• bir iple tavana asılı vaziyette serbest salınım yapıyorsan; sınır önünde değildir.
    arkanda da değildir.
    o ipin çapı ve düğümleridir.
    küçük karabalık misali çeksen bıçağını kessen ipi..
    bu sefer de yerçekimidir sınır, düşünce öpeceğin noktadır.
    diyelim ki kanatlandın meydan okuyorsun
    o zaman da eninde sonunda konacağın daldır.
    virgüldür, noktadır,
    soru işaretidir, tırnaktır...
    sınır, eylemlerimizin imla kurallarıdır.
  • bir insanı karşına aldığında en doğal sınır çizilmiş olur.
  • bülent ecevit'in bir şiiri.

    -sınır-

    dur yolcu bura sınır
    yabandır yasaktır ötesi
    çiçeklerden seçemezsin
    kokuları renkleri bir bir

    kuşdan pasaport sorulmaz
    gümrüksüz geçer yüküyle karınca
    dur yolcu bura sınır
    sen geçemezsin

    dereye bakma durmaz akar
    öteden de içer ceylan bu suyu
    dur yolcu bura sınır
    sen geçemezsin

    dur yolcu bura sınır
    ne çizili ne yazılı
    geçemezsin yine de silemezsin
    içinde kazılı

    1976
  • gözümün içine baka baka yalan söyleyen biri ile aramızdan geçen ince kırmızı hat.
    yanına gitmem, yanıma istemem.
    su uyur, düşman uyanır.
    neme lazım.
  • doğru bellediklerimize güvenip de iç denizimize** açılırken -truman misali- sinek gibi yapıştığımız ufkumuzdur.
  • niceliksel olarak eklene eklene biriken bir şeyin daha fazla eklenip ilerleyemeyeceğini belirten bir durma, kesilme, kapanma, bitme noktası değildir. her his ve fikir, ya da daha doğrusu, fikir aklın hareketi his de bedenin hareketi olduğundan dolayı, evet his ruhun değil bedenin hareketi, her hareket, her edim, kendi sınırlılık potansiyelini bir çekirdek, bir öz gibi içinde taşır. yani sınıra ulaşıldığı, gelindiği, varıldığı falan yoktur; sınır olabilme, sınır olarak belirlenebilme hali hareketin tam ve tüm varlığında, her anında mevcuttur. bir şey olur, nasıl desem, bir karşılaşma, hiç olmadık bir yerde, bir zamanda, hiç olmayacak bir önem şiddetinde ve bir şey sınır olarak birden sıyrılır, açığa çıkar, kendini gösterir, bildirir. işin aslı bıçak kemiğe dayanmıyor, o saydam kemik derinlerimizde etimize gömülü bir yerde kendisinden çok ilgisiz olan, çekmecelerin birinde orada öylece duran bir bıçak için hali hazırda bir sınır teşkil ediyor, bir sınır olduğunu karşılaşana kadar kendisi de bilmiyor. kemiğin bir ilişkide sınır olarak yeniden kurulması, bulunması gerekiyor. eğer birisi kendini çok iyi bildiğini iddia ediyor, sizin için bir takım ilkeler sıralıyor, konuşmasına "benim sınırlarım vardır" diye başlayıp şunu sevmem, bunu istemem, oraya gelince duracaksın diye devam ediyorsa ciddi anlamda sınırın ne olduğundan ve kendinin nasıl bir şey olabileceğinden bihaber olduğunu varsayabilirsiniz. halihazırda olmuş bitmiş sınırlarının olduğunu söyleyen kişi size asla gerçek bir karşılaşma, tanıma, bilme, keşfetme olasılığı vermez. sizin varlığınıza da bilginize de kapalıdırlar. sınırların ancak birlikte, ilişkide, harekette kurulduğunu ve hep başka başka kurulduğunu keşfetmiş akıl ve bedenlere yönelin. gerçek karşılaşmalar oralarda.
  • ''bir kilo demir mi ağırdır, bir kilo pamuk mu?'' sorusunda şıklarda yer almayı unutan, en ağırdır. kendini tanımazsa özgür olan, kendini bilemezse hadsiz olandır. cümlelerin arasına acımasızca ayrılık katıveren sinir bozucu, olmadığında, fotoğrafın en görünen yerinde yılışıkça sırıtan laçkalık adındaki malı, görünür kılandır. bazen sert çıkıp insanı ağzını burnunu dağıtan, sonra bir anda kaybolup salya sümük ağlamasını izlemeye tenezzül etmeyendir. serttir, yumuşaktır, olmalıdır, olmamalıdır, serbesttir, çağrıştırır, aklı dağıtır.
  • insanı canlı tutan, hayatta oldugunu hissettiren..
    aynı zamanda yoran, üzen garip bişi..
    kendi kalp atışlarını hissetiren..
    maalesef başkalarının kalbini kırarken..
    sınır böyle garip bişi...
    yasıyosun pulse hissetmek için*
    o arada birileri harcanıyo, birileri seni harcıyo vs vs..
    ama bi şekilde yaşıyosun işte..
    sınırda yaşamak yaşadığını mı hissetiriyo mu ne??
  • geceleri uyutmayan seyler basligina da yazabilirdim pekala ama, bence kendi basligini hak ediyor.

