• kitaptan dimağımda kalan bazı yerler şu şekilde:

    kutsal gönderenden yoksun imgeler*
    nostalji denilen şey, gerçek, gerçekliğini yitirdiği gün asıl anlamına kavuşmuştur. çünkü dünyanın oluşum sürecini anlatan efsane ve gerçekliğe ait göstergelerin sayısında inanılmaz bir artış olmuştur.

    iyimser bir diriliş öyküsü ya da ramses*
    öyleyse etnolojinin yaşayabilmesi için nesnesinin ölmesi gerekmektedir. “keşfedilen” nesne ölerek, hem intikam almakta hem de kendini çözmeye çalışan bilime meydan okumaktadır.

    *
    benzer nedenler yüzünden, orijinalini koruma bahanesiyle lascaux mağarasının ziyareti yasaklanmış ancak beş metre öteye aynı mağaranın tıpatıp benzeri inşâ edilerek ziyarete açılmıştır (ziyaretçiler önce gerçek mağaraya dikiz deliğinden bir göz attıktan sonra kopyasının tamamını ziyaret edebilmektedirler).

    düşsel ve hipergerçek*
    görüldüğü gibi her yerde tuhaf denilebilecek bir şekilde orijinaline benzeyen bir evrende yaşıyoruz. şeyler harıl harıl kendi ikizlerini üretmeye çalışıyorlar. ancak geleneklerin iddia ettiği gibi bunun anlamı şeylerin ortadan kalkacağı türünden bir sonuç değildir çünkü şeyler artık ölümsüz kılınmışlardır. tıpkı “funeral homes”un (cenaze işleriyle ilgilenen şirketler) ölüyü gömülmeden önce, makyajla, modelin yaşarkenki görünümünden daha doğal ve mütebessim hâle getirmeleri gibi

    *
    hipergerçek bir uygarlığı zehirleyen ilk önemli pislik (dışkı) disneyland’dır. bu eğlence merkezi zihinsel düzeyde bir “yeniden sağlığına kavuşturma” (yeniden kazanma) görevini yerine getiren bir prototiptir. zaten kaliforniya’da yerden mantar bitercesine ortaya çıkan tüm cinsel, ruhsal, somatik (rcyclage) yeniden kazanım enstitüleri de benzer bir amaçla kurulmuştur. sokaklarda birbirlerinin yüzüne bakamayan bu insanlar için yüz yüze bakma enstitüleri kurulmuş; birbirine dokunamayan insanlarsa birbirine dokunma (contactotherapie) tedavisi görmeye başlamış; yürümeyi unutanlar içinse “jogging” keşfedilmiştir, vb.

    politik üfürükçülük*
    bu noktada bourdieu’ nün şu saptamasına katılmamak mümkün değil: “güç ilişkilerinin özünde yatan şey, güç ilişkilerine benzememeye çalışarak gücünün tamamını bu gizlilikten almaktır”. bu açıklamaya dayanarak ahlâksız ve vicdansız bir kapitalin ancak ahlâkî bir ütopyanın ardına gizlenerek var olabileceği düşünülebilir.

    yörüngesel ve nükleer*
    bu senaryo şöyle özetlenebilir. önce hanoy çok şiddetli bir şekilde bombalanmalıydı. bir simülakrdan başka bir şey olmayan bu ağır bombardıman ateşi karşısında vietnamlılar, oyun kuralı gereği, uzlaşmaya yanaşmak zorunda kalacaklardı. nixon ise amerikan halkına askerlerini geri çektiği numarasını yutturacaktı. her şey önceden inceden inceye planlanmıştı. geriye son rötuşların gerçeğe benzemesini sağlamaktan başka yapacak bir şey kalmıyordu.

    *
    “güncel olaylar” (ya da haberler) adlı film insanda bir kitsch, bir retro ya da bir porno izlenimi uyandırmaktadır. herkes bunun böyle olduğunu bilmekle birlikte kimse bu gerçeği kabul etmeye yanaşmamaktadır.

    beaubourg’un bıraktığı izlenim/etki*
    insanlar her şeyi alıp götürmek, yağmalamak, yemek, yutmak ve güdümlemek istemektedirler. onlar görme, deşifre etme ve öğrenme olayıyla pek ilgilenmemektedirler. kitlesel olan tek duygu güdümleme duygusudur. organizatörler (sanatçılar ve aydınlar) bu denetlenmesi olanaksız isteksizlikten korkmaktadırlar çünkü onlar kültürün seyirlik bir olay olmaktan çok öğretici bir şey olduğuna inanmaktadırlar. anlaşılmaz bir kültüre karşı verilebilecek, bir mabedin kapılarını kırarak tecavüz etmeye benzeyen, bu özgün ve vahşi yanıt, yani bu etkin, yok edici büyülenme olayını göz ardı etmektedirler. açılışının ertesi günü kalabalık tarafından demonte edilerek, kaçırılacak bir beaubourg, bu kültürel demokrasi ve saydamlık adlı saçma meydan okuma düşüncesine karşı verilebilecek en güzel yanıt olabilirdi. herkes bu fetişleştirilmiş kültürden birer fetiş-somun götürebilirdi. insanlar buraya dokunmak amacıyla gelmektedirler. bakış -ları dokunur gibidir. bu bakışlar elle dokunma arzusunun bir parçasıdır. burası dokunma üzerine oturtulmuş bir evrendir, yoksa görsellik ya da söylev çekme üzerine değil. insanlar günümüzde artık güdümlemek/var olmak, dağıtmak/dağıtılmak, dolaşmak/dolaştırılmak gibi doğrudan yeniden canlandırma, mesafe ya da düşünce düzenine ait olmayan bir sürecin içine sokulmuşlardır. bu bir paniğe kapılma olayına, paniğe kapılmış bir dünyaya benzemektedir.

    kaynayan/patlayan anlam*
    birer kapalı devreye benzeyen iletişim ve toplumsal bir yem işlevine sahiptirler. üstelik bu yem bir mitin gücüne sahiptir. sistemin kendi gerçekliğini kanıtlayabilmesi için göstergelerin (haberin) sürekli olarak yinelenmesi gerekmektedir. olmayan varlığını imgeler yani göstergelere dönüşerek yineleten sistem bu sayede bir gerçeklik katsayısına sahip olabilmektedir. habere inanılmasının ve iman edilmesinin nedeni de zaten budur. oysa bu inanç biçiminin arkaik toplumlardaki mitlere inanma biçimi kadar karmaşık bir şey olduğu söylenebilir. çünkü insanlar hem inanırlar hem inanmazlar. bu konuda kendi kendilerini sorgulamayı gereksiz bulurlar. “yalan söylediklerini biliyorum, ama herhâlde o kadar da değil”. sistemin bizi içine kapatmış olduğu bu anlam ve iletişim simülasyonuna kitlenin tamamı, yani her birimiz bir tür ters bir simülasyonla karşılık veriyoruz

    reklamın mutlakıyeti reklamın hiçliği*
    not: kanserli yayılmayı, genetik kodun komutlarına sessiz bir karşı gelme biçimi olarak da yorumlayabiliriz. kanser, canlı varlıkların nükleer enformatik algılanma mantığına hem uyan hem de akıl almaz boyutlara ulaşmış bu mantığın yadsınması demektedir. çünkü gidişat total bir çözülme, total bir enformasyondan yoksun bırakılmaya doğrudur.

    simülasyon ve bilimkurgu*
    bir başka evren düşleyebilmemiz imkânsız çünkü aşkınlık-tan yoksun bir dünyada yaşıyoruz. klasik anlamdaki bilimkurgu, yayılmacı bir politikanın egemen olduğu bir dünyaya aitti.

    `hayvanlar territoire et métamorphoses yaşam alanı ve biçimsel dönüşüme uğramalar`*
    tavuklarda bir yeme hiyerarşisi, yani bir pick order vardır. bu aşırı kalabalık yaşama koşullarında sona kalanlar hemen hiç beslenememektedirler. bu pick order’a son verilerek, yem verme demokratik bir dağıtım yöntemiyle çözülmeye çalışılmış, ancak girişim tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. çünkü bu simgesel düzenin bozulması hayvanların yaşantısında bir karmaşa ve kronik dengesizliğe yol açmış -tır. güzel bir saçmalık örneği. daha önce tribal toplumlarda benzer bir iyi niyetli demokratik girişimin hangi felâketlere yol açtığını biliyoruz.

    *
    yük hayvanı olup insanlar için çalıştılar. deney hayvanı olup bilimin sorularını yanıtlamaya zorlandılar. tüketim hayvanı olup sınaî ete dönüştüler. psikolojik rahatsızlıkları fizyolojik hastalıklara yol açmış hayvanlar olarak bugün bu “psikoloji” terminolojisini bilmek ve kendi psikolojik yapıları ve bilinçaltla-rındaki kötülükleri açıklamak durumundalar. onların başına bütün bu işleri açanlar bizleriz. bizim yazgılarımızla hayvanlarınki hep aynıdır. bu olay insanın, ayrıcalıklı bir varlık olarak hayvandan önce geldiğini kabul ettirmeye çalışan insan aklını bozguna uğratan acı bir rövanştır.

    *
    hayvanları aşağıladığımızı gösteren en belirgin işaret kendilerine karşı beslediğimiz duygulardır. onları ne kadar seviyorsak, o kadar aşağılıyoruz demektir. hayvanlar sorumsuz ve insanlık dışı bir yaşama mahkûm edilip aşağılandıkları oranda, insan sevgisi ve şefkatiyle ödüllendirilmektedirler. tıpkı masumluk ve çocukluğa mahkûm edilerek sevgi ve şefkat gösterilen çocuklar gibi. duygusallık, hayvanlığın en alt boyutlara indirgenmiş biçimidir. bu ırkçı olarak nitelenebilecek türden bir acıma duygusudur ve biz hayvanlara bile bu türden bir duygusallık yüklemeye çalışıyoruz

    eskiden hayvan kurban eden insanlar, onları birer hayvan olarak görmezlerdi. hattâ bizim tiksintiyle karşıladığımız hayvanları biçimsel olarak mahkûm eden ve cezalandıran şu ortaçağ bile onlara bizden daha yakındır. ortaçağ’da hayvanları suçlamak onları onurlandırmak anlamına geliyordu. günümüzdeyse onları adam yerine koymayarak, hiç muamelesi yapıyor ve bu düşünceden yola çıkarak kendileriyle “insanca” ilişkiler kurmaya kalkışıyoruz! artık onları kurban etmiyor ve cezalandırmadığımız gibi, bununla gurur duyuyoruz. oysa bunun nedeni onları evcilleştirmiş olmamızdır. daha da kötüsü onları insana özgü bir adalet anlayışından çok, toplumsal iyilikseverlik ve şefkat hattâ cezalandırma ve ölümden çok, kasaplık et olarak yok etmeye ve deney hayvanı olarak öldürmeye lâyık gördüğümüz bir dünyaya ait varlıklar hâline getiriyoruz. günümüzde kendilerine karşı güdülen şiddetin tamamen ortadan kalkmasıyla hayvanlar inanılması güç bir durumla karşı karşıyadırlar. kurban etme, yani hayvanlarla “içli dışlı” olmanın (bataille) yarattığı şiddetin yerini hayvanlarla mesafeli olmanın yaratmış olduğu duygusal ya da deneysel şiddet almıştır.

    nihilizm üzerine*
    tükenmiş sistemlerde melankoli, âni bir duyarsızlaşma ve sessizlik biçimidir. iyiyle kötü, doğruyla yanlış arasındaki dengeyi koruyabilme ya da buna benzer değerleri birbirleriyle karşılaştırma hattâ daha genelinde bir güçler dengesiyle toplumsal meydan okuma ve amaçlardan umut kesildiğinde geriye kalan şeydir. çünkü sistem her yerde ve her zaman çok güçlüdür, yani üstün ve egemen bir konumdadır.
  • yıllar önce üniversitedeyken kütüphaneden bir heves alıp yarısına ulaşamadan vazgeçtiğim kitaptı. yıllar yıllar geçti kitapçıda karşıma yeni kapağı ve -güncellenmiş- tercümesi ile tekrar çıktı ve bende tekrar başladım.

    bu sefer ancak dörtte üçünü bitirebildim. bir yerden sonra kitap değil işkence halini alıyor maalesef. tercüme sorunu mu yazarın sorunu mu emin değilim ama bir kaç kez tekrar üzerinden geçerek anlamayı başardığım (en azından öyle sandığım) bölümlerde cidden güzel noktalar var. ama bunu kitaptan alıp çıkarabilmek için ciddi bir işkence çekmeniz gerekiyor. bir ara ingilizcesini de deneyeceğim belki farklı olur herşey.

    aklımda kalanlardan birisi watergate skandalının toplumu hala bir nebze politik ahlak olduğuna inandırmak çabası olduğu konusu. yani artık ortam o kadar kokuşmuş ki hala ahlaklı bir toplum varmış gibi davranmak ortaya çıkmamış skandalların üstünü örtmektir diyor. olayını özünü kaçırmamıza ve bizi işin kaymağını yemeye zorlamaktır diyor bir başka deyişle. matrix olayına bağlarsak aslen insanları kurtuluş olduğuna inandırmak bu sayede sistemde kalmalarını sağlamak gibi biraz. gerçek gibi duranın gerçeğin yerini alması. kitabın bir başka yerinde savaş - barış konusunda da aynı noktayı tekrar ediyordu. barış için silah üretimi yapmak, nükleer çalışmalar vs. tamamen savaş hazırlıklarının üstünü örtmek için uydurulmuş ve hala barış gibi bir olasılık varmış gibi yapmaktır. yine olanın üstünü örtmektir diyordu.

    (az daha yazarsam yazardan beter duruma geçeceğimi bu noktada farkettim ve yazıma son verdim)
  • fizik kuralları beklerken sosyal tespitler yaparak simulakrlari kanıtlamaya çalışmış baudrillard.

    yani sana kara delikten bahsetmemiş. saddam ve körfez savaşından örnekler vermiş.

    matrixin babasıdır bu kitap. okunması tavsiye olunur.
  • (bkz: jean baudrillard) kitabı. kitabın dili oldukça ağır. özellikle ikinci yarısı zor ilerliyor. elimde birkaç gün gezdi. sosyolojik tespitleri okumayı seviyorsanız kitap size aradığınızı verecektir. görünür olandaki farklılığı size sunuyor.

    --- spoiler ---

    günümüzde sistem kendini herkese olabildiğince söz hakkı tanıyarak, olabildiğince çok anlam üretilmesini sağlayarak kanıtlamaya çalışmaktadır. öyleyse direniş stratejisinin adı anlam üretimi ve konuşmayı reddetmek olabilir.

    le guin "cinselliğin ayıp olmadığı zaman küfür yok olacak"

    --- spoiler ---

    ayrıca kitapta öğrendiğim ve araştıracağım diğer konular bir ailenin yedi ay boyunca aralıksız sürdürülen çekimleriyle oluşturulan (bkz: loud ailesi deneyi) filmi.

    j. g. ballard'ın crash romanı (1974)

    filipinlerde yaşayan (bkz: tasadaylılar)
  • kitabı yanlış bir beklentiyle alacak arkadaşlara yardımcı olması açısından oğuz adanır'ın simülasyon kuramı üzerine notlar ve söyleşiler isimli kitabından aldığım şu paragrafı okumalarını tavsiye ederim.

    en yalın tanımıyla simülasyon, olmayan bir şeyi var gibi göstermektir. simülasyon gerçeğin tüm göstergelerine sahip olduğu halde, gerçeğin kendisi olmayandır. günümüzde özellikle teknolojik bir terim gibi algılanmaktadır. çünkü gerçekten de bir simülasyon teknolojisiyle simülasyon teknikleri vardır (savaş uçağı pilotları için uçuş ve bombalama simülasyonu tekniği, japon itfaiyeciler için eğitim amacıyla kullanılan deprem simülatörleri vb). jean baudrillard'ın sözünü ettiği simülasyon ise bu teknolojik anlamı da kapsamakla birlikte, daha genelde; toplumsal, politik, kültürel ve ekonomik olanı kapsamaktadır.
  • yaşadığımız dönemi farklı bakış açılarıyla çözümlemeye çalışan baudrillard'ın sistem karşıtlarının varoluşsal özelliklerini ve sistem içileştiklerini belirtmek için ileri sürdüğü sosyolojik-felsefi kavramlardır.

    baudrillard'a göre hasta olmayan bir insan hasta olduğunu ileri sürer ve hasta gibi yaşarsa bu bir taklitten öteye gidemeyecektir. ama hasta olmadığı halde hasta olduğuna inanırsa biri, o zaman hastalığa dair veriler sunabilir yani gerçeğin bir kısmını yaşayabilir. bir sistem karşıtı, kapitalizmin tam olarak neyine veya nelerine karşıdır? özellikle reel sosyalizmin bunalımı ve çöküşü sistemin bilme ufkunu aşamayan bir teoriyle sistem dışı bir toplumsal düzenin kurulamayacağının bir göstergesi olmuştur.

