• 21 eylül 1986 ankaragücü beşiktaş maçında top hakeme çarpıp gol olmuş ve beşiktaş mağlup olmuştu ve o sezon beşiktaş 1 puan farkla şampiyonluğu kaçırmıştı. yani o gol olmasa şampiyondu. maçın hakemi ahmet akçay o maçtan sonra yaşadığı bir anıyı anlattı az önce bir programda.
    süleyman seba, maçtan sonra ahmet akçay'ı arıyor ve "hocam biz seni biliyoruz. bu senin ve bizim yaşadığımız bir talihsizlik oldu. bu aralar canını sıkarlar, bir kaç gün gazete falan okuma. kendini de üzme" diyor.
    hani şu "beşiktaşlı duruşu diyip duruyorsunuz. nedir lan bu duruş?" diye soranlar var ya. onlara bir örnek olsun isterim.

    edit: yıllar sonra videosunu buldum. buyrunuz efendim. https://youtu.be/bvyzaieabxm
  • "büyük başkan" sıfatını layıkıyla taşıyan belki son adam. kendisiyle ilgili naçizane bir anımı paylaşmak isterim.

    mecidiyeköy'den kabataş istikametine doğru yoldayım. otobüs gümüşsuyu yokuşundan inerken itü'nün önünde şöför frene asılıyor. meğer süleyman seba yol kenarında karşıdan karşıya geçmek üzere bekliyormuş. şöför tanıyınca durup yol verdi. seba başkan geçerken dönüp başıyla selam verdi, gülümsedi. boyu posu, koltuk altı çantası, pantolonu gömleğiyle tam bir eski istanbul beyefendisi. otobüste bütün yolcularda bir kıpırdanma, neredeyse kalkıp esas duruşa geçeceğiz.

    böyle de güzel bir adamdı, nur içinde yatsın.
  • 80'li yılların sonunda öğrendiğim efsane başkan.

    1988 ya da 1989 yıllındaydık. artık haftasonları babamın işyerine kendim gidebiliyordum. babam daha erken gidiyordu haliyle ve sabah saat on-onbir gibi eve telefon edip; anneme, kalkıp kalkmadığımı kahvaltı yapıp yapmadığımı soruyordu. eğer hala uyanmadıysam, kaldırılmam gerekiyordu. çizgi filmler biter bitmez annem, babamın çalıştığı bankaya gönderirdi beni.

    o kadar yavaştan giderdim ki, çocukluğun verdiği akılla mümkün olduğunca geç varmayı planlardım. tabi vardığımda azarım hazırdı, bunu biliyordum. bankada babam çalışırken çoğu zaman yaramazlık yapamazdım. hele ay sonuna ya da yıl sonuna denk gelen günler ise gürültü bile yapmam yasaktı. o zamanlar iş yerinde başka memur amcalar da olabiliyordu zaten. babamın amacı da buydu; babama göre bütün gün sokaklarda yaramazlık yapıp, serseri gibi dolaşağıma, çalışma disiplini edinmem gerekiyordu. o yüzden bugün bile ofiste tek başıma kaldığımda hemen o yılları hatırlarım. sadece çalışan vantiloatör-klima'nın sesi ve hafiften çalan müzik.

    işte bu 8 yaşındaki yaramaz için ofis hayatı, hayal gücüne bağlı olarak değişkenlik göstermekteydi. bazen babam dışarı çıktığında dört saattir meraktan ölüp elime almak için heyecanla beklediğim bir ofis malzemesine heyecanla sarılır ve bir gözüm kapıda bir gözüm de bu elimdeki ilginç malzemede olduğu halde bir çocuk merakıyla ve tedirginliğiyle sağını solunu kurcalardım. bu malzemeler çoğu zaman, faks makinesi, şeritli hesap makinesi, gülle gibi kalın kağıtları delebilen ve oldukça ağır olan özel presli delgeç makinesi, kocaman dev, haliyle iki elimle anca tutabildiğim tel zımba makinesi gibi son derece yaratıcı ve merak uyandıran makina ve cihazlardı. şeritli hesap makinesine dokunmam kesinlikle yasaktı çünkü üzerinde babamın yaptığı hesaplar varsa ve ben de bir tuşa bastığımda hesap karışırsa yandığımın göstergesiydi. eskiden bu cihazı kurcaladğımda, söylemeye korkardım. ancak bir keresinde saatlerce çalışmadan sonra hesabın yanlış çıktığını gören babam benim oynadığımı farkedince, kulaklar erimişti. o yüzden eğer merakıma yenilip hesap makinesi ile oynarsam kesinlikle hangi tuşa bastığımı söylerdim babama. yoksa aynı hesabı babam gece geç saatlere kadar tekrar yapardı ve ben de onun yanında ceza olarak kalırdım. faks makinesine bazen faks gelsin diye saatlerce beklediğim de olurdu. faks makinesi çaldığında cevap sinyalinin nasıl verileceğini öğrenmiş ve artık hafta sonları bu görevi ben almıştım.

