• "oscar adayıysa sevgi pıtırcığı bir filmdir" gibisinden bir düşünceye teğet geçen film. yüreklerimizi açalım, kendimize ulaşalım klişesi kullanılsa da açığa çıkan her sorun çözüme ulaşmıyor, açılan her yürek mecrasına kavuşmuyor. seyirci izlerken kendini çok da mutlu, hafiflemiş hissetmiyor. karakterler, ilişkiler, kıskançlıklar, itiraflar, gidişat şaşırtıcı değil; filmin de böyle bir iddiası yok zaten. ama filmin genelindeki doğallık ve açıklık insanı şaşırtabiliyor. bir de lena rolündeki frida hallgren, rolüne cuk diye oturmuş, genç, ışıl ışıl, hayat dolu, kırgın ama cesur. neyse, bu filmden de çıkarılacak şeyler var elbet:

    - sosyal devlet fani, koca dayağı baki.
    - er kişiler, duygularını ve kendilerini çok net ifade eden hatun kişilerden ürker.
    - michael nyqvist' e görüldüğü yerde evlenme teklif edilecek.
    - kahve de önemlidir.

    bir de "tanrı affetmez, çünkü tanrı suçlamaz"... onun bizim kastırmamıza ihtiyacı yok, bizim onu sevmeye, ona inanmaya ihtiyacımız var. sevebilmek, bir şeyleri, birilerini adam gibi sevebilmek için de önce kendimiz olmamız gerek (bkz: duygusallasiyorum muntazaman).
  • üzülerek başarısız bulduğum film. üzülmemin nedeni ise yönetmenin tüm iyi niyetiyle (ve biraz da bu iyi niyetin fazlası olması nedeniyle) ve iş yapabilecek bir konu ve senaryoyla, bekleneni verememiş olması.

    --- spoiler ---
    anlaşılan o ki yönetmenimiz kay pollak ilerlemiş yaşı ve yaklaşık 20 yıllık aradan sonra uzun metraj yönetmenliğine soyunması ile, çağdaş sinemanın biraz gerisinde kalmış gibi. bunu söylememin en önemli nedeni ise filmdeki oyunculukların işlenişi. oyuncular da, yönetmenin iyi niyetinin fazlalığı gibi, oyunculuklarına duygunun ve hareketlerin gereksiz fazlalıklarına ekleyerek abartılı ve göze batan oyunculuklar sergilemişler. michael nyqvist canlandırdığı daniel karakterine kendini fazla kaptırmış bir tavır sergiliyordu. belki bu abartıların arkasında kay pollak'ın yüzyılın ortasında izleyerek kendine kattığı sinema anlayışından esintiler olabilir, zira özellikle doğu filmlerinde (ki bu günümüzde de geçerliliğini koruyabilir) oyunculuk abartılı bir biçimde öne çıkartılarak izleyicinin soluğu, "karakter" (aktörle özdeşleşen fiziksel ve duygusal karakter) tarafından kesilirdi. günümüzde, danimarka isveç gibi ülkelerden gelen filmlerde, halen karakterin duygusal gelişimi ön planda tutulabiliyor olsa dahi, bu filmdeki aşırılık seyirciyi samimiyetsizliğe doğru yeltendiren bir boyuta ulaşmış gibi geldi.

    filmin daha zayıf bir noktası ise gereksiz yere konulmuş ve sayısı ciddi anlamda fazla olan (belki 10-12 tane) ufak ve hikayeye hiç bir katkısı olması beklenmeyen sahneler. örneğin, sadece daniel'in lena ile duygusal bir yakınlık yaşayacağını anlamamızı sağlamlaştırmak gibi bir gaye güdebileceğini tahmin ettiğim; lena'nın, tüm koro daniel'ı evinde toplandıktan sonra (ki bu daniel kiliseden kovulduktan sonraki ilk sahneydi sanırım) daniel'a alakasız bir şekilde yalancılı bahanesiyle (onu aldatıp aldatmadığını bilmeyerek) trip atması ve bahçede iki "aşığın" barışıp eve geri dönmesi; anlamsız sahnelerden yalnızca biriydi. şöyle ki; yönetmen bazı güzel olan (veya olabilecek) sahneleri hazırlarken, o sahnelere veya hikayenin o bölümüne doğru ana senaryoyu yönlendirecek ("lead" edecek) hikayeler bulamadığı zaman, kötü ve baştan savma ufak rötüşlar atmış.

