• kitaplarından alıntılar:

    "dünyada hâlâ açlıktan ölen bunca insan varken, bunca halk canını dişine takıp kurtuluşu için savaşırken, ötekisi uzak bir havaya girdi diye yıkılan bir özne kadar uygunsuz bir şey yoktur."
    (bkz: bir aşk söyleminden parçalar)

    "ilk kavgayla, dilin çalkantılı ve yararsız bir nesne olarak uzun serüveni de başlar. hiçbir kavganın bir anlamı yoktur, hiçbir kavga bir aydınlanmaya ya da bir dönüşüme doğru ilerlemez."
    (bkz: bir aşk söyleminden parçalar)

    "kıskançlık, aşkta doğan ve sevilen kişinin başka birini yeğlemesi korkusunun ürünü olan bir duygudur."
    (bkz: bir aşk söyleminden parçalar)

    "söz ancak dilin açık bir biçimde sözcüklerin yalnızca devingen uçlarını alıp götürecek bir "yutma" olarak işlediği yerde vardır; yazıysa, tersine, her zaman dilin ötesinde köklenmiştir; bir çizgi gibi değil, bir tohum gibi gelişir, bir öz ortaya koyar ve bir gizle tehdit eder, bir karşı-iletişimdir, korkutur."
    (bkz: yazının sıfır derecesi)

    "klasik yazının özlü düşünceleri sözcüklerin değil, bağıntıların özlü düşünceleridir."
    (bkz: yazının sıfır derecesi)

    edit: güncelleme
  • edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve sosyal teorisyen, filozof ve belki de en önemlisi bir göstergebilimciydi barthes. barthes'i okuduğunuzda fikirleri ve görüşleri o kadar çekici geliyor ki insana bir daha bırakamıyorsunuz. dönemin etkili düşünürü michel foucault'nun kendisinin çalışmalarını her zaman önemli görmesi barthes üzerinde adeta katalizör etkisi yaratmıştır fakat barthes'in akademik hayatına etki eden bunlardan çok daha önemli bir şeyler vardı...

    hayatında yaşadığı acılar barthes'i yarattı dersek abartmış olmayız. henüz çok ufak iken babasını kaybetmesi ile hayattaki tek varlığı annesine olan bağlılığını arttırdı. babasının ölümünden sonra maddi durumlarının giderek kötüleşmesi eğitim hayatına sekte vurdu. çocukluğunda geçirdiği hastalıklar yakasını hiç bırakmadı.

    verem hastalığından muzdarip, gençliğinin en önemli yıllarını sanatoryumda(verem hastalarının tutulduğu hastane) geçirdi ki zaten barthes'in kısıtlı kariyerini 1950'ler ile 70'lerin sonu olarak düşünebiliriz. öyle ki adam zaten profesör olduktan 5 yıl sonra daha 64 yaşında trajik bir şekilde öldü.

    şimdi barthes'in hayatındaki dönüm noktasına gelelim ki bu dönüm noktası sanatoryumda geçirdiği sürelerdir. akademik kariyerinin olgunlaşma dönemlerinde kendisiyle baş başa kaldığı hastanede proust'u, sartre’yi deyimi yerindeyse keşfeder ve hastane yıllarını okuma ve düşünmeyle değerlendirir bir anda. hastalık onu otuzlu yaşlarına kadar bırakmıyor ki bu dönem onda derin izler bırakır ve onun düşünüş biçiminde büyük etkiler yaratır.

    bu hastalığın yarattığı toplumdan soyutlanma dönemi çoğu eleştirmenin belirttiği gibi, barthes'i okumaya, düşünmeye ve ayrıntılarını bilemediğimiz bir yalnızlığa sürükler. işte bu farklı görüşleri tanıma, okuma ve yalnızlık üçgeni barthes'in daha sonradan içine büründüğü kimliğinin oluşumuna önayak olur. bu okuma, araştırma ve devamında eleştiri yeteneğini kazanması yaşamı boyunca hiçbir zaman unutamayacağı bir uğraş haline gelir. işte tam da bu noktada barthes, sanki yaşamı boyunca gözlemlediği dil ve kültür gibi söylemleri için anlamsal açıdan çözümleyebileceği bir araç arıyormuşçasına bunun yansımasını göstergebilimde bulur ve ona sıkıca bağlanır.

