• jim jarmusch'un ilk filmi olduğu gibi, john lurie'nin de oynadığı ve müziklerini bestelediği ilk film. jarmusch, filmi master tezi olarak çekmeye başlamış fakat elindeki paraları filme harcayıp öğrenim ücretini ödemeyince nyu'dan diplomasını alamamış. wim wenders'ten aldığı filmler ve kendi imkanlarıyla bulduğu paralarla filmi tamamlamış.

    kendini "a tourist on a permanent vacation" olarak tanımlayan, sürekli bir yerden öbürüne savrulan charlie parker hayranı 16 yaşındaki allie'nin hayatından birkaç günü anlatan film, jarmusch'un başyapıtı stranger than paradise kadar durgun. kamera sabit durmakta zorlanıp hafifçe sallanıyor, bozuk çerçeveler ve kötü ses kaydı dikkat çekiyor. filmde olup biten fazla bir şey yok. allie, new york'ta yıkıntılar arasında yürüyor, karşılatığı egzantrik insanlarla konuşuyor, akıl hastenesindeki annesini ziyaret ediyor, yerdeki minder, ayna ve pikap dışında bir şey olmayan kız arkadaşının boş odasında bir earl bostic kaydına dans ediyor vs. filmin sonundaki, uzaklaşan gemiden çekilen new york manzarası ve gemiyi takip eden martıların oluşturduğu kompozisyon oldukça etkileyici.
  • ilk dakikalarında geçen muhteşem konuşma ;

    --- spoiler ---
    benim adım,
    aloysious christopher parker..."

    "...ve bir gün bir oğlum olursa adı
    charles christopher parker olacak."

    tıpkı charlie parker gibi...

    ama dostlarım bana kısaca allie der...

    "...ve bu da benim hikâyem,
    veya hikâyemin bir bölümü."

    size çok şey açıklayacağını
    sanmıyorum...

    "...ama hikâye dediğiniz nedir ki zaten?
    olsa olsa, şu noktalarını birleştirince..."

    "...tanıdık bir şeyin resmini ortaya
    çıkardığınız türden bir çizim olabilir."

    olan biten sadece budur işte!

    "benim için işler böyle yürür.
    bir yerden, bir insandan kalkar..."

    "...bir başka yere ya da
    bir başka insana giderim."

    "ve işin doğrusu, aslında
    fazla bir şey de değişmez."

    "çok farklı türde insan tanıdım.
    onlarla takıldım, birlikte yaşadım..."

    "...kendi küçük rollerini
    oynamalarını izledim."

    ve benim için...
    "...tanıdığım tüm bu insanlar,
    sanki bir dizi oda gibiydiler..."

    "...tıpkı vaktimi geçirdiğim
    o yerler gibiydiler."

    "yeni bir odaya ilk kez girdiğinde,
    merak içindesindir..."

    "...bir lamba, bir tv seti,
    artık ne varsa ilgini çeker."

    "ama bir süre sonra,
    o yenilik duygusu kaybolur..."
    ...hem de tamamen.

    "ve işte o zaman ortaya
    sıkıntı ve endişe çıkar..."

    ...ürkütücü bir dehşet duygusu.

    "neden söz ettiğimi
    anlamıyorsunuz sanırım."

    her neyse, galiba...

    "...burada anlatmak istediğim husus,
    bir süre sonra bir şeyin..."

    ...sanki bir sesin sizi uyarması...

    ...ve size "ayrılma vakti geldi"
    demesidir.

    başka yerlere gitme vaktidir artık.

    insanlar temelde hep aynıdırlar

    "belki farklı bir buzdolabı,
    tuvalet vs kullanırlar."

    ya da başka bir ıvır zıvır.

    ama o şey size seslenir...

    "...ve yeniden amaçsızca
    sürüklenmeye başlarsınız

    "siz gitmek istemeseniz bile,
    bazı şeyler size yol gösterir."

    "ve işte, şimdi burada, konuşulan
    dili bile anlamadığım bir yerdeyim."

    "ama bilirsiniz,
    yabancı her yerde yabancıdır."

    ve hikâye, ya da hikâyenin
    bu bölümü...

    ...oradan buraya nasıl
    geldiğimle ilgili.

    "ya da belki, buradan buraya nasıl
    geldiğimle ilgili demem gerekirdi."

