• hakkında “uzun bi entry girmek boynumun borcu” diyecek kadar beğendiğim filmdir. belki biraz kişisel bi entry olabilir fakat el mahkum.

    öncelikle bu bi gişe filmi olduğuna göre filme başyapıt muamelesi yapmamız biraz abes olur. kastedilen, gişe yapmış filmden (kaldı ki sözkonusu örnek gişede iki seksen yatmış bi de) başyapıt çıkmayacağına dair bi önyargı değil, gişeyi hedefleyen bi filmin çoğu olmazsa olmaz kurallarını yerine getirmektir. bu kuralları tekrarlamaya gerek yok ve bilineceği üzere bu kuralları yerine getirmek çoğu zaman bi filmin (bi başyapıtın sahip olmak zorunda olduğu) pek çok vasfı da taşıyamaması demektir, ayrı bi entry’nin konusudur.

    hem gişeyi hedefleyip, buna uygun teknikleri uygulayıp hem de başarısız oluyorsa bi film, yüksek olasılıkla kötü bi filmdir. peki serenity kötü bi film midir… ı ıh.

    buffy ve angel’ın referansları kişisel olarak söylemem gerekirse bi yönetmen için iyi değil kötü referanslardır. bi mitolojiyi alıp amerikan kolej dizisi havasında ve tv dizisi olduğunu da unutmadan, vasat aksiyon sekanslarıyla süsleyip insanlara sunmuş olan joss whedon, üstelik bi de gişede de batmış bi filmle karşıma çıkınca filmi kerhen seyretmeye başladım ve son zamanlarda yaşadığım en güzel sürprizlerden birini yaşadım.

    film konu anlatımı, senaryo teknikleri, diyaloglar, aksiyon geliştirme konularında blockbuster bi filmin tekniklerini kullanıyor ama o da ne.. diğer her şey bu tekniklerin dışında.

    sırayla gidelim. filmin başlangıcı seyirciye üç farklı an yaşatıyor. ilki rüya, sonraki güvenlik kaydı, sonrası da en nihayetinde yaşanan an. büyük bi numara mı, değil ama en azından neyin nasıl anlatılacağı üzerine senaryoyu da yazan whedon’ın sallapati bi iş çıkarmadığı ve uğraşmış olduğuna dair ilk gösterge.

    yaşanan anda ilk tanıştığımız karakter filmin kötü adamı. bütün amerikan aksiyon filmleri davud ile golyat’ın hikayesini anlatırlar. düşman çok güçlü, kahraman zayıftır, böylece düşman yenildiğinde izleyici de tatmin olur. yıllar sonra artık hiçbir düşmanın seyirciyi umutsuzluğa düşüremediğine tanık olmaya başladık. bu filmin ilk büyük artısı filmin gerçekten de seyirciye güçlü bi kötü adam sunmasında, öyle ki bizim kaptan adamla kapışmaya gittiğinde içimden “sen bu adama bişey yapamazsın ki olm” bile demiştim.

    güvenlik kayıt odasında, fazla abartıya kaçmadan göze hoş gelen iki kılıç numarası adamın niteliklerini göze seriyor. sadece combat skill olarak değil hem de, karakter olarak da.. sonra döneriz bu konuya.

    ardından serenity’ye biniyoruz ve kaptan tüm gemiyi arkasında bi steady- cam ile plan kesilmeden dolaşıyor. whedon bize izleyeceğimiz şeyi bi sinema filmi yapmaya çalışmış olduğuna dair ikinci doneyi başarılı bi şekilde veriyor. sahne boyunca karakterleri en zor durumda bile espri yapan baş karakterler olarak görsek de, diyalogları misal bi michael bay filminde göreceğimiz klasik amerikan şakaları olarak algılamadığımı da söylemeliyim. belki de esprileri sevdiğimdendir.