    yazının başında özellikle göstergebilimci olduğunu vurgulamamın sebebi de buydu zaten. barthes, bu özelliğini direkt kendi yaşantılarından ve özünden çıkarmıştır. bunun dışında bakıyoruz ki yoksulluk ve orta sınıf eksiklikleri her zaman barthes'in uğraşı olduğunu görüyoruz. bununla ilgili en önemli kaynak otobiyografik kitabı ''roland barthes par roland barthes''de yaşamının bu dönemine değindiğinde asıl sıkıntısının ''seks değil de para olduğu''nun özellikle altını çizer. ah maslow ah ne kadar da haklısın ihtiyaçlar hiyerarşisinde!! bunun acısını çok çekiyor barthes fakat devamında onu kendisi yapan şeye nihayetinde ulaşıyor.

    hastane deneyimleri sonucunda aydınlanma yaşayan barthes, kitaplarını ardı ardına sıralamaya başlar ki ciddi de özgüven kazanmıştır artık. göstergebilimle ilgili çalışmalarına geçmeden önce, 1953 yılında ilk kitabı olan le degre zero de l'ecriture(yazının sıfır derecesi)'ni yayınlar. bu kitap önemlidir çünkü barthes bu kitabında hem sartre'nin edebiyat nedir kitabından alıntılar yapar hem de sartre'yi eleştirir. şöyle düşündüğümüz zaman o dönemin en önemli filozofunu eleştirme kapasitesine gelmek ciddi entelektüellik ve bilgi gerektirir ki barthes'in bu anlamda kendini ne kadar ileriye taşıdığını anlayabiliyoruz.

    barthes daha sonra 1957’de o zamana kadar çeşitli aylık dergilerinde çıkardığı yazıları mythologies (çağdaş söylenler) adlı yapıtında toplar. söylen bir kültürün, gerçekliğin ya da doğanın bazı görünümlerini açıklamasını ya da anlamasını sağlayan öyküdür. aslında barthes'in burada amacı burjuva kültürünün günümüz toplumsal yaşamında yarattığı söylenleri çürütüp burjuva kültürünün nasıl kendi değerlerini tek gerçek değer olarak egemen kılmaya çalıştığını çözümlemektir.

    nitekim ki işin özünde barthes, ''burjuva bir toplumda insan her seferinde sahte bir doğaya saplanır" der. yani toplumsal mitler, gerçekliği deforme eder ve hayali bir doğallık sunar bizlere. aslında bu yaşadığımız toplumda sıkça maruz kaldığımız bir burjuva hastalığıdır. barthes, hoş olmayan gerçekleri çarpıtmayı amaçlayan mitleri örneklendirmek için genelde reklamlardan alıntı yapar.

    örneğin, toz deterjanları lüks olarak tasvir eden çamaşır deterjanları reklamlarını ele alır. bu tarz reklamlar, kirli çamaşırlarla ilişkili hoş olmayan gerçekliği örtbas etmek için lüks efsanesini sunar bizlere. işte bu lüks efsanesiyle, sanki bu pahalı deterjanı kullanmak doğalmış ve bizlerin sabit gerçekliğini temsil ediyormuş gibi görünür hale getirilir. bu sayede tüketicinin algısı tamamen değişir.

    nedense benim aklıma da makineniz uzun yaşar calgon'laaaa reklamı gelir hep. sanki calgon kullanmasam makinem olduğundan daha az ömürlü olacakmış algısı burjuvazi bir gösterge ile bilinçaltına öyle güzel sokuluyor ki çıkar çıkarabilirsen. o kadar çok şey sayılabilir ki bu anlamda sayfalar yetmez. barthes'in sihri de burada ortaya çıkıyor zaten. kelimelere gerek yok diyor barthes her şey bir gösteri ve gördüğümüz her şeyde bir mesaj alıyoruz. özellikle sinema anlamında sahnelerin alt metinlerinde o kadar çok anlam var ki bu konuda barthes üzerinden yazılan makaleleri özellikle okumanızı tavsiye ederim.

    dedik ya her şey bir gösteridir barthes'e göre; bir giysi, bir otomobil, hazırlanmış bir yemek, starbucks'dan elinde bir kahveyle çıkan kişi, bir el-kol-baş hareketi, bir film, bir müzik, bir reklam görüntüsü, bir oturma takımı, bir gazete başlığı ve bunların hepsinin ortak noktaları birer gösterge olmalarıdır. barthes’e göre bu gündelik rutinler olarak gördüğümüz şeyler bir tür ''okuma etkinliğidir''.

    modern insanlar yaşamlarını, görüntüler, sözsüz jestler ve davranışlardan oluşan bu göstergeleri okumakla geçirmektedir. örneğin; bir otomobil, sahibinin toplumsal statüsünü gösterir, bir giysi sahibinin kültür seviyesini gösterir(getirin oradan fularımı entel gözükmem lazım), bir yemekte tercih edilen aperitif kişinin yaşam tarzını belirtir gibi hayatımızdaki görüntüler kelimeler olmaksızın bizlere o kadar çok şey anlatır ki...

    velhasıl barthes, zengin yazı külliyatıyla, marksizm, yapısalcılık, narratoloji, göstergebilim, postyapısalcılık ve en önemlisi kültürel çalışmalara yayılan düşünceleriyle 20. yüzyılın en dinamik ve son derece etkili filozoflarından biriydi.
  • " benim için ilginç olan gözlerimi yalnız sana baktıkları zaman görmektir " diyerek beni vuran bir aşk tanımı yapan fransız eleştirmen ve yazar.
  • "dil faşisttir; çünkü faşizm söylemeyi engellemek değil, söylemeye zorlamaktır" diyen dâhi!
  • "faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir." *
  • muhtesem güzel insan, göstergebilimci, modern zamanlar feylosofu.
  • "aşık mıyım?"
    "evet, beklediğime göre..."

    sözleriyle bile hayranlık uyandıran saptama insanı.
  • yazar tanımını şu şekilde yapan kişidir:
    " yazarsöyleyecegi soze calisan kisidir. bu nedenle dilin tek sahibidir"

    hikaye okuru ve roman okuru arasında ise ciddi ve carpici bir ayrim ortaya koymustur:

    "hikaye okuyucusu, hikaye yazarının konugu gibidir. oysa roman okuru, okurların en yalnızıdır"
  • bir gün bir berbere gitmiş bu barthes bey.orda da işte müşteriler sıralarını beklerken okusunlar zaman geçirsinler diye koydukları gazetelerden var.aralarından bi tanesi de milliyetçi br fransız gazetesi.kapağında gençten mağribli bir delikanlı var.kafasında bere sağ elini alnına dayamış asker selamı veriyor.sonra eve gelmiş.bunun üzerine biraz düşünmüş.bu arada berberin traşından da pek memnun kalmamış.o gün usta çırağına işi öğrensin diye barthesı traş ettirmiş.maymuna dönmüş barthes ama hiç umursamıyor.varsa yoksa göstergebilim onun için.demiş ki kendi kendine.bu fotoğrafa salt semiyolojinin gösteren,gösterilen,gösterge terimleriyle bakarsak.göreceğimiz zenci bir çocuk bir el ve bir takım diğer şeyler olabilir.bunların selam vermiş zenci bir çocuğu gösterdiklerini söyleyebiliriz.ama bu analizde eksik birşey kalır. o da bunun politik,ideolojik ve söylemsel olarak bilinçli veya bilinçsiz neyi gösterdiğidir.işte bu da sömürgedeki insanların(gençlerin) fransaya duyduğu bağlılığı,vatanseverliği gösterir.ama buraya semiyolojinin analitik kategorileriyle varmamız mümkün değildir.işi bu kategorilerden çıkarıp siyasetin alanına sokmamız lazımdır.işte aşağı yukarı(benim bildiğim kadarıyla) bunu yapmıştır barthes.
    yıldırım türker'in şu yazısına bakınca aklıma bu geldi. http://www.radikal.com.tr/…14.11.2010&categoryid=97

    not:bu analiz mitolojilerde mi vardı.yoksa başka bir yazısında/kitabındaydı tam hatırlamıyorum.bulursam yazarım.
  • biz televizyon kafalıların son zamanlarda büyük bir heyecanla ve analizi yapılmamış devrim sözleriyle takip ettiğimiz arap ülkelerindeki ayaklanmalara uygun düşen bir iktidar görüşü vardır:

    "toplumsal ortamda çoğul olan iktidar, bakışımlı olarak, tarihsel zamanın içinde sürüp gider: bir yerden kovulur, bir yerde bitkin düşer, ardından bir başka yerde belirir, ama hiçbir zaman yıkıma uğramaz. onu yok etmek için bir devrim yapın, o kısa sürede canlanacak, yeni duruma uyum sağlamış olarak yeniden tomurcuklanacaktır. bu dayanıklılığın ve bu heryerdeliğin sebebi ise iktidarın, toplum-ötesi bir organizmanın asalağı olduğu, yani insanın yalnızca siyasal, tarihsel tarihine değil, bütün tarihine bağlı olduğudur."
hesabın var mı? giriş yap