• bu akşam star 2'de yayımlanacak olan 1946 yapımı bir film.öğrendiğimize göre 7 dalda oscar kazanmış ve savaştan sonra binlerce askerin sivil yaşama uyum sağlama çabalarını anlatıyor.filmin bir önemli özelliği ise tek bir savaş sahnesi göstermeden savaşın insanlar üzerindeki yıkımını başarıyla veriyor olması.
  • izlenmesi gerekli filmlerden bir tanesi kanımca. yalnız belirtildiği gibi süresi 2 saat 42 dakika, rengi siyah-beyaz. savaş filmi deniliyor ama savaş sekansları beklenmesin. savaş sahnelerine yer vermeden de savaş karşıtı, savaşın askerler üzerindeki etkisi işlenebiliyor. bunu başaran nadir filmlerden bir tanesi hayatımızın en güzel yılları. yerli isminden de anlaşılacağı üzere hayatlarının en güzel yıllarını japon kovalayarak geçiren, tanık olmadık olay bırakmayan üç gazinin öyküsü anlatılır. fred eşiyle yeni evlenmiş birisi. tam eşini tanıyacakken savaş başlıyor ve orduya çağrılıyor. savaştan ruhu yaralanmış olarak dönüyor. al, oğlu ve kızının büyümelerine tanık olamıyor. onun da psikolojisi bozulmuş. adını unuttuğum son kişi ise ellerini kaybetmiş olarak dönüyor ana kucağına. işte bu üç gazinin savaştan sonraki ruh durumlarına eğiliyor usta yönetmen william wyler. bu karakterlerin hikayelerini acıtasyona kaçmadan anlatmayı başarıyor. yer yer komik, yer yer duygusal bir film ortaya koyuyor. wyler aynı zamanda işsizliğe de değiniyor. ailenin önemi de işleniyor zaman zaman. tabi aşk olmazsa olmaz. üç karakterin ilişkilerine de uzunca bir süre değiniliyor. sonuçta etkileyici bir film karşımızdaki. tam anlamıyla bir klasik. wyler sinemasının en önemli örneklerinden bir tanesi.

    filmde haliyle milliyetçilik de mevcut ama pek rahatsız etmiyor, zaten wyler milliyetçiliğe sadece bir kaç sahnede değiniyor. daha çok savaş travmasına değiniyor usta yönetmen. ne yazık ki eski filmlerin çoğunda olduğu gibi bu filmde de müzik bir türlü susmuyor. buna bir türlü alışamadım, gitti.
    ve son not. çağdaş amerikan edebiyatının en önemli isimlerinden paul auster'ın yazdığı sunset park'ın neredeyse tamamında bu filme değinilir. her bölümde farklı bir karakterle ilgili düşünceler irdelenir.

    ayrıca belirtmek isterim. filmi ilk kez izledikten sonra (yani bu entriyi girdiğim tarihte) filmin bir sahnesi kafamı kurcalamaya devam etti. o da bar sahnesiydi. fred'in çalıştırdığı bir bara bir müşteri gelir. elindeki gazeteyi okurken amerika'nın vatandaşlarını kandırdığını, bu savaşa girmemeleri gerektiğini, askerlerin boşuna öldüğünü belirtir. bunu duyan fred bu adama girişir. milliyetçi damarına basmıştır adam. daha doğrusu wyler öyle yapmıştır. adamı fred'e dövdürtmesi ile wyler'ın gerçek düşüncelerini öğrenmiş oluyoruz. sonra biraz araştırınca kendisinin de savaşı destekleyenler arasında olduğunu öğreniyoruz ve bu sahnedeki tavrına şaşırmıyoruz ama bir süre sonra filmden soğuyoruz. çünkü yönetmen buraya kadar anlattığı hiçbir şeyde samimi değil miydi sorusu kafamızı kurcalamaya başlıyor. keşke bu sahneye yer vermeseydi wyler. böylelikle bu çok sağlam filmini lekelememiş olurdu.
  • yukarıda da tekrar tekrar yazıldığı gibi savaş sonrası eve dönen askerlerin hayatlarına kaldıkları yerden devam etme mücadelelerini konu alan film en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu dahil aldığı tüm oscarları sonuna kadar hak ediyor. en azından ben çok beğedim.

