• bir üstteki entry'den alıntı ile başlamak istiyorum:

    ---------------------alıntı--------------------

    ''santa sangre plays like a bunuel remake of hitchcock's psycho.'' demiş jay carr jodorowsky'nin bu orijinal filmi için.

    ---------------------alıntı--------------------

    filmi henüz bitirmeden benim de aklıma bu tanımlama gelmişti.

    alejandro jodorowsky'nin the holy mountain ve el topo'dan sonra izlediğim üçüncü filmi. hem yönetmenin en beğendiğim filmi olduğunu söylemeliyim hem de eklemeliyim, şimdiye kadar izlediğim filmler arasında en beğendiklerimden biri.

    onur ünlü kafası diye bir şey var ya hani, bu adam ne kullanıyor da bu sahneleri kurgulayabiliyor diyorsunuz. onur ünlü eğer esrar kullanıyorsa, jodorowsky direk dmt kullanıyor olsa gerek. iki saat boyunca ekrana kilitlenip bu kafa ne güzel bir kafa deyip durdum kendime. zira jodorowsky, her saniyesi sanat dolu bir masterpiece yaratmış. hani 2 saat 3 dakika süren filmden herhangi bir 3 dakikanın çıkmasını asla istemem. david lynch usta'nın gücüne gitmeyecekse, çocukken büyük bir travmaya maruz kalan fenix'in o leş gibi bilinçaltından kendi bilinçaltımıza direk geçiş sağlayan bir köprü kurmayı başarıyor film ve oedipus kompleksi ile psikanaliz konusunda the blue velvet'tan bile daha çarpıcı bir anlatım ortaya koyarken, gerek görsel gerek işitsel anlamda izleyici mükemmel bir şekilde doyuruyor. blue velvet'ın da santa sangre'nin de soundtrack'leri harika ve sahnelerle bütünleşebilmeyi başarmış.

    bu arada filmin bütçesi sadece 787.000 dolar. ya meksika çok ucuz ya da enflasyon almış başını gitmiş 1989'dan bu yana. çok büyük paralar harcanarak çekildiği çok belli sahnelerin.

    not olarak ekleyeyim, yetişkin fenix'i canlandıran axel jodorowsky ve çocuk fenix'i canlandıran adan jodorowsky, yönetmen alejandro jodorowsky'nin büyük ve küçük çocukları. şanslı piçler işte. *
  • aykırı yönetmen alejandro jodorowsky'nin 1989 yapımı filmi. filmin başrolüne oğlu axel jodorowsky'i koyan yönetmen yine ilginç ve başarılı bir konuya el atmış. filmin ilk bir saati oldukça sıkıcı ve sıradan ilerliyor. salak gibi imgeler aramaya kalkarsanız çuvallarsınız, adam konunun başını anlatmış. filmin diğer yarısında ise taşlar yerine oturmaya başlıyor. film zevkli hale geliyor. fenix'in çocukken yaşadığı travmalarının sonuçlarına değinen yönetmen, annesinin etkisi altına girip, annenin elleri ve kolları haline gelen oğlunun yaşadıklarını ustalıkla anlatmış. axel filmde en çok ellerini konuşturmuş. filmin ilk yarısını izlerken overrated olduğunu düşündüğüm film sonradan açılarak 7,7lik imdb puanını hakettiğini, ve yönetmenin hakikaten de harika bir iş çıkardığını ispatlıyor. izlenesi, takdir edilesi bir film.
  • if istanbul kapsamında alejandro jodorowsky ile beraber izlediğimiz güzel film. film sonrasındaki söyleşide alejandro jodorowsky, oğlu; filmin başrol oyuncusu oğlunun vefatinden bu yana filmi hiç izlemediğini ve uzun yıllar sonra bizimle izlediğini paylaştı. yönetmeni için anlamlı bir gün olmasını bir kenara bırakırsak, film çok güzeldi; filmi sindirmek için yuvama çekiliyorum şimdilik; biraz zaman gerektiren filmlerden.

