• ruh ikizimi annesi doğuramadan düşük yapmış herhalde diye kanaat getirdiğim hadise.

    (bkz: rest in peace darling)
  • aranmaksizin karsilasilan, cumlelerinizi tamamlayip konusmadan iletesebilen, ne istediginizi soylemeksizin anlayip kendi isteklerini dogru mesajlayabilen, beklentilerinizi istemeden sunan ve sunulmayi cokca hakeden kardes, dost aile arkadas sevgili.. hepsinden bi parca tasiyan ama asla ne kardesiniz ne sevgiliniz ne de ailenizden herhangi biri olmasini istemeyeceginiz , her ihtiyaciniz oldugunda yaninizda olan ve ihtiyac duydugunda kosacaginiz, asla oturup bos ya da huzursuz konusmalar yapamayacaginiz, minumum konusmalarla sinirlanmis maksimum paylasimlar yasadiginiz ara sira hayatina dokundugunuz ve hayatiniza dokunan, hep var oldugunu bildiginiz ve bilmek istediginiz, gelmesini asla beklemediginiz cunku dusundugunuzde cikip geliveren her zaman hissedebildiginiz ve hissedildiginizi bildiginiz guzel, ince, duyarli, zarif ve sizin de boyle olma hevesinizi yukselterek sizi guzellestiren sizi baskisiz degistiren,olgunlastiran ve ayni yonde degisime acik olan ,hayatinizin biryerlerinde hep kesiseceginiz guzel insan...
  • var böyle bir şey. ben buldum.
    şimdi size tanışma hikayemizi anlatıyorum. 2007 yılında yemen'in sanaa kentinde karşılaştık. kendisinin 20 gün boyunca ilk gördüğümüz peştemal giymeyen erkek olmasının, onun ruh eşim olduğunu düşünmemde etken olduğunu düşünmeyin sakın. otel resepsiyonunda kayıt yaptırırken karşılaştık o ve yanında arjantinli arkadaşı ile (kendisi de irlandalı bu arada). bize nerelisiniz diye sordular, türkiye cevabını alınca ise çantalarından bir türk bayrağı çıkarıp sallamaya başladılar ve eklediler biz de az önce istanbul'dan geldik buraya! neyse arjantinli eleman (ki o da inanılmaz yakışıklı bir abimizdi; boşanmış ve 14 yaşında bir oğlu vardı) dior'un makyözüymüş, 2 saat sonra çatıda buluşalım katalog çekiminde kullanmak için makyaj yapmak istiyorum dedi arkadaşıma. neticede iki saat sonra buluştuk, onlar makyaj yaparken biz de steve ile sohbete başladık. geçtiğimiz yıllar boyunca hep aynı yıllarda aynı ükelere gitmişiz (bunu özel kılan şey ise bu ülkelerin hepsinin normal şartlarda gidilmeyecek yerler olması) ve en sonunda yemen'de tanışma fırsatı yakalamışız. kendisi 5 kez türkiye'ye de gelmiş, biraz türkçe biliyor, ve bunun dışında arapça ve hintçesi var ayrıa çince ve japoncası da sular seller gibi. ben de zamanında arapça ve hintçe öğrenmiş biri olarak cümlelere ingilizce girip türkçe devam edip arapça çıkmaya başladık. üstelik müthiş eğlenceli ve esprili bir çocuktu. o günden sonraki üç günümüz hiç ayrılmadan geçti. yemek zevkimizden alış veriş konusundaki tutumumuza dek her şey aynıydı. geceleri kahkahalarımız yüzünden otelin avlusu inliyordu resmen. hayatımda ilk kez kadere inandım ve evet dedim; kesinlikle tanrı var! aksi halde bunca ortak noktamın olduğu ve bunca iyi vakit geçirebildiğim bir adama neden allahın s. ettiği bir ülkede rastlayayım?!
    bu üç gün rüya gibi geçerken bir sürprizle daha karşılaştık, onlar da bizimle aynı gün aynı uçakta istanbul'a dönüyorlardı. bu gerçekten ilahi bir tesadüften başka bir şey olamazdı...
    hasılı kelam nihayetinde herkes evine yuvasına döndü, biz istanbul'a ve onlar da londra'ya. tabi ki birbirimizi o zamanların olmazsa olmazı msn'e ekledik. eve dönüşten iki gün sonra gece saat 1 sularında bizim arjantinli elemanı online gördüm. selam verdi, konuşmaya başladık. "üzgünüm" dedi... "hayırdır?" dedim...
    "steve beni terketti!" dedi...
    ...... (bu sessizlik benim cephemde yaşanıyor haliyle)
    yutkunup ağlamaya başlamam biraz zaman aldı tabi *
    bir yandan ağlayıp diğer yandan yaklaşık yarım saaat kadar arjantinli elemanı "sen daha iyilerine layıksın" minvalinde cümlelerle (ne dediğimin tam da bilincinde olmadan tabi) teselli ettim. "keşke ayrılmasaydınız", biz ikinizi de çok sevmiştik" falan dedim. bak yine ağlıycam şimdi, zor tutuyorum (smileyler hala burada)..
    adamla gerçekten de her anlamda ruh ikiziymişiz, o kadar ki ikimiz de erkeklerle ilgileniyoruz (böhühühüh)!!
    bir müddet bana yapılan bu ilahi şakanın şokuyla yaşadıktan sonra ruh ikizini bulmanın ille de mutlu sonla bitecek bir aşk hikayesi olmayabileceğini kafama vurularak da olsa anlamış oldum. bundan sonra bulacağım her hangi ruh ikizine de yan gözle bakanın gözünü oysunlar!
    ha bu arada hikaye burada sonlandı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. steve 3 kez daha türkiye'ye geldi ve her defasında görüştük. neticede de çok yakın bir gay arkadaşımla tanıştılar. şimdi gay arkadaşım aradan seneler geçmesine rağmen hala steve'e olan aşkından ve günün birinden onunla evleneceğinden falan bahsediyor.
    hayat ne tuhaf vapurlar filan..
  • ruh ikizleri ile ilgili bir teori var. hamile bir kadinin ikizlerinin olup olmayacagi 5. haftadan sonra belli olur, kesinlik kazanmasi daha uzun surermis. bazi hamilelikler ise ikiz olarak basladigi halde bir sure sonra bebeklerden birisi "eriyip" placenta'ya karistigi icin tek bebek olarak sonuclanirmis. bu sekilde ikiz olarak basladiklari hayat yolculuguna tek cocuk olarak devam edenler ise hayatlari boyunca o yokolan ikizlerinin yoklugunu hissederlermis. ya da varligini hissedip eksikligini duyarlarmis diyeyim.