    filmin sonlarına doğru daniel'ı dramatik bir şekilde koronun ve tüm salonun sesini duyarken tuvaletin bir kenarında kalorifer yanında öldürebilmek için, koro performansından hemen önce bisiklete bindirip tüm şehri dolaştırması, kesinlikle gerçekçi çerçevede kabullenemeyeceğimiz bir sahneydi. tabii ki filmlerde gerçekliği arayanlardan olduğumu anlatmaya çalışmayacağım ama, özellikle nordik türü dramalarda, filmin büyüsünün, bize kattığı duygusal olabilirlik (ve biz güneylilerde biraz da eksik olan ama imrendiğimiz soğuk-sıcak ilişkiler) olduğunu düşünürsek, böyle çcukça bir fikre tahammül edemeyeceğimiz aşikardır.

    daha korkuç olanı ise yönetmenin başından beri daniel'ı bisiklete bu son sahne iççin bindirmiş olduğunu düşünmektir. benzer bir şekilde, daniel'ın koro ile birlikte avusturya'daki yarışma alanına girdiği ilk sahnede önce saçmasapan modellerle görülmesi (ve lena'nın bunu kıskanması) daha sonra, eski menajerini (bir anda "divine" (kutsal) bir mentora dönüşmüştür) anımsayıp ona koşması ve bu kadar değer verdiğini düşündüğümüz adamla 35 sn.lik bir konuşmadan sonra, filmin başından beri zor değişen karakterinin şıp diye değişip lena'ya geri dönmesi (hatırlayınız, lena saçma sebepten dolayı ona trip atmıştı) baştan sona, araya serpiştirilmiş, epey zayıf bir küçük hikayedir.
    --- spoiler ---

    filmi baştan kötülemek gibi duran bütün bu izlenimler, filmin çekici başlangıcı (her ne kadar dah en baştaki sahnelerden bir "a seperate piece" tadı yakalayıp, 10. dakikadan itibaren sonunu tahmin edebildiysek de), saf ve iyi niyetli karakterleri ve tatlı sıcak sahneleriyle verdiği beklentiyi, ilerleyen sahnelerde altüst etmesi yüzünden yazılmış üzüntü dolu satırlardır. kaldı ki, bu tavrın en büüyk sebeplerinden biri de film hakkında beklenen fazlaca yüksek beklenti de olabilir. ama bütün bunlar, filmin; çok büyük bir endüstri olmasa da, türkiyede dahi hatırı sayılır takipçisi olan, danimarkanın başını çektiği nordic sinemasının son zamandaki çıkışını (oscar gibi bir ödülde) yanlış bir filmle uluslararası alanda temsil ettiği ve yükselttiği çıtaya uyamadağı gerçeğini değiştirmiyor.
  • sicak ve yumusak ve parlak ve matrak ve kivrak ve kiyak bir film. sonunda ne olacagi, hemencecik tahmin edilse de içindeki ayrintilar ve süperli oyunculuklar sebebiyle bunalima girmeden izlenen bir film. ve her zaman oldugu gibi, amerikan filmi olmadigi için, incelikli ve samimiyetli ve gerçekli bir film.
  • müzik ve insan üzerine yapılmış en güzel filmlerden biri.

    düzeltme: film demeyelim buna, başka bir şey diyelim.
  • güzel, sıcak, duygusal, hoş, şöyle, böyle bir film. bunun yanı sıra koro filmlerine has bazı klişeleri bir kez daha tekrarlamaktan usanmamış.

    --- spoiler ---

    şöyle ki, içinde koro (bkz: çoksesli koro) barındıran filmlerin şöyle bir olay örgüsü vardır: bir şekilde alışılmadık, öncekilerden farklı, enteresan bir şef, bir koro kurar ya da varolan koroyu çalıştırmaya başlar.

    önce bu durum pek ciddiye alınmaz. normal koro işte denir ve provalara gidilip gelinir. bu arada seyirci sıkılmasın diye bazı yan karakterlerin ufak tefek sorunları ile uğraşılır.

    fakat şef öncekilerden farklı ve enteresan ya, daha bi değişik yöntemlerle çalıştırır koroyu, koristler pek bir mutlu olur, aydınlanır, falan filan olur. sonra bu durum doğal olarak 'birilerine' batmaya başlar. o birileri korodan rahatsız olur, bir uyarır, iki uyarır, üçüncüde koroyu kapattım der.

    herkes çok üzülür, seyircinin gözleri de bu noktalarda nemlenmeye başlar. bazı karakterler isyan eder, enteresan şefimiz itiraz etmez içine kapanır. neyse sonra koro mucizevi bir şekilde toparlanir, çok başarılı olur, ayakta alkışlanır.

    bu görkemli sahne final olabilecekken olmaz, arkasından mutlaka buruk bir durum gelir. üzülmüş ve duygulanmış bir şekilde salonu terk ederiz.