    bu kitapla yazarın "kötülüğün şeffaflığı" adlı kitabının birbirini tamamladığı görüşündeyim.
  • çağdaş felsefede insana inilmesiyle beraber, bazı meselelerden bahsedilmesi gerekti. örneğin “ben kimim?” ve “gerçek dünya bu mu?” sorularına eğilirken, “içinde yaşadığımız dünya ne denli gerçek ve birey gerçekliği algılandığını iddia ederken aslında gerçeklik gösterilen midir? peki medya gerçeklik algısını nasıl değiştirmektedir?” şeklindeki arayışlara da yanıt aramaya başladı. işte bu soruların kahir ekseriyeti bu kitapta cevap buluyor.

    baudrillard’a göre bugünkü sistemi kavramak için dolaşıma sürülen tezler “hiçlik” duvarında birer birer erimeye mahkumdur. işlenen bu kusursuz cinayeti araştırmaya başladığımızda iletişim, sinema, reklam veya mimarlık alanlarında “gerçek” ve “hakikat” düzeneklerinin birbirleriyle nasıl yer değiştirdiğine göz atmamız yeterlidir. bir resmin taklidi, bir eserin yorumu veya tarihi bir yapının kopyası tüm aurasını yitirerek aslının yerine geçebilmektedir. artık her türden sanatsal kaygı, hakikat arayışı ve iletişim tarzı tüketilmek için vardır, iletişim araçları iletişimsizliğin mükemmel bir örneğini sergilerler. baudrillard bilinenin aksine, çözümlemelerinde postmodern bir söyleme başvurmaz. çünkü bu kitapta da görüleceği üzere, simülasyon evreninin “dünya görüşü” tarihsel gelişimin bir halkasıdır fakat son halkasını oluşturmaz. yani son derece şüpheci bir perspektif ile dünyayı seyreden baudrillard, henüz kitabın başında okurlarının zihinlerini eğip, büker ve çok farklı bir şekle sokar:

    - hakikati gizleyen şey simülakr değildir. çünkü hakikat, hakikat olmadığını söylemektedir. simülakr hakikatin kendisidir.

    ya da;

    chuang tzu bir keresinde rüyasında bir kelebek olduğunu gördü. uyandığında ise kendine şu soruyu sordu; kelebek olduğunu gören o muydu yoksa kelebek mi kendini o zannediyordu?”

    kitabın ve baudrillard’ın meramının özeti bu soruda gizlidir işte.
  • seneler seneler sonra geçtiğimiz günlerde the matrix'i tekrar izlerken gözüme ilişen ve "e bu kitap bende var?!" gazıyla bir gün önce okumaya başladığım, otuzuncu sayfalarında iken beni beklediğimden çok farklı yerlere götürmüş, terminolojisinde problemler yaşadığım fakat buna rağmen daha önce hiç düşünmediğim fikirlerin üzerinde durmama sebep olan jean baudrillard'a ait kitap. bundan önce yine baudrillard'a ait kötülüğün şeffaflığı'nı okumuştum, ondan sonra bu kitabı okumak bir nebze de olsa beni taşlı topraklı yoldan çıkartmış oldu.
  • çevirisinin laçkalığından dolayı konuya da uzaksanız okurken acı çekersiniz.

    uzun zamandır ilk defa yarım bıraktığım kötü çevirili bir başka kitap.
  • "gerçeğin ürettiği tarihî tehditlere karşı iktidar her zaman bir caydırma ve simülasyon oyununa başvurmuştur. bu işi kesintisiz bir şekilde ürettiği gerçeğe eşdeğer göstergeler aracılığıyla (tabiî bu arada bütün karşıtlıkları da darmadağın ederek) yapmıştır. günümüzde simülasyon tarafından tehdit edilen (göstergeler oyunu içinde yok olup giden) iktidar: hem gerçek, hem de bunalım üreterek yapay toplumsal, ekonomik ve politik mücadele biçimleri sunmaktadır. oysa atı alan üsküdar'ı çoktan geçmiştir." jean baudrillard – simülakrlar ve simülasyon

    (bkz: leviathan)
hesabın var mı? giriş yap