    editbüdüt: yanlış oğlunun ismini koymuşum.
  • --- ayıp olmasın izlemeyenlere spoiler ---

    en başta imdb yalan söylüyor çünkü kesinlikle korku filmi değil. alejandro jodorowsky'nin yarattığıfenix herkes ve aynı zamanda hiç kimse. yüzeysel bir bakışla fenix çocukluğunda yaşadığı travmalar sonucu halüsinasyonlar gören ve seksüel bağlamda takıntıları olan bir seri katil. oysa ki fenix, babasının uslu*, dindar annesinin yaşadığı çevreyi de tam anlamıyla çözümleyememiş oğlu.

    fenix'in şık giyimi ve nazik beyefendi edalarıyla sokaklarda yürüdüğü her an makbul vatandaştır. ancak bir türlü kendisi olamaz. ebeveynlerinin öğretilerine her şeyi ile teslim olmuştur. tensel çekim hissettiği her kadınlarla annesinin öğretileri doğrultusunda sağlıklı bir ilişki kuramaz. kişiliği ve annesinin öğretileri çatıştığı sürece fenix kendisi olamamaktır ve bu durumdan madonna kılıklı bir kurtarıcı aracılığıyla kurtarılır. bu da alejandro jodorowsky'nın satır aralarıyla giydirdiği dini öğretilerle barışması olarak okunabilmektedir.

    üzerinde uzun uzun düşünülmüş görsel ve sözlü imgelerle dolu film, büyülü gerçekçilik ve sürrealizmin sınırlarında dolaşan sarsıcı ve etkileyici bir zekanın ürünüdür.

    --- ayıp olmasın izlemeyenlere spoiler ---
  • if istanbul kapsamında gösteriminin öncesinde ve sonrasında, yönetmeninin alejandro jodorowsky söyleşisinin olduğu film.
    http://vimeo.com/20288382
  • bu b-surrealist başyapıtın bir sahnesinde akıl hastanesi sakinleri azgın bir hemşire öncülüğünde sinemaya götürülür. hemşire çiftleşmek üzere bir arabaya dalınca sinemanın kapısında kalan otistik bir grup, pezevenk ruhlu bir serserinin ikram ettiği kokaini çektikten sonra fahişelerin mahallesine dalar. serserinin şu sözü ilginçtir: boşverin robinson cruseo'yu izlemeyi, daha eğlenceli şeyler var. gösterilen film bunuel'in versiyonu mudur, taş mıdır yoksa taş*mıdır öğrenemeyiz.
  • izlerken bir yandan 'ne kadar rahatsız edici sahneler var, kapatsam mı' bir yandan da 'bazı sahnelerdeki imgeler, semboller biraz basit, ilerde ama kesin güzel bir şey olacak; devam edeyim bari' diyerek izleyebileceğiniz film. sonuç olarak her dakikasına değecek bir filmdir. dev kadınları öldüren bir evladın filmi dersek yanlış olmaz herhalde.
    arada söylenen ispanyolca şarkılara bayıldım. folklorik havası filme ayrı bir tat katmıştı.

    sürreal öğelerden zaten bahsedilmiş. ama benim dikkatimi çeken hayvanlar ve insanlar arasındaki ilişkinin boyutları oldu. şöyle ki:

    --- spoiler ---
    fili gömme sahnesinde sirk ahalisi siyahlar içindedir. filin atıldığı çöplük olarak görünen kanala, karşı tepede yaşayan varoşlar iner. hepsi beyaz giymektedir. bir taraf üzülürken bu beyazlı kardeşlerimiz fili parçalar ve yemeye başlarlar. one's sorrow is one's feast (birinin üzüntüsü diğerinin şenliği) şeklinde belirtmek en iyisi sanırım.

    tam tersi ölen insanların başına üşüşen leş yiyici hayvanlarda geçerli. olgo öldüğü anda kanını içmeye gelen hayvanlar vardı. birkaç kez tekrarladı bu.

