• hacı bektaş veli'ye ve mevlana'ya yakıştırılan bir hikayedir:

    bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi birşey yapmış olmak için bunu hacı bektaş veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. o zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.

    durumu hacı bektaş veli'ye anlatır ve hacı bektaş veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. bunun üzerine adam mevlevi dergahına gider ve aynı durumu mevlana'ya anlatır mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. adam aynı şeyi hacı bektaş veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve mevlana'ya bunun sebebini sorar. mevlana şöyle der:
    - biz bir karga isek hacı bektaş veli bir şahin gidir. öyle her leşe konmaz. o yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

    adam üşenmez kalkar hacı bektaş dergahı'na gider ve hacı bektaş veli'ye, mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de hacı bektaş veli'ye sorar. hacı bektaş da şöyle der:
    - bizim gönlümüz bir su birikintisi ise mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

    not: bu menkibeleri anlatmaktan maksat sözlüğü saatli maarif takvimi'ne çevirmek değil tevazu kavramını kendi kültürümüzden bir örnekle daha iyi açıklamaktır. zaten bu yaşanmış bir olay değil halkın bir yakıştırmasıdır ve geleneğimizdeki tevazu anlayışının inceliğini gösterir.
  • tevazu denilen letafet, bir dağın tepeymiş gibi davranmasıdır.
    ve dağ bilir; böyle davranmak onu alçaltmaz, yüceliğinden hiçbir şey kaybettirmez. çünkü o; hiç değişmeden, bulunduğu yeri koruyan ve başı bulutlara değmesine rağmen ayakları yere sağlam basan koca bir dağdır. değişmez.
    oysa tepe öfkeli ve huzursuzdur. kendini sevmez, gölgesine bile düşmandır. sürekli kendinden yüksekte olanlara öykünür durur, elinden bir şey gelmeyince de alıp başını gitmek ister. ama bunu da yapamaz. içinde bulunduğu, şahane manzaranın tadını çıkarmak dururken, o ne yerini beğenir, ne de kendini...

    heybetli dağlar bize ilham versin, mutsuz tepelere özenmeyelim...
  • kariyer yalanına inananların "enayilik" olarak değerlendirdikleri, insanı insan yapan erdemlerden biri.
  • kendisiyle ciddi sorunlarım var..

    kendisine ulaşmak değil köpeğim etmek istiyorum.. zira bu kavram altında gizli bir riya da barındırır.. kokusunu alabiliyorum o riyanın..

    -"aman ne mütevazı adam"

    yok..!

    aradığım bu değil..

    toprak olmak söz ettiğim.. aslını hiç araştırmadım ama, hz. pîr'e* isnad edilen sözdeki gibi "tevazuda toprak gibi ol" lafzındaki de değil..

    bildiğin nötr..

    toprak olmak.. verene almam, alana vermem demeksizin.. haydut, zahit, masum, zalim ayırmaksızın.. riyadan arınmak için tek geçer akçe kendini aradan çekmekse, bunun sonu zaten toprak olmaktan geçiyor.. bunu hissediyorum..

    ve fakat..

    ve fakat..

    ve ne yazık ki..

    bu maksat için ömür tüketmeme, çalışmama, bunun için onca terke ve onca hoşgeldin'e rağmen hala yanımda birileri haddi aşınca nabzım hızlanıyor..

    bana karşı bir şey yapmalarına gerek yok.. bana yapsalar bu kadar koymaz belki..

    hani şu cool tavırlar vardır ya.. küçük dünyaları ben yarattım, buraları yedim bitirdim, en çok ben bilirim, kimseyi takmam ezerim..

    bildiğin gözlerim kararıyor.. lafın gelişi değil.. gerçekten tansiyonum düşüyor.. nefes alış verişim düzensizleşiyor.. gözleri bir noktaya kilitleyip geçmesini bekliyorum.. hayır bir insanın canını yakmış da değilim şu yaşıma kadar.. ama bu herifi boğabilirim.. üstelik benle hiçbir derdi de yok garibimin.. ama kanına ekmek doğrasan kinim geçmez..

