• kadrosu real madrid'in beckham'lı zidane'lı kadrosuyla boy ölçüşebilecek bir film.
  • hani ihsan oktay'ın kitaplarındaki konuyu anlatamazsınız ama '' güzel mutlaka oku'' dersiniz ya işte öyle bir film.
    anlat desen anlatamam ama tarif etsem '' tatlı'' derim.
  • absürd derecede naif bir karakter olan m. gustave h.'in her cümlesiyle izleyicileri mest ettiği filmdir. her detayı ayrı masalsı, aşağı yukarı hepsine değinilmiş tekrara düşmek istemiyorum. izleyen kimsenin pişman olacağını sanmıyorum. nitekim dünyanın en rasyonel adamı babamın bile önce bir "bu ne yea nelerin filmini yapıyor millet" dediği, ikinci yarı bitince de "her şeyin çok gerçekçi, çok ciddi olmasına gerek yok, tatlı ve eğlenceli olmuş" dediği film.

    --- spoiler ---

    filmin başında zero mustafa hikayeyi chapter chapter anlatmaya başladığında daha uzun zamanı kapsayacak zannettim. ilk yarının bitiminde olayların öyle anlatılmayacağı belli oldu ve sonra hikaye biraz ilerlemiyor gibi geldi, bir süreliğine bunu düşündürtmesini tek olumsuz yönü olarak nitelendirebilirim filmin. ama küçük detaylarıyla toparladı bence kendini. otele m. gustave'ı cinayet şüphesiyle almaya geldiğinde polisler, kendisinin "yani siz de benden şüpheleniyorsunuz" dedikten sonra yine olanca naifliğiyle açıklama yapacağını zannederken, bir anda arkasını dönüp koşarak otelin merdivenlerine kaçmasına 5 dakika filan güldüm abartısız. adam o anda bile yine naif. hapisten kaçarken o yarma tutukludan yardım alıp kendisine merdivenden inerken gülümsemesi ve defalarca teşekkür etmesi çok tatlıydı. hapishanenin avlusunda zero mustafayla birlikte aşırı panik olması gereken bir anda, parfüm hakkında dakikalarca konuşması; dağ başında askerlerden kaçmaları gerekirken, kaybettikleri için bir dakikalık saygı duruşunda bulunmaları…çok sevimli bir film haline getirmiş bütün bu detayların toplamı.
    --- spoiler ---

    iyi insan olmaya iltifat edilen güzel film. kaçırmayın.
  • olum adam adrien brody'nin burnu nu bile simetrik bir şekilde kadraja oturtmuş, resmen zirveyi görmüş. daha ötesi olamaz bence. https://pbs.twimg.com/…ia/bpjx_45cuaexhpl.jpg:large
  • gene bir içine girilesi, hep orda yaşanası türden wes anderson filmiyle karşı karşıyayız. benim için moonrise kingdom la biraz düşen çıtanın tekrar tavan yapmasını sağlamıştır wes abimizin diğer filmleri bazında.

    kadro o kadar harika ki, karakterler sahneye çıktıkça sırıtmaktan sahneyi kaçırıyor insan bazen.
    görsellik, sahnelerdeki simetri manyaklığı, filmi tek başına anlatmaya yetecek derecede olan ince ince detaylar, renklerin kaosu, artık bir klasik olan tiyatro dekoru naifliği bu filmde doruğa ulaşmış.

    müziklere ise ayrıca değinmek istiyorum çünkü gerçekten dahice. her zaman müzik seçiminde çok başarılı olan wes anderson bu kez müzikleri daha da öne çıkarmış sanki. bazı sahneler adeta dans ediyor o müzikle. hele de bir teleferik sahnesinde, kabinlerin salınış gıcırtısının müziğe eklenmesi müthişti.

    başlıkta da uzun uzun anlatılmış zaten; kısacası adam dahi beyler. genç yaşına da güvenerek daha çok fazla filmini izleyeceğimizi umuyorum. *
  • yonetmenin her sahnesinde ne yapip edip simetriyi yakaladigi bir film. kusursuz, hatta oldukca takintili bir simetri soz konusu film boyunca. cok cesitli renkler kullanilmasina ragmen yakalanan renk uyumlari da cok etkileyici. izledigim en "duzgun" film diyebilirim.

    hikayesiyle degil, estetigiyle etki ediyor insana. sinemadan cikinca fark etmeden koridorun ortasindan yuruyorsunuz falan. alttan alttan ocd veriyor bunyeye.
  • la cité des enfants perdus filminin bir sahnesinde şu replik söylenir:

    - "deniz gökyüzü gibi maviymiş. gökyüzü de güney denizleri gibi maviymiş. gökyüzünde mi yüzdüğünü yoksa denizin derinliklerinde mi uçtuğunu anlayamıyormuşsun."

    işte the grand budapest hotel aynı böyle tanımlayacağınız masal gibi bir film.
  • ne zaman bir wes anderson filmi izlesem; tüm külliyatını yeniden, teker teker izlemek gelir içimden. bu film bitti ve yine aynı his geldi buldu beni. düşündüm niye? pek saygıdeğer ya iste boyle senden naber'in de bir zamanlar dediği gibi; "anderson'dan masallar" çünkü bunlar. tekrar tekrar dinlesek de sıkılmayacağımız, ezbere bilsek de her gece duymaya can atacağımız türden masallar... her yeni filminde, en baştan alma isteği işte hep bundan.

    ralph fiennes'ın mükemmel bir şekilde can verdiği m. gustave karakteri; insanlık denilen bu barbar dünyada hala umut ışığı olduğundan dem vurur, hem de iki kere. işte bu film de; bu barbar, renksiz, kötü niyetli dünyada parlayan umut ışığı gibi. yine rengarenk. yine akıp giden. yine akıp giderken seni de alıp götüren.

    bu filmi izleyiniz, saklayınız, sonra ileride çocuklara, çocuklarınıza, içinizdeki çocuğa anlatınız...
  • wes anderson'un the royal tenenbaums ile birlikte içerik-biçim-oyuncu kadrosu bileşimini en iyi oranda tuttuğu iki filmden biri. akıp giden, izlerken bitmesini istemediğiniz, bittikten sonra kafanızda sahne sahne çevirdiğiniz filmlerden. çocukken izlediğiniz herhangi bir film gibi yani.

    --- spoiler ---

    filmdeki simetriyi adrien brody'nin burnu bozuyor.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap