• "kendi aklını kullanmayan insan, kitapların en güzeline de inansa, özgür düşünemiyor demektir."

    sabahattin eyuboğlu (eyüboğlu değil!)
  • ömer hayyam'ın dörtlüklerini türkçe okuyan herkese hayyam'ı daha da çok sevdiren adamdır. başkalarının yaptığı çeviriler aynı tadı veremez, çünkü o ayrı bir ruh katmıştır rubailere. babamın övgü dolu sözlerle bahsettiği rubaileri ilk olarak başka bir çeviriden okuduğumda bu mu demiştim babamın hayranlığını kazanan adam. aynı rubaileri eyüboğlu çevirisiyle tekrar keşfettiğim zaman hak verdim tüm anlattıklarına. şimdi ne zaman okusam hayyam'ı bilirim ki babamı ve beni hayyam'a daha da hayran bırakan kişi sabahattin eyüboğlu'dur. örnek vermek gerekirse;

    çevirisi başka biri tarafından yapılmış rubai:

    aklım azalır, sarhoş olursam;
    ayılınca da dağılır sevincim.
    hani vardır ya ne sarhoş ne de ayıksın
    öyle yaşamaktır en iyisi.

    aynı rubainin eyüboğlu çevirisine bakalım:

    sarhoş oldum mu aklım azalır;
    ayıldım mı sevincim dağılır.
    ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya
    en güzeli öyle yaşamaktır.

    fark bariz değil mi?
  • türkiye'nin belki de en iyi çevirmeni,kendi kitapları da var,ama asıl adından sözettiren çevirileridir.montaigne'in denemeler'i,hayyam'ın bütün dörtlükler* çevirileri onun ne kadar başarılı olduğunun göstergesidir.okurken montaigne ve hayyam'ın türkçe yazdığı hissine kapılıyorsunuz.
  • tv8 de yayinlanan yasamdan dakikalar adli programda kingdom of heaven filmi hakkinda konusulduktan sonra selahattin eyyubi nin buyuk buyuk dedesi oldugu iddia edilen yazar ve cevirmen.

    (bkz: gotunden sallamanin en guzel ornegi)
    (bkz: yasamdan dakikalar palavralari)
  • din üstüne (sabahattin eyüboğlu)

    ölünce toprağa karışıp gideceğime, insan kardeşlerin kafasında kalacak izlerden başka hiçbir varlığım kalmayacağına inanıyorum. cennetin, cehennemin iyilikler, kötülükler için insanların çok eskiden düşünebildikleri karşılıklar olduğundan hiç ama hiç şüphem yok. bunu söylerken ne kimseyi kızdırmak ne de böyle düşünmenin doğruluğuna başkalarını inandırmak niyetindeyim; ama öyle günler yaşıyoruz ki, her okur yazar bu konuda ne düşündüğünü söylerse türkiye'de daha gürbüz, daha verimli bir düzen kurulabilir diyorum.

    devrilen düzenin işlediği en ağır suç neydi sizce? iltimaslar, devlet gücüne dayanıp zenginleşmeler, fakir fukaranın sırtından geçinmeler, düşünceye gem vurmalar, basını susturmalar mı? bunlar da çok çirkin şüphesiz; ama hepsinden çirkini inanmadığına inanır görünmek, türkiye'yi yıkmış, yıkmakta ve yıkacak olan yobazlara güç kazandırmaktı. cennete inanmayan bir devlet adamının, cennetten arsa satan dolandırıcıları görmezlikten gelmesini haydi hoş görelim; ama koltukta kalabilmek için inanmadığı, inanılmaz saydığı, üstelik yeni türkiye'yi kuran insanın açıkça savaştığı gerilikleri diriltmeye, başkalarına inandırmaya çalışanlara ne demeli? cennet benim umurumda değil, ama halkın cennete inanması benim işime gelir, demekten daha iğrenç bir davranış olabilir mi? böyle bir davranışla insan, değil halkın, kendi çocuğunun bile saygısını, sevgisini nasıl kazanabilir? kazanamıyor işte. çocuk er geç soğuyor böylesi babadan, ya kaçıyor ondan, ya da zorla, korkuyla, para derdiyle yanında kalıp iki yüzlü oluyor: en kötüsü de bu.

