ama o kadar bakışmadan sonra sadece masum bir öpücük var. ardından yüzbaşının omzuna yaslanan ve içine doğru ağlayan bir kadın. çünkü bu bir bireyin kahramanlık hikayesi değil, kaçınılmaz olarak yitip giden nostaljinin anlatısı. aşk bile bir lüks, bir kenar motifi.

    işin dram boyutunun ötesinde bir de tarihsel sosyolojinin ilgilendiği kısmı var. reinhard bendix ve barrington moore gibi önemli akademisyenlerin toplumsal dönüşümler üzerine yaptıkları çalışmalarda diğer toplumlarla karşılaştırmalı olarak inceledikleri japon feodalizmi hakkında oldukça önemli bir portredir bu film. 'onur' kavramı üzerine kurulu geleneksel bir toplumun modernleşme esnasında ıskartaya çıkardığı, toprağa bağlı bir toplumsal sınıftır samuraylar.

    müzikleriyle, başka bir kültürü ele alışıyla, her karakterin duygusunu size ulaştırmasıyla bu film bir şaheserdir.
hesabın var mı? giriş yap