    al, savaştan önce hali vakti yerinde ve çok da iyi bir eşi olan bir aile babası. ordudan döndükten sonra ama ufak çapta bir alkol sorunu yaşıyor. aslında savaş kahramanı olan ama bunu anlatmaktan hoşlanmayan fred savaştan kısa bir süre önce evlendiği eşinin yanına dönüyor ama eşi oldukça flörtöz ve para düşkünü bir kadın olduğundan ve fred'in de düzgün bir işi olmadığından büyük sorunlar yaşıyorlar. en fenası ise savaşta ellerini kaybetmiş ve iki eli yerine kanca kullanan homer eve döndüğünde nişanlısının, ailesinin ve diğer insanların kendisine acımalarından korktuğundan sivil hayattaki herkese mesafeli duruyor. al karacı, fred havacı ve homer ise denizci. inanmayacaksınız ama 3 saate yakın bir film olmasına rağmen bir çırpıda izledim.

    en iyi erkek ve en iyi yardımcı erkek ödüllerini almış film ama bence filmdeki 4 kadın da (al'in eşi milly, kızı peggy, fred'in eşi marie ve homer'ın nişanlısı wilma) kusursuzdu. milly mükemmel bir eş, marie mükemmel bir iğrenç kadın, peggy mükemmel bir genç kadın ve wilma ise mükemmel bir aşık kadın karakterleriydi. anne milly'e de kızı peggy'e de hayran kaldım. anasına bak kızını al. bu arada homer'ın kız kardeşi veleti de ayrıca bir anmak gerek.

    homer karakterini canlandıran harold russellgerçek hayatta da savaş sırasında ellerini kaybetmiş bir gazi. yönetmen kendisini duyunca filminde oynamasını istemiş ve sonuç olarak harold russell aynı karakterden iki farklı oscar kazanan tek oyuncu olmuş: bu filmdeki rolüyle en iyi yardımcı erkek oscarı'nın yanı sıra "tüm gazilere ilham kaynağı" onur ödülünü de almış.

    filmin bir çok sahnesini çok beğendim. hatta bazı yerlerinde lafa karıştığım, bazı yerlerinde üzüldüğüm hatta bazı yerlerinde kahkaha attığım bile oldu.

    --- spoiler ---

    peggy ile olan her sahneyi gerçekten sevdim ama işte annesi de müthişti:) yalnız wilma'nın homer'ı yatırdığı sahne ayrı güzel. bu arada homer'ın kız kardeşi ve minik kediye benzer arkadaşlarının homer ile wilma'yı izlemeleri ama homer'ın kancalarını izlediklerini düşündüğü için bağırması ama sonra kardeşin durumun öyle olmadığını anlatırkenki ağlaması. of.

    ama işte asıl o kadar küçük bir sahne bana filmi çok sevdirdi ki bu sahneyi anmasam olmaz. o kadar küçük bir detay ki videosunu falan bulmam imkansız, yoktur herhalde videosu o yüzden yalnızca yazacağım:

    al ile milly odalarında katıldıkları akşam yemeği hakkında konuşurlarken kapı çalar ve içeri kızları peggy girer. peggy girerken al'in su içmesi ve mimikleri müthiştir. o sırada milly kızına akşamının nasıl geçtiğini sorar, peggy "pek iyi değildi" derken al bir dudak hareketi yapar ve söze karışır:

    -ah what's all this, children's hour?

    bunu der ve geğirir ve peggy öyle bir bakış atar ki babasına... sonrasında al:

    -i beg your pardon

    der. o kadar doğaldır ki bu sahne belki de senaryoda yoktur. böyle bir doğallığı ne kadar zorlasan da yakalayamazsın. çok çok samimi.

    --- spoiler ---
  • (bkz: butch's place)
  • senaryosu sağlam fakat mesajı güdük filmdir.burada yazıldığı gibi film savaş karşıtı falan değildir.daha çok gazilerimize, askerlerimize yeterli değeri vermiyoruz, çok ayıp ediyoruz filmidir.

    --- spoiler ---

    filmdeki akışa göre sırasıyla gidersek, yukarıda söylediğimle ilgili iki belirgin örnek verilebilir.

    bankacı olan elemanın, bir eski askere kefilsiz, teminatsız kredi vermesinden hemen sonra çağrıldığı yemekte yaptığı konuşmada, ironik bir dille çalıştığı bankanın kendisine çok şey kattığını, bir ekonomi adamı olarak şirketinden öğrendiği şeyleri askeri sahada da kullandığını, komutanının kendisine bir tepeyi göstererek, ''sen ve müfrezen bu tepeyi alacaksınız''emrini, ''bu operasyonun riskleri var, yeterli güvencemiz yok''gibi bankacı salvolarıyla geçiştirdiğini bir özeleştiri şeklinde anlatır ve risk almadıkları ve savaşmadıkları için savaşı kaybettiklerini söyler.sonrasında ülkesinin de, çalıştığı şirketin de risk alması gerektiğini söyleyerek ve vatanperver eşinin gözlerini yaşartarak konuşmasını bitirir.

