• demokrasinin dayanağı olarak görülen, beklentilerin üstüne bindiği, ama aynı zamanda hor görülmesi hiç bitmeyen sınıf. ayrıca "küçük burjuvazi"yle de pek çok şekilde karıştırılan sınıf. ("maaşlı küçük memurun neresi küçük burjuvazi?" diye sormak lazım önce onu diyene!)

    "orta sınıf kalmadı artık!" tespiti nicedir var, ben bunu yineleyecek değilim. sadece şunu hatırlatamakla yetineceğim, topyekün nefret kusulan orta sınıf, toplumların uçlara gitmesini engelleyen bir emniyet subabıdır. "devrimlerin önünde orta sınıf bir engel!" diyenler, aslında güçlü orta sınıfın aynı zamanda faşizm, nazizm, totalitarizm gibi -izm'lere de engel olduğunu unutmaya pek meyilli nedense.

    esas unutulmaması gereken, hiçbir insan grubunun tamamiyle kötü ya da tamamiyle iyi olmadığı. yani korumamız ve sürdürmemiz gereken özellikleri olduğu gibi, elbette daha iyiye yönlendirilmesi gereken özellikleri var her sınıfın. e orta sınıfın kısıtlayıcı ahlakına da belli eleştiriler yönelttiğim(iz) kesin, ama orta sınıfın kendisini toplumun ekonomik elitlerinden ya da en alt kesiminden "daha canavar" görmeye de gerek olmadığı kanaatindeyim.

    bir taraf üst kesime özenip köşeyi dönmenin hayalleriyle yaşar ve etrafındakileri hile hurdayla aldatmanın yeni yollarını icat ederken, en az onlar kadar "kötü" olan, yoksulların acılarına gerçekten kulak falan vermeyip sadece yoksulluk edebiyatını köpürtenler de ortaya çıktı. bu söylem, sabah akşam orta sınıfı yerin dibine sokarken, hırsızlık yapan yoksullara gösterdiği şefkati orta sınıfa hiç göstermedi. bir insanın açlıktan, yokluktan yahut sadece gördüğü horlanmadan dolayı inadına hırsızlık yapmasına, bir tepki olarak bir şeyi çalmasına "onu bu hale getirenler utansın" diyebilirken, orta sınıfın dört başı mamur kültür endüstrisiyle yönlendirilmesine hiç müsamahamız yok. onu o hale getirenler neden utanmasın, bilmem...

    bunun gittiği bir diğer nokta, aslında orta sınıfın giderek eriyerek üç sınıfın artık temelde iki sınıfa (zengin ve fakir diyelim hadi kabaca) ayrılmasının belirginleşmesinin de sonucunda, orta sınıfı "elitlik"le, yurdumuz özelinde "beyaz türklük"le itham etmek oldu. geçenlerde internette çok dolanan bir görsel vardı, şu: http://hizliresim.com/vzgr5v (hani şu "bunlardan kaçını yaptınız, ne kadar beyaz türk bir çocuktunuz" testi.) teste bakıyorum, bir-iki tanesi hariç hepsi mükemmelen orta sınıf maddesi yahu?! çocukluk dediğiniz şey minimum 13-14 seneyi kapsıyor, onca senede bunların bir kez olması nasıl bir zenginlik alameti olabilir? bunları yapmak beyaz türklük, elitlik falan değil, düpedüz orta direklik alameti. yani bunlar çocukluğumuzda yoksa, biz düpedüz yoksulmuşuz, "bizi o yoksulluğa itenler utansın!" denecek kadar hem de! ciddiyim, herhangi bir memurun, sıradan ofis çalışanının çocuklarına sağlayabileceği, sağlayabilmesi gereken şeyler bunlar. eğer bugün "zenginlik alameti" olarak hatırlıyorsak/yorumluyorsak, gerçekten ters giden bir şeyler olmalı!

    ters gitmek demişken, şu "elitlik"ten de biraz daha bahsedeyim. bugün her şeyin karşısına yoksulluk edebiyatımızı koyarak ayakta durabilir hale geldik. kitap okumadın mı, "ben çok zor durumdaydım, okuyamadım"ı bas gitsin. "e ama sen istanbul'da yaşıyormuşsun, istanbul'daki en sıradan devlet okullarında bile iyi kötü kitaplık var, ayrıca ücretsiz şehir kütüphaneleri var." desem (ki var biliyorum, zira ben de devlet okuluna ve şehir kütüphanesine gittim!), ben "elit" olurum. çünkü karşımdaki hemen birçok bahane üretir. bakın bahane diyorum, mazeret değil, zira ikisi farklı şeyler. bazı insanların gerçekten zorluklarla dolu hayatları olmuştur, ama kimi herhangi bir şekilde eleştirmeye kalksanız sanki anası babası ölmüş ve sokaklarda kalmış ya da yatalak anacığına bakarken okuldan sonra da çalışarak yıllarını geçirmiş gibi davranıyor. hepimiz mi bu kadaaaar büyük zorluklarla büyüdük, bırakın allaseniz! en ufak zorluklara bahane üretmek ve gayet orta direk olduğu halde, sırf (s)empatiden faydalanmak için fakir edebiyatına sarılmak, en başta hayatı gerçekten zorluklar içinde geçenlere hakarettir, hakiki yoksulların bizde empati uyandıran durumundan faydalanmaktır.

    yoksul olmayan herkesi bir anda zengin saymanın ne kadar acayip olduğu fikrini de geçenlerde yeniden alevlenen umut sarıkaya vs ersin karabulut başlığını okurken tekrar düşündüm. o kadar saçma ki, "umut bizdendir, ersin beyaz türk'tür" muhabbetine kadar varmış iş. bahsettiğim orta direk algısının yok oluşu tam da bu işte. çocukluğunda istediği pek çok şeye ulaşamadığını yıllardır çizerek anlatan, hatta balon gibi üç kuruşluk basit bir şeyi elinden kaçırdığı için annesinden tokat yediğini (zira onlar için bile lüks olabilir bu) ve bu yüzden hep çizimlerinin köşesine balon çizdiğini söyleyen, klasik öğretmen çocuğu tipler artık "beyaz türk" algılanır olmuş. sırf ondan daha yoksulu var diye "zengin" sınıfına sokulanlar bir ülkenin orta bile değil, alt orta sınıfı, düşünsenize! komik değil bu, çok acıklı. herkese "elit" bilmem ne diye saldıranların, herkese "cahil" diyen bir tarihçiye fanatik biçimde tutkun olmaları da ayrı bir tezat, ayrı bir acıklılık. standartları yüksek olan, daha iyiyi amaçlayan ve bu uğurda uğraşan (konu edebiyat da olabilir, müzik de...) herkese "elitizm yabıyonuğzz" diye bağırmak (hem de şüphesiz elitizmin siyasal düzlemde neye denk düştüğüne dair çok da bir fikri olmadan, ezbere, sırf içinde "elit" kelmesi var diye) durumumuzu daha kötü yapıyor.

    belki bu bilinçsizce hamaset dolu algının bir sebebi de, o orta sınıf çocuklarından bir kısmının ellerindeki imkanları, potansiyeli sonuna kadar zorlayarak bir yerlere gelebilmiş olmaları. (anadolu liseleri, iyi devlet üniversiteleri, o eğitimle bulunan yurtdışı bursları vs.) evet, toplumun daha alt sınıfları için hayat her zaman daha zor oldu, bu muhakkak, tutup da "fırsat eşitliği var" filan diyemeyeceğim. ama bu çarpıklığı düzeltmenin yolunun elinden gelenin en iyisini yapmaya uğraşan ve bu sayede bir yerlere gelebilmiş orta sınıf çocuklarını boklamak olduğu fikrine nereden kapıldık? mesele "emek"se, emek sadece tamirci çırağının gösterdiği bir şey miydi? ha ama boğaziçi'nde okurken ailesine yük olmamak için ingilizce dersi veren mesela "emekçi" olmuyordu, değil mi? haydi biraz onlara sövelim, çünkü sınıf bilincine sahip değiller ve sınıf bilincine sahip olmamaları için bunca uyarana maruz kalmaları hiç önemli değil! o da okusaydı öğrenseydi canım, biz nasıl yaptık!

    biz nasıl yaptık sahiden? insanın özgür iradesini çoğu zaman küçümsediğimiz kanaatindeyim. çevresel koşullar ve yetiştirilme tarzının her zaman insan üstünde çok önemli olduğunu söyleyen biri olarak, yine de son tahlilde özgür iradeye vurgu yaparım, çünkü insan hayatı bounca seçimler yapan bir canlıdır. örneğin üç kardeşi okumayı sevmezken inatla derslerine tutunan bir çocuk, onlardan çok da farklı koşullarda büyümemiştir aslında, evet belki bazı şans faktörleri (daha destekleyici bir ilkokul öğretmeni, çalışkan bir arkadaş vs.) etkili olmuş olabilir, fakat hayat tesadüfler kadar bizim seçimlerimize de bağlıdır. başında duran olmadığı halde, sokağa oyuna çıkmadan önce ödevlerini özenerek yapan çocuklar da vardır ve bunu "ilgili anne baba faktörü"yle açıklayamazsınız, ancak "içinden geliyor" diyebilirsiniz. (ilgili ebeveynlerin okul başarısını arttırıcı etkisi ayrı bir konu, burada farazi biçimde bütün kardeşlerin koşulları eşitken neden içlerinden birinin farklı davrandığı sorusu üstünden düşünüyorum.) kendini kurtarmanın yolunun eğitimden geçtiğini bir şekilde kavramış ve bu yolu tutmuş olabilir bir çocuk, bir genç. ya da basitçe sadece okumayı seviyordur bile diyebiliriz. düşünün, çok cimri bir ebeveynle büyüyen bazı çocuklar onun gibi cimri olma kalıbını benimserken, bazıları da buna tepki olarak cömert olmayı, paylaşmayı, hatta işi öteye götürüp savurgan bile olmayı seçebilirler. her şeyi yetiştirilmeye bağlarsanız bunu açıklayamazsınız. çünkü işler bir yerde bireyde düğümlenir: o ne seçecek? o kendini nasıl inşa edecek? kendi varlığını nasıl tanımlayacak? (hoşgeldin varoluşçuluk!)