    ailesinde gereginden fazla ikiz olan biri olarak bu teoriyi ilk defa okudugumda etkilenmistim. cunku hep birseylerin eksikligini hissetmisimdir hayatim boyunca. ruh ikizi ve ruh esi* ayirimina katiliyorum, benim eksikligini hissettigim bir mate degildi; beni tamamlayacak biri degil, benim yansimamdi, bendi. yeterince sizofrenik olsam ya da hayal gucum yeterince genis olsa, kucuklukten bir hayali arkadas uretir, onunla hayal dunyamda yasardim. denemedim degil ama kolay bir is degilmis!

    derken bugun birini gordum. ben yayilmis milk shakeimi hopurdetir, onumdeki masadaki ciftin kavgalarina kulak kabartirken geldi, onlarin yanindaki masaya oturdu. garipsedim once, ama bu kiz bana cok benziyordu. benzemek ne kelime, tipki bendi. saclari, saclarini toplayisi, yuzu, kollari, elleri ve o ellerin catali tutusu, boyu posu, giyimi... tipki benim gibiydi. tamam ben vejetaryenim ve o kofte yiyordu, tamam benim yuzugum isaret parmagimda onunki yuzuk parmagindaydi, ben saati sag koluma takarim, o sola takmisti, ben cantami capraz takarken soldan saga takiyorum, o sagdan sola takmisti, tamam ben lense ragbet etmisken o gozluk takmisti. ama yine de o benim etobur, yuzugunu yuzuk parmagina, saatini sol koluna takmis, cantasini sagdan sola takmis bir versiyonumdu, kopyamdi...eee, sey... ikizimdi.

    kafami uzatip kavga etmeyi surduren ciftin arasindan uzun uzun dikizledim ikizimi. ilk goruste ask da boyle bir sey olsa gerek! gozlerimi alamadim, heyecanlandim. insanin kendisini disaridan izlemesi ne ilginc bir duyguymus meger. hani olur ya filmlerde, olmek uzere olan insanin ruhu bedenden cikar, olmekte olan bedenini disardan izler, city of angels'de var boyle sahneler hatirliyorum. benimki de oyle bir seydi. aynaya bakmaktan cok cok farkli ve cok daha fazla etkileyiciydi. kendini ekranda izlemekten de farkli birsey, simultane cunku. o anda olup bitiyor hersey. o anda ona bakip "ben de tikinirken boyle gorunuyorum disaridan demek ki, benim yuruyusum de boyle gorunuyor demek ki" dedim. ona -hayatinda ilk defa gordugum bu insana- sevgi ve sevkat karisimi bir seyler hissettim. bir de o sevgi-sevkat karisimi seyi aslinda kendime hissettigimin farkina varip kendimi harika hissettim. kaotikti biraz, ikizimi karsimda bulunca "vay anasini sayin seyirciler!" bile diyemedim, "honk!?" deyip kaliverdim...

    sonra o koftelerini, ben milk shake'imi bitirdik. masalarimizdan kalktik. kavga eden cifti bir baslarina birakip kendi yollarimiza gittik. "insan ikizini bulunca boyle gitmesine izin verir mi?" diyenlere cevap: eger o gercekten ben gibiyse, tanimadigi birinin gelip de "ee, sey, biliyor musunuz, siz bana cok benziyorsunuz!" demesinden hic hoslasmazdi. sonra yururken dusundum de, eger bu ikizler teorisi dogruysa ve eger benim ikizim annemin karnindayken eriyip yokolduysa... keske yokolmasaymis be! onunla oturup karsilikli milk shake hopurdetmek eglenceli olurmus...
  • birlikte olmak istediginiz kisiye kendiniz hakkinda acikladiginiz seylere bu kisinin inanmasi halinde birbirinizin ruh ikizi olursunuz. ama ikiniz de sonunda birbirinizin bes para etmez insanlar oldugunu farkedersiniz ki bunu genelde ayni anda farketmeniz de sizin ruh ikizi oldugunuzu gosterir.
  • iki dizeyle açıklamak gerekirse;