    gene bir hafta sonu babam hava almak için dışarı çıkmış ben de ofis malzemeleri ile her zamanki birliktelik mesaime başlamıştım. tel zımba makinesini boşalana kadar basmış ve tam yerine koymuştum ki babam içeri girmişti. yarım saatlik bir çalışmadan sonra elindeki dekont öbeğini zımbalaması gerekiyordu. içini yeni doldurduğu telleri olduğu halde zımba makinesina bastı, bir çocuğa göre oldukça güçlü baba elleriyle. ama nafile, zımba bitmişti. bu sahneyi çok iyi hatırlıyorum babam çaktırmadan bana bakıp gülümsemişti. ben de sanki olanlardan bihabermiş gibi sağa sola şapşalca bakıyor numarası yapıyordum ki, babamla göz göze geldim: "oğlum ne zaman boşalttın bunu gene, daha yeni doldurdum" demesiyle "gel buraya" diye hafiften çıkışması bir oldu. çaresiz kulaklar gene eriyecek diye düşünürken, babamın vicdanına bırakarak kendimi yanına gittim. masasının önündeki sandalyeye oturttu beni. bu daha kötü oldu çünkü kulakların karşılığından gene özgür kalabilirdim. ancak bu sefer tam önünde oturuyordum ve bu hiç bir yere kıpırdayamayacağım anlamına geliyordu. bir süre bu sessiz ve sıkıcı bekleyişten sonra şeritli hesap makinasıdan başını bana doğru kaldırdı ve peş peşe sormaya başladı. duraksamadan cevap vermem gerektiğini biliyordum...

    -beşiktaşın kalecisini söyle bakayım.
    -zalad
    -forvetlerimizi say hemen, çabuk!
    -metin, ali, feyyaz.
    -en çok gol atan hangisi?
    -feyyaz uçar.
    -orta sahayı söyle bakayım.
    -şifo mehmet, atom karınca rıza
    -metin'e ne diyoruz?
    -sarı fırtına
    -recep'e ne diyoruz?
    -takoz recep.
    -teknik direktörümüz kim?
    -gordon milye (milne'yi bir türlü söyleyemezdim)
    -başkanımız kim peki?
    -...

    donup kalmıştım. belki daha önce söylemişti kaç sefer, ama hatırlayamıyordum. şeritli hesap makinesini kırsam her halde kaşlarını bu kadar çatmazdı babam. bir daha sorduğumda "süleyman seba diyeceksin. efsane başkanımız süleyman seba diyeceksin" diye azarladı güzelce. sonra beşiktaş sınavına kaldığı yerden devam etti.

    -bir stad tezahüratımızı söyle bakayım.
    -bir-ki-üç gol yetmez... diye başladığımda çoktan "fanta"m çaycıya ısmarlanmıştı.

    işte bu güzel anının hatırına seni unutamam "efsane başkan sülayman seba". babamdan bana hatıra/miras kalan beşiktaş"ın efsane başkanısın sen. "süleyman seba" adı geçince pala bıyıklı, kalın paltolu babamın bir arkadaşı diye canlanırdı gözümde hayalin. çünkü babam çok önemsiyordu, çok seviyordu seni. ruhun şad olsun. benim için babama çok selam söyle, 100. yılda sokaklarda sabaha kadar dolaştığımızı anlat... asla "ahmet dursun, seba gitsin" diye bağırmadığımı da söyle yoksa çok kızar bana.
  • 37 yaşındayım, bir damla gözyaşı borcum vardı sana, onu da bu gece döktüm başkanım.
  • hani ailede çocuklara tutacağı takımla ilgili anlamsız bir baskı vardır ya, enişten ister ki a takımlı olasın, dayın ister ki b takımlı olasın, bana da vurmuştu çocukluğumda. rüzgar nereden eserse oraya eğilirsin ya kimseyi kırmamak için, öyleydim ben de. bu nereye gitsem değişmedi. 8 yaşımdayken kendi hayatımla ilgili sadece bana ait olan ilk kararı vererek beşiktaşlı olmayı seçtim. çünkü beşiktaş farklıydı. kavganın dövüşün dışındaydı. başka takım taraftarları birbirlerini yerdi ama herkes başka görürdü beşiktaş'ı. ben beşiktaş'ı kazandığı kupadan, şampiyonluktan değil bu farklılığından ötürü sevdim. benim gibi de onlarca insan olduğuna inanıyorum.