    şimdi tanıdığımız kaptan karakterinin özelliklerine gelince, han solo benzeri bi kaptanla tanışıyoruz. fakat solo, öncesinde sadece makyavelist ve çıkarcı bi kaptanken sonrasında bi ideale sahip olup imparatorluğa savaş açarken, bizim kaptan mal ise zamanında savaşa gönüllü katılacak kadar idealist, sonrasında savaşın da kaybedilmesi üzerine sinik bi yaşantıya dönmüş olarak resmediliyor. soygun sonrası zoe’yle yaptıkları konuşma, diğer gişe filmlerinde gördüğümüz şekilde klasik amerikan ideallerini pompalamak şöyle dursun, tam tersine bu idealleri sorgulayarak ilk şaşkınlığı yaşatıyor.

    mal gemiye gelmeye çabalayan adamı katır’dan aşağı itip sonrasında da vuruyor. zoe kendisine (kağıt üstünde kötü gelmese de) artık tiksinti uyaran “kimseyi arkada bırakmama” klişesinden bahsettiğinde “belki de bu yüzden savaşı kaybettik” diyor ve zoe’nin bütün popülist klişelerine mantıklı cevaplar veriyor. whedon açıkça kaptanın dediklerini bize doğru olarak sunmuyor yalnız, sadece o da hollywood filmlerinde arkada kalan birini almaya gidenin birden kurşun geçirmez olduğu klişesinden bıkmış anlaşılan. işte amerikan seyircisinin filmi benimsememesi için ilk neden.

    kaptan sonrasında kılavuz adını verdikleri bilgeyle konuştuğunda film biraz daha anlatmak istediklerini deşifre ediyor. kılavuz mal’e “inanç” lazım dediğinde “faith” değil “belief” kelimesini kullanıyor, çünkü sonrasında kendisi de belirttiği üzere, neredeyse her hollywood filminde gözümüze gözümüze sokulan ve artık bi nevi ayrımcı ifadeye dönüşen metafizik inancı kastetmediğini, kastının kendini bi ideale adamak olduğunu söylüyor. ölmeden önce söylediği son söz de “neye olursa olsun ama bişeye inan”

    kader ya da her şeyin düzeleceğine dair metafizik bi inançtan değil idealden bahseden bi rahip görmek hollywood ve amerikan değerlerine ikinci ters nokta.

    burada kötü adamımıza (k.a.) geri dönelim. river’ı fasiliteden kaçıran abisinin yüzüne bakarak bunu nasıl başardığına şöyle bi açıklama getiriyor. “sevgi”.. başka bi inanış daha. ve film bi insanı daha güçlü yapan şeyin bi şeye inanış olduğu fikrini inara’nın k.a.'yı tasvir ederken kullandığı “sistematik, disiplinli ve inançlı” sözleriyle pekiştiriyor.

    k.a.’nın inancı mükemmel bi şekilde tasvir edilmiş. filmde kendisine canavar dese de aslında “biz sadece emredilenleri yaptık” diyen gestapo subayları gibi “sırların ne olduğunu önemsemeyen”, sadece kendisine verilen emirleri uygulamayı ve o sırları korumayı önemseyen, bunun da daha iyi dünyalar yaratacağına kendini inandırmış biri. yani aslında o da bi idealist. amaçsızca insan öldürüp bundan sadistçe zevk alan ve artık inandırıcılıklarını yitirmiş klasik k. a. değil, bugün de dünya için iyi bişey yaptığını zanneden ve kötü olduklarını bilmeyen liderlerin bi nevi prototipi sunuluyor bize.

    ara parantez yapalım ve bu filmin çıkış noktası olan firefly dizisinin fox tv’de anti militarist ve bush karşıtı bulunarak yayından kaldırıldığını ekleyelim. filmi izlemeden önce bilmediğim bi noktaydı bu. sonra öğrendim.