    "sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur.
    ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.."
  • kırk yıla yaklaşmak üzere olan hayatım boyunca karşılaşmak için asla aramayıp sadece beklediğim, ekseriyetle bir deniz kenarında gelişimi beklediğini ve kavuşulan o an sulu gözlerle "işte sen o'sun!" diyerek birbirimize sarılacağımızı düşlediğim, birbirimizi hunharca anladığımız saatler süren sohbetler yapacağımız, her nerede değilsem orada bulunan, gerçek olamayacak kadar metaforik kişi.

    kimsenin anlamadığını düşündüğüm anlarda bile onun beni anlayacağını düşünürdüm hep. o, ne bir arkadaşlık uygulamasındaki profillerde, ne eş dost ayarlamalarında, ne işte, ne güçteydi.

    birlikte sevecektik en özel şeyleri, birlikte nefret edecektik en klişe şeylerden. sadece bir bakış yetecekti diğerini anlamaya. bazen saatlerce susarak bakacaktık birbirimize. gitme vakti diye bir şey olmayacaktı. birlikte ölecektik; ya hep ya hiç olacaktı her şey.

    olmadı... ne o geldi, ne ben onu arayacak enerjiye ve inanca sahip oldum. biliyordum ki kimi bulsam sadece "o zannettiklerim" olacaktı. öylesine özel, öylesine ulaşılamazdı o. her yerdeydi ama hiçbir yerdeydi.

    biliyorum, hiç görmediğim ve belki de göremeyeceğim sahillerde; hiç bilmediğim dillerle beni bekliyor ve ben biliyorum ki bir gün iki yaşlı olarak buluşsak bile sırf o an için "ama değdi" diyeceğiz.

    sadece o an için bile kalan ömrümde de bekleyeceğim onu, hiç gelmeyeceğini bile bile...
  • benim ikiz arjantin'de, hindistan'da, kutuplarda filan yaşıyor olsa gerek. üstelik de ya çok meşgul, ya çok zengin, ya da öyle fakir ki bir türkiye tatili düşünmüyor. dolayısıyla yolu bu taraflara düşmüyor. dolayısıyla bir türlü rastlaşamıyoruz.
    canımız sağ olsun.
  • kendimizi çok sevdiğimiz için mi suretimizi arayıp duruyoruz acaba? bir başkasını, bizden farklı olduğu için sevemiyor muyuz gerçekten? önemli olan farklılıkları sevmek de değil ki aslında. kabullenmek. kabullensek belki sevebiliriz de.

    ruhumun ikizi. ben cins, gıcık, fevri, her türlü konuşmayı ya siyasete ya da bilime bağlayan bir insanım. kendime katlanamıyorum bazen. benden bir tane daha olsa, ruhumun ikizi olan kişiyle yani, geçinebileceğimi sanmıyorum. en azından ruhun ikizi sözünden anladığım bu.

    ergenlik ve ilk gençlik yıllarımda bunu düşünüp durdum. ruhumun ikizini aradım. aradım da diyemem ya, bekledim. hayal etmesi hem daha kolay, hem de daha eğlenceli olduğu için böyle aşk masalları uydurup inanıyoruz bence. ben lisedeyken attila ilhan trt 2'de haber öncesinde program yapardı. çok severdim onu dinlemeyi. bir konuşmasında aşkın cinselliğin kılıfı olduğunu söylediğinden beri bu düşünce beynimi kurcalayıp durur. bilinci olan bir canlıyı türünü devam ettirmeye ikna etmek için bulduğu yollardan biri olsa gerek doğanın. yine de bekliyor insan. ruhunun suretini bekliyor insan. türünün devam etmemesi pahasına bekliyor bazen.

    bendeki renkleri, bazen de biçimlerin çok benzerlerini taşıyanlara rastladım da benimle aynı resmedilmiş kimseyle karşılaşmadım. karşılaşmayacağım da. öyle biri yok ki. ikizimi beklemiyorum artık. olsa olsa taşıdığı renklerle biçimleri sevebileceğim, taşıdığım renklerle biçimleri sevebilecek biridir o.

    neyimi seveceğini kendisi bilir tabii. aşk biraz bağımsızdır karşıdakinden. insan sevmek istiyorsa sever. kalmak istiyorsa kalır. neyi nasıl istiyorsa da öyle sever. bazen hiçbirinin bir açıklaması yoktur. olmasına gerek de yoktur. içinden geldiği gibi sevmek lazım azizim. zaman akıp gidiyor.
  • sözlük sayesinde varlıklarını hissettiğim şeyler
hesabın var mı? giriş yap