    hani toprak oluyordun..?

    he canım he..
  • kişiyi yücelten en büyük erdemdir zannımca...mütevazi insanları çok severim misal boliç...

    spiker: boliç bugün çok iyi oynadın
    boliç : bien biilmem, bien yok , iyii yok taekım eyi...
  • iki ucu boklu değnek bir haslet. fazlası da noksanı da hızlıca kibre çıkıyor ve bu da doğrusu eza veriyor. bazen beni yakinen tanıyan hakiki ahbabın, 'yeter la bokunu çıkarma tevazunun' diye takıldığı vaki oluyor; gerçi şimdi bunu böyle söylemek de gönle gam, kasavet veriyor. halbuki çoğunca olan, tevazu göstermekten ziyade sıkılganlığı dışa vurmak. sonuçta yaşamak denen zanaat bana kalırsa son kertede sıkıcı olmakla, 'who gives a shit'lere meze olmak zorunda kalmakla malul bir durum. hele de çoğu insan aslında kendi hikayesini mihver belleyip kendini ve hikayesini teyit, takdir ve tazim ettirecek fırsatları yaratmaya gayret ederken, bilemiyorum görmeyen gözlere, duymayacak kulaklara neyi sunmak için çaba sarf etmeli ki?

    amma işte bazı anlar oluyor, bu çabayı sarf etmenin, yanisi kendini ve yapıp ettiklerini, üstesinden geldiklerini, yaptığın katkıları ve işte üzerinde konuşmaktan utandığın, sıkıldığın şeyleri aslında görünür kılmanın ne kadar elzem olduğunu insan fark ediyor. zira senin aslında tevazu olsun diye değil sıkılganlığından yaptığın mütevazılıklar sonunda suskunluğunu gerçek, seni de yok sayıyor bazı dalyarak insanlar. elhamdülillah bugünü de boş geçmedik güzelim dalyarak kelimesini kullanmadan. allah tüm dalyaraklardan razı olsun.
  • kul, tıpkı bir ayna gibidir. onda tecelli eden ışık veya renkler güneşten yansıma yoluyla gelir. bu yüzden ayna herhangi bir fazilet iddiasında bulunamaz. aynanın vazifesi yalnızca ışığın üzerine yansımasına engel olan kirlerden ve paslardan kendini arındırmaktır. o da bir şey yapmak değil, bilakis yapmamak, uzak durmak, gölge etmemek, kötülükten şerden el çekmektir.

    ne zamanki şuur aynamız kendini çarpık, bozuk, illetli yapılanmasından kurtarır, o zaman güneş tüm haşmetiyle ona akseder. ayna pırıl pırıl hale gelir.

    bu nedenle hiçbir ayna(kul) diğerine karşı üstünlük iddiasında bulunamaz. bir çöpçü ile cumhurbaşkanı arasında kul olmak hasebiyle fark yoktur. bildiğimiz anlamda rütbe ve hiyerarşi ancak dünyevi ve ego kaynaklı bir sıralamadır.

    bu noktada tevazunun hakikati ortaya çıkar. tevazu ancak kişinin egosunu yani tüm karanlıkların ve şerlerin özünü terk etmesi ve güneşe yer açmasından ibarettir. egosunu terk etmeye yol bulamamış bir kimsenin tevazu tavrı göstermesi sadece bir şovdur. hatta sair insanları etkilemek için yapılan bir tür yaltaklanma ve kendi içinde de gizli bir kibirdir. böyle kimse hem zelil hem de sefihtir.

    siz siz olun, asla tevazu şov yapmayın. insanlara karşı daima saygılı ve ölçülü olmak, laubalilikten kaçınmak ve dürüst ve normal(içinde yaşadığımız toplumun standartı) davranmak yeterlidir.

