• annesinin ölümünün ardından içinde eksilen parçayı dışarıdaki başka bir nesneye yöneltmeye çalışan ve bu yönelimi kendini rushmore akademisine vererek gerçekleştiren max fischer'ın öyküsünü anlatan muhteşem film. filmin ilereyen dakikalarında rushmore'un yerini miss cross alıyor ki miss cross'u ilk gördüğümüz sahnede küçük çocuklara kitap okuyor oluşu kendisinin nasıl bir anne temsili olduğunu hemen belli ediyor. film daha bunun gibi birçok alt metinle dolu. kısacası bir büyüme, melankoliden arınma yolculuğu. wes anderson'ı seviyoruz.
  • max'in okuduktan sonra kapildigi buyusuyle kendini ogretmenine asik edicek bir yola sokan sozcuklerle hatirliyorum bu filmi:

    "when one man, for whatever reason, has the opportunity to lead an extra ordinary life, he has no right to keep it to himself." "yasayin be" diyor sanki wes anderson, gicik olun, insanlar sizden nefret etsin, kafaniza elmalar atip dalga gecsin, ota boka benzetsin ama siz yine de istediginiz gibi inandiginiz gibi yasayin.. diyor sanki film.
  • wes andersonin- her filminde oldugu uzere -yine gundelik hayati ve bununla birlikte gelen problemleri biraz kara mizah,biraz surrealism, biraz abarti, ve birazda drama ile son derece basarili sekilde basarili bir film.

    herkesin aksine, ben filmin bas kahramani max fischer karakterini feci sekilde sevdim; bence inanilmaz guzel yazilmis bir karakterdi. bu karakteri sevmemin en buyuk nedeni ise illa her seyi siyah yada beyaz gosteren amerikan sinemasininda, max fischer gibi hem sempati hemde ayni zamanda empati uyandira bilen, kusursuz olmayan ama bunla beraber kusurlarini dahi seyirciye sevdire bilen; herkes gibi yasadigi sistemin icinde kaybolmus ve umutsuzca bu kisir donguden bir cikis yolu arayan ve cikis yolunu ise askta bulan, bir karakter daha gormedim uzun zamanda gorecegimi zannetmiyorum. film boyunca max fischer bana bin bir farkli duygu yasatti: kimi zaman max'in ukalaliklari beni kizdirdi, kimi zaman esprileri beni guldurdu, kimi zaman ise max'in caresizligi ve mutsuzlugu beni de o derece uzdu. bu yuzdendir ki rushmore' i izlemek ,hic bir zaman yazmamis oldugum, lise gunlugumu okumak gibi nostaljik duyguydu.

    uzun lafin kisasi, kliseler uzerine kurulmus amerikan sinemasinda, rushmore gibi orjinal ve keyifli bir film bulmak sevindirici. bunun uzerine yapmacik happy endleri ile dunyaya amerikan iyimserligini yayan amerikan sinemasinin, tipik temalarindan biri olan: "ezik bir karakterin kendini bulmasi ve sonunda populer olup okulun en tas kizini goturmesi" gibi banal bir kurguyu, wes anderson'in bole icten ve kendine ozgu stili ile yorumlasi, bir nevi bu tema yi daha gercekci bir halde seyirci onune sunmasi, kanimca rushmore'un altina yatan basarinin sirridir.
  • olivia williams ve bill murray başlıbaşına bu filmi seyretmek için yeterli sebep iken senaryo ve yönetmenin (eleştirmen gibi yazayım madem:) duru anlatımı filmi daha daha sevdiriyor, film bittiğinde insan kendini şöyle tek başına güzel bir yürüyüş yapmış da eve dönmüş gibi hissediyor.
  • bill murray filmin senaryosunu o kadar cok begenmis ki, wes anderson a bu filmde ben bedava bile oynarim, yeterki beni bu filmde oynatin demis.
  • "when one man, for whatever reason, has the opportunity to lead an extraordinary life, he has no right to keep it to himself."
    jacques-yves cousteau

    ben bu sozleri yazan kadinla evlenirim arkadas.
  • mr. blume : "what is the secret max?"

    max: "to find something you love to do and do it for the rest of your life. for me, it is going to rushmore"

    budur filmin anafikri.
  • aynştaynlık yapmak istemiyorum ama: liseli detected. dedik de, böyle liseliye can kurban. tamam max yalancının, sahtekarın önde gideni ama zeki ve yaratıcı. tolerate the genius demiş david ogilvy. hor görmek değil hoş görmek lazım gencoyu. hepimiz o yollardan geçtik. filmi izlerken lise günlerini hatırladım ve çılgın özledim dostcan çılgın. sivilceli, hayalli, denyo, platonik ve max kadar büyük çaplı olmasa da skeçler yazan ergen beni. ne güzel ve ne salaktık. o saf, pirüpak salaklıkları özlüyorum dude, anlıyor musun? anlamıyor musun? aşk olsun. kızı 1.5 saniye daha görebilmek için saatlerce kapı önünde bekleyebildiğimiz o denyo ve ötesi günleri. vay arkadaş, böyle bir filmde bile nostaljik bir tat, hüzünlü bir doku (doku mu?) yakaladın ya, nanamıyorum sana. arkadaşım olur ya öyle işte, şeetme. lise günleri bambaşka ama öyle deme, çok özlüyorum lan çok. arkadaşları, mavraları, zevzeklikleri, hocaları, devasa bahçeyi falanı ve filanı. neyse.

    "daha önce sizin gibi biriyle tanışmamıştım. bu cümleye istediğiniz değeri biçebilirsiniz", max'ın aşık olduğu hocasına repliği. ey hayat senden ricam, tüm fanilerine bir gün bu cümleyi kurdurabil, anlaştık mı? bu cümle güzel bir cümle. her dudak ve her kulak böyle bir cümleyi hak eder, tamam mı? eyvallah.

    filmdeki şarkıların hepsi birbirinden şerbetli. işte en güzellerinden biri. dinleyelim ve biraz mutlu olalım. bunu fazlasıyla hak ettik. ("hak etmek derken" derken şarkı girer):

    http://www.youtube.com/watch?v=kglr6ofjc3a
  • kanal 1 bu filmi trash film kategorisinde sanmış olacak ki adını "çılgın liseliler" olarak çevirip yayınlayacaktır.
  • wes anderson'un "royal tenenbaums" dan evvelki filmi. royal tenenbaums'da aile eleştirisi filmi kisvesinde tamamen kendine ait bir dünya ve o dünyaya ait karakterler yaratmış anderson, bu filmde de aynı tavrı amerikan gençlik filmlerine uyguluyor; tamamen orjinal ve garip karakterleri rushmore isimli bir lisede buluşturuyor. müzik seçimi yine mükemmel, görüntüler, mizansenler yine şahika. defalarca izlenipte bıkılmayası, iddiasız görünen ama çok zekice ve çok güzel bir film.
hesabın var mı? giriş yap