    --- spoiler ---
  • jim jarmusch'un şans eseri bursunun okula değil de kendi hesabına yatması ve bir bankadan hileli kredi kullanması ile on iki bin dolarlık bir bütçe oluşturarak çektiği film. başrolde izlediğimiz chris parker da gerçek hayatta işsiz güçsüz etrafta takılan bir tip olduğundan rolünü başarılı bir şekilde oynamıştır. gerçi jim jarmusch'un dediğine göre çekimlerde kendisini bulabilmek bazen güç olabiliyormuş ama olsun.
  • çekimlerden dolayı mı nedenini anlayamadım başka bi sebepden ötürümü nedir bilemedim filmi sanki zeki demirkubuz çekmiş gibi geldi bi an. he bi de bu yönetmen tayfasının ilk filmleri otobiyografik olur derler, eğer öyleyse bu jarmusch abinin kesin yakınlarından birisi deliymiş. bu ne le filmde bi sürü deli garip garip hikayeler anlatıyor. neyse sonuç olarak izlenesi bi film diyelim.
  • jim jarmusch'u tanıyalım festivali dahilinde izledigim bir deneysel ilk film. suresi 1 saat 11 dakika civarı ama 3 saat tarkovski izlemeye bedel.
    sıkılmanın ve deliligin filmi bu. en sevdigim sahne doppler effect şakası anlatan delinin hikayesiydi.
    hikayedeki, tamamen kendi kendime farkettiğim guzel ayrıntı su ki, deli amcamız burda bir saksafoncudan bahseder. bu adamın somewhere over the rainbow şarkısını çalmak istedigini ama parçanın girişinden sonrasını bir türlü hatırlayamadığını söyler. kendini bir çatıdan aşağı attıktan sonra dahi sadece şarkının girişini çalabildiğini ve bu sırada bir ambulansın ona yaklaştığını anlatır. şarkının giriş melodisi ile ambulans sesini birleştirip bunu seslendirir bu deli amca. işte bu melodi aynen amcanın anlattığı şekli ile filmin manhattan manzaralı kapanış sahnesinde john lurie tarafından icra edilir. şarkının girişini çalar lurie, takılmış gibi duraksar, siren sesine döner, sonra yine baştan başlar.
  • aerosmithin 1987 yılında çıkardığı, içinde dude looks like a lady gibi hit şarkıları barındıran başarılı bir albümü.
  • aylaklığın içine sindiği film.
  • filmin felsefesi güzeldir bir kere, özellikle diyaloglu sahnelerde çok şey anlatır, limandaki sahne filmin en iyi sahnesiydi ve tek sahnede bitirdi başlattı ve bitirdi bu yapıtı. fakat bir kısa film kalitesizliğinde, hafiften 'demirkubuz bu işlerin babasını yaptı be abi, bu ne ki?' dedirten bir film. karanlık, felsefi ve gürültülü. 6.7/10

    --- spoiler ---

    yalnız olduğunu bilmek yalnız olmaktan daha üzer insanı tarzında bir söz söylüyor, fakat annem bana kızardı ama babam öldükten sonra o delirdi ben değil diyor. insanlar bir ev gibidir, eve girince tvye etrafa falan bakarsın ama bir süre sonra sıkılırsın ve başka bir eve gitmenin vakti gelmiştir artık diyor. herkesin babil'i vardır, ben de bir turistim sonsuz bir tatile çıkan diye bitiriyor yazar.
    --- spoiler ---
  • filmdeki allie karakteri tam bir flaneur'dür.

    --- spoiler ---

    ev, okul, sevgili hiçbir şey istemez allie. vergi ödemek istemediğini söyler. tüm varlığı olan birkaç parça eşyasını küçük bir valize sıkıştırıp new york'u terk etmeden önce rıhtımdan şehri son kez izler. rıhtımda karşılaştığı yabancı paris'ten yeni gelmiştir ve buranın onun babil'i olacağını söyler. belki de o ana dek nereye gideceğinden emin olmayan allie, paris'in kendi babil'i olup olmayacağını sorar yabancıya. yabancı da, neden olmasın, der. ve allie flaneur'lüğün anavatı olan şehre, paris'e doğru yola çıkar.

    --- spoiler ---

    bu film ile bir kez daha keşke dedim, timothee chalamet bir jarmusch filminde oynasa da izlesek.
  • genellikle sıkıcı bulunan, benimse ayıla bayıla izlediğim (metin ve kullanılan mekânlardan olsa gerek), teknik nitelikleri kalitesiz fakat metinleri oldukça etkileyici olan jim jarmush'un -henüz öğrenciyken neredeyse saman altı bir parayla çektiği- ilk filmi.

    yeşillerin sardığı savaş eseri yıkık dökük harabeler, plak, yatak, masa ve sandalyeden ibaret bir odada yaşayan bir kadın ve hiçbir şeyi olmayan hiçbir şeye de ait olmayıp uyumadan yaşayan eyyamgüder bir adam.

    "do you think i would like this movie?"
    "the quinn eskimo film? the only parts that i remember were the first part where they're eating maggots and... the second part, where the old lady tells the pregnant daughter; that the first born, if it's a boy, they rub it with blubber for good luck. and the second if it's a girl, they stuff snow in it's mounth and kill it."
hesabın var mı? giriş yap