• kalbimizde diğer iron maden albümlerinden farklı bir yeri olan albümdür. şarkıların hangisinin daha güzel olduğuna karar verme imkanı yoktur dolayısıyla başından sonuna kadar dolu dizgin tek bir şarkı gibi dinlenmeli ve tadına varılmalıdır.

    ayrıca bu saatte nerden gördüm bu başlığı bi enerji bi işyerinden koşarak çıkıp sokaklarda bağırma isteği geldi bana.
  • iron maiden deyince 3 albümünü ayrı tutarım. iron maiden,somewhere in time ve piece of mind. nedendir bilmiyorum ama fear of the dark yıllarına tekabül eden ergen liseli dönemimde (çoşkun sabah yılları var birde ortaokula tekabül eden ki o en dramatik hikayem) kronolojik olarak en son dinlediğim maiden albümüdür. ve nasıl sevmişsem iron maiden isminden daha çok heyecanlandırır bu albümün ismi. bir şarkısını duysam, adını görsem bahçesine hırsız girmiş doberman gibi bir kulaklarım dikilir mutlaka. ve evet the trooper en taşaklı maiden şarkısıdır nazarımda.
  • iron maiden, the number of the beast ile heavy metal dünyasında büyük bir ses getirmişti. londra'nın enerjik ve haşarı metal grubu, yeni vokalistleri bruce dickinson ile çok güçlü sese ve de tüm bakışları üstünde toplayan, bir orkestra şefi gibi tüm konseri kontrol eden bir frontman'e sahip olmuştu. dickinson'ın ses aralığı, grubun kurucusu ve beyni steve harris'in zamanla olgunlaşan şarkı yazma yeteneğini de coşturmuştu. öte yandan grubun gitaristlerinden adrian smith de bir başka şarkı yazarı olarak grubun müzikal skalasını genişletiyordu. bu gelişmeler sonucu maiden artık global anlamda bir fenomen olmuştu. şimdi bu başarıyı tekrar etmek zorundaydılar. tek atımlık barut olmadıklarını da piece of mind ile gösterdiler.

    gerçi the number of the beast'in başarısına rağmen grupta bir karmaşa hali devam etmekteydi. evet, bruce dickinson gelip iron maiden'ın çehresini değiştirmiş ve de grubun bir efsane haline gelmesine büyük katkıda bulunmuştu. ancak grupta sular durulmuyordu. grubun lideri steve harris'in gözü bu sefer davulcu clive burr'un üstündeydi. bunun bir nedeni burr'un sex, drugs and rock'n'roll üçgeninde kaybolduğu iddiasıydı. burr, bu iddiaları zamanında reddetse de grup arkadaşları yıllar içinde verdikleri demeçlerde bu iddiaları hep yenilediler. öte yandan ise kendilerinin de bu konuda burr'den aşağı kalır yanları olmadığını da eklediler. yani bu tek sorun değildi. burr, diğerlerinin aksine daha fit kalma ve de iyi çalma konusunda sıkıntılar yaşıyordu. dickinson'ın otobiyografisinde yazdığı gibi bas gitarist ve davulcunun uyumu bir grubun bel kemiğiydi. eğer bu ikili aksıyorsa ve de bas gitarist grubun lideri ise davulcu için çanlar çalıyor demekti. bu sıkıntılı anlardan birisi nisan 1982'de yaşandı. grup, belçika konseri ile paralel olarak bir belçika televizyonu için playback bir kayıt yapacaktı. ancak clive burr, bir hastalık sebebi ile bu çekime katılamadı. grup ise belçika konserlerinde alt grupları olan ve daha önce de beraber çaldıkları trust grubunun davulcusu nicko mcbrain'i ödünç alıp bu tv kaydını yaptılar. ancak dedikoduların önüne geçmek için de mcbrain'e grubun maskotu olan eddie'nin maskesini geçirip, ufak bir sahne şovu yaratmış oldular. mcbrain'in iddiasına göre kendisi bu dönemde harris ile olası bir eleman değişikliği konusunu konuştu. ancak burr, kendini bir miktar toparladığı için bu değişim 1982 ortasında yaşanmadı. hatta mcbrain'a da bu dönemde hazır olarak maiden'ı bekleyip herhangi bir işe çıkmadığı için bir aylık bir ödeme yapıldı. ancak burr'un performansı bir süre sonra yine sıkıntı yaratıyordu. harris, 10 aralık 1982'de japonya'da verilen son konser sonrası memleketlerine döndüklerinde burr'e kendisi ile devam edilemeyeceğini açıkladı. bu olaydan çok kısa süre sonra burr, bir de babasını kaybetti. bir anda zor bir durumun içine düşen burr'un yerine mcbrain alındı. mcbrain'i kaybeden trust ise mcbrain'in yerini doldurmak için clive burr ile anlaştı. böylece ilginç bir eleman değişimi durumu yaşanmış oldu.

    grup, ilk iki albümündeki şarkıları yıllar içinde besteleyip ve konserlerde geliştirip albümlerine almıştı. the number of the beast'ten bazı şarkılar da killers turunda yazılıp seyirciye sunulmaya başlamıştı. dördüncü albüm öncesi ise ellerinde hiçbir şey yoktu. bu nedenle mcbrain'li maiden, ocak 1983'te şarkılar yazmaya başladı ve de artık üç albümlü, meşhur bir grup olan maiden elindeki finansal kaynaklar ile bahamalar'a gidip orada, her şeyden uzakta, bir kampa girdi. burada albüm şarkıları ya yazıldı ya da son haline evrildi. bu albüm ile birlikte uzun yıllar sürecek dickinson ve adrian smith ortaklığı da ortaya çıkmış oldu. steve harris, halen grubun ana şarkı yazarıydı elbette. ancak geçen albümde yasal sıkıntılardan dolayı (en azından kağıt üstünde) şarkı yazarı olarak yer alamayan dickinson, bu albümde iki şarkıyı smith ile yazmış, bir şarkıyı ise tamamen kendi başına bestelenmişti. yani ilk üç albümde sadece iki şarkıya dokunmayan harris, sadece bu albümde üç şarkıya el sürmemiş oluyordu. bu da maiden'ın artık daha demokratik bir yapıya büründügünü gosteriyodu. dickinson ve smith'in bu üç şarkı dışında harris ile yazdıkları bir şarkı daha vardı. albümün produksiyonunu yine martin birch üstlenmişti. bu da demekti ki grup halen çok iyi bir sound'a sahip olmaya devam edebilecekti.

    albümün adı piece of mind, ingilizce "iç huzur" anlamına gelen ve albümdeki still life şarkısının sözlerinde geçen "peace of mind" tabiri üstüne bir kelime oyunu. "peace" kelimesi "piece" olunca "zihnin parçası" gibi bir anlam ortaya çıkıyor. grubun albüm kapaklarını çizen derek riggs de bu muhabbetten dolayı albüm kapağı için beyninden ve dolayısı ile zihninden parça alınan bir eddie çizmiş. bir lobotomi geçiren eddie'nin deli gömleği ile bir tımarhane hücresinde resmedildiği kapak çok güzel ve ikonik. ön kapak ile uyumlu arka kapakta ise bu hücrenin kapısının açık olduğu ancak hücrenin gökyüzünde bir yerde olduğunu görüyoruz. güzel görseller. biraz da gizemli. kapağın içinde ve de plağın üstünde ise eddie'nin beyninden alınan parça ile yemek yapıldığı ve de grubun bu beyni yemek üzere olduğunu görüyoruz. bunlar ise biraz saçma, şakacı tercihler. bu kapak sonrasında ise uzun süre eddie ve beyin muhabbeti iron maiden için devam etti. bu albümü takip eden eddie çizimleri bu lobotomiye referans verdi. ayrıca grubun sahnedeki eddie'nin kafasını açıp beynini çıkardığı sahne şovları oluyordu.

    albümü açan where eagles dare, ufak bir davul atağı ile başlıyor. bir savaş hikayesini anlatan bu tempolu şarkıyı bir davulla açmak, hem "lan ne oluyoruz" dedirtiyor, hem de grup tabii ki yeni davulcular nicko mcbrain'i görücüye çıkarıyor. şarkı boyunca da davul gerçekten önemli bir rol üstleniyor. bu şarkının benim için en ilginç olan yönü herhalde neredeyse enstrümantal bir eser olması. ilk kıta ve nakarat bir dakikadan daha kısa sürüyor. 1:20'den 4:50'ye kadar süren 3,5 dakika boyunca ise enstrümanları dinliyoruz. ilk kıta ile ikinci kıta arasında bu kadar ara verilen pek fazla şarkı yoktur herhalde maiden kataloğunda. başladığı rif ile biterek bir çember oluşturan enstrümantal bölümün ilginç noktalarından birisi bir gitar solosu yerine, "taramalı tüfek solosu" dinliyor olmamız. aslında bu bölümde dave murray bir solo atıyor ama onun yaptığı aslında gitarı öttürerek, savaş atmosferine daha da gaz vermek. ancak asıl silah sesleri ile maiden, gaz bir hava yaratıyor. grup, bir önceki albümde seslendirme kullanmıştı ancak böyle bir ses efekti kullanımı daha önce grup tarafından yapılmamıştı diye biliyorum. sonradan da pek tercih edilmedi. bu silah sesleri tam olarak nereden alındı bilmiyorum ama şarkı sözleri 1968 tarihli, aynı ismi taşıyan ingiliz filminden ilham almıştı, belki silah seslerini de bu filmden direkt almışlardır. bir kitaptan uyarlanan film, ikinci dünya savaşı sırasında bavyera'daki bir kalede esir tutulan askerleri kurtarmak için yapılan bir askeri operasyonu anlatıyor. şarkıda da esir düşen arkadaşlarını kurtarmak için karda kışta kıyamette paraşüt ile gökten inip kaleye sızan insanlar anlatılıyor. tüm şarkı boyunca "kimse uçamaz, kimse gidemez kartalların girmeye cesaret ettiği yere" diye olumsuz konuşulduktan sonra "kartalların gitmeye cesaret ettiği yere gittiler" diyerek bu askerlerin hakkı teslim ediliyor. bu silahlı bölüm dışında çok sürprizli bir eser değil. silahlı bölümü takip eden dave murray ve adrian smith'in beraber solosu sonrası bir ani değişiklik var ama o da çok uzun sürmüyor. dickinson, mükemmel. özellikle kendisinin nakaratta yardırdığını görüyoruz. muazzam bir ses olduğunu daha albümün ilk şarkısından hatırlatıyor. hele şarkının sonundaki "dare"i uzatması yok mu? efsane. ancak başa geri döneyim. şarkının yıldızı kesinlikle mcbrain. davulun enerjisi, güzel ama öyle aşırı da muhteşem olmayan şarkıya seviye atlattırıyor. ortaya çıkan enerjiyle de bu eser albümü açmayı hak eden bir seviyeye geliyor. sadece albümün değil, albümün turnesinin de açılış şarkısı bu arada. o dönem bu şarkı öncesi where eagles dare filminin ana temasını banttan verip, bu şarkıya giriyorlardı. en son legacy of the beast turnesinde şarkıyı konserlere geri getirmişlerdi ancak covid arası sonrası konserlerde senjutsu'dan şarkılara yer açmak için çıkarıldı.

    revelations, iron maiden albümlerinde bruce dickinson'ın tek başına yaptığı ilk şarkı. gerçi tamamen tek başına yaptı demek aşırı doğru değil çünkü şarkının ilk kıtası aslında bir alıntı. bu ilk kıta, ingiliz yazar g. k. chesterton'un yazdığı bir şiir olan o god of earth and altar'ın ilk kıtası. daha kariyerinin başları sayılabilecek bir dönemde bu eseri yazan chesterton, bu çalışmayı biraz muhafazakar ama sosyal meselelere de eğilen bir grubun gazetesinde yayınladı ve 1906'da da english hymns adlı ilahi kitabına bu eser eklendi. bu kitap da geleneksel ilahilere karşı gelen daha sol görüşe yatkın bir ekip tarafından çıkarılıyordu. zaten chesterton'un bu şiiri de tanrıya bir yakarış gibi dursa da özünde ülkeyi yönetenleri ve onların kibrini eleştiren bir çalışmaydı. tabii chesterton bir müzisyen değildi ve beste, şiire sonradan eklemlenmişti. english hymns kitabı bu şiirin ralph vaughan williams adlı bir müzisyenin derlediği bir anonim şarkı plan king's lynn'in melodisi üstüne söylenmesi gerektiğini söylüyordu. dickinson da bu ilahiyi ve de bahsi geçen halk melodisini çok sevmişti ve bu eser üstüne revelations'ı inşaa etti. daha sonra da william blake'in 1916'da jerusalem adı ile ilahiye çevrilen and did those feet in ancient time şiirini de the chemical wedding adlı solo albümünde yorumlayacaktı. dickinson'ın yazdığı maiden şarkısına dönersek sadece ilahi alıntısı ile değil "vahiyler" anlamına gelen adıyla da dini bir hava yaratılıyor. bu nedenle, girişinde incil'den alıntı içeren the number of the beast ile bu şarkı arasında duruş olarak hep bir paralellik hissederim. şarkının sözleri oldukça ilginç, yoruma çok açık. internete bu şarkının nasıl hinduizm ile ya da aleister crowley ile anlaşılabileceği uzun uzun yazılıyor. bildiğim konular da değil, buraya taşımaya gerek yok. meraklısı zaten araştırmayı yapacaktır. ancak şarkının sözleri bir belirsizlik ve karanlık içinde acı çeken insanoğlunun kendini ve birbirini keşfetmesi ile o sırra erişebileceğini anlatıyor gibi yorumluyorum kendi açımdan. daha bir kaç sene önce millete teşhircilik yapan sapıklar, "içtim içtim hapse girdim, çılgınım" tadında sözler yazan grubun sadece üç-dört senede bu kadar derin şarkılar ortaya çıkarması çok etkileyici ve de bruce dickinson'ın sadece muhteşem bir vokalist olduğunu değil, gruba entelektüel anlamda da büyük bir katkıda bulunduğunu gösteriyor. hatta sadece bu da değil, 80'lerdeki konserlerde dickinson, gruba üçüncü gitarist olarak bu şarkının arpejlerini çalarak eşlik ediyordu. tabii bu çok ciddi bir müzikal katkı değil de daha çok şov amaçlıydı. zaten çok meşhur olan 1985 rock in rio kaydında gitar ile bu şarkıda şov yaparken dickinson kafasını kanatıp konsere yaralı devam etmişti. biraz da müzikten bahsedelim. şarkı, bir önceki albümün ikinci şarkısı olan children of the damned'in yarattığı etkiyi yaratıyor: hızlı kısımları olsa da albümü açan şarkının enerjisini dengeleyen duygusal, genel olarak sakin bir havası var. e sonuçta ruhlara hitap eden, etkileyici bir ilahi bestesi ile açılıyor. ayrıca daha sonra özellikle solo kariyerinde gördüğümüz üzere dickinson da ballad bestelemekten çekinmeyen, duygusal yollarda gezinen bir adam. bruce dickinson'ın vokali de bu duygu alışverişini sağlayan en önemli etken. bunun yanında aralardaki gitar melodileri çok güzel. steve harris de bas gitar ile şov yapıyor. hızlı bas gitar kullanımı ile bilinen harris, bu şarkıda ise bas gitarı şarkının sakin bölümlerinde çok ekonomik ve de çok etkileyici olarak kullanıyor. şarkıyı öyle dizayn etmişler ki enstrümantal bölümde es veriyor olmaları belki albümde biraz garip kaçıyor ama oraları seyirciler konserlerde doldurunca ortaya çıkan manzara çok güçlü oluyor. ikinci enstrümantal girişe girerken dickinson'ın "go" diye bağırması da ayrı bir etkileyici dokunuş. sololar sonrası giren melodi de bu arada maiden'ın genel sound'undan uzaklaşarak şaşırtsa da çok güzel. son olarak şunu da söylemek lazım. her ne kadar bu şarkı adını book of revelations / vahiy kitabından alsa da buradan direkt bir alıntı içermiyor. ancak albümün arka kapağında revelations 21:4'ten bir alıntı var: "onların gözlerinden bütün yaşları silecek. artık ölüm olmayacak. artık ne yas, ne ağlayış, ne de ıstırap olacak. çünkü önceki düzen ortadan kalktı". ancak kapaktaki alıntıda ufak bir oynama mevcut. bu orijinal alıntıda "ıstırap (pain)" kelimesinin yerine kapakta ingilizce okunuşu benzediği için "beyin (brain)" kelimesi kullanılmış. bu da kapaktaki "beyin" ve albüm adındaki "mind (zihin)" kavramlarına gönderme.

    albümün ilk single'ı flight of icarus, üçüncü sırada bizi karşılıyor. bu smith / dickinson eseri, iron maiden'a özgü "galloping" olarak tabir edilen, enerjik bir müzikal hareketi içerse de harris'ten duymaya alıştığımız maiden melodilerini içermeyen, daha standart bir heavy metal şarkısı. dört dakikadan kısa süresiyle de şarkının biraz daha genel müzik kitlesine ulaşmaları için yaptıkları ortada, grup bunu da reddetmiyor. lakin hedefleri radyoda çalınmak olsa da kaliteden ödün vermiyorlar. yine dickinson'ın elinden çıkan sözler mitolojik karakter icarus'un öyküsünden esinleniyor. ilk şarkıdaki gibi yine bir kartal metaforu kullanılan şarkıda icarus orijinal hikayede olduğu gibi güneşe çok yakın uçtuğu için, kanatları yanınca düşüyor. yalnız orijinal hikayeden farklı olarak babaya bir karşı çıkış ve de baba tarafından bir ihanet teması da eklenmiş. şarkının hem dave murray, hem adrian smith solosu çok iyi. özellikle smith'in şarkı biterken attığı hızlı solo ve ardından gelen bruce dickinson çığlığı inanılmaz. steve harris yine ara ara çok baba bas gitar ara melodileri ekliyor. mcbrain, şarkının enerjisini en üst seviyede tutuyor. benim için mükemmel bir şarkı. ancak grup bu şarkıyı 1986'da çalmayı bırakmıştı. legacy of the beast ile beraber ise icarus, kocaman bir icarus maketi ve de dickinson'ın kollarından çıkan ateşlerle güçlendirilen bir sahne şovu ile geri döndü. ben de kendilerini bu turnede izlerken bu şarkıda kendimden geçmiştim.

    dickinson, "ben bu işi bırakmam" diyor ve de die with your boots on'da bu sefer adrian smith ve steve harris ile, yine karşımıza çıkıyor. bu şarkı çok ilginç bir şarkı. uzun süre de şarkının pek yüzüne bakmamıştım. lakin bir gün albümü dinlerken öyle bir dank etti ve de şarkı bir anda albümdeki en sevdiğim şarkılardan biri oldu. flight of icarus gibi bazı açılardan maiden'ın genel sound'undan farklılıklar gösteriyor. mesela daha sonra no prayer for the dying ve fear of the dark döneminde yapmaya başlayacakları daha az melodik, daha hard rock şarkılardan birisi gibi bu eser. burada da yine flight of icarus'ta olduğu gibi bir adrian smith etkisinden söz etmeli. lakin soloları bu yorumdan dışarıda tutmak gerek. dave murray'nin muhteşem solosu, ardından gelen melodiler mesela buram buram maiden kokuyor. şarkının ilginç yanlarından birisi de nakaratı. şarkıdaki ana vokal - geri vokal paslaşması maiden için çok farklı bir deneme. böyle başka bir nakarat yazdıklarını da hiç hatırlamıyorum. dickinson'ın bu nakarat süresince yaptıkları da pek acayip. mesela bu vokal atışması bölümlerinde dickinson'ın hafif dalga geçer tekrarlarını, gülüşmelerini duymak mümkün. garip, şarkıyı hiç ciddiye almıyor gibi duruyor ama sonuç güzel. nakaratın sonlarında özellikle dickinson neredeyse hiç boşluk bırakmadan her yeri vokalle dolduruyor. dickinson, şarkının sözlerinde daha sonra grubun seventh son of the seventh son'da iyice dalacağı kehanet temasına değiniyor ve de milleti savaş çıkacağı korkusu ile galeyana getirenlere karşı "öyleyse öyle, biz de botlarımızı giyip ölürüz" diyerek hem ne olacaksa olsun mesajı veriyor hem de cesaret gösteriyor.

    savaş teması bir sonraki şarkı olan, maiden klasiği the trooper ile devam ediyor. bir steve harris bestesi olan şarkı, "iron maiden nasıl bir grup ya?" sorusuna verilecek cevap. şarkı, kırım savaşı'nda ingiliz ordusunun aldığı bir yenilgiden ilham alarak yazılmış. sözlere bakınca rus ordusuna doğru yenileceğini bile bile koşan askerlerin hislerini görüyoruz. dışarıdan bakan biri için belki de bu şarkı savaşı ya da milliyetçiliği öven bir eser gibi gözükebilir. bruce dickinson'ın şarkıyı konserlerde söylerken zaman zaman ingiliz bayrağı sallıyor olması da bu imaja katkıda bulunuyor. lakin şarkıda aslında böyle bir iddia yok. bir kere şarkıda üç kez rus kelimesi geçse de bir kez bile ingiltere lafı yok ya da "ingiltere şöyle güzel, vatanım böyle süper" gibi bir yorum yok. onun yerine iki tarafın birbirlerini öldürme isteği ve de ingiliz askerin yalnız ve unutulmuş bir şekilde hayatını kaybetmesi anlatılıyor. artık çok iyi bildiğimiz üzere steve harris'in bas gitarı başta olmak üzere gitar rifleri, dört nala giden atlılar havasını vermek üzere dizayn edilmiş, tempolu bir şekilde çalınıyorlar. şarkının ana gitar melodisi heavy metal tarihinin en ikonik melodilerinden artık. ayrıca nakarata sahip olmamasına rağmen bu kadar bilinir bir şarkı olmasına neden olan "oooooohh" kısımları var ki bu bölümler de konserde tadından yenmeyen anlar oluşturuyor. bir de bu şarkı sırasında sevgili eddie'yi de sahnede görmeye alışkınız. hayatım boyunca bu şarkıyı bir kez daha dinlememe gerek yok. artık her şeyini ezberledim. her konserde de çalınıyor. buna rağmen neden bu kadar tuttuğunu anlamak mümkün. konu hep güncel. şarkı çok gaz, dört dakikada bitiyor. melodiler ilk duyuşta akılda kalıyor. gitar soloları mükemmel. eşlik etmelik yer bırakmışlar. daha ne olsun.

    steve harris'in dave murray ile yazdığı still life, iron maiden'ın the x-factor ile birlikte kullanmaya başladığı, ve hatta bence abarttığı, melodik bir gitar rifi ile desteklenen yavaş intro ve sonrasında hızlanıp bilinen maiden tonuna dönen kıtalar formatında yazılmış bir şarkı. bu formatı bu albümde deneyip sonra uzun bir süre rafta tutmaları çok ilginç gelmiştir bana. sadece burası ilginç değil. mesela 03:09'da murray ve smith'in beraber çaldığı melodi çok farklı. daha çok power metal ya da neo-classical metal eserlerinde duyabileceğimiz tonda iniş ve çıkışlardan oluşuyor. her duyduğumda şaşırıyorum. bunun yanında "will give me peace of mind" derken dickinson'ın vokaline verilen efekt de garip gelmiştir. öte yandan albümün adının bu mısradan esinlendiğinin altını, sadece bu mısraya efekt vererek çizmiş oluyorlar. şarkının en güzel yanlarından biri de sözleri. bir havuza bakarken oradan kendisine bakan yüzler olduğunu farkeden adamın şaşkınlığı, inkarı, yine de bu havuza gitmekten kendini alı koyamaması bir psikolojik gerilim filmi gibi. sonunda da destek aldığı arkadaşını da kolundan çekip göle atlayarak ölüme gitmesi ise korku filmi gibi. tabii bu şarkıdan bahsedince şarkının başındaki gizli mesaja değinmeden olmaz. o dönem the number of the beast ile beraber "bunlar satanist" damgası yiyen grup, yine o dönem artan "şarkılardaki gizli mesajlar" temalı mesmenetsiz iddialarla dalga geçmek için bu bölümü eklediler. burada nicko mcbrain bir uganda aksanı ile "anlamadığınız işlere burnunuzu sokmayın" diyordu. bu mesaj aslında çok bilinen bir şey. daha da az bilinen ise nicko mcbrain'in bu şarkının sonunda da vokali ile yer alması. burada da şarkı kaydı bitince kendisinin kayıtlardan memnuniyetini duyuyoruz. lakin bunu duymak için iyice bir kulak kabartmalı.

    quest for fire, iron maiden hayranlarının en sevmediği şarkılardan birisi. bu şarkı hakkinda ne zaman bir yorum görsem hep aynı şeyden bahsediyor: ilk kıtası. şarkı "dinozorların dünyada dolaştığı bir zamanda" diye başlayarak insanoğlunun ateşi keşfedip, koruma çabasını anlatıyor. buradaki sorun dinozor ve insan arasında yaklaşık 66 milyon yıl fark olması. halbuki bu şarkıya ilham veren 1981 tarihli filmde de dinozor falan yok. bence şarkının söz anlamındaki tek problemi bu değil. mesela "bilmiyorlardı ateş çıkaran kıvılcımların taş ve sopayı sürterek çıkarıldığını" gibi çok basit, şarkı sözünden daha çok fen bilgisi kitabı gibi sözler de var. müzikal anlamda o kadar tartışmalı değil ama albümdeki diğer şarkılar kadar da etkileyici değil. şarkının en ilginç melodisi herhalde introsu ve outrosu. şarkının genel müzikal havasından farklı, hoş bir maiden melodisi olarak dikkat çeken bu bölümleri şarkı içinde kullanmamışlar. şarkının başka bir güzel yanı da sololar öncesi yer alan, biraz kelt havası içerdiğini düşündüğüm, gitar melodisi. onun dışında ise tempolu ama düz bir maiden şarkısı. dickinson'ın kıtalarda çıktığı ani tizler, etkileyici olmak yerine maalesef çok komik duruyor. halbuki şarkının sonunda istediğinde sesini ne kadar iyi kullanabildiğini göstermişti. ne yazık ki ben de genel kanıya katılıyorum ve de bu şarkının albümün en kötü şarkısı olduğunu söylüyorum. elbette her albümün bir en kötüsü olmalı ama bu albümde bu soruyu cevaplamak kolay. grup da şarkıyı pek beğenmedi ki şu ana kadar bir kez bile konserde çalmadı.

    grubun hiç canlı çalmadığı bir başka şarkı da sun and steel. bu şarkı albümün bir diğer smith ve dickinson ortaklığında yazılan şarkısı. bu şarkı da flight of icarus gibi daha kısaca ve enerjik bir çalışma. hatta şarkısının bitişi de flight of icarus'a cok benzemekte. nakarat, çok eğlenceli. bruce dickinson'ın çift ses kaydettiği vokaller bu akılda kalıcı nakaratta güzel duyuluyor. gitar solosu öncesi duyduğumuz melodiler ise herhalde şarkının klasik maiden sound'una en çok yaklaştığı anlar. şarkının sözleri kısa ve basit. bir samurayın hikayesini şöyle oldukça genel bir şekilde anlatıyor. öyle çok acayip bir şarkı değil ama nakaratı biraz günü kurtarıyor diye düşünüyorum. şarkı, 2019'da tekrardan gündeme geldi çünkü maiden, yine bu albümden the trooper'ın adını verdiği kendi bira markası için japon saké mayasından yarattıkları bir versiyona sun and steel adı verdiler. maalesef bunu daha içemedim, umarım denk geliriz bir yerde.

    the number of the beast'te olduğu gibi bu albümü de bir epik kapıyor: to tame a land. yedi buçuk dakika süren bu şarkı, müzikal anlamda güçlü. çok iyi bir intro ile başlayarak, "bu şarkı kesin uçacak" hissiyatını daha en baştan veriyor. elektro ve bas gitarlar usta bir uyum içinde ilerlerken davul da tempoyu çok iyi ayarlıyor. açıkçası müzikal anlamda beni tek rahatsız eden yer, şarkının sonunda intro melodisini son kez tekrar etmeden önce duyduğumuz kapanış kısmının, özellikle davul atakları yönünden, hallowed be thy name'in ciddi bir tekrarı olması. şarkı boyunca orta doğu havası veren melodiler bolca kullanılmakta. hatta bizim pentagram'ın da kendi sound'unu yaratırken bu şarkıdan ilham aldığını da düşünmeden edemiyorum. bu orta doğu etkisi ve şarkının girişindeki rüzgar efektleri, şarkının ilham aldığı kitap dune'un anlattığı çöl gezegeni arrakis'ten geliyor. herkesin bildiği bir hikaye ama tekrar edebiliriz: aslında grup bu şarkıya direkt "dune" adını vermek istiyor. orijinal eserin yazarı frank herbert ise "ne? heavy metal grubu mu? hayatta izin vermem" diyor. grup da şarkının adını to tame a land yapıyor. bence daha da iyi çünkü bu şarkıya dune adını koymak tembel işi olurdu, ilginç olmazdı. lakin şunu söylemek lazım: bu şarkının sözleri de çok düz. kitabın özetini bir yerden bulup bestelenmişler, ki bunun kralını yıllar sonra alexander the great ile yapacaklar. şarkının kafiyeleri de baya tembelce. ilk iki mısra "tomorrow" tekrarı yapıyor. üçüncü ve dördüncü mısra bir adım ileri gidiyor ve "planet dune"u "planet dune" ile uyak yapıyor. sonra ise "arrakis" ve "muad'dib"i kafiye gibi kullanarak iyice salıyorlar zaten. vokal melodisi de çok yaratıcı değil. dickinson, koştura koştura şarkının sözlerini müziğe oturmaya çalışıyor. yani açıkçası bu kadar güzel müzikal fikirlere daha iyi sözler ve vokal melodileri gerekiyordu. o nedenle bu şarkıyı çok beğenen olsa da ben şarkının maiden'ın en iyi epiklerinden olduğunu düşünmüyorum. bence maiden de pek sevmiyor çünkü sadece bu albümün turnesinde çalıp geçtiler.

