• ilginç bir film noir klasiği, çünkü bir yandan esas oğlanın kokuşmuş düzene başkaldırısı olarak okunabilecekken (ve yavan bir film bu haliyle) bir yandan da kahramanın kaskafalılığının ve erdeminin çevresindekilere maliyeti olarak da okunabilir.

    değerleri uğruna fedakarlık yaptığını zannederken, asıl fedakarlığı etrafındakiler yapıyor, fakat bizimki kahramanlığı yaşamaya devam ediyor. bence film bunu bilerek yapıyor, o yüzden "mutlu son"la bitişi epey korkunç.

    --- spoiler ---

    önce intihar ile ilgili önemli bilgiler veren o hayat kadınını gerektiği kadar dinlemedi, çünkü onu ahlaksız (şantajcı) biri olarak görüyordu

    sonra formalite icabı kurbanın eşini ikinci kez sorguya çekerken, hayat kadınını resmen ispiyonladı.

    kadının işkence edilmiş cesedi bulununca kendi salaklığının pişmanlığını yaşamak yerine, dünyanın kokuşmuşluğundan iğrendi. dünya'nın pisliğine karşı duran yorgun bir savaşçıymış gibi güç almak için, feminizm-öncesi ideal ev yaşantısına döndü.

    müdürü soruşturmayı kesmesini isteyince, onun kendisini koruduğunu görmek yerine, müdüre atar yaptı.

    öldürülen kız hakkında bilgi almak için gittiği barda, barmene ağır atar yaptı, elinde kanıt olmadan.

    evine tehdit telefonu gelince, karısının güvenliğini düşüneceğine, gidip mafya babasının evinin bastı, ona atar yaptı elinde kanıt olmadan. mafya bile şaşırdı adamın bu kadar salak olduğuna.

    karısı öldürüldükten sonra, kendine yardıma gelen ortağına atar yaptı.

    karısının ölümünü soruşturma sözü veren ve onu idare etmeye çalışan polis şefini idare etmek yerine, ona da açık açık atar yaptı, rozetini kaybetti (ama silahını kaybetmedi, orası güzel kapaktı)

    gayriresmi soruşturması esnasında rastladığı ve tek derdi kendi ailesini korumak olan tamirciye uzun uzun atar yaptı, ulan insan biraz suyuna gider.

    soruşturduğu ve ağır mafya olan lee marvin karakterine barda atar yaptı, dikkatleri iyice üstüne çekti

    lee marvin'in kız arkadaşı buna pervane olunca (pervane olan 3. kadın) önce tabii ki ona da atar yaptı (ahlaksız kadın, zira yediği paraların nereden geldiğini sorgulamıyor), sonra da bildiklerini buna anlattı ve o noktadan intikam arayan kızı, intihar eden adamın karısının üstüne sürdü bilmeden. bu kadar şuursuz.

    intihar edenin karısı öldürüldü bu sayede, halbuki ölmeyi hakedecek bir şey yapmamıştı

    lee marvin'in kadını da öldü, esas oğlanın çenesini tutamamasından ötürü çıkarttığı çatışmada. yanına yaklaşıp da sağ çıkamayan 4. kadın oldu bu sayede.

    ****

    hikayenin korkunçluğu ise, esas oğlanın bunlara bakıp bir ders çıkarmaması. farkında bile değil neden olduğu yıkımın. işine kahraman olarak döndü, kendisine hayran ve tek işi kahvesini sıcak tutmak olan yalakalarıyla egosunu şişirdi ve satın alınamaz ruhunu, eğilmez duruşunu, bükülmez bileğini kullanacağı yeni maceralara yollandı.

    femme fatale olacakken fatality yemiş 4 kadın ve sıfır introspectionla aynı hataları tekrarlayacağı yeni hayatına başlayan bir hödük.

    --- spoiler ---
  • hani dedektifin karisi öldürülür, bunalima girer ve intikam yemini eder. hani dedektifin üssü komser, dedektif kurcalanmamasi gereken bir isin pesinden kosturdugunda "görevden alindin. biraz tatile cik... dinlen dostum" ceker, dedektif gururuna yediremez de silahiyla kimligini masaya firlatir, bundan böyle yalniz birey güclü birey takilir ya... iste o boktan kliselerin cikis noktalarindan biri olan bu fritz lang eserinin, kulak tirmalayici tüm bu kliselere ragmen kara film türünün basyapitlarindan, heyecan firtinasi ve bir o kadar dokunakli bir eser oldugunu söylesem, ne dersiniz?