    gerçekten mütevazi olan kimse, egosunu aşmış olan kimsedir; gerisi boş iştir. egosunu aşmış ve böylelikle güneşi kalbine misafir etmiş olan kimse, kibirli bile davransa, o kibir değildir; ancak kibriyadır. diğerinde ise mütaziyi oynayan egodur ki, ego kibrin katılaşmış, vücut bulmuş halidir.
  • büyüklerde büyüklüğün işaretidir.

    biraz nadide bir çiçek gibidir günümüzde. belki de nesli tükenmekte olan bir haslet...

    hz. ali'ye atfedilen bir sözle ifade edecek olursak, "insanlar arasında insanlardan bir insan olmak"tır tevazu.

    pratikteki en güzel uygulamasını peygamber (sav) sergilemiştir. öyle ki, peygamber'in bulunduğu bir topluluğa dışarıdan gelen birisi ilk bakışta kimin peygamber olduğunu anlayamaz; bazıları hz. ebu bekir'i selamlardı peygamber diye. ayrı bir taht, ayrı bir kıyafet, ayrı bir tavır veya kibir olmayınca ayırt etmek de haliyle zorlaşıyordu.

    bir başka seferinde ise bir gün mescid'de cemaate hurma dağıtmaktadır efendimiz. o anda şehir dışından birisi, peygamber'i görmeye gelir. mescid'e girince de sorar "bu topluluğun efendisi kim?" diye. cevap ise, o anda hurma dağıtmakla meşgul olan peygamber'den gelir:

    - "bu topluluğun efendisi ona hizmet edendir," der.

    yani tevriyeli ve veciz bir anlatımla, hem adamın aradığı kişinin kendisi olduğunu ifade eder, hem de bir toplumun veya topluluğun efendisi olmak için ona hizmet etmenin şart olduğunu söyler kendisinden sonra geleceklere.

    övünecek "dil" bile o'na aitken, gurura kapılmak tuhaf hakikaten...
  • nedense artık salaklıkla ya da eziklikle eşdeğer tutulan olgu. benimse ulasmaya calıstıgım mertebe.
  • velayet/evliyalık/tasavvuf yolunda olmazsa olmazlardandır. kişi bu yolda ilerledikçe kendini daha çok kusurlu ve günahkar olarak görmeye başlar. kendini böyle gördüğü için başkalarının günahlarını görmeye fırsat dahi bulamaz.

    bakın imam-ı rabbani gibi tasavvufta zirve bir şahsiyet kendini nasıl tarif ediyor:

    "sözünün eri olan mürîd şöyledir ki, sol omuzundaki melek, yirmi sene içinde, yazacak birşey bulmaz. bu kusûrları çok olan fakir, kendimi iyi anlıyorum ki, sağ omzumdaki melek, yirmi seneden beri, yazacak bir iyilik bulamamışdır. allahü teâlâ biliyor ki, bu sözü gösteriş olarak söylemiyorum. içimden geleni söylüyorum. yine iyi anlıyorum ki, firenk kâfiri, kendimden kat kat dahâ iyidir. eğer sorsalar, cevâbını verebilirim. yine iyi anlıyorum ki, hatâlarla, kusûrlarla çevrilmişim ve günâhlarımın altında ezilmişim. yaptığım ibâdetleri, iyilikleri, sol omzumdaki melek yazsa, yeridir. sol omuzumdaki melek, hep yazmakdadır. sağ omzumdaki ise işsiz, boş durmakdadır. sağdaki amel defterim bomboştur. soldaki ise, dolu ve simsiyâh olmuş. ümîdim yalnız allahın rahmetindedir. ancak onun mağfiretine sığınıyorum.

    yâ rabbî! mağfiretin, benim günâhlarımdan dahâ genişdir. rahmetin amelimden dahâ ümîd vericidir."
hesabın var mı? giriş yap