    biraz daldan dala atladım, ama sanırım esas derdimi ifade edebildim az çok. bu "elitlik", "zenginlik" iddialarının gerçekte orta sınıfla pek bir alakası yok; bizim "orta sınıf" algımız epeyce kaymış. orta sınıfın yerini alan, her an kışkırtılmaya hazır mob (bunu sakın ha direkt alt sınıf olarak algılamayın! mob'u tek kelimeyle türkçede karşılamak zor, o yüzden biz "iktidarla, üst sınıfla direkt ya da dolaylı işbirliği yapmaya ve şiddete meyilli, yoz ayaktakımı" diyelim), orta sınıftan çok daha tehlikeli ve giderek büyüyor. bunu söyleyenlere "elit bebe, elitizm yapıyor" filan demek de ancak tehlikeyi büyütür. devrimler ve evrimler şüphesiz her toplumda -ama yavaş, ama hızlı- olacak, gazoz gibi çalkalanan bir toplumdan da muhakkak eninde sonunda bazı iyi şeyler de çıkacak. ama orta sınıfın daralmasının bu devrim ve evrimleri genelde ne yöne sürüklediğine tarih üstünden bir bakın isterseniz...

    ekleme: ekleme yapma ihtiyacı duydum, çünkü anlaşılan bu entry'de sadece akp'lilerden bahsediyormuşum gibi algılanmış. üzgünüm ama bu çoook kolaycılığa kaçmak olur. keşke bunu yapan sadece akp'liler olsaydı... akp'li tayfanın kendisi dışında herkesi "monşer"likle suçlaması zaten yıllardır var, bu o kadar yeni değil, yeni olan bunun toplumun geneline sirayet etmiş olması belki de... emin olun chp'lisinden kp'lisine artık herkeste inanılmaz bir fakir edebiyatı sevicilik, orta sınıfı elitlikle suçlamacılık var. "ne kadar beyaz türk çocuktunuz?" testini paylaşan illa akp'li filan değil, gayet chp'li de olabiliyor mesela ya da umut sarıkaya vs ersin karabulut tartışmasında ersin'e "beyaz türk" diyen gayet cepheli biri bile olabilir. tam da bu yüzden belki uzun uzun anlatmak zorunda hissediyorum kendimi, hiçbir şey bir cümleyle ifade edilebilecek gibi değil. en kötüsü, tutum ve davranış olarak birçok kişinin tayyip'ten farkı kalmadı ülkede, en karşıt olanlar bile argüman kurma tarzıyla, hiçbir uzmanlığının olmadığı konuda bile "ben bilirim beeen" tavrıyla, saldırganlığıyla gayet "tayyiban". nefret ettiklerimiz bizi kendine benzetmeye başladı... hem kutuplaşma artarken hem de acayip bir biçimde herkes birbirine benzemeye başladı yani, ama neyse, o da başka bir entry'nin konusu olsun artık.
  • orta sınıf nedir? terimi hemen herkes kullanıyor ama tarifi ideolojinize, kültürünüze, coğrafyanıza göre değişiyor. bir marksist için orta sınıf diye bir şey yok demek bile mümkün; pazarlama yapacaksanız orta sınıf düzenli gelir ve uzmanlık gerektiren meslek sahibi insanları -ve ailelerini- ifade ediyor.

    sınıf deyince, hele böyle dünyaya yayılmış, kabul görmüş sınıf tarifleri deyince, ingiltere'ye bakacaksın. zira evet, dünyanın birçok bölgesinde sınıf, birbirinden bağımsız olarak, kendiliğinden ortaya çıkmıştır. ancak yalnızca ingilizler sınıfı hem resmi, hem kültürel anlamla tarif etmişler ve dünyaya hakim olduklarından, kendi sınıf anlayışlarını yaymışlardır. hatta o kadar ki, hindistan'da aslında bambaşka ve dallı budaklı olan sınıf yapısını kendilerince kolay yönetmeye uygun bir piramide çevirmişler, yasaya dökmüşler, bu sayede eskiden var olan sınıf geçişkenliğini kaldırıp, hinduların hala kast sorunlarıyla boğuşan bir topluluk olmasına neden olmuşlardır.

    ingiltere'ye baktığımızda da orta sınıfın aslında net bir tarifi yok. lower-upper middle class ayrımına bakınca, ikisine de orta sınıf denen kitlenin birçok özellikleriyle ayrıştığını görürsünüz mesela. ama terimin ingiltere'den çıktığı kesindir; sanayi devrimiyle birlikte çıktığı da.

    sanayi devrimi ingiltere'de çok şeye neden olmuştu elbet, bunlardan biri de yeni şehirlerin doğmasıydı. hatta engels bu şehirlerden en ünlüsünde, manchester'da yaşamış ve çok kısa sürede nüfusu 10-15 katına çıkan manchester'ın perişan manzarası sosyalistliğine ilham olmuştu. yeni şehirler, bir defa, temsil sorunu getiriyordu. nüfus bir anda patlamıştı, başka yerleşimlerse hayalete dönmüşlerdi. bu hızlı ve çalkantılı süreç nedeniyle parlamentoda temsilin adaletli dağıtılması sağlanamamıştı, yasalar toplumun gerisinden geliyordu.

    geliyordu gelmesine ya, başka bir durum da vardı. köyden kente göçün ve şehirli tipinin oluşmasını takiben, şimdi de köyden kente göçen varoş tipi oluşuyordu. varoş dilimize macarcadan geçmiştir ve aslında mahalle demek. dış mahalle anlamında kullanıyoruz. demek, bu yeni göç dalgası şehirli, ticaretle, üretimle yahut zanaatle uğraşan değil, işçi olarak çalışan ve eski şehirliler gibi nispeten iyi, hatta ilerleyen asırlarda "soylu toprak sahipleri"nden bile iyi yaşayamayan bir "kenar mahalleli" sınıf oluşturmuştu. ikisine birden "şehirli" diyemezdin.

    orta sınıf işte, kanaatimce bu daha "eli yüzü düzgün" kitleyi yeni şehir nüfusundan ayırmak için doğdu, bu bir.

    ikincisi, temsil sorunu 1832, 1867 ve 1884'de çıkan üç yasayla çözüldü. tabii bu yasalar yalnızca sanayi devriminin temsil sorunuyla uğraşmıyorlardı (en çok ilki uğraşmıştır), aynı zamanda oy verme kıstaslarını genişleterek seçmen sayısını arttırıyorlardı.

    orta sınıf, diğer ve daha önemli cihetiyle, bu dönemde oy kullanma hakkını kazanan sınıftır işte. ondan önce, yasalar öyle bir düzenlenmişti ki, ancak büyük toprak sahipleri oy kullanabiliyorlardı. bu yasalar peş peşe, oy kullanmak için gereken mülkiyet barajını düşürdüler. binlerle ifade edilen seçmen sayısı bu sayede milyonlara ulaştı. fakat bu üç yasadan sonra dahi, ingiltere'de basit bir işçi ailesinin reisi (kadınlar zaten oy kullanamıyorlar) oy veremiyordu. 1884'ten sonra dahi ülkedeki tüm erkeklerin ancak yarısı oy kullanabiliyordu.

    buna paralel bir seyri, amerika da izlemiştir demek gerekiyor.

    şu halde orta sınıf, büyük toprak sahibinden sonra oy kullanma hakkını kazanan ilk ve doğası gereği toprak sahiplerinden daha kalabalık sınıftır. küçük çaplı mülkiyetin temsilcisidir. üstelik ingiltere'nin (ve herhangi bir başka ülkenin) vergi gelirinin çoğu bu sınıftan elde edilir. demek, siyaseten çok önemli bir sınıftır.

    bu sınıf, oy kullanma hakkını aldığından beri, siyasetini vergi üzerinden yapar. mesela bugün ingiltere'de lordlar kamarasının birçok yetkisi kısıtlanmıştır, ancak en önemli ve en sert kısıtlama, vergi yasalarına dairdir. "avam" kamarasının sunduğu bir vergi düzenlemesine lordlar karışamaz. bir nevi "vergiyi biz veriyorsak oranına ve karşılığında alacağımız hizmete de biz karar veririz" demişler. bu hakkı uzun süreler sonra elde etmişler. ki, lordlar kamarası da artık büyük toprak sahiplerinden oluşmuyor.

    her ne ise, bu özellikleriyle orta sınıf aslında demokrasinin mümkün olması ve siyasetin saçma saplantılara malzeme olmadan, pergelin bir ucunu hep vergi meselesinde tutarak yapılması için hayatidir. bir ülkede böyle bir sınıf teşkil ettiyse, o ülkenin gidişatında belirleyici olur ve bunu çoğunlukla olumlu yönde yapar diyebiliriz.

    ingiltere özelinde, toprak sahipleri krala karşı kendilerini güvene almak için parlamento kurmuşlardı. kralın kafasına göre onu bunu asması ve bunlara feodal yükümlülükler yüklemesini engellemek, asıl amaçlarıydı. (bkz: jüri sistemi/@nostalgiaman) sonra küçük mülk sahipleri (ki bir kısmı da yeoman denen kendi toprağının sahibi köylüler ve onların tarihi mirasçılarıydı) lordlar siyaseti kafalarına göre yapmasınlar diye parlamentoya girdiler. en son da "diğerleri" alındı. sınıf bile olmayanlar, sınıflaşabilsin diye dünyayı derinden sarsan marksist akımın doğduğu işçiler ve en alttakiler.