    ikincisi, ellerini kaybetmiş gazimizin yine kendisi gibi asker olan arkadaşının servis ettiği dondurmaları yerken muhabbet etmeye başladığı adamın kendisine, amerikanın bu savaşa sebepsiz girdiğini, daha doğrusu yurttaşlarına yalan söyleyerek girdiğini(ki kastettiği kuvvetle muhtemel pearl harbor provakasyonu)insanların ölümlerine ve sakat kalmalarına sebep olduğunu söyleyen adama, başroldeki karizmatik abimiz yumruklarıyla müdahele eder.

    takdir edersiniz ki, ne savaş karşıtı adamın, yüzbaşının attığı yumruklarla terbiye edilmesi ne de çavuşun yaptığı savaşı güzelleyen konuşma bir antimilitarist filmde karşımıza çıkmasını bekleyeceğimiz türden şeyler değildir.binanaleyh bu film bir antimilitarist film değildir.

    --- spoiler ---
  • üç ana karakterin (al, fred, homer) savaştaki rütbeleriyle, sivil yaşamdaki sosyal statülerinin ters orantılı olması dikkat çekiciydi. kasıtlı mı yapılmış, william wyler birşeyler mi anlatmaya çalışmış çözemedim, malum festival* filmlerinde ara yok ve film 171 dakika.
    e haliyle (bkz: nikotin krizi).
  • hayatta bazı küçük sürprizler ne güzel.* mesela az evvel şu entriyle (bkz: #107017980) beraber 6 sene önceki yaşadığım evin salonunda, gecenin bi vakti geçirdiğim üç saatlik zaman dilimine gittim. evet, bu film tamı tamına 3 saat! ikinci dünya savaşının o soğuk enkazını sırtlamaya çalışan üç tane yaralı insanın, bu yaralarını aileleriyle, arkadaşlarıyla veya kendi kendilerine bir şekilde sarma çabalarını hayret ve takdirle izlemiştim. 6 sene, unutmak için belki çok müsait bir süre olabilir fakat işte filmde peggy'nin sabah erkenden kahvaltı hazırladığı ve sonrasında mutfakta geçen uzunca bir sekansı nedense silmemiş aklımdan. sahnenin bir özelliği de yoktu aslında ama ne bileyim, hâlâ hatırlarım.

    geçen sene jacob's ladder'i izlemiştim. apayrı konuları var, biliyorum. hatta kimisi ilginç de bulacak belki ama sanki bu ikisi arasında görünmeyen bir hat var. ikisinde de savaşın yıkıntılarını, onu yaşayanların gözünden çok acı ve çok gerçekçi bir şekilde görüyoruz. biri 1946'da 2.dünya savaşıyla bunu anlatmış, diğeri 1990'da vietnam savaşıyla. takvimler çok farklı fakat hissedilen duygular, yaşanan dram ne kadar da aynı.
  • frederic marchin en iyi erkek oyuncu oscar'ını aldigi film olmustur.william wyler da big country ile birlikte ustuste iki yıl en iyi yonetmen odulunu kazanmıstır.

    bu sene festivalde de gosterilecek olan film,savas oncesi sivil yasamda sıradan bireyler olan al,fred ve homer isimli 3 savas gazisinin eve donus gunlerini anlatır.sulugoz,abartı dramatize edilmis pek cok savas sonrasi filmin aksine oldukca olculu bir anlatımla yeri geldiginde gulduren(hatta kahkahlara bogan),yeri geldiginde oldukca duygulandıran bir yapıya sahiptir. yine de o donemin uzun uzun bakismalari,oda icinde bos bos dolasma hastaligi film suresinin 3 saati asmasina sebep olmus kanımca.gene de tıpkı all about eve,how green was my valley gibi gorulmesi sart olan bir hollywood klasigidir.

    bir de filmdeki kadın karakterlerinin konuskan,duygulu coollugunu bugunku filmlerde bile gormek zor.ozellikle cavus stephenson'ın karısı rolundeki oyuncunun oyle bir yuz ifadesi var ki filmin 2.saatine kadar hep bir hinlik pesinde oldugunu dusundurtuyor.
  • kesinlikle izlenmesi gereken bir filmdir. bilmeyeni epey çoktur. savaşın asker üzerindeki etkisini ve toplumdaki ayrışmaları çok naif bir biçimde güzelce kurulan dostluklarla anlatır.
  • paul auster'in son romanı sunset park'ta karakterlerden alice bergstrom 2. dünya savaşı hakkında bir tez yazar tezin bir kısmı bu film hakkındadır. romanda auster alice aracılığıyla filmle ilgili harika tespitler yapar...filmi çocukken izlemiş olma ihtimalim çok yüksek ama hemen yeniden izlemek gerekir....
hesabın var mı? giriş yap