    dersiniz ki, fritz lang'dir yapar. basrolünde glenn ford, karakterinin bastirilmis öfkesini, patlamaya hazir bomba hissiyatini ve üzüntüsünü minimal bir oyunculukla alkislanasi bir bicimde verir. the cobweb veya nefis the bad and the beautiful gibi filmlerde göz asinaligi kazandigimiz gloria grahame, bu filmle ismini imdb'den ögrenme istegi yaratir, beklenmedik temiz niyetiyle caprasik, orjinal bir femme fatale portresi cizer. ve tabii unutmamak lazim, bir de genc haliyle kötü adam rolüne dogal uyum saglayan lee marvin de var kadroda.
  • geçtiğimiz gün facebook'ta bir test yaptım. "which film noir are you?" gibi bir soruydu yanlış hatırlamıyorsam. neyse sonuca baktım, the big heat çıktı. ben film noirlerden en çok the third man ve maltese falcon'u sevdiğimden şaşırdım açıkçası. film zaten bilgisayarımda mevcuttu, hemen izlemeye koyuldum.

    açıkçası beklediğim kadar iyi çıkmadı. örneğin, geçtiğimiz gün key largo'yu izlemiştim, ikisinin de imdb puanları aynı, 8.0. ama hiç tartışmam, key largo, the big heat'ten iyi bir film. ha şu var, the big heat'in birçok uyarlaması türk sinemasında bulunduğundan ve defalarca izlediğimden, olacakları az çok biliyordum, çok beğenmemem de bunun da etkisi var. esas adam dave bannion'ı, bizim sinemamızda da komiser murat vb. adlarla cüneyt arkın, kadir inanır defalarca oynadı.

    ortalamanın bayağı üzerinde, gayet iyi bir film fakat daha fazlası değil. izlemeyi düşünenler hiç düşünmeden izleyebilirler... ayrıca gloria grahame'ın canlandırdığı debby marsh adlı karakter, filmin ilk yarısında bence bayağı iyiydi. o şarkı söylemeler, salaklıklar, istenildiği gibiydi.

    unutmadan yazayım, filmin sonlarında kötü adamlar adamın kızını kaçıracaklardı, ama o sahneyi hiç göstermediler. yani gelirler, evde bizim polisin tanıdıkları olduğu için geri dönerler vs. ama yoktu... nasıl atlamışlar bilemiyorum.

    son olarak, elit sözlük yazarlarına teessüflerimi bildiriyorum yine. 4 tane entry var, biri zaten her baba filme entry giren caponsever. dandik bi 2009 yapımı filme 500 tane entry giriyorlar ama... popüler kültür böyle bir şey olsa gerek.
  • lang'ın amerika'da çektiği en muhteşem film budur muhtemelen.

    hollywood’da sansür mekanizmaları yüzünden umumiyetle ima edilen, sezdirilen, kimi küçük aşk oyunlarıyla geçiştirilen cinsellik film noir anlatılarıyla kozasından çıkmaya başlamıştır. ama kozasından çıkanın sadece normal kadın-erkek ilişkisi olduğu anlaşılmamalı! bu filmde adeta pandora'nın lanetli kutusu açılır ki ortada umut namına da hiçbir şey yok gibidir! salt iki sahneyi işaret etmek yeterlidir:

    lee marvin'in fokurdayan kahveyi sevgilisinin suratına fırlattığı ve hiçbir korku filminin yapamadığını yapan unutulmaz sahne ve kumar oynarken bir kadının elinde sigara söndürdüğü sadistik sahne. işte kozasından çıkan ifrit: kadınlarla arası iyi olmayan ama sırf çevresine erkeksi görünmek için onlarla vakit geçiren bastırılmış eşcinsel erkeğin sado-mazoşist serencamı.

    80’li yıllardan başlayarak erotik imaj ve göstergeler natürel, üstelik olanca yoğunluğuyla perdeye yansımaya başlamıştır. bu dönemde ve sonrasında çekilen birçok hollywood filmi çıplaklığı doğal akışı içerisinde sergilemeye çalışacaktır. ne ki imaların ve metaforlar sisteminin geri çekilip düpedüz göstermenin meşru kılındığı postmodern cilalı zamanlarda kara filmin altın çağı halen bir güneş gibi ışıldamaktadır. the big heat de onlardan biridir.
  • evvala dedektifin karısını oynayan kadın, jocelyn brando dur..meşhur marlon brando nun kızkardeşi.

    film hakkında bazı olumsuz şeyler duymuş olupta fazla bir şey beklemeden izlemeye başlamama rağmen, filmin ortalarında ister istemez büyük beklentiler içine girmiştim...
    çünkü çok iyi başlayıp devam ediyor ve üstüne fritz lang ismide eklenince insanın büyük beklentiler içine girmesi kaçınılmaz.filmin sadece sonları pek sağlam değil.bu da milleti hafiften hayal kırıklığına uğratabiliyor. o yüzden burada film hakkında olumsuz şeyler yazılmış.ama yine de film noir tutkunlarının seve seve izleyebileceği bir filmdir.

