• "nedenleri, niçinleri, nasılları, evde bırakırsınız pembe’nin elini tutarken...

    pembe, gel desin yeter, siz gidersiniz... içinde, kırmızıdaki gibi tutku yoktur. kışkırtıcı, ateşli çağrışımlar asla yoktur; ama ne vardır bilir misiniz? sade, düzgün, güven veren bir aşk vardır. güven veren bir aşk, çok şey değil midir?

    işte o yüzden, neden, niçin nasıl diye sormazsınız. efendice uzattığı eli tutarsınız. yüzündeki sıcak gülümsemenin aydınlığını, içinizde duyarsınız.

    sözgelimi, bir tren yolculuğuna çıkarsınız. karşılıklı aynı kompartımanda oturursunuz. o size hikayeler anlatır. anlattığı, gerçek dışı senaryolar değil de, kendi hayatıdır aslında. o kadar utangaçtır ki, “bu benim hayatım” demez. diyemez. sahiplenmeyi hiç sevmez. çünkü kompleksi yoktur. içindeki nesnel ”ben”i soyunmuş atmıştır. “ego”suyla çoktan vedalaşmıştır. yüzünde utangaç bir gülümsemeyle pek lafa söze karışmadan izler, bizim “ben”ci tutumlarımızı. ağzımızı her açışımızda, ruhlarımızdan, kelimelerimizin içine sızan “ego”muzu yakalar ve adeta evcilleştirir. bunu nasıl becerir, bilmiyorum. ama sanırım, yüzündeki yumuşak gülümseyiş, zararlı bütün ışınları yoketmek içindir.

    tren camından dışarı bakarsınız, tren hareket halindeyken. siz kaçırdığınız güzelliklere yanarsınız, o, “baksana her şey çok güzel” der ve ekler: “aslında hepsi birbirinin parçası. biri, diğerinin içine geçmiş. kaçırdığını söylediğin şey, şu anda gördüğün şeyden başka bir şey değil...”

    siz, “keşke, dersiniz; hayat bu kadar çabuk bitmese. her şey yeniden başa dönse. şimdiki aklımla yaşasam hayatımı sil baştan...” ve koşa koşa makinistin yanında alıp soluğu, durdurmak istersiniz treni.

    o, kızmadan, darılmadan size (ve sizi sersemlikle suçlamadan) der ki: “hayatın doğasında akmak vardır. gitmek. sürekli gitmek, durmak değil. sen, o giderken durup bakıyorsan, farkındaysan bu gidişin ve bu farkındalık içinde ifade ediyorsan kendinde pişmanlık hissi duymazsın. bu nedenle kendini suçlamaz ve seversin.
    unutma ki, ne hızlı giden bir treni, ne de uçup giden hayatı durdurabilirsin.”

    böyle işte... “pembe” konuşurken sizinle, kafanızı karıştırır. felsefe yapar. bu nedenle “uçuk” derler bu tür sohbetleri ileri düzeyde yapanlara. “uçuk pembe”, işte böyle doğar.

    koyu pembe”, şiire daha çok yatkındır. orhan veli de okur, cemal süreyya da. hatta zaman zaman oturur, yalnızlığının şiirini yazar. yağmurda yürümesini sever, şiir kurarken kafasında. soft şarkılar mırıldanır. mesela, “bu sabah yağmur var istanbul’da”... gözleri dolu dolu olur, bilinmezliğe... anne sözü dinler gibi masum, oturur ağlar...” bülent ortaçgil şarkıları dinler, gecenin kucağına dayarken başını.

    fosforlu pembe” olanı, hayata karşı daha arsızdır. hatta biraz yüzsüz de denebilir. narsist demek, pembenin kurallarını çiğnemek anlamına gelebilir.

    ama bir şey söyleyeyim mi; pembe’nin ta kendisi “fosforlu pembe”sini zaten pek ciddiye almaz ve kendi soyundan görmez. çünkü pembe, dikkat çekmeyi, “ben buradayım, hadi bana bakın” demeyi sevmez. ama “fosforlu” olanı bu tür yaklaşımlara pek yatkındır. hatta bunu bir çeşit varoluş sebebi sayar.

    siz yumruklarınızı sıkarak geçersiniz karşısına. o, yumruklarınızı çözerek sarmaş dolaş oluverir sizinle, nasıl becerirse...

    koşulsuz sevmenin gücünü ondan öğrenirsiniz.

    kendiyle barışık yaşamanın dayanılmaz hafifliğiyle gökyüzünde uçarsınız...

    ilk kez de, son kez de aşık olsanız, kalbinizi kaldırıp baksanız, “pembe”leştiğini görürsünüz.

    gözleriniz pembe oluverir birden bire, bu aşkla değince her şeye.

    pembe gönlüm sende” diye çocuksu şiirler bile yazarsınız, komik olduğunu bile bile...

    pembe, sizi aşka çağırır. güzel bir dünyanın varlığını anlatır. ona inanırsanız kazanır, inanmazsınız kaybedersiniz. bu kadar basit ve yalın işte.

    belki de, hayatın bu basit kuralının denklemini çözersiniz pembe rengi sayesinde.

    pembe, diyor ki; hiçbir şey için geç değil. hiçbir şey kaybetmiş değilsiniz.

    hayatınızı pembeye boyamaya şu an başlayın."
  • en nefret ettiğim renktir. yanlış anlamayın öyle erkek adam sevmez pembe fln gibi delikanlı ayaklarıyla alakası yok. üniversiteden güz yarıyıl sonu tatili için geldiğim memleketimde aile ile yaşamaya,gizli sigara içmelere ve sıkılmaya alıştığım süreçte ilkokul 1. sınıfa giden kız kardeşimi akşam okulundan alıp eve getirme görevide bana yüklendi. bi an kendimi transporter daki rolüylejason statham gibi hissettim. bunun sebebi annemin olum dikkat et gözünden kaçırma kaybolur göremezsin şeklinde yüzlerce telkiniydi.bende ya nolucak kardeşimizide tanımıyamıycakmıyız niye bukadar telaş oldun fln diyince annem gizemli bi şekilde "benden uyarması" diyip işine dönünce biraz kıllandım. sigaramı tüttüre tüttüre şuan çok konuşup kafamı ütüleyen ve ne yazıodum lan ben diye 3 kere baştan yazımı okumama sebep olan ufaklığı okulunun çıkış kapısının önünde beklemeye başladım. saat 17.30 du ve havada artık kararmıştı. okulun zilinin çalmasıyla birlikte büyük bir şok yaşadım. 100 den fazla ufaklık kapıdan üstüme doğru koşuyordu. hiçbirimi yürümez kardeşim.neyse konu çok dağıldı gelelim entry başlığımızla konunun alakasına. tahminimce yaklaşık 200 tane ufaklık vardı o an çıkan. bunların yarısının kız olduğunu düşünürsek 100 tane ufak kız.ve bu ufaklıkların hepsinin pembe mont,pembe renkli kapşonları kafalarına çekilmiş ve gözleri hariç suratlarının heryerinin pembe atkıyla sarıldığını düşünün. inanın abartmıyorum en fazla 10 tanesi pembe giyinmemiştir. 90 tane pembeli ninja modunda sadece gözleri gözüken hiçbirini diğerinden ayıramıycağınız bir kalabalık düşünün. bi an başımın döndüğünü yere hissettim. elim ayağım titredi yere düşüyordum. 1.93* boyumla sağımdan solumdan geçen ufaklıklara tepeden bakıyorum ama hiçbiri birbirinden farklı değilki kardeşim. bende pratik zekamı kullanarak bahçe çıkış kapısına gitmeye karar verdim. bekleyen ailelerden çocuklarını bulup kapan çıkıcak ve adaylar azalıcaktı. sonunda ortada etrafa bakan belkide ağlıyan bikaç ufaklık kalıcatı. bende atkılarını tek tek açıp benimkini bulucaktım :d. neyseki ben bu planı kafamda kurarak kapıya doğru giderken yakama bişey yapışıp çekiştirmeye ve vurmaya başladı. atkısını açınca derin bi ohh çektim. o gün* bugündür pembeden nefret ederim. heleki pembe giyinmiş ufak ninjalardan gördüğüm yerde kaçar arkama bile bakmam .
  • soğanlar bu renge ulaşıncaya dek kavrulur genelde.

    (bkz: pembeleşinceye kadar kavurmak)
  • gerçekte olmayan renkmiş...şöyle ki, bugün saç tıraşı olmak için berbere gidip efendi efendi sıranın bana gelmesini beklerken gözüm yandaki sehpanın üzerinde duran türkiye gazetesindeki şu başlığa takıldı; aslında pembe diye bir renk yok...hemen ilgili haberin bulunduğu 2.sayfayı açıp nedir ne değildir diye göz gezdirirken amerikalı bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre pembe diye bir rengin aslında olmadığını, bu rengin tamamen zihnimizde canlandırdığımız bir yanılsamanın sonucu olduğunu okudum...bu haberin doğruluğuna inanmadığım gibi ufkum da iki katına çıkmadı...o ara gözüm berberdeki askıda duran o cart pembe havlulara takıldı ve bunun bir yanılsama olamayacağına kesin kanaat getirdim...bu muhtemelen amerikalı bilim adamlarının isviçreli bilim adamalarına karşı mücadelesinde dikkat çekmek için uydurdukları asparagas bir haberdi...sonra tıraş sırası bana geldiği için gazeteyi kapatıp bu saçma habere gülüp geçtim ve amerikalı bilim adamlarını içimden bir güzel andım...bir de çok alakasız olacak ama bahsetmeden duramayacağım, berberdeki saç yıkama işlemine bayılıyorum...her ne kadar saçımı yıkayan kişi suyun sıcak soğuk dengesini bir türlü tutturamasa da saç diplerime yaptığı masajın verdiği rahatlama bambaşka bir his...
  • bir dizi karakteri.(bkz: cennet mahallesi)(bkz: melek baykal)
  • bir panter rengi.
  • kiz cocuk annelerinin bir yerden sonra 'eaah' demesine sebep renktir. evet minik bebeklere pembe cok yakisiyor, cok seker oluyorlar; ama kiz cocuk reyonunun yuzde sekseni de pembe olmasin arkadas. erkek reyonundan roketli pijama kaptiysam sebebi pembe bikkinligimdir.
  • tikkyler bu kadar muptelasi olmadan once cok sevilen ama son yillarda yer gok pembeye boyandigindan, "ayaga dusmus" muamalesine maruz kalan tatli renk. insanda pamuk sekeri yeme, angora kazak giyme, demet demet cicek koklama istegi uyandirir. eger cevreniz bu rengi sevdiginizi biliyorsa, size alinan her hediye pembedir. alisveriste surekli pembe objeler "aaa bak, pembe x" diye size gosterilir.

    pembe kirtasiye malzemelerinin nerdeyse tumu birer barbie urunudur. pembe dizi diye hor gorulen bir tur, delikanli vaadlerinde pembe panjurlu ev vardir. bu ve benzeri referanslar yuzunden "en sevdigim renk pembe" dediginizde bir onyargi bulutu kaplar etrafinizi. oysa siz huzur bulursunuz pembe ortamlarda, icinizin buruklugunu unutursunuz. kimse anlamaz...
  • reservoir dogs filminde, bir sahnede başlayan ve film boyunca devam eden olağanüstü repliklere sahip tipleme.
    boss, elemanlarına takma isim dağıtmaktadır.

    -boss: sen mavi, sen yeşil, sen pembe, sen..
    -pembe: ben neden pembeyim?
    -boss: sen pembesin.
    -pembe: neden? şöyle siyah falan olsaydı..
    -boss: sus. sen pembesin.
    -pembe: ama siyah falan olsam ben?
    -boss: sus. sen pembesin. daha önce herkese kendi renklerini seçtirmiştim. yürümedi. herkes siyah olmak için birbirini öldürdü.
    -pembe: ...
  • az once otururken onumde acik olan sozluge* bakip ya ben de boyle bir yere uye olmustum yillar once diyip, bir sure konustuktan sonra kendisinin 1. nesil yazar oldugunu farkettigim oda arkadasim.. simdi haril haril o zamanki sifresini veya mail adresini hatirlamaya calisiyor..
hesabın var mı? giriş yap