    bizde orta sınıf yok, sorun bu. gelir düzeyine göre bazı insanlara orta sınıf deyip geçiyoruz. bizde insanlar mücadele ederek yahut inkar edilemez, teskin edilmezse sorun yaratacak cüsse ve etkinlikte bir zümreye dönüşerek oy hakkı kazanmadılar. (1832'deki ilk reform yasasının, mesela, bir ihtilali engellediği yorumu yapılır.) vizyoner ve muhteşem bir türk subayının lütfu olarak oy hakkı kazandılar. osmanlı'nın hemen son birkaç on senesine dek özel mülkiyet bile yoktu, 1850'lerden itibaren emekleyerek özel mülkiyet gelişiyordu ama, osmanlı yıkıldığında bile tam anlamıyla toprak sahipliği mümkün değildi demek mümkün. mülk edinmeye alışmamış, çoğu (bkz: subsistence) tarımı yaptığı araziyi zaten kendisinin zanneden ve "dövlet" yahut "hökümet"in ses etmediği köylüler, onların soyu, ciddi ve apayrı bir memur sınıfı (hemen bütün şark imparatorluklarında görülür) ve yeni zengin olmaya başlayan tüccarlar. bunlar elbette oy hakkı kazandıklarında bu hakkın hakkını veremediler.

    ancak bizde orta sınıf bambaşka bir şekilde oluşacak gibi. akp dönemi, sair sebeplerden, bir mülk edinme dönemi oldu. internet ve bilgisayar teknolojisinin ucuzlaşıp yayıldığı döneme de tesadüf etti. önceki süreci de hesaba katınca, 2010'lardan sonra doğanların öyle ya da böyle daha fazla "mülk" sahibi olacakları kesin gibi. üstelik, dünyanın daha çok farkındalar ve finansal okuryazarlıkları, her ne kadar çok iyi olmasa da, kendilerinden öncekilerden daha iyi olacak. 2000'lerden itibarense, bir beyaz yakalı nüfusu artışı var. bu insanlar da özel sektörde çalıştıklarından, ne kadar çok vergi verdiklerinin en çok farkında olan insanlar.

    bunlar birleşince, oy hakkı kazanarak değil ama, vergi verdiğinin farkına varan ve bunun üzerinden siyaset isteyen bir nesil, 2000'lerin ortasına damga vurabilir. işte o zaman gerçek bir orta sınıfımız olur ve işte o zaman türkiye'de siyaset "gerçek" bir hal almaya başlar. o zaman gelene dek, büyük bir türk subayının lütfuyla başlayan demokrasi sürecimiz, demokrasi simsarlarının lütuf ve sadaka dağıtan devlet, ihale ve ulufe dağıtan siyaset kıskacına girdiği haliyle kalacak gibi. olumlu bir lütufla başlamıştı, bir lütuf-rasi halinde boktan bir forma girdi devam ediyor.

    ek: lütfen (bkz: #109404590)
  • gelirin başarı ile doğru orantılı olduğu temeli üzerine kurulu, kusursuz dolandırıcılığın tuzağına düşmüş, kendini akıllı sanan, toplum katmanıdır. bireyin sınıfını, yemeğin kalitesi, haftasonu aktivitesi, çocuğun özel dersi, giyinilen mağaza, iştirak edilen sanatsal aktiviteler belirler. yani maddi güç gereklidir, yani başarılı olunmalıdır.

    bazıları, bu düzenden bir şekilde muaf olmayı başarıyor. doktorlar, mühendisler, avukatlar, bilim adamları değil. bazıları.

    kariyer konseptinin kurucuları düzeni oldukça sistematik inşa etmişler ve bu bazıları düzeni çok iyi yönetiyor. umut vadenlere başarılı sıfatını, daha çok çabalaması karşılığında veriyor. 10 kazanıp 2 ile ödüllendiriyor. en çok kazandırana müdür deyip diğerlerine göre üst seviyeye çıkarıyor.

    bir üst seviyeye çıkan kendini daha iyi görüyor. kendini daha akıllı, daha iş bitirici, analitik gücü daha yüksek ve hatta bir diğer üst seviyenin adayı kabul ediyor. böylece orta sınıf oluşuyor ve kendi mücadelesini kariyer adı altında başlatıyor.

    patron arayıp, terör örgütü çalışmalarını ele geçirmiş, bunu düzeltmek istiyorsan daha sıkı ve daha fazla çalışmalısın deseydi, amacına ulaşamayacaktı. nitelikli insanları dolandırmak hiç bu kadar sistematik olmamıştı.
  • carrefour'da markete en yakın park yerini bulduğu zaman bir çekirdek aile sevinci yaşayan, migros torbalarıyla gezen, taksitle alışveriş yapan, kredi kartı borcunu tüketici kredisi alarak kapatan, her an üst sınıfa bok atmaya hazır, vicdanı hür, siyasi bir kütle olarak neredeyse hareketsiz kalan, ataletini şikayetlerine bağlamış, her şikayette hor yasadim hor yasarim minvalinde aciklamalar yapan, türkiye'de nüfuzun azını nüfusun çoğunu kaplayan sınıf.
  • ekonomik kismina yorum yapmayacagim ancak kulturel ve zihinsel olarak katlanilmasi en zoru bu gruba mensup birey olmaktir bence;

    oncelikle alt sinifin kafaya takmama rahatligina sahip olacak kadar sig goruslu olmazsin, onlarin eglencelerine, ucuz veya bedava kafa dagitma yontemlerine kabullenmisligine asla sahip olamazsin,

    ust sinifin nasil yasadigini, neler yaptigini dibine kadar bilirsin, o zevklerin ne oldugunu ayda yilda bir de olsa ucundan tadar ancak surekli oyle yasayamazsin, "bence en kotusu bu, hayat oluyor gozunde bildigin anestezisiz ameliyat gibi"

    biraz, "ahlaki sinirlari asan" bir sosyal hayat yasayayim, "takilayim" desen;

    kadin programlarinda falan goruyoruz, alt siniflarda, iscileri olduklari kucuk boy isletmelerin koridorlarinda, dogan slx araclarda dibine kadar "hani marjinal bizdik" dedirtecek hayatlar yasiyor insanlar, ozellikle genc olanlari,

    kodamanlarin "cok sosyal" hayatini yazsam zaten linc ederler feministler beni burada, hayvani hazlar noktasinda ayri bir boyutta yasiyor adamlar... herkesin morali bozulur, caniniz sıkılır, onun icin hic yazmayayim...

    sen orta sinif garibim ise, kendi akranin karsi cinsin genetik olarak duzgun olanlarina genc yasta ulasamazsin, onlar kodamanlarla "parti hic bitmeyecekmis gibi" takilmaktadirlar...

    alt siniftan elde edeyim, takilayim desen ona da kafan "muhtemelen" calisiyorsa, 5 dakika bile tahammul edemezsin, "arabesk rap mi dinleyeceksin?"

    daha sonra "partileri bitince" birilerinin "artik yeter" deyip cocuk yapmak istediginde hatirladigi adam olursun...

    ona da kanarsan 20 yil odeyecegin borclara sokar, omur boyu da nafaka korkusuyla tasmayi takarlar daha bir dunya trajedi...

    bu arada sen ortadirek kardesim, sana dusman oldugum icin degil, deger verdigim icin bunlari yaziyorum, goremiyorsan gor diye...

    toplumun her kesimini adim adim yasadim, gordum, acini anliyorum...

    "yuzde 90 boyle, istisna olabilirsin, herkes ayni degil ama geneli ayni"

    konuyla alakali: (bkz: #129844170)

    e: hakan gunday ucundan kiyisindan biraz bu anlattiklarima dokunmus, uysallar isimli dizide,

    ne efsane, tokat gibi hayatin gercegi senaryolar cikar aslinda bu orta sinif trajedileri hakkinda ama yayinlatirlar mi? zor tabi, "kuresel algilari yonetenler" fazla da uyandirmak istemezler birilerini...
  • (bkz: #109376606) devamla,

    insan bir tespit yaparken geleceğe dair bir de projeksiyon yapmak istiyor. ingiltere'de orta sınıfın doğuşuna dair kendimce parlak bulduğum bir fikri paylaşırken, türkiye'de ne olur sorusunu sormak ve cevap aramak bence şart gibi bir şey. zira mevcudu herkes tespit edebilir, geleceğe dair tahmin ise, erim diyenin meydanıdır.

    fakat sabahın köründe yazılan entrylerde daha fazla tarama yapmak gerekiyor sanırım. sevgili mahallenizin yazilimcisi, (bkz: #109399589) çok isabetli bir şekilde geleceğe dair tahminlerimi eleştirmiş, somut verileri sunmuş.

    akp döneminde kredi bolluğu yaşandı, kredi kartı ve finans enstrümanlarını kullanım oranı arttı. inşaat sektörünün hacmi epey büyüdü. bu iki veriden hareketle, mülk sahibi oluşun da arttığını peşinen düşündüm, fakat yanılıyormuşum.

    ayrıca emeklilikle ilgili tespitler de haklı. ek yapmak gerekirse, bizim kuşağın özel sektör çalışanlarını alışılmadık bir sınav bekliyor. 40'lı yaşlarımızdan sonra, eğer çalıştığımız firma batarsa ya da sair sebeplerden iş değiştirmek zorunda kalırsak, epey zorlanacağız. büyük düşüşler, travmalar yaşayacağız. çünkü 40 yaşını aşmış birinin beklenmedik bir şekilde işsiz kaldıktan sonra iş bulması güçleşir. 50 yaşa gelince bu daha güç olur, 60 yaşta epey güç olur. fevkalade başarılı değilseniz, çok büyük isim yapmadıysanız özel sektörde alıştığınız/hak ettiğiniz pozisyonda yeniden işe başlamanız imkansızlaşacak. daha aşağıya, daha aza razı olacaksınız. hatta kariyeri çok parlak olmayanlar, nefslerine epey ağır gelecek işlerde çalışacaklar.

    bütün bu veriler ışığında yeniden bakınca, türkiye'de orta sınıfın doğuşunun tahmin ettiğimden daha güç olacağını, evet, söyleyebiliriz. yine de beyaz yakalıların sayısının artması ve siyasette belirleyiciliklerinin ciddileşmesi bunu mümkün kılabilir.

    bu denkleme, tabii, biraz zihni tahrik için başka bir değişen daha ekleyebiliriz: suriyeliler. suriyeliler kalıcı olurlarsa bir reaksiyon olarak orta sınıf gelişebilir mi? suriyeliler üzerinden siyaset yapanların hamlelerine ve bunun medya araçlarıyla yayılabilmesine bağlı.