    aradan bu kadar sene geçince görebiliyorum ki benim jenerasyonumda beşiktaş'ı "farklı" kılan süleyman seba'dır. bilmiyorum yetişirken saray görgülü halası ve eniştesinin yanında olamasından mıdır ama terbiyesi -kendisi defolun kelimesini aktarmadan önce bile afedersiniz der-, haysiyeti, karizması ile pırıl pırıl bir adamdır süleyman seba. veda ederken söylediği gibi 97 yıllık camianın 57 senesinde bilfiil, ondan sonraki 13 yılındaysa gönlüyle hep vardır. her ne kadar önce kabul etmese, "beşiktaş'ın tek onursal başkanı hakkı kaptan'dır" dese de beşiktaş'ın ikinci onursal başkanı olmuştur rahmetliyle birlikte. 22 kupalık sportif başarı bir kenara, 1 nisan 1984'ten o kara 13 şubat 2000 gününe kadar beşiktaş'ın başında kalmış, kulübü pislikten, çamurdan uzak tutmuş bir adamdır. sağolsunlar son 10 senelik dönemde gelen basiretsizler yüzünden çolun çocuğun ağzına düşürülen "beşiktaşlı duruşu" o ve onun gibiler sayesinde var olmuştur.

    "1984 yılında huzurlarınıza hangi heyecan ve duygularla geldiysem, bugün de huzurlarınızda aynı heyecan ve duygularla başım dik, gönlüm rahat ve huzur içerisinde sizlere veda ediyorum."

    nazarımda, memlekette süleyman seba kadar güzel adam yok denecek kadar azdır.

    sevinmek için sevmedik! allah sizi başımızdan eksik etmesin büyük başkan, biz bu kulubü siz ve sizin gibiler sayesinde sevdik. geç de olsa doğum gününüz kutlu olsun. hoşlanmazsınız biliyorum ama ellerinizden öpüyorum.
  • x kişisi henüz 24 yaşlarında bir gençtir. babadan atadan sağlam fenerbahçelidir. büyükçe bir şirkette muhasebeci olarak çalışmaktadır. şirkette çalışan bjk üyeleri aralarında para toplamışlardır ve kulübe yardım - aidat mahiyetine ileteceklerdir. şirket'in en yaşlı beşiktaşlısı herkesin saygı duyduğu ağabey dediği kişisi parayı bir zarfa koyarak (evet eft mefhumu henüz yoktur o dönem) şirketin en küçüğüne vererek (kıdem olayı) yakında bulunan bjk kulüp binasına götürmesini ve parayı seba'nın sekreterne bırakmasını rica eder. x kişisi yola çıkar. kulüp binasına gelir. kapıda ki görevliye meramını anlatır. görevli seba'nın makamının olduğu kata kadar kendisine eşlik eder. sekreterin önündeki bekleme koltuklarına oturtur. x kişisi bir an önce zarfı bırakıp kaçma niyetindedir. zira karnı çok acıkmıştır. birazdan seba'nın sekreteri başkanın odasından çıkar. göz göze gelinir. x kişisi yerinden kalkar meramını sekreter'e de anlatır. sekreter zarfı almaz. kapıyı çalar ve seba'nın odasına girer. çıkınca x kişisine odayı göstererek ''buyrun der''. x kişisi heyecanlanır. kem küm eder, ama içeri girer. kendisinden neredeyse 35 yaş büyük bir adam'ın, bjk başkanının, hepsinden öte süleyman sebanın karşısında, elinde içinde üç kuruş para olan bir zarfla durmaktadır. başkan koltuğundan kalkar. kibarca ceketini ilikler ''hoşgeldin delikanlı'' der. x kişisinin elini sıkar. koltuğa oturtur. çay kahve sorar, istemeyince yemek sorar. israr eder. çay'a razı eder. x kişisi nereden ve neden geldiğini söyler. başkan teşekkür eder. telefonla sekreteri çağırtır makbuz kestirir. x kişisi zarfı sekretere teslim etmiştir. müsade ister. fakat başkan bırakmaz. ve neredeyse yarım saat kendisiyle sohbet eder. sohbet boyunca takım taklavat işleri pek konuşulmaz. hayat konuşulur, memleket konuşulur. süleyman seba sohbet bitiminde ayağa kalkar. x kişisinin elini sıkar. ve odasının kapısına kadar değil. binanın kapısına kadar ona eşlik eder.
    saygı adamıdır süleyman seba. bir ekoldür. bjk'da değil türkiye spor tarihinde özel bir yeri olan adamdır.
  • içi kıpır kıpır 40 bin kişiyi tek bir hareketi ile susturabilen ve kendinden utandırabilen en beyefendi büyük başkandır.

