132 entry daha
  • netflix'in şahsıma bayram hediyesi gibi yayınladığı muhteşem dizi.

    koyu bir andrew scott hayranı olarak izlemeye başladım. fakat, çekimleri, manzaraları, dönemini yansıtan detayları, oyuncu kadrosu, siyah-beyaz çekilmiş olması, ağır işleyen ama asla sıkmayan temposuyla beni ekrana kilitledi.
    şu an altıncı bölümü izledim. kalan iki bölümünü yarın izlemek üzere bıraktım hiç bitsin istemiyorum çünkü.
    izlediğim kadarını değerlendireyim, bitirince editleyeceğim.

    --- spoiler ---

    ilk iki bölümünü büyük bir sakinlikle muhteşem manzaraların tadını çıkararak izledim. ilk işim yeniden italya sahillerini gezmek olacak zaten. ister istemez bu his içinizi sarıyor.
    üçüncü bölümden sonra olaylar gelişiyor. yine hafif tempo ama yüksek gerilim söz konusu.
    burada hitchcock'u saygıyla selamlıyoruz özelikle de beşinci bölümü izlerken.
    uzun zamandır böyle keyifle izlediğim bir netflix yapımı olmamıştı.
    andrew scott, ripley olarak sahtekar olmakla katil olmak arasındaki farkı mimiklerine öyle bir yansıtıyor ki, bir noktadan sonra yalnızca yüzüne bakarak sahne geçişini anlıyorsunuz.
    gerçekten çok başarılı bir aktör.
    komiser rolüyle maurizio lombardi harika bir seçim.
    scott ve lombardi karşılıklı sahneleri muazzam.
    roma büyülü bir şehir.
    birkaç mantık hatasını görmezden geliyorum. ve finali merakla bekliyorum.

    edit : bitirdim. final bölümü harika detaylar içeren dolu dolu bir bölümdü.
    tam da dediğim gibi hem severek hem de nefret ederek veda ettim.
    caravaggio sahneleri çok hoşuma gitti.
    tamamı siyah- beyaz çekilen dizinin tek renkli sahnesi, kana bulanmış her şeyin tanığı kedinin pati izleri olması şahaneydi. s
    sanatın hemen hemen her dalına yer veren, unutmayacağım bir diziydi.

    --- spoiler ---
  • yusuf atılgan romanlarındaki gibi tuhaf bir dünyanın içine sokup muhteşem bir sıkıntıyla karışık meraka gark eden dizi.
  • andrew scott....
    eser derecede spoiler içerebilir.

    sadece andrew scott aşkına ve onun için izledim baştan sona kadar diziyi.
    yer yer sikici olsa da, çok yavaş ilerlese de, siyah beyaz görüntüler eşliğinde olsa da kesif bi zevk aldım en sonunda. çünkü daha önce tom ripley'nin filmini ve hikayesini hiç bilmiyordum, izlememiştim. iyi ki de izlememişim. sonunda şaşırmak cabası zira.
    caravagio'nun hikayesiyle kurulan benzerlik çok güzel ve şaşırtıcıydı son bölümde. siyah beyaz bi dönem filmi izliyormuşcasına bi tat aldım.
    görüntüler, hikaye, oyuncular ve detaylar; her şey mükemmeldi ha keza.
    john malkovich'in oynadığı karakterse, şarlatan şarlatanı dakkasında tanırı anlatan harika bi detay olmuş.

    netflikş'te sıkça görülmeyecek bi iş olmuş, mutlaka izlenmesi gereken...
  • palermo' daki otelin resepyonisti, komiser ravani ve enzo' nun sahibi enzo, kedi ve andrew scott hepsi oscarlik oynamış. enzo' nun sorgusunda kahkaha attım. şuan son bölüme geldim diye acı çekiyorum. muhteşem muhteşem perfecto.

    edit: dakota fanning konusuna hiç girmek istemiyorum çünkü kız rolü yaşamış. 6 yaşındayken de muhteşem bir oyuncuydu hala öyle. bütün duyguyu bakışlarında toplamış. deli oldum izlerken.

    edit: ya ben kesinlikle yaşamak istediğim hayattan bir kez daha emin oldum bu diziyi izlerken. 6 sene önce kısmen sahip olduğum bu hayatı küçük bir hatayla ( birine hayır demek yerine evet demek gibi korkunç bir hata) kaybettim. şimdi oraya mi tasinsam şunu mu yapsam bunu mu yapsam derken her şey berraklasti. bekle beni italya.
  • olayların örgüsüne ve trajikliğine ragmen kadrajı ve görüntü yönetmeninin marifetiyle insanı huzura gark eden müthiş bir iş(çilik).
    çok ama çok begendim. 1960'lı yılların yansıtılması da takdire şayan. ne güzel yıllarıymış dünyanın.
  • kedi çok şeker.bir konuşabilse neler anlatacak.
  • bir diziden çok sanatsal bir başyapıt niteliğinde özellikle caravaggio ve tom (andrew scott ) arasındaki benzerlikler ve bu benzerliğe yapilan göndermeler diziyi bambaşka noktalara çıkarmış.
  • patricia highsmith evrenine hâkim, 1999 yılında çekilmiş uyarlamayı izlemiş birisi olarak, başlangıçta "orijinal bir şey söylemiyordur muhtemelen ama seyredelim bakalım neymiş" diyerek yaklaştığım ama biterken bittiği için epey üzüldüğüm dizidir.

