• aslen ne yoksulluktan, ne paradan, ne de sikintidan; kafaca ozgur oldugunu kanitlamak icin cinayet islemis olan raskolnikovun incelendigi olaganustu bir romandir.

    raskolnikov bir "bit" degil de napolyon oldugunu kanitlamak istiyordu. onun yerinde napolyon olsaydi, yasli tefeciyi, bu zararli biti kendi kariyeri icin oldurur muydu? evet, hem de hic tereddutsuz!

    napolyon da, tipki cengiz han veya iskender gibi, buyuk bir ideal ugruna yapilan onemsiz fedakarliklardan hic rahatsiz olmazdi. tefeci onun icin bir ayrinti bile olmazdi ki isin carpici yani da budur. bu iste acinmaya veya tereddute neden olacak birseyler oldugunu fark etmezdi bile. vicdan muhasebesinin cok ustunde olurdu; vicdanin ve ahlakin cok ustunde.

    iste napolyon, dogasindan gelen ve bilincli olmayan bu kararliligindan oturu napolyon olabilmisti. halbuki raskolnikovun dogasinda boyle bir "deha" yoktu. o, tefeciyi oldurse dahi, hatta oldurdukten sonra mantiksal cikarimlarla yaptiginin kotulukten cok iyilik getirecegini kendine kanitlasa dahi napolyon olamazdi. cunku daha bu isin vicdan muhasebesini yapmaya basladigi anda, tefeciyi oldurmenin hakki olup olmadigini sorguladigi anda bir napolyondan ne kadar uzak oldugunu kanitlamis oldu. bu konuyu bilincli bir sekilde dusunup tartmakla, buyuk insanlara ozgu, o dogalarindan gelen "hak"tan kendinde olmadigini anlamisti.

    butun bu buyukluk hayalleri doganin ona oynadigi bir oyundu. o acimasiz doganin bu illuzyonuna kapilmis, bir napolyon olabilecegine inanmis, fakat son anda bilincinin ozgur olmadigini ve sinirli dogasini zaptettigini idrak etmis, herhangi bir "bit"ti o. ama bitliginin farkina varip sonsuz bir hayalkirikligi yasayacak kadar lanetlenmis bir bit.

    "seytan, onunla dalga gecmisti"
  • raskolnikovun ilk baslarda fark edemedigi gercek su ki, iktidar sadece onu almaya cesaret edenindir. ve bu cesaret de raskolnikov gibi isi ne mantigiyla ne de vicdaniyla cozmeye calisanlarda bulunur. bu cesaret, ancak secilmis bir azinligin dogasinda mevcuttur; sorgulanmayan ve dogrulugundan asla suphe edilmeyen verilmis bir hak gibidir. iktidari da ayni sekilde hak olarak gorebilmenin onkosuludur.

    doganin bu dahilere, sanatcilara yerlestirdigi tutkularin muazzam gucu, diger siradan insanlarin ve "bit"lerin hayatlariyla olculemeyecek kadar buyuktur. birkac bin yillik hristiyan ahlak anlayisi veya humanizm, esitlik gibi degerler, doganin bu sozsuz gucu karsisinda ancak bir detaydirlar. hak diye birsey yoktur, deha ve arzu tek gercek haktir ve kesinlikle esit dagitilmamistir.

    olaganustu insanlarin dehalarini bicimlestirmeleri gerektiginde, dunyayi o yonde degistirmeleri gerektiginde, mevcut duzeni temsil eden siradan insanlara karsi bir sorumluluk hissetmemeleri dogaldir. zaten mevcut duzenin, daha dogrusu insanlarin geri kalaninin gorevi de zaten bu dahilerin yesermesi degil midir? *

    ne yazik ki bazen siradan insanlar da "seytanin oyununa gelip" kendilerini olaganustu gorerek bos yere duzeni bozuyorlar ve bunu raskolnikov gibi farkettiklerinde is isten gecmis oluyor. "pismanlik, siradan olmasi gereken bir insanin olaganustuluk cabasinin basarisizliginin ardindan yaptigi ic hesaplasma sonunda ortaya cikar"

    raskolnikov butun bunlari idrak ettiginde butun gucu tukeniyor. hayatini bir ideolojiye adamis ve beyni yikanmis bir aptal olsa, ne olursa olsun dayanacak bir gucu bulunurdu ama napolyon olmadigini anladigi anda kendine olan butun inancini yitiriyor. o kadar bosluga dusuyor ki kacmaya bile yeltenmiyor, kacip da ne yapicak ki. ihtiyaci olan o dayanagi ancak cok sonralari, insan sevgisinde buluyor*
  • parasız öğrenci hayatının her devirde aynı rezalet olduğunu çaktırmadan gösteren kitap. ne yalan söyleyeyim dostoyevski kendisi böyle öğrenci olmuş mudur ya da öğrenciyken garibanlık çekmiş midir bilmiyorum ama parasız pulsuz sevgilisiz öğrenci nasıl olur biliyormuş vesselam.
  • basliga ilk yazdigimiz siralarda soyle seylerden bahsetmisiz:

    "bence napolyon ve onun gibiler icin bir elestiride bulunmuyor. bunun nedeni de onlari, neden olduklari sefaletlerden sorumlu tutmamasi. zira birini sorumlu tutmak icin onun secim yapmis olmasi lazim, yani ozgur irade sorunu. eger napolyonun kaderinde napolyon olmak varsa, onu suclamak yersiz. onun dogasinda karsi konulmaz bir iktidar istegi vardi, dehasi buydu ve belki de komuta ettigi tum insanlardan daha fazla tutkuya sahipti. iste bu tutku, napolyonun ozuydu ve o da ona gore davrandi. bu tutku ahlakin, dolayisiyla iyinin ve kotunun otesindedir.

    tam tersine dostoyevski raskolnikovu suclar ve hatta cezalandirir. cunku o napolyonun aksine dogasina gore yasamamis, aklini kullanarak sacma sapan bir karar vermis ve bu dogasina aykiri gelmis. onun dogasinda insan oldurmek yoktur ve bu en buyuk suctur, yani ozune karsi isledigin suc. zira oldurulen kadinlardan, topluma (mesela onlari taniyanlara ve ailelerine) verilmis zararlardan bahsedilmez. onlar bir figurandir.

    iste bu da bizi dostoyevskinin, kanimca, gercek felsefesine goturur. yani cogumuz boyle yanilgilara kapilip napolyon olmaya calisiriz ama eger bu tutkular bizim dogamizda mevcut degilse, dogamiza (ruhumuza) karsi geldigimizden oturu suc islemis oluruz. ahlak, yani senin bahsettigin iyi kotu kavramlari burada devreye girer, napolyon icin degil. bu sucun cezasi, cektigimiz vicdan azabidir. vicdan azabi kisinin napolyon olmadigini farketmesi ve hayatinin anlamsizlasmasidir. bu yuzden vicdan, imrenilecek veya olmasi zorunlu evrensel bir ahlak kurali degildir. sadece toplumun napolyon olmayan kesimi icin gecerli. bu azaptan kurtulusumuz ise dostoyevskinin cok odaklandigi kavramlardan biri olan insan sevgisidir.

    evet buraya kadarkiler dostoyevskiden benim cikardiklarimdi. kendi dusuncelerimden kisaltarak bahsedeyim: ahlak evrensel degildir bu bir. eger bir kaplansam, ceylan oldurmem ahlaksiz degildir. ceylanimi yiyecek baska bir kaplani oldurmem de ahlaksiz degildir. peki yavas yavas zeka seviyesini arttir, kaplanlardan sempanzelere, oradan insanlara gelirsek ne degisir? ayni hormonlardan bizde de oldugu icin, guc istemi mantigimizdan da kuvvetli oldugu icin ahlak diye birseyin dogamizda oldugunu iddia etmek yersiz. hatta bu "oz", karar mekanizmamizin sadece yuzde birine dahi etki etse, yine ahlaktan bahsedilemez cunku sorumluluk ozgur iradeyi gerektirir ve yuzde yuz ozgur olmayan irade de ozgur degildir. o zaman nedir ahlak?

    insanlar, kaplanlarin aksine eninde sonunda toplumsal olarak orgutlenmek zorundalar. bir toplumda yasamak icin de kendi tutkularimizdan fedakarlik etmemiz lazim. ornegin komsumun malini calmak guc isteminin dogal sonucudur ama bunu yaparsam toplum duzeni bozulur. dolayisiyla kurallar konmustur. din, ahlaki normlar, gelenek ve ritueller bu kurallarin dallanip budaklanmasidir. bunlar binlerce yil boyunca, organik bicimde gelisirler ve kulturu olustururlar. yani ahlak dedigimiz, birkac bin yillik toplumsal yasamin duzenlenmesine yarayan bir olgudur. karsisinda durdugu tutkular, napolyonun simgeledigi "deha" ise kimbilir kac milyar yillik olgular. dolayisiyla iyi ve kotu evrenin ozunde bulunan kavramlar degil toplumun yan urunleridir. ornegin marxa gore kabaca iyi veya kotu demek, toplum duzeni icin iyi veya kotu demekti. dolayisiyla napolyon gibiler ve, daha az olcude bizler de, bizim anladigimiz anlamda ahlaka tabi degilken, marxin ahlak sisteminde suclanabilir, zira topluma zararli bir davranistir sagi solu asip kesmek. ama burada vicdanin yeri yok. napolyon insanliga zararli oldugu icin suclanabilir ama neden oturup yanlis yaptigini goremedi diye suclanamaz, zira yanlis nedir? konu kaplanin diger kaplani oldurmesine geliyor yine.

    bizler dogdumuzdan beri herseyi iyi veya kotu diye siniflandirirken bu ozelliklerin onlarin dogalarindan kaynaklandigina inandiriliyoruz. oysaki iyi veya kotu bizim onlara atfettigimiz ozellikler. tipki insan oldurmenin toplum hayatina zarar verdigi icin kotu olmasi gibi, yoksa kuramsal olarak adam oldurmenin kendi icinde kotu bir sey olduguna inanmayi imkansiz goruyorum."
  • okumak için şöyle duvar gibi bir nedeniniz olan kitap:

    " raskolnikov nerde okumuştum diye düşünüyordu. "bir idam mahkumu,ölümünden bir saat önce,galiba şöyle düşünmüş:eğer yüksek bir yerde bir kayanın üzerinde ,ancak iki ayağını koyacak kadar daracık bir yerde oturması gerekse;çevresinde uçurumlar ,okyanuslar olsa,sonsuz karanlıklar,sonsuz bir yalnızlık,bitmez tükenmez fırtınalar sürüp gitse bile,o,bir arşıncık yerde ömrü boyunca,binlerce yıl,hatta kıyamete kadar ayakta dursa,,yinede öyle bir yaşam ,o anda ölmekten daha iyidir.yeter ki yaşasın!nasıl olursa olsun sadece yasasın,aman tanrım ne büyük bir gerçek...insan ne kadar alçak bir yaratıkmış...raskolnikov bir dakika sonra "insana bu yüzden alçak diyende alçaktır" diyerek sözlerini bitirdi... "
  • st petersburg'da, kitapta bahsedilen evlere, sokaklara, köprülere ve hatta barlara tur düzenleyen kişi ve firmalar var. internette biraz araştırma yaparak kimse olmadan da raskolnikov'un evini, katerina ivanovna'nın akıl sağlığını tamamen yitirdiği köprüyü, sonya'nın yaşadığı binayı, kristal palas'ı ve diğer mekanları gezebilirsiniz.

    st petersburg'da bir gün boyunca kitabın içinde gezdim. kişisel bir yazı ve fotoğraflar için:

    http://hasanaliunal.com/?p=674
  • bazı kitaplar vardır. kahramanları daha baştan yazgılıdır. josef k uyanır, davanın içinde bulur kendini. yapılacak çok fazla bir şey yoktur. k, yaşamına devam ettiği her an, bu pisliğin içine giderek batar. her an daha fazla ötekileşir toplum nezdinde, daha da çaresizleşir. (genel olarak distopya yazınlarında incelenen budur.)
    bu tip kitapların kahramanını kendimizle, mekanını kendi dünyamızla karşılaştırarak çıkarımlar yapmaya, anları daha nitelikli yaşamaya, yorumlamaya çalışırız. bir tarafta bu genel olumsuz hava, diğer tarafta her an soluduğumuz hava vardır. biz, soluduğumuz her saniye, o olumsuz havayı mücadele azmine dönüştürmeye çalışırız. "-her şeye rağmen" yaparız bazı şeyleri. "insan bedeniyle sınırlandırılmıştır daha baştan, fakat" diye cümleler kurarız. ne olup olmadığımızı görürüz bu tip kitaplarda, onları bu yüzden severiz.

    bir de başka tür kitaplar vardır, suç ve ceza'nın da aralarında bulunduğu. kahramanlar, değişen olaylara göre yeni tutumlar bellerler. bu kitaplar, hayatın tam ortasına dalar girer, belki yazmaya başladığında yazarının bile tahmin edemediği yerlere gider. (fiil çekimlerinde, geniş zamandan, 'ortaya karışık' zamana geçiyorum, ne bu tutarsızlık demeyesin)

    raskolnikov, rutubetli, berbat odasında, yatağında oturuyor, 'suç' hakkında düşünüyordur. okulu bırakmıştır çeşitli nedenlerden. yalnızdır. 23 yaşında dünyayı değiştiremeyeceğini bilir, korkunç zeki ve gerçekçidir zira. dünyayı değiştirecek adam olma sürecini kafasında oturtmuştur. okulu bırakmak bunun ilk adımı, cinayet (ve getirisi para) ikinci adım olacaktır.

    burada kitaptan bağımsız bir paragrafa girişeyim. üniversite öğrencisi olup da, bu kitabı okuyan insanlar için raskolnikov çok çok önemli bir figür. aradan 150 yıl geçmiş olmasına rağmen dünya aynı boktanlığını koruyor. bir kitabın okuyucusunun genelde kendini kahramanla özdeşleştirerek, nesnelliğini ve kitabın bütününü kavrayabilme olasılığını düşürür. bunu bildiğim halde, hatta biraz sonra yazacaklarım için kendimden tiksineceğini bildiğim halde diyorum ki: yazar, bu kitapta beni anlatmış. sadece ben değil, hemen her evrenkent'li delikanlıyı ve hamfendiyi anlatmış.

    sinirlendiğim nokta ise $u. dostoyevski kendi içindeki "toplumcu mu bireyci mi olmalı?" sorusunu kitabın sonunda o denli yoğun ve kitabın bütünlüğünü bozacak şekilde işliyor ki hem edebi değerden kaybediyor -nabokov da bu açıdan, raskolnikov'un aşkını açıkladığı ve aflar dilediği sahne, yani toplumsal-bireysel ahlak çaprışıklığı yüzünden kitabı yerden yere vuruyordu-, hem de bir üniversite öğrencisi için tüm umudun yokolduğu bir portre çiziyor. iki açıdan da kötü.

    raskolnikov, napolyon olamayacağını anladığı sahneden devam edelim. intihar etmek istiyor, ki yapması gereken o. ama vazgeçiyor. 'napolyon olmasa da kendi çapında bir birey' olmak için değil. resmen teslim oluyor raskolnikov. toplumla uzlaşıyor. hatta başkentin en önemli meydanında eğiliyor, yeri öpüyor. onurunu kurban ediyor toplumla uzlaşırken. burasıyla sınırlı kalsa, dostoyevski'nin tercihidir der, geçeriz. kitap ise daha da trajik bitiyor.
    raskolnikov'un, 'tanrıya inanmıyorum ama bir aşk var' dediği an işte, onun asıl ölümüdür. bâkir olarak self sacrifice'ıdır hatta tanrıya kendini sunuşudur. uzlaşı safhası da rafa kalkmış, kanıksamıştır artık pozisyonunu, sahiplenmiştir ve hatta istiyor, seviyordur o pozisyonu.

    günümüze yontalım. üniversite bitiyor. napolyon olamadın, sevmeyeceğin bir iş seni bekliyor. işte burada intihar etmeyip çalışmaya başlamak demek, uzlaşı demek oluyor, yani yeri öpmek.
    "elimde değil ne yapayım, aslında bu da güzel, seviyorum bu işimi" diye kendini en sonunda inandırdığın an da ruhundaki raskolnikov, aşık olduğunda 'raskolnikovun gerçekten ölmesi' gibi tamamen ölmüş oluyor.
    artık ebedi kürek mahkumusun, farkında değilsin. artık kimse senin romanını yazmaz, hikayeni de merak etmez, o kitap orada biter.
    hatta artık, 'geçmişteki sen' bile senin hakkında en fazla tek bir cümle söyleyebilir.

    "kestane ağacının altında sen beni sattın ben de seni."

    ***

    (fi tarihinde -5 ay evvel- yazılmış entry dedik, yine de noktasına dokunmadan yolladık)
  • romanda bazı karakterlerin isimlendirmeleri yüklenecekleri olaylara göre konmuş.

    raskol'nik (raskolnikov): ayrılıkçı, hizipçi.
    luzha (luzhin): kirli su birkintisi.
    razum (razumihin): akıl.
    zametit (zamyatin): farketmek.
    marmelad (marmeladov): marmelat bildiğimiz. şeker gibi adamdı tabi.
    svidrigailov ise orta çağ rusya tarihinden bir karaktermiş, litvanya prensiymiş.

    hadi bakalım.
    (bkz: olaya bir de şu açıdan yaklaşmak)
  • aslında suçun değil kimlik arayışının psikolojik etkenlerini (forer etkisi) ve motivasyonunu mükemmel bir şekilde irdeleyen roman. kanımca gelmiş geçmiş tüm egzistansiyalist eserler arasında felsefe terimleri kullanmadan, var oluş sıkıntısını ve anlamsızlık karşısındaki hayal kırıklığını bu kadar iyi romanlaştırıp ve mükemmel bir kurguyla birleştiren başka bir eser daha yoktur.

    eğer kitapta bir suç ve ceza kavramından bahsedilecekse; dostoyevski' ye göre suç kendi var oluşunun amacını ve 'kalibre'sini bilmemektir. bunun cezası ise kendi içsel yolculuğunda uğranan hayal kırıklığı ve -senin- önemsizliğinin gerçekliğinin yüzüne tokat gibi inmesidir. öldürmeyi suç olarak kabul etsek bile -ki tartışılır- raskolnikov; napolyon, muhammed gibi 'büyüklerin' büyüklüklerine çektiği paralelin öldürmekten ibaret olmasını eleştirebiliriz. ancak bu yapılan bence ufak bir noktaya takılıp resmin tamamını kaçırmak olacaktır zira raskolnikov' un yaptığı öldürmekten ziyade bir sınav, arayıştır. burada asıl önemli olan budur ve raskolnikov' un temelde herhangi bir yanlışı yoktur.

    ahlak ve toplum değerleri değişkendir ve kendi içsel yolculuğun için mümkün olduğu kadar bunların dışına çıkabilme gücünü kendinde bulabilmesin. bu güç ve arayış da beraberinde toplumdan ayrıksı olmayı getirir. dostoyevski bunun referansını roskolnikov- raskolnik kelime oyunuyla mükemmel bir şekilde vermiştir. ayrıca bu arayışın ve anlamlandırma çabasının en önemli engellerinden birisi de din mefhumudur. çünkü din teslimiyettir, dogmatiktir. o yüzden raskolnikov’ un ateist olması da bu arayış savını güçlendiren ve dostoyevski’ nin ustalığını gösterdiği bir başka detaydır.

    aslında dostoyevski bu romanda raskolnikov karakterini yaratarak büyük insan, küçük insan (napolyon olmak, olamamak) sınıflandırmasına bir parantez açmış olur. bu parantez ise bir başka insan çeşidi olarak arayış içinde olanlardır, raskolnikovlardır. başarısız olsunlar, olmasınlar toplumdan farklı bir yerde durmakta ve 'sözde' suçun cezasını da kendi içlerinde yaşarlar.

    son olarak romanın iyimser bir sonla bittiğini düşünmüyorum.
    yaşamını anlamlandırma çabasının sonucu tam bir hayal kırıklığı olmasına rağmen –ayrıca ateist olmasına rağmen- raskolnikov bundan sonra da hayatta kalmayı başarır. oysa svidrigaylov karakteri ironik biçimde dunya’ ya aşık olup -çok yaygın bir toplumsal davranış olan- hayatın anlamını buna yüklemesi sonucu hayal kırıklığına uğrar ve hayatını bağladığı 'bu' pamuk ipliğini koparıp intihar eder. buradan romanın sonuna şöyle bir referans açmak gerekirse; tam da bu yüzden romanın sonunda raskolnikov’ un aşık olması mutlu son değil bilakis karamsar bir bakış açısıdır. arayışın sonu, übermensch’ in gerilemesidir. ayrıca sonya-raskolnikov ilişkisinde ortak nokta olan -raskolnikov malum, sonya’ nın mesleği yüzünden- toplum dışı olma durumu meşruluk kazanır ve ikisi de sıradan birer sakin olurlar. koğuşundaki mahkumlar da raskolnikov’ u sevmeye(!) başlarlar.
  • vicdan'in durmaksizin sorgulandigi, yazarin okuyucunun kafasinin icine girmesi, ve eger kafamizin ici odalar, odaciklar, dolaplar ve cekmecelerden olusuyorsa, hepsini birden ayni anda harmanlamasi marifetine sahip olan klasik kitap. okursunuz, uykunuz gelir, yatarsiniz, beyin durmaz okumaya devam eder. kitap biter, aradan günler gecer beyin hala okumaktadir, fena olursunuz, üstüne baska bisiy okunamaz, her yigidin harci degil zannimca. bir de demistirki tolstoy dostoyevski icin : "onun kalemini tanri kullaniyor" ki hak vermemek elde degil.
hesabın var mı? giriş yap