    böyleyken böyle, 10 yıl öncesinin ekşi sözlükü tadını aldım, mesudum.
  • "akp dönemi, sair sebeplerden, bir mülk edinme dönemi oldu." - (bkz: #109376606)

    ben üstteki entrynin katılmadığım kısımlardan ikisini detaylıca anlatmak istedim. akp döneminde bir mülk edinmeden söz ederken neyin kastedildiği detaylandırılmamış ama belli başlı bazı verilere baktığımızda ortada edinilen mülk varsa bile bir grup azınlık tarafından gasp edildiğini söylemek mümkün olabilir. mesela 2002 yılında %73 * olan ev sahipliği oranı, 2017 yılında %59'a * kadar düşüyor. belki otomobil sahipliğinde 1000 kişiye düşen araç sayısının 2002-2018 arasında ikiye katlanmış* olmasını mülk edinme sayabiliriz. burada bile akp'nin şapkadan tavşan çıkardığını söylemek mümkün değil, çünkü bizimle benzer ülkelere baktığımızda dünya trendlerine uyumlu bir tablo var. mesela, polonya. gelişmiş ülkelerin çok uzağında olduğumuzu söylememe gerek yok sanırım. banka hesapları üzerinden gitmeye kalktığımda ise karşıma şu cümleler çıkıyor:
    > bankalarda hesabı bulunan “56 milyon 141 bin kişiden sadece yaklaşık 68 bin 713'ü” 1 milyon tl üzeri bir hesaba sahip. yaklaşık 53.5 milyon kişinin ise 10 bin tl ve daha az tutarda hesabı bulunuyor. bu hesapların toplamı 34.7 milyar tl.
    diğer bir ifade ile “53.5 milyon kişi bir araya gelse, 68 bin 713 kişinin sahip olduğu paranın 10'da 1'ine bile yetişemiyor”.

    peki, insanlar mülk edinemiyor ama tasarruf edebiliyor mu? bu da pek mümkün görünmüyor.
    "türkiye'de 1998 yılında tasarruf oranı yüzde 24 iken, bu rakam 2012 yılına geldiğimizde yüzde 12'ye kadar düştü. emeklilerimizin yüzde 28'i emekli olduktan sonra çalışmaya devam ediyor, çünkü ülkemizde emeklilik dönemi için oldukça az tasarruf yapılıyor."

    bu gibi sayısız nedenle, ben akp döneminde refah ve mülkümüz "şartlar gereği de olsa" arttı algısının bir tüketimle kurgulanmış saadet zincirinden oluştuğunu düşünüyorum. bu saadet zincirinin de artık sonuna geldiğimizi, jenga'nın yavaş yavaş en üst kattan başlayarak devrildiğini sanırım 2002'den daha kötü işsizlik oranlarına sahip olmamızdan, istihdamın artan nüfusa rağmen her geçen düşmesinden görebiliriz. tüm hane halklarının %15'i sosyal yardım alıyor. bu nedenle, bir mülk edinme varsa, nerede diye sormak isterim. milyoner sayısının artması mülkiyet kazanımı ise, onlar zaten mülk sahibi değiller miydi?

    "2010'lardan sonra doğanların öyle ya da böyle daha fazla "mülk" sahibi olacakları kesin gibi." - (bkz: #109376606)
    2010'lardan sonra doğanların nasıl mülk edinebileceklerini bilemem. bir millenial olarak, millenial'lerin, boomer'lardan daha fakir olduklarını ve bu fakirliklerine devam edeceklerini anlatan yeterince kestirim okudum. 2010 sonrası doğan neslin nasıl bir hayat yaşayacağı, boomer sonrası doğanların elinde olacak. peki, post-boomer jenerasyon olarak yeni bir düzen kurabilecek miyiz? kurmak istiyoruz bu bariz tabi. ama kurabilir miyiz? bazı şüphelerim var. bu zamana kadar gelecekten borç alarak, geçiş garantileri, kalkış garantileri, hasta garantileri ile donatılmış ihaleler, bizlerin sırtına bir kambur gibi binecek. özel mülkiyetin etrafından dolaşarak devletleştirme veya sözleşme hukukunu çöpe atarak "anlaşmayı yaparken bana mı sordunuz" tavrı ile bu borçları reddetmek gibi çözümler üretebiliriz. ancak bunların doğuracağı başka riskler var. bir istanbul depremi gerçeği var. türkiye'nin psikolojisinde bir travma oluşturacak. ekonomisinde ve iyi kötü işleyen çarkında çok fazla şeyi kıracak bir deprem git gide yaklaşıyor. 2030'larda türkiye'nin bir su krizi olacak. emekli başına düşen başına çalışan sayısı gelişmiş çağdaşlarından uzakta olan türkiye'de, yakın gelecekte türk sigorta sisteminde emekli olursa aç kalacak, bu nedenle emekli olamayacak milyonları yaratması söz konusu. * bunları yanyana koyduğumuzda; finansal okuryazarlığın, vergi bilincinin artmasının topluma yayılması için yeterli zamanın kalmadığını sanıyorum. bizden öncekiler, bize o kadar fazla fatura bıraktı ki, bu faturaların tamamını ödeyip, ardından sağlıklı bir sistem kurmak için almamız gereken çok fazla risk var. bütün bunları başarıp bir de pastayı büyütüp 2010 sonrasın nesle bırakmak, imkansız olmasa bile... pek kolay olmayacak.