    albüm, bir önceki albümün başarısına benzer bir performans gösterdi. ingiltere'de bu sefer liste başı olamasa da grup bu albüm ile üçüncü sıraya kadar yükseldi. hem flight of icarus, hem de ikinci single the trooper, ilk 20'ye girdi. öte yandan grup, single'ları ile ilk kez abd'de rock listelerinde girerken, albümleri de bu sefer ilk 20'ye girmiş oldu. grup, albümü yayınlanmadan birkaç hafta önce turneye çıktı ve de yine yıl sonuna kadar uzun bir konser maratonu yarattı. world pieces adlı bu dünya turnesi, maiden'ın ilk kez tamamen headliner olduğu bir turne oldu. yani maiden, the number of the beast sonrası başarılı bir sınav verdi. bir çok hayrana göre bu albüm maiden'ın en iyi albümü. bence albümün ilk yarısı kusursuz. özelikle bruce dickinson'ın grup içinde öne çıkması önemli bir olumlu etkide bulunuyor. sadece ikinci yarıda kalite biraz daha düşmekte. o nedenle bence the number of the beast'ten biraz daha geride. yine de bir metal klasiği olduğuna şüphe yok.

    4/5
  • curved airin second album albümündeki en leziz şarkı olduğu düşüncesindeyim. şarkı sözlerinde francis monkman, the waste landden alıntı yapmıştır.
  • kaatimce en iyi iron maiden albumu
  • maiden virusunu bana ve kardesime bulastiran album.
  • ilk başlarda albüm için düşünülen isim "food for thougt"dur fakat bir gece jersey'de bir pubda içtiklerinde içlerinden biri (ki kimin söylediğini grup elemanları hala hatırlamamaktatır) "piece of mind olsun" demiştir ve olmuştur da.ayrıca albümün iç kapağında arkada iki tane zırh durmaktadır ya onlar boş değildir birinde "rod smallwood" diğerinde ise "martin birch" yer almaktadır.
  • bugün 38.yılını kutlayan efsanevi ıron maiden albümü.

    38 yıllık bir plaktan dinleyerek kutluyorum

    görsel
  • iron maiden'in dördüncü stüdyo albümüdür. 1983 yılında çıkmıştır. ilk üç albümden farklı olarak içinde albümün ismini taşıyan bir şarkı yoktur.

    (bkz: iron maiden)
    (bkz: killers)
    (bkz: number of the beast)

    kanaatime göre en başarılı iron maiden albümleri listesinde başa oynayabilecek kadar sağlam bir albümdür. her şarkısı ayrı bir efsane, ayrı bir lezzettir. ama içlerinde bir tanesinin yıldızı daha fazla parlamaktadır:
    (bkz: to tame a land)

    edit: imla
  • iron maiden'in somewhere in time ile birlikte en sevdiğim, 1983 çıkışlı 4. stüdyo albümüdür. hakkında bu kadar az entry görmek şaşırttı.

    benim için içerisinde tek kusur bulunmayan albümlerden biridir. albümü baştan sona dinlediğinizde steve harris'in şahane bas yürüyüşlerini, bruce dickinson'ın eşsiz vokallerini, melodik riff ve soloları iliklerinize kadar hissedersiniz.

    daha önce yazılmamış, parça listesini de yazalım tam olsun;

    -where eagles dare
    -revelations
    -flight of icarus
    -die with your boots on
    -the trooper
    -still life
    -quest for fire
    -sun and steel
    -to tame a land
hesabın var mı? giriş yap