    --- spoiler ---
  • isterseniz süper dalga geçeceğiniz isterseniz ciltlerce üstüne yazı yazabileceğiniz hatta tribute tribute filmler çekebileceğiniz bir sanat eseri.
    kare kare, kopuk kopuk anımsasanız da, baştan sona konsantrasyonu bozmadan izleseniz de damağınızda ve dimağınızda değişik bir tat bırakacak filmlerden biridir. tam da bu nedenle durup durup hatırlayacaksınız ve belki dönüp yeniden izleyeceksiniz. sizi kendine çekecek bir şekilde. size kendini unutturmayacak. tam da öyküsü gibi.
    jodorowsky keşke ankara'ya da gelebilseydi...
  • bugünkü gösteriminde yönetmeni filmin çekiliş öyküsü için şöyle bir anısını anlattı -berbat çeviriden anladığımız kadarıyla-:
    bir gün çalıştığı gazeteye yakın bir cafede biriyle tanışır ve aynı yerde çalıştıklarını öğrendiği adama adını sorar. adını öğrenince onun 17 kişiyi öldüren bir katil olduğunu hatırlar. katil 17 kadını öldürmüş annesiyle yaşayan bir adamdır. sonradan yakalanmış 10 yıl rehabilite olmuş, her şeyi unutmuş ("oblivion ne güzel bir kelimesin", bu benim notumdu) sonra evlenmiş iki kızı olmuştur, o anda da yönetmenle aynı yerde çalışmaktadır. sonra yönetmen kendine "acaba her şeyi unutmak mümkün müdür?" der.. -hatta çok daha güzel bir şekilde günümüzdeki dünyaya savaşlara falan bağladı ama, tahmin ediyorum şunu demek istedi, şu andaki dünya 17 kadını öldürdüğümüz kısım acaba rehabilite olup unutabilecek miyiz..-

    bu intro ile izlenince yönetmenin 17 kadını öldüren bir adamla empati kurmaya çalışmış olduğu anlaşılıyor.. "annesiyle yaşayan katil" klişesinden çıkıp belirgin odipal imgelerle dolu, haddinden fazla kan fışkırtan bir film oluşmuş.
    travma mravma ama yani çok klişe imgeler falan -yılandır, annenin elleridir, fil hortumudur, kan gölüdür, transeksüeldir, aşık olunan kız yoluyla anne öldürmedir falan çok açık göndermeler güya sürreal bir film için- .. şahsen bu coulrophobia konseptini bir türlü anlayamıyorum zaten.. sirkli film görürsen kaçacaksın.. -festivalde bir kaç tane daha böyle kült sirk filmine denk gelmiştim seneler önce de öeeh yani-

    yine de işte bir şekilde sonunda ne olacak diye izleniyor. ve en azından sonunda bir şey oluyor. bu yönüyle pk çok sanatsal filmin arasından sıyrılıyor ve takdir edilesi.
  • heretik bir sinema yönetmeninden sembolizmin doruklarında dolaşan 1989 tarihli bir başyapıt.

    çocukluğunu bir sirkte geçiren ve “kutsal kan” adlı tarikatın gizli rahibesi olan annesini korkunç bir biçimde kaybeden bir gencin büyüme sancıları; kopuk kollar, uzun kırmızı ojeli eller tarafından işlenen cinayetler, akıl hastanesi, kukla gösterisi ve masumiyeti simgeleyen büyümemiş bir kız çocuğu aracılığıyla anlatılıyor. bu filmde çocukluk, hortumundan durmaksızın kanayan bir filin ölümüyle sonlanıyor ve kadınlar pardesüden fırlayan bıçak tutan bir elle düzülüyor. çok acayip bir film, alejandro jodorowsky’nin diğer filmleri gibi…
hesabın var mı? giriş yap