    kendi inanmadığına başkasını inandırmaya, bundan fayda sağlamaya çalışan insanlar yok mu? medeniyetin akışını asıl köstekleyenler onlar işte. her memlekette her düzende böyleleri çok; ama her yerde, her ilerleme onların bir müddet için olsun azalmaları, ya da zararsız hale sokulmalarıyla oluyor.

    anadolu'nun tarihini biraz bilenler, burada derin, sürekli bir dindarlığın barınamayacağını kestirebilirler. nice tanrıların, nice kültürlerin bir araya sıkıştığı, giderek bir tek insanın yüreğinde bile çelişmeler yarattığı bir yerdir burası. çevrenizi bir yoklayın: bir dine gerçekten bağlı, düşüncesinde, yaşayışında tutarlı, dünyaya, paraya pula sırtı çevrik bir din adamı var mı ortalıkta? analarımız arasında belki tek tük bulunur böylesi. ama onlar, gerçekten dindar oldukları için; dini menfaat, mevki sağlamakta kullanmaz, dinden uzaklaşan evlatlarına bile hayır dua etmekle yetinirler. müslüman anadolu'nun tarihinde, okur yazarlar arasında göstereceğimiz mevlana, yunus emre, kaygusuz abdal, pir sultan gibi sahici din adamları hem kenarda köşede kalmış, hem de bütün dinlere kapılarını açan, geniş, müsamahalı bir insanlık görüşüne varmışlardır.

    gel, gel, kim olursan ol gel;
    kafir ol, ateşe, putlara tap, gel!
    umutsuzlar tekkesi değil bizimki,
    yüz kerre tövebeni bozmuş ol, yine gel

    diyor mevlana. ama mevleviler bu görüşe uymuşlar mı her zaman? nerde! öyleleri çıkmış ki bektaşilere bile kapısını açmamış, oldukları gibi görünecek, göründükleri gibi olacak yerde, iki yüzlülükte yobazları bile geçmiş. bizde dinseverlerin çoğu inançlarından çok çıkarlarından yana gideler. alaturkacılarımız gibi dincilerimiz de halktan çok devleti kazanmış ve tepeden inmişlerdir. '7 mayıs sabahı birdenbire yıkılan devletin yaptığı, aslında, gerçek din duygularını sömürmek değil, para kazanamaz olmuş sahte din adamlarını kendi hesaplarına seferber etmek oldu. arkalarında ağayı, zengini, devleti görmese anadolu halkı bu adamları yine de tutar mı dersiniz? ben sanmıyorum. en kara cahilimiz bile yobazın halka talkın verip salkım yuttuğunu bilir. bilir, ama yobazın sesi radyodan, gazeteden, kitaptan gelmeye başlayınca ne yapsın? devletin hor gördüğü devrimci öğretmeni mi tutsun? fakir fukaradan beklenecek şey mi bu? ağanın, politikacının tuttuğu softaya çatsın da adı gavura, komüniste, soysuza mı çıksın?

    anadolu ırkçı olmadığı gibi koyu müslüman da değildir. bu softalıklara ne tarihi elverişlidir, ne coğrafyası. tepeden inme kışkırtmalar olmadıkça anadolu'da en değişik ırklar ve inançlar kardeşçe yaşayabilirler, yaşamışlar da. çarşafı, cübbeyi getiren, savunan, şapkaya karşı koyan anadolu'nun mutsuz çoğunluğu değildir. resim yasağı, matbaa yasağı kadın erkek birarada çalışma, ibadet etme, dans etme yasağı kimlerin yüz karasıdır, sorarım size? okullara din dersi konmasını çoğunda okul olmayan köyler mi istedi? hacıağa dediğimiz insanlar anadolu'nun temsilcileri mi, sömürücüleri midir? radyoda mevlüt isteyen, radyonun adını duymamış milyonlarımız mıdır? alaturkanın en bayağı şarkılarını radyodan, devletin ağzından anadolu'ya dinlet; dinleyenler bunlara medeniyetin sesi diye kulak versin, alışsınlar; sonra tut halk istiyor, demokrasi gereği diye bir avuç zevksizin zevkini millete mal et. din konusunda da işler böyle olagelmiş aşağı yukarı. bu gerçeği halkımız bir atasözüne de komuş üstelik: ne ekersen onu biçersin, demiş.

    atatürk gerçekçi bir aydındı. devrimlere çoğunluğun karşı koymayacağını, onları için için özlediğini de biliyordu. devrimlere ancak sömürücüler, çıkarcı-gericiler karşı koyabilirdi: cenkleşmeyi göze aldığı insanlar da onlardı yalnız. çarşaf türk çoğunluğunun sevgilisi olsa atatürk çoğunluk adına onu kaldırtır, kaldırtabilir miydi? devrimleri bir azınlık yapar elbet, ama çoğunluğun derdini bilerek, yüreğini okuyarak, halkın adamı, gerçek sözcüsü olarak. kötü politikacıların çoğunluk dedikleri aslında çoğunluğun asalakları, baş belalarıdır. onlara göre bu millet adam olmaz, iyilikten anlamaz, parayla satın alınır, okul istemez, tembeldir, ahlaksızdır, pistir, çarıklı erkanı harptir. oysa böyle olan kendileri ve çobanlarıdır. her halkın çoğunluğu alınteriyle ekmeğini kazanan insanlardır. işinden baş kaldırmayan insan kötüye kul olur; ama kendisi nasıl, niçin kötü olabilir?ahlakın temeli iş değil de, parlak öğütler, nutuklar, inşallahlar, maşallahlar mıdır? başkalarının sırtından geçinmek ahlaksızlıkların en büyüğü olduğuna ve çoğunluk kimsenin sırtından geçinmediğine göre kimden alacağız ahlak dersini? ahlakın ne olup ne olmadığını hangi yoldan gelişeceğini elbette aydın kişiler, küçük bir azınlık olan yazar-çizerlerimiz söyleyecek; ama bu azınlık çoğunluktan yani çoğunluğa çevrik, çoğunluktan haberli olmadıkça ister istemez sömürücü azınlıktan yana olmak, ahlakı da kitaplara, tanrı'ya ya da başka milletlerin kopyacılığına bağlamak zorundadır.

    bugünlerde, hiç beklenmedik bir yoldan, yine bir aydınlar ve halk ikiliği yaratmak tehlikesi karşısındayız. osmanlılar devrinde mutlu bir azınlığın mutsuz çoğunluğu küçümseyerek kurdukları düzeni kötüleyenler mutlu azınlığın dilini, edebiyatını, kanunlarını, dünya görüşünü kötü gören aydınlarımızdan, hem de iyi niyetlilerinden bazıları, demokrat parti'yi çoğunluğun temsilcisi sanmak gafletine kapılarak, 27 mayıs'ı yalnız üniversitenin ve ordudaki aydın kişilerin halka karşı yaptıkları bir tepeden inme devrim sanmaktadırlar. bu görüş ise; yepyeni bir yoldan, mutlu azınlığı mutsuz çoğunluğa haklı görmenin ta kendisi olabilir. öyle ya!çoğunluk menderes'i, bayar'ı tutmuş, azınlık olan üniversite ve ordu yıkmış. öyleyse yapılacak şey, halka karşı aydınları, çoğunluğa karşı azınlığı tutmak, bir aydınlar diktatoryasına gitmektir. böyle özellikle tehlikeli olması başlıca şu sebeplerden ileri gelir: düşünenlerimiz milli birlik komitesinin gerçekten devrimci kanadından bu yana - ki o kanadın çoğunluktan yana olduğundan şüphe etmiyorum - olsalar, kabul! ama, milli birlik komitesi'ni halk adına halkı sömürenlerden yana çeken aydınlarımız, yüzyıllardır çoğunluğu sömüren, atatürk'ün, inönü'nün savaştığı ve bir türlü yenemediği eşraf dalkavuğu aydınlarımızin ağına düşerse?

    anadolu'da çoğunluk, din konusunda, er geç uyanık aydınları tutacaktır; çıkarı da bunu gerektirir; sömürücülerden ancak bu yoldan kurtulabilir. bu düşüncelerle ben yeni devletin tam bir laikliğe gitmesinden, bütün inançları, ibadetleri serbest bırakmasından korkmuyorum. elverir ki devlet hiçbirisinden yana olmasın, hiçbirine en küçük bir yardımda bulunmasın, dinin politikaya karıştırılmasına türlü yollardan engel olsun. devlet bu açık davranışa varmadıkça her türlü tedbir yarım, etkisiz olacak, üstelik, yobazlar yine devlet yoluyla işlerini yürütecekler.

    sabahattin eyüboğlu-mavi ve kara-1950
  • son çevirdiği kitap rabelais'nin `gargantua'sı'dır
    bu kitabı çevirmeye 12 mart darbesinde haksız yere tutuklanmasından sonra karar vermiş
    hughette eyüboğlu'nun anılarından:
    kurtuluşundan kısa süre sonra sabahattin amcanın ağzından şimdiye kadar işittiğim en sert ve şiddetli cümleyi duydum.
    masa başında sert bir sesle bizlere; "beni tutuklatanlardan intikamımı alacağım!" dedi
    bu sös üzerine yıldırm çarpmışa dönerek ona ne kastettiğini sordum.
    "rabelais'nin gargantua'sını türkçeye çevireceğim" cevabını aldım.
    sonra büyük bir coşkuyla bize theleme manastırının kapısının üzerindeki kitabede yazılanları okudu.
    bu ne muazzam seviye farkıydı.
    bir yanda incir çekirdeğin doldurmayan ithamlarla bir insanın hürriyetini elinden alanlar,
    öte yanda elindeki tek silahı, edebi bilgeliği ile karşı koymaya çalışan bir insan!
    kitabın bu theleme lekesinin temellerinde bulunan muammanın çevirisinin bittiği gün, 10 ocak 1973 günü ikinci bir kalp krizi geçirerek aramızdan ayrıldı
  • shakespeare'i kimin çevirisinden okuyayım diye düşünen biri varsa hiç duraksamadan kendisini tercih edebilir. ne aşırı öztürkçeci bir tutuma sahiptir ne de eski osmanlıca meraklısı. uygun sözcüğü bulan ve nakış gibi işleyen bir çevirmendir.

    ara ara shakespeare okuduğumdan atinalı timon'a göz gezdiriyordum ufak ufak. timon'un eşkıyalara seslendiği bölüm mesela saf türkçedir:

    "bütün yoksulluğunuz açgözlülüğünüzden.
    ...ille de insan yiyeceksiniz. ama ben sizden razıyım:
    siz açıkça yapıyorsunuz soygunculuğu,
    kutsal kılıklar altında yürütmüyorsunuz işinizi.
    saygın mesleklerdeki soyguncuların haddi hesabı yok.
    ...rastlayacağınız herkes soyguncudur,
    atina'ya gidin; talan edin açık dükkanları!
    ne çalsanız bir vurguncudan çalmış olacaksınız."

    muhteşem.

    timon'un flavius'a seslendiği bölümden bir kuple:

    "çokları ilk efendilerinin sırtına basarak
    yeni efendilerini bulurlar."

    bizim bazı şairlerimizin edebiyat dergilerinde yayımladıkları şiircikleri şiire bile benzemezken, eyüboğlu'nun çevirisi sahih bir türkçe şiir gibi parıldıyor. tam bir edebi şölen.
  • ''krallara gösterilen saygının daha fazlası, daha içteni halka gösterilmedikçe, demokrasi halkı sömürmenin bir başka biçimi olmakla kalır. halkı güdülecek bir sürü sayanların elbette kasaplarla alışverişi olacaktır.”
  • atatürk devriminin yarattığı düşünürlerden biriydi. cumhuriyet döneminin belli başlı düşün akımlarına katıldı; bu akımların başarısı için çaba harcamakla kalmayarak, bunların bütünlenmesinden çıkan çağdaş türk toplumu anlatımının aydınlanmasında, tutarlı kişiliği ile, bilinçlendirici bir iş de gördü. nelerdi bu düşünce akımları ve bunların bütünlenmesinden çıkan anlam, saptamaya çalışalım: doğu uygarlığı ile batı uygarlığı arasındaki karşıtlıklar ve benzerliklerin çözümü, türk ulusunun tarihsel kökenleri üzerinde belli bir anlayışa varmanın yolları, türk dilinin kendini bulmasının gereği, önemi, türk edebiyatının ve şiirinin evrenselleşmesi ve ulusallaşması, köy enstitüleri eyleminin özgün yanı, eski edebiyatımıza ve sanatlarımıza yeni bir gözle bakıp onlarda çağdaş değerler bulma eğilimi... topluca ele alınınca bunlar, bizim düşün yaşamımızı kuran sorunların büyük bir parçasını kapsar, işte eyuboğlu bu alanda çalışmış bir düşünürdür.