    bir metodolojik çalışmaya dayanmadan, saygıdeğer işkembemden şu anki duruma bakarak yaptığım tahminde, türkiye'de bir orta sınıf yaratma hayalinin doğal akışında oluşması sürecinin artık geride kaldığını, olsa olsa yine gökten inen zembille değişmesi ya da dünyadaki ciddi bir paradigma değişimi ile olabilmesi daha mantıklı geliyor. modern türkiye cumhuriyetini kuran elit kadrosu gibi bir dalganın işbaşına gelmesi mümkün olur mu, mümkün olduğunda bu kadro başarılı olabilir mi, yoksa iç çatışmalara boğulurlar mı? 2010'ların neslinin bizden daha zengin olabilmesi için, bir orta sınıfın oluşum sürecinde bizden önceki jenarasyonun halinden ve konumundan memnun olarak düştüğü tuzağa düşmemesi için ne yapmak gerekir? bunlar da çok su götürecek pilavlar. umudum var ama akamete uğraması için çok fazla neden de var.
  • orta sınıf, senden nefret ediyorum. kanıksamışlığından, yolunu bulmandan, işini görmenden nefret ediyorum bilesin. kapitalizm kendi mezar kazıcılarını üretir'e inandık ama kazıldıkça sen yeniden toprak atıyorsun. boşalsın artık diye beklerken kapitalizm havuzunu dolduran musluksun sensin. parasız sağlık, parasız eğitim dedikçe birileri, sen paşa paşa ödüyorsun harçları; gidiyorsun özel hastanelere, alıyorsun sağlık hizmetini. sistemin devamını sağlayansın sen. senin sonun gelmesin diye kapitalizm sana uygun ürünlerini arz edecek. sen var oldukça, bu düzen değişmeyecek. o yüzden senden nefret ediyorum, ki ben de sana dahilim. seninle aynı dili konuşmuyorum ama senin gibi yaşıyorum. ne acı.
  • kapitalizmin, varlığından en çok memnun olduğu sınıftır ayrıca. ne kadar para kazandığı önemli olmaksızın düzenli elde ettiği gelirin tamamını(yer yer daha fazlasını) harcaması; bu hayat standartına alışması ve daha iyisine özendirilmesi sonucu sürekli çalışmak zorunda olandır.

    en çok yanılmaya yol açan kısmı "orta" sıfatının gelir durumunu sayısal olarak ifade etmediği gerçeğinin gözden kaçırılmasıdır; kısaca 1200tl ile 9999tl net aylık geliri olanlar diye sınırlamanın mümkün olmadığı bir sınıfı tabir eder orta sınıf.
    kazandığı paranın miktarı ile değil çalışma düzeni, saatleri, verimi, harcama biçimi bu sınıfı tanımlar.
    aylık 2000tl kazanan bir dükkan sahibi orta sınıf değildir; elinde üzerinden para kazandığı bir dükkan, satmak için aldığı ürün, sahip olduğu düzenli müşteri gibi varlıkları vardır ve maddi olarak ettiği zararı uygun bir düzeyde kaldığı sürece x gün çalışmaması bir kayıpa yol açmayacağı gibi aynı zamanda emekçi ise yani bir zanaatsahibi ise çalıştığı sürece de üretim yaparak emeğinin karşılığını kazanacak; birilerine para kazandırmayacaktır. ancak;

    bir plazada aylk 9000? maaşla çalışan, 9-18 mesai yapan, yılda 14 gün izni olan, üniversite okumuş, yüksek lisans yapmış, patrona yalakalık yapmış, taksitle aslında x liraya eşdeğeri olan ürünleri sırf gösteriş için 10x liraya almış, kredi çekip aldığı x liralık arabasının kredisi bitene kadar aç kalmış, aylık geliri doğrusal olarak artarken gideri üstsel olarak artan insan ise orta sınıftır. çünkü elinde muhtemelen sıfıra yakın birikimler ve yüksek sayılabilecek bir hayat standartı vardır. fakat o hayat standartını devam ettirebilmesi için hep daha fazla çalışması her zaman başkaları için çalışması gerekecektir. bu tür insanlar hayatın nispeten basit bir tokadına ilk örneğimizdeki ortalama 2000tl kazanan lise 2 terk amcamızın üçte biri kadar bile dayanamayacaktır.
    bırakın bir süre çalışmayı bırakıp kendi işini kurmayı vs. alıştığı 9bin liralık hayat standartını 7bine dahi çekmeyi denediğinde dibe vuracak; daha doğrusu dibe vurma korkusu yüzünden asla bunları yapamayıp ömrü boyunca birilerine para kazandıracaktır.
  • akp döneminde yok edilmiştir.

    daha önce okumuş kesim, memurlar ve kalifiye işçiler dahilken bugün itibariyle, akp'ye yanlayan en az 5 maaşlı haramzadeler haricinde kimse kalmamıştır.

    doktorlar bile bu sınıfın altına düştü.
hesabın var mı? giriş yap