• aslında buraya gelip 'efsane albüm, sevmeyen ölsün' falan diye yazıp kaçmak istedim ama vicdanım elvermedi. o yüzden, baktım tam da albüm inceleme saati olmuş, yazayım bir şeyler de bir kaç kilobyte katkım olsun.

    katatonia'nın hünerlerini sergilediği, hünerleri olmadığını sandığımız şeyleri de sergilediği, oturup ciddi ciddi hala müzik yaptıklarını, melodi ürettiklerini, bam telimize vurabildiklerini gösteren bir değişik, bir o kadar şahane 2016 albümü.

    bir zamanlar benim için 'ya güzel ama çok sürmez, sıkıcı bir gruba dönerler', 'tamam ruh halimizden ötürü çok seviyoruz ama illa ki sıçacaklar' gibi bir grup olan katatonia'nın yıllar sonra osursa dinlenecekler kategorisine yükselmesini, üstelik bunu kurbağayı yavaş yavaş kaynatarak yapmasını beklemiyordum. zaten beklesem o lafları etmez, kurbağa benzetmesini de yapmazdım. ama şimdi bir bakmışım adamlar beni kendilerine bağımlı hale getirmiş bile çoktan. ağrı kesiciye bağımlılık geliştiren kronik ağrılı hasta gibi serum içine iki ampül kırsam da şöyle bir - iki saatte yavaş yavaş gitse diye bakıyorum albüme. great cold distance'dan sonra ölmesini beklediğim gruptan çıkan albümlere bak. şu son albüme bak.

    albüm acaip bir kere. katatonia'nın en progresif albümü. şarkıların hepsi 'la bu nerden çıktı' hissiyatına sokup sokup çıkaran bölümlerin inanılmaz uyumuyla yaratılmış. siz metrobüste yer bulup oturmuşken 'kalk ben oturcam oraya' diye sizi kaldırıp yerinize oturan, ama sonra sırtınızdaki 20 kiloluk çantayı kucağına alıp üstüne sizle inanılmaz tatlı bir muhabbete tutulan müstakbel sevgiliniz kadar güzel şarkılar. ama tabii ki müstakbel sevgiliniz iki durak sonra iniyor ve içinize değişik bir hüzün çöküveriyor yine. şarkıların kompozisyonu, dinamikleri, melodilerin değişimi, geçişler şahane düşünülmüş. yani tamam, öyle her dakikası ayrı dünya olan 27 dakikalık nakaratsız şarkılardan bahsetmiyoruz ama katatonia'yı bu şekilde duymak da ayrı bir zevk.

    her şarkıda insanın beynine beynine dokunan, duygularını manipüle eden, 'beni bir daha dinle' diye gün boyu kulağına fısıldayıp duran melodilerden mutlaka var. boş geçmiyor hiç bir şarkı. yer doldurmak için orda durmuyorlar. hepsi var olmayı başarıyor. hepsi size bir şey anlatıyor. hayatımda nehir kenarında beklediğim tüm anlardan daha fazla nehir kenarında bekleme hissi yaşatan bir melodi ve 'you wait by the river' dizesiyle açılan, ardından sürükleyip götüren uzun bir açılış parçası olan takeover; poliritmik olayazan nakaratıyla uzaklara koşma isteği uyandıran serein; davul ve solo gitar ikilisinin dansettiği, insanın içine oturan nakarat sözleriyle old heart fails; gevşek bir ballad olmasına karşın vokalin gövde gösterisine dönüşen ve harika bir orta kısma sahip decima; hüzünlü bir melodiden kaotik ve görece sert bir melodi yaratıp bizi şaşırtan sanction; grubun şimdiye kadar çıkardığı en iyi şeylerden biri olan residual; sanırım ilk defa bir katatonia şarkısında kafaların senkronize şekilde gel git yapacağını göreceğimiz gotik/black havalarında serac; ta başladığı anda asla yeteri kadar dinleyemeyeceğinizi anladığınız last song before the fade; kulaklarımın saksafon beklentisine girip silik bir trompetle yetindiği, sonbaharda yağmur altında yürürken dinlenecek noir aromalı shifts; davulcunun 'ben burdayım' diyerek şarkıyı bir üst seviyeye çıkardığı değişken yapılı the night subscriber; 'çalsa da ruhumdan bir parça daha kopsa' diye beklediğim, grubun akustik albümünden kopup gelmiş gibi duran pale flag; başında çok acaip şeylerin döndüğü, vokali duyana kadar şarkı listesini kontrol ettiren, içinde çift bass davulun çılgın attığı ve sonsuza kadar çalmasını isteyeceğiniz bir epiklikle biteyazan ve albümü sonlandıran passer... hepsi tüm özgünlüğüyle, yüreğinizi daha da ağırlaştırmak için orada.