    fransa'daki öğrenimini bitirip yurda döndükten sonra, sabahattin eyuboğlu, üniversite çalışmaları dışında, yeni şiirimizle ilgilendi önce; bu konuda yazılar yazdı. kendimizi bulma yöntemini getiriyordu batı'dan:

    türk şiirinin dili türkçe olmalıydı.
    yaşanan gerçeğin şiirimize girmesi gerekliydi.
    batılı şiir söylenen, yazılan bir şey olmaktan çok, yapılan bir şeydi, değiştirmelerle değil, geliştirmelerle kurulurdu.

    bu ilkelerle bağdaşan şiirleri tutarak, şiir düşüncemizde batı'ya ve kendi geçmişimize açılan güçlü bir anlayışın savunucusu oldu.

    "halkın konuştuğu dille, bilim, felsefe ve edebiyatın dilini birleştirmek, başka bir deyişle, düşündüğünü konuşur gibi yazmak, ilk işi olmuştur avrupa'da aydın kişilerin" diye yazar, sonra şunları ekler, "orada millet şuuru bu birleşme ile doğmuş, bu birleşme ile edebiyat kısırlıktan kurtulmuş. rönesans dedikleri davranış bir bakıma halk dilinin yazı dili olması demektir. değil ileri aydın gençler, atılgan yazarlar, ister istemez ağır adımlarla yürüyen akademiler bile konuşulan dilin ardına düşmüşler, sözlüklerin, gramerlerini yalnız halktan ders alarak yazmışlar. bizim batı kültüründen alacağımız ilk ders de bu olmalı değil miydi?"

    dil, yalnız şairi değil, yeni aydını da halka yaklaştıracaktı. sabahattin eyuboğlu, eski aydını anlatırken onun, kendini beğenmiş, halkın anlamadığı bir dille konuşur, söylediğinin anlaşılmamasını halkın bilgisizliğine verir bir kişi olduğunu söyler: köyü bilmez bu adam, köylünün okumak istemediğini, okumakla mutlu olamayacağını tanıtlamaya kalkar. "halkın anladığı aydın" başlıklı yazısında, bir orta anadolu kentinde rastladığı diplomasız bir dişçiyi anlatırken, "işini böylesine bilen ve seven, kendine bu kadar güvendiren insan az görmüştüm. şimdi nasıl gelmez insanın aklına bu genç adamı yetiştiren şartları bir okul haline sokup her kasabaya hemen bir dişçi yollamak?" diye yazar.

    "bizim anadolu" başlıklı yazısına şöyle başlar: "bu memleket niçin bizim? dört yüz atlı ve orta asya'dan gelip fethettiğimiz için mi? böyle diyenler gerçekten benimsemiyor, ana yurt saymıyorlar bu memleketi. gurbette biliyorlar kendilerini yaşadıkları yerde. hititler, frigyalılar, yunanlılar, persler, romalılar, bizanslılar, moğollar da fethetmişler anadolu'yu. ne olmuş sonunda? anadolu onların değil, onlar anadolu'nun olmuş."

    çeviriler yapar, hasan ali yücel'in kurduğu tercüme bürosu'nda canla başla çalışırken, batı'da hümanizm denilen akımın çeviriden doğduğunu biliyordu. oysa biz, batı kültürünün kaynakları üzerinde oturuyorduk. "yaşayan geçmiş" başlıklı yazısında şöyle diyordu: "türk düşüncesinin avrupalı olmasını istiyorsak, onu kendi geçmişimizle beslemeliyiz."

    bunlar üzerinde durulacak daha, bunlar tartışılacak daha. sabahattin eyuboğlu'nun yeri de, bu yüzden, tazeliğini hep koruyacak.
  • zamaninda turkce'ye kazadirdigi yapitlardan bazilari:
    montaigne - denemeler
    platon - devlet
    herman melville - moby dick
    moliére - cimri
    hayyam - dortlukler
    gustave flaubert - ermis antonius ve seytan
    aristophanes - esekarilari, kadinlar savasi ve diger oyunlar
    francois rabelais - gargantua
    william shakespeare - julius ceasar, macbeth, antonius ve kleopatra
    jean de la fontaine - masallar
    ivan goncarov - oblomov
    daha gider bu...
    hamis: cevirilerini fransizca uzerinden yapmistir.
hesabın var mı? giriş yap