    bu sitede en çok da filmdeki klişelere takılmış millet...türk sinemasında çok örneğini görmüşler falan.bu film 1953 tarihli ve o dönemde polis teşkilatının mafya babalarının oyuncağı olduğu eleştirilerinin en cesur örneğini sergilemiş,bir nevi arkasından gelen onlarca hoolywood ve türk filmlerine öncü olmuştur..sonradan çok örneği olmuş çakmaları türemişse bu filmi klişe değersiz bi film mi yapar?

    son söz; belki sonları tatmin etmese da sağlam bi film noir örneği.kara film tutkunlarına önerilir
  • ne kadar az bilinirse o kadar değerlenecekmiş gibi, şahaneliğinden bahsetmekten özenle imtina ettiğim, film noir'ların en hası, paşası. bir m bir fury ve hatta bir metropolis abide gibi orda dururken, en iyi fritz lang desem çok mu ayıp olur?
  • geleceğin dirty harrylerini oluşturan film.

    --- spoiler ---

    filmin en ilginç tarafı türünün diğer örneklerinde erkekler bir femme fatalein yanında bulunduğu için ölürken, bu filmde kahramanımızın yakınındaki herkes ölür. bizim adam bir nevi femme fataledir aslında.

    --- spoiler ---
  • william p. mcgivern’in ilk olarak the saturday evening post dergisinde yayınlanan ardından romanlaştırdığı hikayesinden uyarlanan the big heat, polis kurumu içerisindeki yozlaşmayı ve bu kurum içerisinde dürüst kalmaya çalışan bir dedektifin hikayesini anlatıyor.

    fritz lang yönetmen koltuğunda ustalığını konuşturmuş gerçekten. dönemin çok popüler film-noir janrını kullanarak ortaya sağlam bir polisiye çıkartmış. filmde glenn ford’un canlandırdığı polis karakterinin aile yaşantısı ve mesleğine olan ahlaki bağlılığı güzel işlenmiş ancak kötü tarafta olan lagana karakterinin ise aynı ölçüde çok iyi işlenmediğini düşünüyorum. film bu anlamda biraz tek boyutlu ilerliyor. daha detaylı ve ince bir senaryo bu filmin değerini daha da artırırdı.

    oldukça genç bir lee marvin’i de gördüğümüz film, sonrasında başta dirty harry olmak üzere bir çok vigilante türündeki polisiyelere de ilham kaynağı olmuş ve önemli kara film klasiklerinden biri haline gelmiştir.
    8/10
  • fritz lang imzalı kara film.filmde ahlaki belirsizlik hakim.lang, yozlaşmaya karşı adaleti sağlamak için çabalamalıyız fakat bu uğurda verdiğimiz kayıplar ne olacak sorusunu önümüze bırakır ve uzaklaşır
  • filmdeki güvenlik güçlerini övme kısmı beni çok rahatsız etmedi. hatta dedektifin ailesi ile mutlu bir portre çizmesi, yeri geldiğinde eşine mutfakta yardım etmesi hoşuma bile gitti diyebilirim. sonuçta film baş kahramanımızla empati kurmamızı sağlarken; polis teşkilatının kirli yüzünü göstermeyi ihmal etmiyor. ancak film dedektifin o trajik olayı yaşamasının ardından birden senaryo bazında ivme kaybetmeye başlıyor.

    --- spoiler ---
    o çok sevdiği eşinin ölümünün ardından üzüntüsüne şahit olamıyoruz. peki neden? film bu konudaki eksikliğini finale saklıyor. bu bağlamda da biraz zorlama bir şey ortaya çıkıyor. tabi dedektifin olayları kaba kuvvetle çözmeye çalışması da işin tuzu biberi...
    --- spoiler ---

    filmden sonra ise elinizde kalan en önemli şey; bir fahişenin gururuyla asla oynamayın oluyor. bu bağlamda gloria grahame filmin femme fatale kontejanını gayet başarılı bir şekilde doldurmuş diyebilirim. ancak iş film noir' e gelince türünün diğer öncülerinin yanında biraz sönük kalmakta... bu filmin yaklaşım tarzıyla hemen hemen aynı yapıda olan the untouchables, çok daha iyi bir film.

    sonuç olarak, gilda gibi orta karar bir suç filmi izlemek isteyenler pişman olmaz diyorum ve 10 üzerinden 7 veriyorum.
hesabın var mı? giriş yap