    ve sona yaklaşıldığında birlik’in “tarih yazmanın esası tarihin yarısını gizlemektir" düsturuyla insanlardan gizlediği gerçeğe ulaşan kaptanımız birden ideallerine geri dönüyor ve uğruna ölecek bi amaç ediniyor. bu bilgiyi insanlara ulaştırmak.

    bu amacı gerçekleştirmek için çirkin yollara bile başvuruyor. arkadaşlarının cesetlerini gemisinin önüne bağlayıp yağmacıların arasından geçmek gibi. aman allahım, bu bi hollywood filmi ve ölen arkadaşların cesetlerini maske olarak kullanan ana kahramanlar. “silahsızım” diyen k.a.'ya dan diye ateş eden de buydu. şaka mı bunlar.. değil.

    mal en sonunda bizim k.a.'yı öldürmüyor ve ona aslında hangi ideali savunduğunu gösteriyor ve birden ne kadar yanlış bi tarafta olduğunu fark ediveriyor bizimki. bu filmden önce biri bana bi aksiyon filminde iyi adamın kötü adamı sadece ikna ederek bertaraf edeceğini söyleseydi büyük olasılıla inandırıcılıktan uzak ve tatmin edici olmayan bi final olduğunu düşünürdüm. oysa burada “ateş emrimiz var mı” diyen askerlerine adamın “hayır” demesinden başka bi olasılık geçmemişti aklımdan.

    film kötü adamların sadece gerçeğe gözlerini kapayanlar olduğu anafikrine ulaşıyor böylece. evet kötü adamlar aslında canavar değiller, sadece gerçeği görmüyor ya da kendilerine göre yorumluyorlar. tek yapmaları gereken gözlerini açmak. bu da mr universe ile, medya ile, insanları bilgilendirmek ile olabilir ancak.

    tasvir edilen gelecekte insanlar birine duydukları aşkı (ki aşk işte bildiğimiz, yoksa o teknisyen kız ne kaşar ne de motor) “bacaklarımın arasına plle çalışmayan bişey girmedi” diyerek belirtiyor, insanlar ingilizce dışında bizim anlamadığımız bi dilde de konuşuyor, sadece latin alfabesi kullanılmıyor, entry gitgide uzuyor, ama yazılacak şey bitmiyor…

    whedon’ın yönetmenliği üzerine fazla laf etmeyeyim bu pehlivan tefrikası entry'yi daha fazla uzatmamak için, sadece tv’dan gelmenin ufak dezavantajlarını taşıdığını ama yine de sinema filmi çıkaracak kadar iyi bi performans sergilediğini söyleyeyim. en azından bundan sonra iyi bi referansı var benim için de.

    ha bi de.. mr universe'ün "sinyali asla durdurmazsın" sözü diziyi yayından kaldıran fox'a ve her türlü sansürcü zihniyete bi gönderme olsa gerek. üçleme olması düşünülürken gişede başarısızlığı yüzünden diğer iki filmin askıya alınma kararı, sinyali şimdilik kesmiş görünüyor. bi gün o sinyali tekrar yakalama umuduyla.
  • dizinin yarattığı fırtına sonucu biraz daha para kazanmak amacıyla çekildiği suçlamalarına maruz kalmaması gereken eserdir öncelikle. firefly, joss whedon'ın rüya projesidir ve bölümlerin yayın sırasını değiştiren, hiç reklamını yapmayan, diziyi cuma gününe koyan fox tarafından çok kalbi kırılmıştır. ve bir mucize sonucu elinden alınan oyuncak ona geri verilmiştir ve o da aynı bir çocuk gibi sevinçten havalara uçmuştur. en basitinden dvd'deki joss whedon'ın filmi demo izleyicilerine takdim ettiği videoyu izleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