    olmuş bir albüm. yeni davulcu da eskisini aratmamış, katatonia'nın özgün davul anlayışını daha da ileri taşımış, şahane bir iş çıkarmış. 10/10
  • 33 yasimda beni vapura binsem yagmur yagsa da soyle uzaklara baka baka decima dinlesem moduna sokabilmis albumdur, yine candir
  • albümden ilk yayınladıkları old heart falls dinlerken gözlerim doluyor filan demiştim bir entry'de. albümün devamı meğer daha sakatmış. şehirler arası otobüste gözlerimden yaşlar süzülerek, burnumu çeke çeke dinledim bir şarkıyı az önce. bu ne lan, baya zamandır böyle olmamıştım ben, seyahat kafası da eklendi heralde..

    decima..

    iyi bir kulaklıkla dinledikten sonra edit: muhteşem bir prodüksiyon. şarkılar ayrı iyi, ama öyle katmanlar var ki, iyi bir ses sistemini ya da kulaklığı hak ediyor. inanılmaz bir iş. emeği geçen herkese tebrikler.
  • efsane bir albüm. uzun senelerdir katatonia dinlemiyordum, ara sıra özleyince eski albümlerine göz atardım ama o kadar. bu albüm ise kaç gündür döndür döndür gebericem dinlemekten. sanırım progresif bir adam olduğumdan katatonia'nın son hali baya sardı.
    bu adamlar nasıl seneler geçtikçe hala üzerine bir şeyler koyabiliyorlar, insan gerçekten hayret ediyor.
  • kalplerin sonbaharı. gökyüzü maviyken birdenbire kuzeyden kuzeyden gri bulut geçişleri. yaz gününde esen soğuk rüzgarlar, kaçamayacağın yağmurlar. kaçmak istemeyeceğin yağmurlar.

    böyle bir albüm. dinledikçe şekillendi, dinledikçe her bir bulutun şekli, rengi, tonu ortaya çıktı, aralarından ışık huzmeleri bile göründü. yoldan geçerken bir kere başını kaldırıp yukarı bakmakla olmaz. altında durup incelemen, o havaya maruz kalman gerek. sonunda ortaya çıkan şeyse benim için depresif bir durum değil, haz.

    hala şekillenmeye devam ediyor. her dinleyişte keşfedilecek çok şey var hala.
  • orospu çocuğu bir albümdür. old heart falls biterken decima denilen şerefsizliğin girişi bile yeterli. decima katatonia ilk 5'ime girebilecek kadar iyi bir şarkıyken geriye kalanların da enfesto oluşu bu albümü benim gözümde bir şahesere dönüştürüyor.

    başlıktaki trollü göz ardı edersek hala "eski katatoniacı" tayfalar var. kaldı ki katatonia'nın eskisinden kasıt nedir o bile muallak. brave murder day tarzı mı, yoksa last fair deal gone down tarzı mı, yoksa the great cold distance tarzı mı? hangi tarz katatonia'yı severseniz sevin hepsi için yeterince içerikleri var. the fall of hearts ise katatonia olmayı layıkıyla başaran farklı bir albüm. ha bir de tekrardan belirtelim decima büyük orospu çocukluğu.