    --- spoiler ---

    ayrıca (bkz: les choristes)

    sa som i himmelen bu klişeye uygunluğu dışında iyi bir film. koro ruhunu da çok güzel anlatıyor. hatta bir arkadaşım, 'bilmeyenlere koro ruhunu anlatmaya çalışmaktansa bu film salık verilebilir' dedi. korodaki insanların zaman içinde birbirine yakınlaşması, çekişmeler, tınlama hissiyatı... korolarda aşk, kin nefret, kıskançlık mutlaka vardır. şef denen kişi de karizmasını azıcık kullanabiliyorsa herkesin sevgi, ilgi ve alakasını rahatça üzerine çeker. sevgiye ve ilgiye muhtaçsanız, müzikten de anlıyorsanız, ne duruyorsunuz, koro kursanıza!
  • les choristes, sister act, bu... en etkilisi bu desem. (bana en etkilisi bu.)

    misal sister act'ı çocukluk filmimiz diyip unuturuz da, bunu nasıl unutmuşuz sözlük? hayır nerde koro filmi deseler "sa som i himmelen" diye söyler ve yazarım... adını unutmadım. 14 nisan 2005 tarihliymiş bizdeki verisi. hissettirdiklerini de unutmamışız... lakin herkesin hikayesi insanın aklında kalamıyor evet. insan ve nisyan...

    o değil de, das leben der anderende bi tip daha vardı, böyle gömlekle kar kış dolaşan...

    insanların öyküsü var, bok var püsür var kıskançlık var... böyle uhrevi de bir ses var... müzik çalmak değil, dinlemek... öyle bir final var ki filmde...

    buyrun size gabrielle'in (helen sjöholm) solosu: http://www.youtube.com/watch?v=d_b8-oxuiac
  • hafiften klişe bir senaryosu olsa hatta eski türk filmlerini anımsatsa da (zaten kantörü oynayan michael nyqvist de ercan saatçi'ye benziyo mk) izlenesi, güzel bir isveç filmi. filmin başlarında eleman daha yeni yeni koroyu eğitmeye çalışırken korodaki herkesin "kahve vakti!" deyip işi gücü bıraktığı sahneyle de siki taşşağına denk olan ve yarım saatte bir fika molası veren isveçlileri iki saniyede özet geçmiştir.
  • taa uzaklardan bi köyden soğuktan sıcağa doğru giden, karla kapli bir yolda bisiklet sürmeyi öğreten ya da birini sevdiğini nasil anlarsin gibi bir soruya cevap arayan güzel bir isveç filmi.
  • 2005 oscar ödüllerinde isveç in en iyi yabancı film kategorisinde ödüle aday olan filmi...

    uzun yıllardır büyük şehirde yaşayan, piyanist olarak üne de kavuşan orta yaşlı kahramanımız, bir gün büyük şehir sıkışmışlığından bıkar ve doğduğu kasabaya geri döner..burada müziğin etkisiyle hem kendisinin hem de kasabadaki insanların hayatı değişmeye başlar...

    biraz hollywood filmi hikayesini andırsa da, isveç in soğuk ikliminden beklenmeyen sıcaklıkta bir hikayeye ve şık yönetmenliğe sahip film...
  • küçük bir çevre etrafında gelişen olaylar ve yer yer de bazı çekimler ile dogma akımıyla bazı benzerlikler bulduğum film.

    --- spoiler ---
    kasabaya yeni yerleşen daniel'in kar yağarken yarı çıplak dışarı çıkıp kollarını açtığı sahne şu diyaloga sebebiyet vermiştir:
    -izmirli galiba? (bkz: kar görmemiş izmirli tripleri)
    -yok canım.olsa olsa laz..
    bir de "evet" diye altyazı geçerken daniel'den sadece garip bir homurdanma sesinin geldiği sahne isveççe hakkında akıllarda soru işareti uyandırmıştır.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap