• duygusal, empati yeteneği yüksek, zeki ve yetenekli bir insan. şarkı sözlerinden ve yaptığı müzikten anlaşılıyor bu ama kendisi hakkında genellikle böyle yorumlar yapılıyor zaten. solo çalışmaları ve porcupine tree ile yaptığı çalışmalar ayrı ayrı dinlenesi şarkılardan oluşuyor. ayrıca canlı izleme fırsatım da olduğu için şanslı hissediyorum kendimi.

    onun hakkında öğrendikçe hayranlığım da artıyor açıkçası. örneğin; isveç'in progresif metal grubu opeth'in bazı albümlerinde yapımcı olduğunu, daha az bilinen diğer no-man, storm corrosion, bass communion ve blackfield gibi gruplar için söz yazarlığı ve beste yaptığını, baş gitarist veya solist olduğunu, müzik endüstrisinde yoğun bir şekilde sahne arkasında çalıştığını ve jethro tull, tears for fears ve king crimson gibi çok sayıda grubun albümlerinin yeniden düzenlenmesinden sorumlu olduğunu öğrenmek şaşırtıyor insanı. gerçekten çok yetenekli bir müzisyen. umarım uzun yaşar ve üretir hep.

    en çok dinlediğim steven wilson şarkılarından bazıları;

    procupine tree/anesthetize; uzun bir yolculuk ama her seferinde çıkmak istersin o yolculuğa.

    steven wilson, drive home; hüzünlü, duygusal ve çok güzel bir şarkı, klibi ile birlikte izleyin derim.

    steven wilson, the day before you came; en güzel abba cover'ı.
  • kendileri progresif rock camiasının sezen aksu'sudur. bu önermeyi geçerli kılabilmek adına grup grup, albüm albüm irdeleyerek gidebiliriz:

    king crimson

    red (2009 yılında yayımlanan albümün mix'i ve yayımlanmayan bonus track'lerin mix'lerinden kendileri sorumludur.)
    in the court of the crimson king (an observation by king crimson) (2009 yılında yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    lizard (2009'da yayımlanan albümün mix'inden [stereo / 5.1] kendileri sorumludur.)
    in the wake of poseidon (2010'da yayımlanan albümün mix'inden [stereo / 5.1] kendileri sorumludur.)
    island (2010'da yayımlanan albümün mix'i [stereo / 5.1] ve derleme işlerinden kendileri sorumludur.)
    starless and bible black (2011'de yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    discipline (2011'de yayımlanan albümün mix'i [stereo / 5.1] ve derleme işlerinden kendileri sorumludur.)
    larks' tongues in aspic (2012'de yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.
    beat (2016'da yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    three of a perfect pair (2016'da yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)

    jethro tull

    aqualung (2011'de yayımlanan albümün mix'i ve liner note'larından kendileri sorumludur.)
    thick as a brick (2012'de yayımlanan albümün mix'inden [stereo / 5.1] kendileri sorumludur.)
    benefit (2013'de yayımlanan albümün mix'inden [stereo / 5.1] kendileri sorumludur.)
    a passion play (2014'te yayımlanan albümün mix'inden [stereo / 5.1] kendileri sorumludur.)
    war child (2014'te yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    minstrel in the gallery (2015'te yayınlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    too old to rock 'n' roll: too young to die! (2015'te yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    stand up (2016'da yayımlanan albümün mix'inden [stereo / 5.1] kendileri sorumludur.)
    songs from the wood (2017'de yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    heavy horses (2018'de yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    this was (2018'de yayımlanan albümün mix'i [stereo / surround sound] ve associated recording'lerin mix'inden kendileri sorumludur.)
    stormwatch (2019'da yayımlanan albüm ve associated recording'lerin mix'inden kendileri sorumludur.)
    a (2021'de yayımlanan albümün mix'inden [stereo / surround sound] kendileri sorumludur.)

    emerson lake and palmer

    emerson, lake & palmer (2012'de yayımlanan albümün mix'inden [stereo / 5.1] kendileri sorumludur.)
    tarkus (2012'de yayımlanan albümün mix'inden [stereo / 5.1] kendileri sorumludur.)

    gentle giant

    the power and the glory (2014'de yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    octopus (2015'te yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    three piece suite (2017'de yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)
    free hand (2021'de yayımlanan albümün mix'inden kendileri sorumludur.)

    etiyle ve sütüyle, daha fazla steven wilson dlc'si için: steven wilson, the complete discography
  • resmi sitesinden diskografisini indirmek istediğinizde karşınıza şöyle bir not çıkar:

    "on this page you can download my document "the complete sw discography" (pdf file). the discography will be constantly extended and updated, but therefore i need your contribution: if you know a record with contributions from sw, which is not listed in my sw discography, please send me all relevant infos and, if it is possible, a scan of the cover. also any comments, suggestions and other tips are welcome."

    yani ne diyor abimiz:

    o kadar çok kişi/grupla çalışma yaptım ki, diskografide yer almamasına rağmen, üzerinde benim ismimin geçtiği bir kayıt albüm neyin görürseniz, haber edin.

    müzik nerdü olmak böyle bir şey demek..

    (bkz: http://www.voyage-pt.de/swdisco.html)
  • bir porcupine tree konseri oncesi kendisiyle tanisma serefine ulasmis oldugum cok yetenekli bir muzisyen ve olaganustu bir insan. kendisiyle sohbetimiz esnasinda bize bunca yillik muzisyen oldugu halde stairway to heaven'i calmayi bilmedigini bunun nedenini de kendini gitaristten once muzisyen ve composer olarak gormesi oldugunu belirtti. hatta bununla da kalmayip, sirf gitarin agirlikta oldugu hizli sololarin havada ucustugu muzikten hic hazetmedigini, david gilmour'un bir notasini petrucci'nin kirk notasina degismeyecegini eklemeyi de ihmal etmedi.
  • 2 mayıs 2012 gecesi tilburg'da sahneden istanbul'a teşekkür etmiş, selam göndermiş müzisyendir türkiye'den geldiğimi söylediğimde (edit: söylemek değil, en önden bağırdım 'hey! i came all this way from turkey! please do come to istanbul!' şeklinde ve herkes duydu tabii. steven selam gönderdikten sonra artık coğrafya kısmını geçtiysek şarkılarıma dönebilirim sanırım diyerek devam etti, çünkü benden önce şu şehirden geldim/buradan geldim diyenler oldu. ben de bitch please edasında atladım).

    canlı canlı izleme şansını elde ettiğime hala inanamıyorum, hala rüya gibi. o günden beri albümleri zor dinliyorum live istercesine. steven, 2. solo projesindeki turne ekibiyle müthiş uyum sağlamış. özellikle marco minnemann'la çalışmaları çok mutluluk verici. birinci ağızdan öğrendiğime göre marco steven'ın şarkılarını 1-2 yıl öncesine kadar hiç bilmiyormuş bile. bu da şaşırtıcı bir bilgi. buna rağmen yıllardır birlikte çalışırcasına uyumlular.

    konsere gelecek olursak şarkı listesiyle birlikte:

    önümüzde koskocaman, şeffaf bir perde var (bu durumda bu tül mü oluyor?). konser yerine geldiğinizde bass communion şarkılarını duyuyorsunuz, şeffaf gri perdeye yansıtılan görüntüler var, lasse hoile'nin çektiği görüntüler bunlar. şarkıların ambient doğası steven'ın dünyasına davet eder gibi. ve tek tek gelmeye başlıyor grup üyeleri.

    no twilight within the courts of the sun çalınıyor, sonra şu şekilde devam ediyor liste:
    steven mikrofon ayarlarıyla oynanmış-ses kalınlaştırılmış bir şekilde "i'm a collector" diyerek söze başlıyor, buradan hangi şarkının çalınacağını anlıyoruz.
    index

    güzel bir piyano solo dinliyoruz. derken o muhteşem şarkının muhteşem introsu duyuluyor ve
    deform to form a star

    steven eline akustik gitarını alıyor... beni hep en heyecanlandıran şarkılardan birini çalmaya hazırlanıyor.
    sectarian

    ilk 4 şarkı boyunca söz konusu perde inmemiş oluyor, perdenin arkasından izliyoruz grubu görüntüler eşliğinde. ve derken sectarian'ın sonunda perde düşüveriyor. hayal edin o anki atmosferi*

    setlist'e dönersek şöyle devam ediyor:

    ağlatacak derecede duygusal, aynı zamanda da tatlı bir şarkı...
    postcard theo travis'ten süper doğaçlamalar da duyduk şarkının normal gidişatındaki flütlerin yanında.

    ve en çok beklediğim şarkı! grace for drowning'in genel karakterini en güzel yansıtan...
    remainder the black dog
    bu şarkının artık albüm kaydını dinleyemiyorum. ve bu grupla öyle bir uyum sağlamışlar ki... sanki çalalı aylar değil de yıllar olmuş gibi bütünleşmişler. bence bu şarkı en can alıcı noktaydı bunu görmek için. grubun enerjisi, uyumu, güzelliği direkt ortaya çıktı iyice.

    ve insurgentes albümüne dönüyoruz.
    harmony korine basçı nick beggs'in back vokallerde aştığına iyice tanık oluyoruz burada.

    insurgentes albümünden bir şarkı yine ki ben bu şarkının setlist'e alınacağını hiç tahmin bile etmemiştim. öyle mutlu oldum ki...
    abandoner bu şarkıda chapman stick kullanıldığını gözlerimle görmüş oldum, yalnızca bunda değil, birçok şarkıda çaldı nick bu enstrümanı. ve şarkının son kısmında marco minnemann'dan süper bir drum solo dinledik.
    like dust i have cleared from my eye

    ve üçüncü solo albümde yer alacağı açıklanan şarkı çalınıyor, turne ekibiyle yapılmış, müthiş ötesi bir şarkı:
    luminol (bkz: 28547032)
    bu şarkıyla birlikte üçüncü solo albüm heyecanım arttı. zira yaratıcılık beklemediğim kadar yüksek.

    sonra,

    no part of me

    derken steven upuzun bir şarkı çalacağız diyerek işareti veriyor, 23 dakikalık bir performansla:
    raider ii

    en baş steven ayrılıyor sahneden şarkının sonuna doğru, sonra da diğer üyeler gitmeye başlıyor tek tek en son nick ve marco kalacak şekilde. biz de kalakalıyoruz. fakat boş sahneye prs gitarı getirilince anlıyoruz ki bitmedi.

    geri geliyorlar ve son olarak get all you deserve çalınıyor.

    steven, insurgentes'te gördüğümüz gaz maskesini takıyor. şarkı sona erince seyirci selamlanıyor, klasik baget atma aktivitesi sırasında marco benim olduğum yere doğru gelip bagetlerinden birini bana atmaya çalışıyor (buraya kadar gayet resmi bir anlatımım vardı halbuki).
    derken önüme atılan hollandalı bir kız kapıyor bageti. sonra bakıyorum marco'ya, marco eğiliyor, elleriyle bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor "i'm sorry" diyor dudaklarını okuduğumda, "sana atmaya çalıştım" şeklinde işaret yapıyor (sonra başka işaretleşme ve anlaşmalar da oldu). o an anlıyorum ki konser boyunca şarkıların yanında başka müthiş bir şey daha yaşamışım. en öndeydim, bas ve davulun hizasında. marco bana doğru gülümsüyordu arada, şüpheliydim bana gülüp gülmediğinden konser sırasında, ama ben de ona gülümseyip durdum her gülüşünde. sonra da emin oldum bu olayla birlikte müthiş bir etkileşim olduğundan. velhasıl bana bir baget borcu var* hemen elimdeki fotoğraf makinesini gösterdim, tamam dedi ve sahneden ayrıldılar. ben de kulise geçmek üzere koştum, fakat bodyguardlar izin vermedi kulise gitmeme. güvenliğe gittim, neredeyse ağlamak üzereydim, onlar da izin vermedi. derken arka çıkış kapısına koştum, turne otobüsü halen oradaydı. beklemeye başladım, benle birlikte bekleyen birkaç kişi daha vardı. bir yandan utrecht'e olan son tren için saatimi kontrol edip duruyordum, sabah erkenden orada olmam gerekiyordu, vs. ona rağmen hostel de sordum yanımdakilere. ve derken marco göründü! steven o gece hastaydı, burnunu falan siliyordu, "merak etmeyin, iyiyim" diye belirtmişti sahneden (sen her konsere çıplak ayak ve kısa kolu ipince tişörtlerle çıkarsan olacağı o, soğuk ingiliz ikliminde yetişmiş ol istersen). maalesef imzalatamadım cd'leri kendisine ulaşıp. marco'ya bile ulaşmam çok zor oldu, marco gelip beni bulmasaydı o da yalan olacaktı. zira menajer olacak şahsa nick ve marco belirtmiş beni kulise alması için ben fotoğraf makinesini gösterince, ama bu şahıs yanında erkek arkadaşı olan yanlış kişiyi getirmiş. eğer bu mallık olmasaydı steven'a da kavuşacaktım*

    konsere dönecek olursak, "an evening with steven wilson", hayatımın günüydü... başka bir şey diyemiyorum. cidden anlatamıyorum nasıl hissettiğimi. çok beklentiyle gidip beklediğinden de fazlasını görmek müthiş bir olay. bugüne kadar sizi en çok etkilemiş bir müzisyeni canlı olarak dinleyip izlemek çok büyük mutluluk sebebi. yıllardır hayalini kurduktan sonra bir de... türkiye'de bu konuda can sıkıcı şeyler gördükten sonra da... porcupine tree ile olanını da yaşamak için sabırsızlanıyorum, ama ne zaman bilemiyorum tabii...

    edit: şarkılarla ilgili çok yorum yazamamıştım, ekleme yaptım.
  • "im not religious, i don't believe in any of that fairytale staff. so, i believe, this is it. this is our chance. if you're lucky, you've got 75-80 years to make sense, maybe, to make the best of your life. the problem with all these technology is it makes it very easy to just let the days turn into weeks turn into months. never really engendering that sense of curiosity about the world. go out and meet your friends, have conversations. travel, go to other countries. it seemed to me that the technology making it too easy for kids to never even develop the art of conversation."

    bu adama '49 yaşındasın, nasıl oluyor da bu kadar genç duruyorsun?' dediklerinde verdiği yanıt ile koparmıştır.
    "i don't have kids."*
  • (bkz: shesmovedin)
  • to the bone ile ilgili entry'mde bahsetmeyi unuttugum soyle bir mevzu var:

    malumunuz steven wilson muzisyenligiyle oldugu kadar mixing ve mastering isleriyle de oldukca hasir nesir bir adam. pt donemlerinde klasik prog rock akimiyla ilgili tabiri caizse agza alinmayacak, soyleyeni tas edecek cinsten laflar etmisligi olan ve ilk solo albumu insurgentes ile yaptigi musikiyle de bu tavri konfirme etmis biriyken uzunca bir sure jethro tull, king crimson ve yes'in efsanevi albumlerinin remix olaylariyla ugrasmisti. bu surec grace for drowning ve raven gibi 70'lere saygi durusu niteliginde iki nefis albumle meyvesini vermisti. bu tavir kismen hce'e de yansimisti.

    son donemde ise daha cok xtc, tears for fears ve en son da marillion gibi daha "uysal" ve hatta pop diyebilecegimiz gruplarin remix isleriyle ugrasiyor. bilin bakalim bu durum son albume nasil yansidi?

    demem odur ki, steven wilson'in bir sonraki albumunun neye benzeyecegini tahmin etmek istiyorsaniz besinci gunun safaginda doguya bakin!

    yok lan ne dogusu, direkt remix ajandasini takip edin, ne dedigimi az cok anlayacaksiniz.
  • blackwater park'ın kayıt videosunu izliyorum da, şey diyor işte "metal müzik dünyasına uzağım ama opeth ilginç geldi, bu albümle death metal fanlarından ölüm tehditleri alırım artık, vs" falan böyle tamamen metal dışı duruyor tee 10 sene öncesinde. şimdi ise blabbermouth'tan haberini aldığım, metal-injection diye bi siteden baya metalci bi abinin kendisiyle dolu dolu röportajını izliyorum. geçen sürede metal dünyasının kendisini kucaklaması, direkt sahiplenmesi falan ne güzel olmuş lan, fark edince hoşuma gitti.
  • the raven that refused to sing ile birlikte çıkarıp masaya koymuştur.
hesabın var mı? giriş yap