    öncelikle tercihler müthiş. mevcut oyuncular içinde karakterin teatral yönünü ekrana en iyi taşıyabilecek isim, yani andrew scott, seçilmiş (yaşlı bulanlar da var). bu, başlı başına hikâyeyi yukarı taşıyor. 1950'lerin italyası hiçbir masraftan kaçınılmadan resmedilmiş. siyah beyaz olması, ağır akan temposu ve tekrara dayalı detaycılığı seyirciyi adeta başka bir evrene götürüyor. son olarak kitapta ufak bir ayrıntı olan caravaggio, burada kahramanımıza ekstra bir derinlik katıyor. kahramanın kendini italya seyahati sırasında adını belki de ilk kez duyduğu caravaggio'yla benzeştirmesi bile karakteri anlama adına bize çok şey anlatıyor.

    (okuma parçası [ingilizce]: dizideki caravaggio referansları ve hikâyedeki anlamı üzerine bilgilendirici bir yazı.)

    seyrederken dikkat etmişsinizdir mutlaka, hikâyenin anlatılış biçimi, baştan sona thomas ripley'e alan açmak üzere kurulu. yani seyirci onun zihninin içinde yer buluyor kendine (kitapta da onun gözünden okuyoruz). ripley, her şeyi en ince detayına kadar düşünen bir mastermind değil. süper kahramanlardan alıştığımız o insanüstü yetenekleri yok. olayların akışına göre, bir yığın tereddüt içinden, o an en makul görünen senaryoya gidiyor ve biz de onunla birlikte bunları düşünürken buluyoruz kendimizi.

    tıpkı patricia highsmith'in diğer kitaplarında da olduğu gibi "suçlu psikolojisi" ile kendi sıradan hayatımız arasında bağlar kuruyoruz ve o "suçlu" personasına aslında ne kadar da yakın olduğumuzu, işler o şekilde gelişse, bizim de benzer tercihleri yapacağımızı dehşetle fark ediyoruz. ayrıca düpedüz şansın da hayatın ne kadar büyük bir parçası olduğunu kavrıyoruz.

    bu arada bütün ikincil karakterler ripley'e şüpheyle yaklaşıyor, onun hikâyesine hiçbir surette inanmadıklarını gözlerinden anlayabiliyoruz. verdiği ilk büyük açıkta üstüne çullanacaklarını, varlığını dünya üzerinden silmek isteyeceklerini görüyoruz. ve ripley de bu farkındalıkla kendine toplum içinde bir "yer" edinmeye çalışıyor.

    stendhal'in meşhur karakteri julien sorel'e (bkz: le rouge et le noir) benziyor bu yönüyle. zenginlerin, nüfuz sahibi insanların yaşadığı hayatı "onlardan daha çok hak ettiğini" düşünerek hareket ediyor sürekli.

    bütün bu şüphe temasının ortasında, ekranda göremediğimiz en önemli caravaggio tablosunun l'incredulita' di san tomasso, bir başka isimle "şüpheci aziz thomas", olması bence iki sebebe dayanabilir: 1) ripley baştan itibaren zaten şüpheci thomas'tır ve onu ekrana taşımak bariz olana referans vermek olacaktır, ya da tam aksine 2) yönetmen karaktere tarihsel bir katman verirken onu spiritüel bir derinlikten yoksun kılmak istemiştir. bu da onu bir anlamda cezalandırmak için olabilir.

    açıkçası hızın hâkim olduğu ve gündelik hayattaki zengin detayların neredeyse silindiği, sosyal medya sayesinde herkesin bir biçimde birbirine benzemeye başladığı bir dönemde, thomas ripley'i bu şekilde geri döndürmek müthiş bir olay. keşke diğer kitaplara da dalıp seriyi devam ettirseler.
  • izlerken "raskolnikov kendiyle bu kadar uğraşmasaydı bir tom ripley olabilirdi" dedirtmiştir.

    tanım: 2024 yapımı bir hitchcock denemesi.
  • dickie'nin - ve sonra ripley'in - elinde görenlerin övgüsüne mazhar olan dolmakalem ışıl ışıl bir montblanc 149:

    görsel

    görsel (alttaki kalem)

    görselde üstte yer alan ise 149'un kardeşi olan montblanc 146 (daha küçük boyutlarda, ve 14k uç - 149'da 18k uç bulunuyor).

    yine bir yetenekli bay ripley uyarlaması olan plein soleil'de (kızgın güneş) alain delon'un elinde bir 146 görmüştük:

    görsel

    1999'da gösterime giren yetenekli bay ripley'de de jude law'un elindeki montblanc 149 (146?) gönlümüzü çeler:

    görsel

    patricia highsmith'in de yanmakta olan sigarası, yarılanmış içki şişesi ve defteriyle birlikte hayatı boyunca yanından eksik etmediği eşyalarından biridir dolmakalemi. yıllarca katillerine yataklık eden parker'ı, ömrünün sonlarına doğru yerini çelik uçlu bir esterbrook'a bırakmıştır.

    1955'de basılan romanda ise marka verilmeden, "ufak, altın renkli baş harflerin (r. g.) işlendiği siyah dolmakalem" olarak geçer bu meşhur kalem. eh, montblanc 149 da nihai şekline hemen hemen 1952'de kavuşmuş olduğuna ve dickie de parker kullanmayacak kadar lüks düşkünü bir beyefendi olduğuna göre pekâlâ bir meierstück 149 olabilir highsmith'in kafasındaki.
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap