• jodie foster'ı yine daha önceki rollerinden çok da farklı olmayan sert kadın rolüyle izlediğimiz film. ama bu sefer durum biraz daha farklı. bu kez sert kadın yaşadıklarından sonra sert olmak zorunda kalan kadın hikayesiyle vücut buluyor. foster'ın filmdeki performansını ve başarısını anlatmak artık abesle iştigal. hayranlarının kesinlikle kaçırmaması gereken bir film olmuş.

    neil jordan yönetmen olarak hikaye anlatmadaki ustalığını yıllar önce vampirle görüşme ve the end of affairadlı filmleriyle bizlere göstermişti. bu filmde de artan ustalığının izlerini bulmak mümkün.

    filmin içeriğine gelince; film büyük şehirde yaşayan, * şehrini çok seven ve hatta bu şehirden fazlasıyla beslenen bir radyo programcısının dramatik hikayesi aslında, ama hikaye büyük şehrin güzellikleriyle devam edemiyor. şehrin zenginlikleri hayatının bir yanını beslerken diğer yanını yokediyor.

    --- spoiler ---
    evlenmek üzere olduğu sevgilisiyle sıradan bir akşam geçiren erica parkta dolaşırken new yorkdaki suç icracılarından latin kökenli sıkı çocukların saldırısına uğruyor. özellikle bu sahnede şiddetin bireylere uygulanışı, ve cep telefonu kamerasıyla ölümsüzleştirilişi seyirciye öyle bir sunuluyor ki, hani ağzınıza bile sürmek istemeyeceğiniz berbat bir yemeği afiyetle yemiş bulunuyorsunuz. görüntüler, ses efektleri, konuşmalar adeta yaşanan şiddetin travmasını beyninizde hissetmenizi sağlıyor. bu duygu filmin geri kalanı için gerekli ve siz bunu fazlasıyla hissediyorsunuz.
    --- spoiler ---

    sonrası erica'nın durumuna düşen herkesin yapmak isteyecekleri ve travmayı atlatmaya çalışma süreci, filmin bu bölümü de öyle usta bir anlatımla sunuluyor ki seyirciye, dozu biraz aşırıya kaçsa veya eksik kalsa filmin bütün ciddiyeti ortadan kalkabilir ama jordan ve foster -ve ayrıca dedektif mercer rolündeki terrence howardın da hakkını yememek lazım- filmi ustalıkla sürüklüyorlar.

    filmin dramatik sonu hakkında spoiler içinde bile spoiler vermek istemiyorum ama yakın zamanda benzeri şeyleri yaşamış bir insan olarak, herşeyin ve her ayrıntının kurbanların danışmanlığında şekillendirildiği hissine kapıldım.

    sonuç olarak sadece üçüncü sayfalarda okuduğunuz haberler, ne kadar mantıklı, iyi, doğru, dürüst, -kendini beladan uzak tuttuğunuz zanneden- bir insan olursanız olun, sizin de başınıza gelebilir. ve sonrasında hiçbirşey eskisi gibi olmaz diyor bu film. ben de öyle diyorum.
  • ben holivud sinemasının yöntemlerinden değil, ama daha doğrusu filmi önce tasarlarken sonra da çekerken karşılarına koydukları kavramsal izleyiciden rahatsızım. bu kişi öyle tasarlanmış ve hesaplanmış ki, yavan ya da taze, her bir etkiye tepki vermekten filmi büyük ölçekte düşünmeye ve zihinsel süreçleri ilerletmeye zaman bulamıyor olsa gerek.

    erica, vietnamlı kadının kocasına üç kurşun sıkıp birisini isabet ettirdikten sonra, hemen, attığını vuran birisine dönüşüyor. öyle böyle değil, çatır çatır kim varsa indiriyor. üzerine gelen arabanın karşısında buz gibi durup iki atışta sürücüyü haklamak için clint eastwood'un kanını taşımak lazım. demeki ki erica açısından d.h lawrence alıntısı başka bir bağlamda geçerliymiş, demek ki radyoculuk falan yalanmış ve erica'nın katil tabiatı kişiliğinin daha kıymetli ama fırsat bulamamış parçasıymış. bu bağlamda, erica'nın korku ile ilgili bahisleri ve tecrübeleri de anlatıcının işaret ettiği konumlarını kaybedip yeni anlamlar kazanmak zorundalar, zira anlatıcı, insanın elini ayağını kesen, kolunu doğrultamaz, başını yerden kaldıramaz hale getiren korkuyu hiç yaşamamış, karşısına kim çıksa hakkından geliyor, onun korku dediğine bizler ancak heyecan diyebiliriz. hem de en ender türünden bir heyecan, insanın nefesini açıyor, zihniyle bedenini temizliyor. bu tür heyecanı hakkıyla idare eden kimse insanlıktan çıkmış demektir, erica'nın içinde bir yabancı var ise de, bu yabancı kuvvetini, kuvvetinini yönünü ve kaynağını bilen, yaptıkları ile ilgili ucuz vicdan muhasebelerine ihtiyaç duymayan birisi. new york şehri bu daha yeni ve daha iyi erica ile gurur duyuyor olsa gerek.
  • 28 eylül 2007 de gösterime girecek olan aksiyon filminde jodie foster yine panic room, flightplan filmlerinde olduğu gibi mücadeleci, hulki çetin cevizoğlu kadını rolünde...erica rolündeki foster, nişanlısı öldürülüp kendisi de yaralanınca gözü dönüyor...