    ben hep yuregimi actigimi dusunurdum insanlara. tabii bunu zamanla ve olculu bicimde yaptigima inanirdim. hala oyle olduguna inaniyorum; ama cevreme bir sinir cekmis oldugumu ve o sinirdan kimsenin gecmesine izin vermedigimi, zamanla da pek az daralttigimi fark ediyorum artik. dusunuyordum. ınsanlardan bunca uzak olmamin nedeni ne olabilir diye dusunuyordum ki aklima yillar once “insanlar beni aralarina almiyorlar.” diye yuzumu dusurdugum bir gun babamin soyledigi bir soz geldi: “acaba insanlari sen disliyor olabilir misin?” olabilirim baba. hatta yine oyle yapiyorum ve bunu ancak fark ediyorum.

    tabii pek cok seyin birlesimi soz konusu burada. tek bir nedene dayandiramiyorum. soze nasil girecegini bilemeyen bir cekingenlik, insanlara rahatsizlik verme korkusu, dert anlatmayi becerememe ve aslinda neyi nasil anlatacagini da bilememe, gecmis yasantilardan edinilen olumsuz deneyimler, incinmekten ve incitmekten korkma ve ogrenilmis caresizlik sayabildiklerim arasinda. ben ne oldugumu ve olmadigimi saklamaya calismadim; cunku sorulunca anlattim. duygu ve dusuncelerimi de paylastim. cevreme bir duvar ordugumu dusunmuyorum bu yuzden; ama cevreme cok genis sinirlar cizmisim. sinirlarim oylesine genismis ki kimse ulasamamamis bana. herkesi disarida birakmisim. ınsanlara “ben buradayim.” diyerek varligimi belli etmisim ama, “gelmeyin.” demisim. daha dogrusu, “gelin, o sinirlari sizin icin kaldiriyorum.” dememisim. daraltmamisim bile. hem bana ulasmalarini istemisim, hem de olmayacak genislikte sinirlar cizerek gectikleri anda geri adim atip mesafeyi korumak icin elimden geleni yapmisim. ben saniyordum ki cevremde hic duvar yok. ben saniyordum ki insanlar kendi istekleriyle gelmiyorlar. sen hem aci cektigini soyle, hem de kimse icin o sinirlari daraltma ve ustune de kirginlik hisset. duvarlarim yok ama, sinirlarim oylesine genismis ki insanlarin beni secebilmeleri bile mucizeymis bu kadar uzaktan.

    icinde bir suru cicek ve turlu turlu bitkiler, degisik degisik agaclar yetistirdigim ucsuz bucaksiz topraklarimin tam ortasinda oturmus alcak sesle, kendi kendime konusuyor, bir seyler anlatiyordum bunca zamandir. kimse neden gelmiyor diye uzuluyordum. benim ucsuz bucaksiz topraklarimin sinirlari varmis ve bu sinirlari kimseye acmamisim. yetistirdigim cicekleri kimseye gosteremiyor olmanin huznuyle geciriyorken gunlerimi, topraklarimin sinirlari oldugunu ve bu sinirlardan gecmeye de izin olmadigini fark ettim en sonunda. ne hissedecegimi bilmiyorum. yasam ne tuhaf.

    ayni gogun altinda birlikte bulunmaktan mutluluk duydugum insanlarla neden yan yana da olmayayim diye geciyor icimden yalnizca, gun agarirken.
  • onlar sınır koyarlar
    sen de;

    altını çizersin
    üstünü boyarsın
    ortasına bir delik açarsın
    sağa ötelersin
    sola çekersin
    iki ucunu birleştirirsin
    diline dolarsın
    üstüne basarsın
    karalarsın
    yüceltirsin
    ötelersin
    berkitirsin
    sulandırırsın
    sündürürsün
    esnetirsin
    koparırsın
    yırtarsın...

    ihlalsin bir ihtimal.
    bilabedel seversin
    sen böyle de güzelsin
hesabın var mı? giriş yap