    joss whedon'ın dizi formatından sıyrılamadığı lafını kabul etmem mümkün değil. sunduğu macerayla tam bir sinema filmi kıvamındadır. bir televizyon dizisi asla o kadar geniş bir konuyu iki saate sığdırmaya yeltenmez. bir sinema filminde aradığımız her şey var. güzel karakterler ve yüzde yüz sona eren iyi bir hikaye. ancak itiraf etmek gerekirse firefly dizisini izlememiş olanlara karşı önemli hatalar yaptığı için gişesi nispeten düşük olmuştur. simon ve river'ın serenity gemisine gelişini birebir göstermemiş olması büyük bir eksikliktir. "companion" kavramını açıklamaması, çince konuşuluyor oluşunun altının doldurulmaması, book'un kişiliğinin iyi yansıtılamaması ve dizinin en favori karakterinin çok anlamsız bir biçimde harcanması affedilemez hatalar. oysa sırf "companion" mesleği bile, güzide çevirmenlerimizce fahişe olarak adlandırılmasına rağmen çok enteresan konulara gebe. ancak whedon'ın ilk yazdığı senaryonun 190 sayfa olduğunu, sonra normal uzunluğa indirgendiğini de belirtmek gerek. yani filmle ilgili bulabildiğim tek kusurun sorumlusu da uzun bir film istemeyen universal olabilir.

    eksikliklerinden dolayı filmin bazı noktalarından firefly izlememiş seyirci gerektiği kadar zevk almasa da, river'ın iki muhteşem dövüş sahnesi için bile izlenebilir bir filmdir ayrıca. ben bu kadar estetik aksiyona çok az rastladım bugüne kadar.
  • ilk sezonun ardından hikayeyi mükemmel bir biçimde bağlayarak firefly dizisini sonlandıran film.

    başyapıt mı? hayır
    müthiş oyunculuk mu? hayır
    müthiş kurgu mu? hayır

    sevgi; sıradan bir filmin silinip gitmesi gerekirken hafızalara kazınmasına sebep olan şey.

    *
  • firefly izlememiş insanlara yöenlik olmayan filmdir maalesef.
  • firefly bağımlılığına yakalananlar için son derece güzel bir film.

    öncelikle şunu söylemek gerek, öylesine ortadan bir giriş yapıyor ki film firefly'ı izlememiş olanların filme girebilmeleri epey bir zaman alıyor. bizim (fireflyseverler) için hava hoş, 15.ci bölüm gibi bir giriş bu.

    --- spoiler ---

    bu joss whedon enteresan adam, bazı "arketip"lere fazlasıyla düşkün, buffy karakterinin özellikleri (ince ufak tefek bir hatundaki güç) burada river'a yüklenmiş. dizide bir yan karakter olan river (ben sevememiştim bir türlü) filmde epey ön plana çıkartılıyor, hatta fifth element'i hatırlatıyor bazı sahnelerde. dizideki takıntım olan jewel ise filmde biraz arka planda, nerdeyse doğru düzgün satırı bile yok. ama bu hatun dizide çok tatlıydı, yeme de yanında yat şeklindeydi - filmin tek eksisi bu.

    konu gayet cazip, tarih boyunca olan ve olmaya devam edecek "biz sizin için iyisini biliriz" diye düşünenlerin yol açtığı felaketler. kontrol arayışının geldiği noktalar. bunun daha zehir zemberek bir versiyonu için (bkz: v for vendetta).

