• neolitik devrimle birlikte ortaya çıkan bir olgudur. tarım devrimine dek avcılık ve toplayıcılıkla geçinen topluluklar, özel mülkiyet kavramına sahip değildi, çünkü topluluk, ortak olarak herkes için yetecek kadar ürün topluyordu, meydanda yığılan malzemelerden herkes ihtiyacı kadar alıyordu. üretimde herhangi bir artık söz konusu değildi, çünkü zaten avladıklarını ve topladıklarını muhafaza da edemiyorlardı (meyve ve etler uzun süreli muhafaya uygun değildiler, çürüyorlardır), ki zaten herkesin erzağı bittiğinde ava gidildiği için, muhafaza etmeye gerek de yoktu. ancak tarım devriminden sonra, insanlar tüketebileceklerinden çok daha fazla mahsül elde etmeye başladılar. üstelik bu, depolanmaya da uygun bir üründü.

    dolayısıyla, artık ürün ortaya çıkınca, artığın kime ait olacağı sorusu da ortaya çıkmış oldu. böylelikle ilkel komünal topluluklar (marx'ta bir toplumsal değişme kategorisi olarak (bkz: ilkel komünal toplum)) sona erdi, tarlaların etrafı çevrilmeye başlandı. üstüne üstlük, özel mülkiyetin doğuşu, miras meselesini de ortaya çıkardı. avcı toplayıcı toplumlarda (çoğunda) çocukların biyolojik ebeveynlerinin önemi yoktu, ama artık devredilecek bir ürün söz konusu olduğu için, insanlar hangi çocukların kendi çocukları olduğunu bilmek istediler, bu nedenle de erkekler birlikte oldukları kadınlara işaret koymaya başladılar. bu, evlilik kurumunun ortaya çıkışıydı. başka bir deyişle, özel mülkiyet, endüstriyel kapitalizmden çok önce ortaya çıkmış ve aile, hukuk gibi ekonomi dışındaki alanları da derinden etkilemiş bir olgudur.
  • oscar wilde, "the soul of man under socialism" adli eserinde, konuyla alakali muhtesem bir acimasizlik ve kustahlikla dikkat cekici tespitlerde bulunmustur. ozellikle su sozler omuzlari ezecek guctedir:

    "with the abolition of private property, then, we shall have true, beautiful, healthy individualism. nobody will waste his life in accumulating things, and the symbols for things. one will live. to live is the rarest thing in the world. most people exist, that is all."

    "ozel mulkiyetin ortadan kalkmasiyla, insan gercek, guzel ve saglikli bir bireysellige kavusacaktir. kimse bir seyleri ve o seylerin sembollerini biriktirerek hayatını bosa harcamayacaktir. insan yasayacaktir. yasamak dunyada en ender bulunan seydir. cogu insan yalnizca ‘vardir’, o kadar.”

    cogu insan yalnizca "vardir", o kadar... su cumlenin ne derece olumcul bir gercegi ifsa ettigini anlayabilen kac ruh vardir acaba su dunyada...
  • rousseau'ya gore bir alan belirleyip "burasi artik benim lan!" demeyi akil eden ilk adamla dogmustur bu kavram, ve de catismalarin temeline oturmustur. bu kavram ortaya cikinca mulkiyetin konu oldugu esya icin de dogal olarak kavga yani catisma kavrami dogmustur. yani "burasi benim" diyen kisiye "bak geliyor bes kardes" diyen ikinci bir kisi cikmasi, uygarlik surecinde en buyuk role sahip olan mulkiyet kavramina catisma kavraminin da eslik etmesine yol acmistir.
    yine ayni sebeptendir ki ince kirmizi hat'taki yerli cocuklar denizde yuzebilirken, witt'in olmesi gerekiyordu.
  • bizim, özel mülkiyeti ortadan kaldırma niyetimizden
    dehşete düşüyorsunuz. ama sizin bugünkü toplumunuzda özel mülkiyet, nüfusun
    onda-dokuzu için zaten ortadan kaldırılmıştır; bir avuç kişi için varoluşu
    da düpedüz o onda-dokuzun elinde olmayışı yüzündendir. demek ki,
    siz bizi, varlığı toplumun büyük çoğunluğunda hiç mülkiyet bulunmaması
    zorunlu koşuluna bağlı olan bir mülkiyet biçimini ortadan kaldırmaya
    niyetlenmekle suçluyorsunuz.

    karl marx, friedrich engels - komunist manifesto
  • "mülkiyete ilişkin kötülükler mülkiyetin ortadan kalkmasıyla ortadan kalkabilir, ama diğer kötülükler kalacaktır"

    ece ayhan
  • çalışıp kazanılan bir şey değildir. genelde çok çalışanın az, sermayesini işletenin ya da aile şirketinden dünyayı gezerken kar payı alanın daha fazla mülkü olur. örnek vermiyorum, kimsenin zekasını buna örnek verecek kadar aşağılamaya gerek yok çünkü :)
  • birbirine denk rekabet koşullarında dünyaya gelmeyen insanlar için rekabet hürriyetinin eşitlik anlamına geliyor oluşu hakikaten çok komik. özel mülkiyet özgürlükmüş. bunu dünyada açlık sınırında yaşayan yaklaşık bir milyar insana anlatmanızı istiyorum. usulca yanlarına yanaşın ve "mülkiyet özgürlüktür" deyin. yiyeceğiniz efsanevi dayak sizi kendinize getirecektir.
  • marksizme göre hırsızlık de-ğil-dir. marksizm insanların kendi emekleriyle özel mülk edinmesine karşı değildir. üretim araçları, doğadan elde edinilen herhangi bir hammadde, bir toprak parçası yani sermayeye dönüşebilen herhangi bir şey; bunların sahibi yoktur. bunlar sadece insanların değil dünyada yaşayan bütün canlıların ortak malıdır. marksizme göre bunların herhangi birinin sahibi benim demek hırsızlıktır. salt sermayeyi arttıran ve var olması sadece burjuva sınıfının çıkarları doğrultusunda olan işçi emeği sayesinde edinilen özel mülkiyet hırsızlıktır. bir otomobil düşünün, yapımında gerekli olan bütün malzemeler yeryüzünden elde edilir. marksizm insanların kendi emekleriyle otomobil alma hakkını elinden almaz ama işçilerine ancak açlıktan ölmeyeceği kadar maaş verip o otomobili üreten fabrika sahibi olma hakkını elinden alır ki zaten öyle bir hak da yoktur. ve herkese aynı ücret de verilmez. verilen emek sayesinde yapılan her şey emek sahiplerine tekrar geri döner, üç beş kişiyi zengin etmez. dünyadaki bütün savaşları, acıları ve yoksulluğu üreten marksizmin hırsızlık olarak kabul ettiği özel mülkiyet şeklidir. bu öyle bir şeydir ki değerini arz-talep durumu sayesinde artırır veya azaltır. yani toplumda bunlara sahip ne kadar az insan varsa değeri o kadar artar. bu da, bu sistem devam ettiği sürece dünyadaki savaşların, kıtlığın, acının ve yoksulluğun da hiçbir zaman bitmeyeceği anlamına gelir. o yüzden "arabamı sokaktaki herkesle mi paylaşacağım?", "evim bütün mahallenin ortak malı mı olacak?", "alnımın teriyle kazandığım şeyleri herkesle neden paylaşayım", "o zaman hiç çalışmadan başkalarının sırtından geçinen asalaklar olmaz mı?" şeklinde sorular sorarak koskoca marksizmi çürütmeye çalışmak en hafif şekliyle cahilliktir. hiç çalışmadan başkalarının sırtından geçinen asalaklar he, gülüyorum ben buna.
  • sscb'yi yıkıma götürmüştür.

    sovyetlerin en başarısız olduğu alan ziraat. toprak devlete ait. köylüler hububatı ekiyor, devletine bırakıyor ve fabrika işçisi gibi maaşını alıyor. fakat bu sistem, ziraati fena halde hırpalıyordu. yapılan reformla, zirai toprağın %5'i halka verildi. öyle osmanlı'daki gibi tapuyla bile değil. sadece %5'lik alanda ekilenler devlete verilmeyecekti. üreten, mahsulü ister yiyecek ister satacak. bu ufacık değişime rağmen sonuçlar inanılmaz oldu. %5 ve 95'lik alandaki zirai üretim miktarları eşit çıktı. %5'lik kısımdaki üretim 20 kat daha verimli olmuştu. (aktükün, 1995: 150) peki bu nasıl oldu? özel mülkiyet sayesinde.

    ziraatte sabah 9-5 mesaisi yapan işçilerle üretim olmaz. don olacak, sel olacak; toprağına çocuğun gibi bakman lazım. kendi malın olmazsa bunu yapar mısın? alacağın maaş belli. daha çok çalışsan, daha çok verim alsan ne değişir? yağmur yağmış, sel olmuş... adamın sikinden aşağı kasımpaşa. kasımpaşa demişken aklıma geldi; fenerbahçe, aziz yıldırım'ın mülkü olsaydı, sakat robin van persie'ye milyonlarca euro verir miydi? kendi cebinden çıkan parayı çarçur edebilir miydi?
  • insanı ve emtianın hammaddesi doğayı köleleştirir. emeğin metalaşmasına vesile olur, bir bakmışız insani eylemimiz olması gereken üretkenliğimiz alınır satılır olmuş. bir bakmışız yaşadığımız saatleri iş verene kiralamışız, neden? özel mülkiyetimiz olabilsin, sığınmak için bile gerekli olan ücreti ödeyebilelim diye. özgürlükmüş, yok yea!
hesabın var mı? giriş yap