    deli dolu olduğum zamanlardı.
    inönü stadındaydık.
    oturduğum yerden süleyman seba'yı görebiliyordum.
    yanında metin aşık vardı.

    birden bire 40 bin kişi
    metin ,
    aşık,
    söyle sen kimsin,
    seba'nın bıyıkları götüne girsin diye bağırmaya başladık.

    çok mutluyduk
    ne güzel tezahürat bulmuştuk lan.
    çok matraktık biz, süper alemdik.
    bıraksalar doksan dakika boyunca aralıksız anırabilirdik.

    ilk tezahürat biter bitmez süleyman seba, işaret parmağını dudağına götürerek "sus" işareti yaptı.
    orada bulunan 40 bin kişi bir anda sustu. stadı bir anda sessizlik kapladı.

    allah rahmet eylesin büyük başkan...

    buradan gecikmiş özrümü sayın metin aşık'a iletmeyi bir borç bilirim.
  • ıstanbul'a 1990ların sonunda gelmiş idim. sanırdım ki sokaklarda her gün bir ünlü ile karşılaşacağım.

    karşılaşmadım.

    ta ki 98'in yazında namlı kebap'ta mezelerin önünde tabağı tepeleme doldururken arkamda sabırla bekleyen adamı fark edene dek.

    artık nasıl doldurduysam dakikalar sonra yerime yönelecek iken arkamdaki amca "evladım bir zeytinyağlı dolma eksik kaldı, ağlamasın sonra onu da al" dedi gülümseyerek.

    bir döndüm ki seba başkan.

    uyyy

    ne diyeceğimi bilemedim. nasıl hitap edeceğimi... bir de heyecan bastı.

    "başkanım, onu da 2. sortide alırım, bu maç öncesi ısınma, antrenman." deyiverdim.

    gülüştük..

    yerime oturdum. rakı geldi. doldurdum kadehi ve masasına gidip, şerefine kadeh kaldırdım. o da kaldırdı. gene gülümsedi.

    sarılıp bir de elini öpeydim keşke..

    bu büyük adam benim gençlik fobim beşiktaş'ın efsane başkanı idi. ne gariptir ki ergenliğimi bana zindan eden o takımın o başkanına karşı hissettiğim yegane duygu hürmet ve de saygı idi.

    beşiktaş'a gıpta etmemin ve beşiktaş'ı bi parça kıskanmamın belki de tek sebebiydi.

    ne metin'leri, ne ali ne de feyyaz'ları.

    sadece seba'larıydı. büyük başkanları süleyman seba'larıydı.

    nur içinde yat büyük başkan. huzur içinde uyu büyük insan...
    seni hepimiz çok sevdik...
  • sandalyede oturan kendisi ile resim çektirmek için eğilen şahsıma, ''beşiktaşlı eğilmez'' diyerek eğilmeme izin vermeyen büyük başkan.

    o sözden sonra afallayıp o resimde hayatımın en sikko bakışlarından birini atmışımdır.
  • arsenal'e soyleyin besiktas'in kaybedecek bir seyi kalmadi!
hesabın var mı? giriş yap