    --- spoiler ---

    dvd'sinde çekim hataları ve joss whedon'un söyleşisi son derece güzel, joss sanırım kendini kaptan malcolm gibi görüyor, imparatorluğa karşı hareket eden bir bağımsız ruh. firefly ise onun eseri. bizden yardım istiyor eserini ileriye götürmek için. haklı da, etrafımız olabildiğince sığ ve ahmakça holly-weird filmleri ve karakterleriyle dolu zaten.
  • --- spoiler ---
    ozellikle, 'gelecekte ingilizcenin yani sira cince'nin de cumle alem tarafindan bilinecegi ve kimi bati irklarinda uzakdogulu tipi genlerin fenotipe yansiyacagi' tahminiyle takdir almi$ film. dunyanin 4te 1'i uzakdoguda ya$iyor ama henuz tam anlamiyla bunu fark etmedi sinema dunyasi, en azindan melezler pek ba$rol almiyor.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    öncelikle filmi firefly'ı izlemeden izleyenler varsa filmin tadına varmaları pek mümkün değildir bana göre. firefly ve serenity benim için şahaserdir fakat sağolsunlar tadına doyamadan bitirdiler güzelim hikayeyi.
    book'un geçmişini öğrenemediğimiz gibi başka eksikler var firefly ve filmde fakat bunun suçlusu bana göre tabiki senarist değil. adam ne yapsın planlama yapmış rahibin hikayeyi ikinci sezonda belki üçte veririm ordan da yardırırım demiş. fox'un cağnım diziyi hiç edeceğini nerden aklına getirsin. serenity'de de book'un hikayesini beş dakikaya filan sığdırıp geçiştirelim deseler bana göre pek hoş olmazdı. senarist abimiz samimiyetimize güvenip o konuyu atladı. canı sağolsun onun. yerim ben onu.
    serenity'ye gelince de filmin başında mal ile wash'ın göründüğü ilk sahnede nasıl özlediysem kerataları yüzümü kocaman bir gülümseme aldı iki üç dakika toparlayamadım ağzımı. river'ın sahneleri, mal'in yağmacıları peşine taktığı sahneler filan da epey keyifliydi.
    bazı filmlerde dizilerde hakikaten karakterleri benimsiyorsun, bu film ve dizisi de bunların başında geliyor.
    saçma sapan dizilerin sezonlarca çekildiği, aynı saçmalıkta filmlerin dördüncüsünün beşincisinin çıktığı şu sektörde nasıl yazık ederler böylesine bir esere, üzülüyor insan.

    --- spoiler ---
  • duygusal olmayi, duygusal bakmayi birakip da, objektif olarak tek bir gorus belirtemeyecegim, bana gore mukemmel olan filmdir.

    river'in calinmis duygusalligi benim icimde yasayacak sanirim bu film her aklima geldiginde. gozlerim dolacak.
  • gerek müzik seçimiyle, gerekse senaryosuyla kendini bir türlü unutturmayan bir film. az önce tekrar seyrettim, bir daha hoşuma giden her noktasını hazmettim. isteyen tabi ki beğenmeyebilir ama hakkını vermek lazım biraz da... görselleri kastırmaktan öte, seyirciyi konuya bağlayan, sıcak bir atmosfer yaratılmış. evet, bunu vakt-i zamanında lucas* bin kat iyisi şeklinde canlandırmamış mı; tabi ki ama "yiğidi öldür, hakkını yeme" demişler. aynı konunun içine daha çok aşk meşk ekleyip, süper düper ultra mega dövüş kareografileri eşliğinde aşırı bilgisayar efekti koyularak, muhtemelen gişe hasılatına birkaç milyon dolar daha ekleyebilirlermiş ama abartıdan kaçınılarak yapılan bu filme bence hakaret olurdu. yine vakit bulayım, yine izlerim.
  • son zamanlarda seyrettiğim en has bilimkurgu idi. zira artık bilimkurgu olacak birşey kalmadığından mıdır nedir, böyle filmler çevirilmiyordu pek. herşey çok basit olmakla birlikte esas maharetin senaryoda olduğu ortaya çıkıyor. son 30 yılda buna benzer birçok film çekilmiştir belki ama hikayenin detayları, karakterler ve genel akış bir an bile izleyiciyi soğutmuyor, pür dikkat filmi izleyiveriyorsunuz, bitiveriyor. kaptanın insanüstü cool tavırları bile batmıyor. ilginç.

    devamını isterdim ama olmayacakmış anlaşılan...
hesabın var mı? giriş yap