    filmde, lost dizisinden naveen andrews da rol alıyor.
  • yagmurlu bir ogleden sonra, elimdeki uzaktan kumandayla televizyonda aslinda ozel bir sey aramazken, bir televizyon kanalinda tekrar karsima ciksa oturup sonuna kadar tekrar seyredebilecegim guzide hollywood filmlerinden bir tanesi dahadir bana gore...
  • konu ve senaryo bir tarafa birakilip jodie foster icin izlenmesi gereken bir film.

    --- spoiler ---
    erkek arkada$ini olduren ibne'yi polis merkezinde te$hise gittiginde, akabine gordugundeki yuz ifadesi ve hafif gulumseme beni benden almi$tir. mona liza halt etmi$tir efenm bu sahnede.
    --- spoiler ---
  • metro sahnesindeki judie ablanın (teyze de denebilirdi gerçi) soğukkanlılığı beni bitirmiş film. sırf bu sahne bile isim seçimindeki isabeti göstermeye yeterli. konusuna nazaran oldukça düşük tempolu buldum filmi ama radyo programındaki bir hayli saçma metinler haricinde sıkıldığım söylenemez. bu arada judie teyzenin (düşündüm de hala abla denebilir aslında) hayatında önemli rol oynayan üç adamın sırasıyla hintli, çekik gözlü ve siyah olması da dikkat çekiciydi.
  • jodie foster'ın en kötü filmlerinden olduğu gibi, zamanında rol aldığı taxi driver'a da ana karakteri itibariyle benzemektedir. öte yandan bayağı sıkıcıdır. ayrıca mantıksızlıklarla örülmüş, bireysel adaleti öne çıkaran yapısıyla "oha!" dedirtmiştir.

    spoiler

    taxi driver: travis bickle, "şu şehri klozete atıp üstüne sifonu çekeceksin," der new york için. sonra kafayı biraz daha kırar ve ölümü hak eden kişileri öldürerek bir çocuğun kahramanı olduğunu düşünür. pezevengi öldürür ve kahraman olur. brave one da travis'e benzer bir karakteri anlatır. bireysel adaleti sağlayan bir kadını. bu kadın, sevgilisinin ölümünden sonra hak eden (acaba öyle mi?) herkese kurşun yağdırmaya başlar. travis'le diğer benzerliği ise bu cinayetlerden sonra zerre vicdan azabı çekmemesi. adeta yapılması gerekeni yapmıştır.

    bireysel adalet: kadın silah mağazasına uğrar. adam "git ruhsat al, sonra gel," der. ama kadının silaha ihtiyacı vardır. senarist hemen kadının yolunu birisiyle kesiştirir ve ona illegal yoldan silah satın aldırtır. yanlış 1.
    sonra kadın herkesi vurmaya başlar, adaleti sağlar (?). yanlış 2. haydi, öldürdüğü kişilerin çoğu pislikti ama peki ipod'u çalan o serseriler ölümü hak ediyorlar mıydı? hayır. zaten kendisi de "onları korkutmalıydım," diyor. ama işte, senarist daha başta adaletin birey tarafından sağlanmasını överek yanlış bir yola giriyor. bundan sonra karaktere "onları korkutmalıydım," dedirtmesi bir işe yaramıyor. yanlış 3: polisin suçluyu hapse attıracağına öldürtmesi. seri katil haline gelmiş kadının elini kolunu sallaya sallaya kaçması ve filmin burada bitmesi. "batman gibi kötüleri öldürmek şartıyla bireysel adaleti sağlayabilirsiniz, sağlamalısınız," mesajıyla seyirciyi salondan yollaması... bu da yanlış 4.

    mantıksızlık: kadının birden nikita kesilmesi... inandırıcılık 0. hiç silah kullanmayan kadının rambo kadar iyi atış yapabilmesi. kimsenin cinayetlere tanık olmaması. metroda cinayet işle ve sonra git, radyo programını sun. biz de yedik! dışarıya çıkmaya korkan kadının 2.gün dışarıya çıkabilmesi ve yolunun eşini öldüren bir manyakla kesişmesi. fazla zorlama olmuş.

    jodie foster'ın performansı iyi, filmin tamamı kötü.

    spoiler
  • jodie foster'ın durduk yere turnayı götünden vurduğu * bir film. ama asla vakit kaybı değil. nicole kidman için the invasion, edward norton için down in the valley, clive owen için shoot 'em up izlemek gibi bir şey işte.
  • cesur kimse, klişedir, sıradandır, beklendiktir belki... azıcık izanı olan herkes izini sürebilir, sonunu tahmin edebilir büyük bir olasılıkla... lakin filmin iki vurucu yerinde sarah mclachlan hanım kızımız öyle bir içli söyler ki her şeyin cevabını* alırsınız...
    ayrıca (bkz: #8436821)
hesabın var mı? giriş yap