    tanım: modern katatonia başyapıtı.
  • belki de dünyadaki en obsesif ve sıkı katatonia hayranı olarak, katatonia'nın en iyi albümünü bu vakte kadar asla seçemedim. çoğunluk tarafından beğenilmeyen son albümleri city burials'dan dance of december souls'a kadar tüm diskografiye hakimim. katatonia'nın herhangi bir albümündeki en ufak bir şarkıyı bile herhangi bir 5 saniyesinden veya şarkı sözünden ayırt edebilecek yetkinliğe sahibim. bu geceye kadar hiçbir albümünü diğerinin önüne gerçek anlamda koyamadım. hepsinin bende değeri ayrıdır. örneğin çoğunluğun takdirini kazanmış efsane albümleri brave murder day, discouraged ones veya great cold distance'ı dahi, hiç beğenilmeyen ve herkes tarafından gömülen albümleri city burials'ın önüne koyamam, yani mutlak bir eşitlikten bahsediyorum. ama dünyanın en sıkı ve obsesif katatonia hayranı olarak 3 ekim 2021 saat 00.46'da aldığım kararla the fall of hearts'ın katatonia diskografisinin en iyi albümü olduğuna kesin olarak karar verdim. kabul etmek gerekirse benim için bu fall of hearts'ın diğerlerinden 1 adım hatta 1.25 adım önde olduğu diğer 11 albümün birbiriyle yenişemediği bir kıyaslama halini aldı bugün itibarıyla.

    katatonia tarihinin en iyi albümünden en sevdiğim birkaç şarkıyı sıralamam gerekirse de oylarımı takeover ve özellikle sistere'den kullanırım. aslında katatonia'nın diğer albümleri bu albümden daha güçlü şarkılar barındırabilir. örneğin unfurl, omerta, nerve, ı break, brave, departer, follower, burn the remembrance, for my demons, ın death a song gibi klasiklerin her biri en az sistere kadar güzel şarkılardır. çoğu da sistere'nin önüne yazılır muhtemelen. ama albüm olarak bakıldığında fall of hearts'ın ustalığına, dengesine, titizliğine, duygu yoğunluğuna sahip bir albüm ne katatonia'nın diskografisinde ne de son 10 senede dinlediğim herhangi bir progresif grubun diskografisinde bulunmaktadır.
  • bonus sarkilari sunlar:

    13. vakaren
    14. sistere
    15. wide awake in quietus
  • "yılın o zamanları geliyor demek ki" dedirten katatonia albümü. havalar ne zaman şu albümün kapağındaki renge benzemeye başlasa açar günlerce ara ara dinlerim. sonbahar'ın açılış törenidir gözümde. ilginç bir şekilde katatonia'nın baştan sona sevdiğim tek albümü de budur(evet, last fair deal gone down'da bile atladığım parçalar var).

    son 5 yıldır "camdan ya da balkondan ya da vapurdan yağmuru seyrederken dinlenecek şarkılar listesi" 'nde aklıma ilk gelen parça takeover 'dır. bunu old heart falls ve pale flag takip eder.

    çoğu kişi/kritik diğer albümlerinin aksine içine girmesi daha zor demişti zamanında bunun için ancak bende en kolay açılan albümleri bu olmuştu. bunda en büyük etken albümün orta tempo parçalarında bile kendini çok derinden hissettiren melankoli. kanımca bu melankoli diğer katatonia albümlerinde ızdırap/iç sıkıntısı/hüzün/özlem formundayken bu albümde yalnızlık/nostaji gibi daha olgun bir formdadır. bu anlamda çok çok sakat bir albümdür. yalnızken, işler yolunda gitmiyorken, eskiyi özlerken ya da umutsuzken dinlemesi zordur ama yine de dinletir. haftaiçi öğleden sonra herkes işinde gücünde olduğundan arayacak kimse yokken abbasağa parkı'nda bir bankta oturup sigara içmeye benzer hisler yaşatır. yakın bir arkadaşın askere ya da şehir/yurtdışına gidişinin akşamı ya da pazar günü sevdiğin bir misafirin gidişinden sonra hissedilen yalnızlığa da benzer. (bkz: misafir sonrası yalnızlığı)

    not: bonus track'lerden sistere de muhteşemdir. keşke albümün esas listesinde olsaydı.
  • malum ortamlara düşmüş albümdür.
hesabın var mı? giriş yap