• jack kerouac'ın 1957 tarihli kült romanı. rock isyanının temel metinlerinden biri sayılan roman kendini keşfetme yolunda bir cinsiyetin arayışını sunar. öykü iki genç adamın dean moriarty ve sal paradise'ın, ki gerçek hayatta neal cassady ve kerouac'ın kendisine tekabül ederler, ruhsal yolculuklarını konu alır. kahramanlar kadın desteğine ve finansmanına bağlıdırlar ama kadınlar metnin kıyısına, marjına itilmişlerdir. gezilerinin birinde arabalarına aldıkları bir otostopçu, borcunu halasından alacağına söz verince “evet” diye bağırır moriarty neşeyle, “hepimizin bir halası var.”

    halanın ardından kız arkadaşların uzun listesi gelir. kahramanların maceralarından birini tasarruflarıyla finanse eden galatea bu kızlardan biridir. parası bitince terkedilir. on the road'da kadınlarla erkeklerin konuşmalarına yer verilen bölümler arasında büyük bir orantısızlık vardır. kadınlar arka planda, bir tür gölgesel varlıklar olarak yer alır. yemekleri hazırlarlar, sökükleri dikerler, saygıyla dinlerler ve genellikle yalnızca cadılık yaptıklarında ya da bir şeyleri protesto ettiklerinde sözleri (konuşma anında kendi ağızlarından aktarılmak yerine) alıntılanır.

    beatnikler, kadınlığa yönelik bu küçümseyici tavırlarını bir tür kozmik doğal varlık'la birleşme özlemiyle bir araya getirmişlerdi. (kerouac'ın bir keresinde yere bir delik açarak toprak ana'yla çiftleştiği söylenir.) beatnikler eğer her ortamı fazla rahat olur olmaz terk ediyorlarsa, bunun nedeni daha büyük, başka tür bir ev, "ebedi dişilikle” mutlu bir birleşme aradıkları içindi. aradıkları kutsal yol satori'ydi, norman o. brown'in tanımlamasıyla 'daha doğmamış olanın deneyimiydi.' kerouac şöyle yazıyordu: "hayatımızda hasretini çektiğimiz, iç geçirmemize ve sızlanmamıza ve her tür bunalımımıza neden olan tek şey, muhtemelen ana rahminde yaşadığımız ve kabul etmesi çok zor da olsa bir daha ancak ölümde yaşanabilecek olan bir tür bahtiyarlığın anısıdır.”

    daha sonraları hippie rock'un tipik bir özelliği haline gelen standart kadın düşmanı bir iki yüzlülükle dean moriarty, bir yandan kadına taptığını söyleyebilirken, diğer yandan hayatındaki gerçek kadınlara zerre kadar değer vermiyordu. beğendiği bütün çıtırlar için "ahh, kadınları seviyorum, seviyorum, seviyorum! bence kadınlar muhteşem!” diyebilirken, canı sıkılır sıkılmaz sevgililerini terk ediyordu. paradise'la yeni bir maceraya atılmak için, camille'i 'bir uşak göbeğinde, biri de eteğinde' bir halde terk ederken, kadıncağızın neden o kadar sinirlendiğini ikisi de anlayamaz. ama kerouac'ın ne romandaki öteki beni, ne de kuşkusuz kerouac'ın kendisi vicdan azabından bütünüyle kaçamaz.

    romanın daha sonraki bir yerinde, beş parasız ve açlıktan halüsinasyonlar görmeye başlamış olan sal, annesini ve hayırsız evlat rolündeki kendisini hayallerinde yolda karşılaştırır, ama anne sal'i kovar. "defol ve bir daha geri dönüp de dürüst, çalışkan anneni rahatsız etme. artık oğlum değilsin” der gibidir yaşlı kadın, ürkmüş bakışlarıyla.

    bu ürkütücü hayalin ardından kısa bir süre sonra paradise, nirvana'ya ulaşır: “...yaratılmamış boşluğun kutsal hiçliğine uçtum, aydınlık zihnin özünde parlayan güçlü ve tarifsiz ışıklar…''

    ebedi dişilikle yaşadığı bu temastan sonra, paradise yine de her zamanki üçkağıtlarını sürdürür, seviştiği zengin bir kızdan sızdırdığı 100 dolarla yeni yolculuğunun planlarını yapmaya koyulur.

    dennis mcnally, kerouac üzerine yazdığı biyografide şöyle der: “jack'in efsaneleştirdiği kahramanlarından biri de dostoyevski'nin kocasını her zaman destekleyen karısıydı. yeteneksizlerin görevi yaratıcı sanatçıyı desteklemekti.”

    kerouac'ın da hayatındaki tek değişmeyen kadın, koşulsuz sevgi kaynağı annesiydi. nitekim kerouac, beatnik yaşam tarzını terk ettikten sonra yaşamının geri kalanını annesiyle birlikte geçirdi. romanın ruhunun aksine ne ironik bir son!
  • içerisinde "edebi çerçevede" derin anlamlar, akılcılık ya da heyecan gibi tipik özellikler aranmaması gereken kerouac romanı. sanki söyleyecek birçok şeyi olan insanlar biraraya gelmiş, söyleyeceklerini söyleyip gitmişler ve böylece hikaye oluşmuş gibidir.

    bir itiraf'tır on the road; o dönemin itirafıdır. o dönemin ruhunu, daha doğrusu ruhsuzluğunu, hiçliğini, boşluğunu, yokluğunu anlatır. "heyecan" aranmaması gerekliliğinin nedeni de budur. kapitalizmi, bir köşede itinayla sakladığı en zehirli oklarıyla vuran kerouac, sistemin insanları ne hale getirdiğini yansıtmaktadır layıkıyla. sömürülmekten usanmış insanların, özellikle gençlerin kabuklarına "haklı" çekilişlerinin, sorumsuzlaşmalarının, amaçsızca kendilerini alkole, esrara vermelerinin ve yollara düşmelerinin kısacık ama afallatıcı öyküsüdür..

    kitabın ritmi de bu yöndedir; ne olacağını, nasıl olacağını önceden kestirmek mümkün değildir. başıyla sonunun birbiriyle olan alakasızlığı da bundandır. herhangi bir konu üzerinde değil de "yaşamak" kavramı üzerinde yoğunlaşmaktadır yazar; hayatı başından tırnağına yaşamak! sarhoşsan sarhoşluğu, elin kesildiyse o eşsiz acıyı, gülüyorsan o anki mutluluğu, ölüyorsan ölümü yaşamak.. ve tüm bunlara takılıp kalmadan "yaşayıp gitmek"tir yazarın özetlemeye çalıştığı.. derin anlamlar yoktur yani. yazar, hayatla ve okuyucuyla bir güzel dalgasını geçmektedir. hayatın kendisi derin anlamlar taşımamaktadır çünkü.

    tüm bu nedenlerden dolayı işte, diğer edebiyat eserlerinden çok farklıdır on the road. daha önce hiç bahsi geçmemiş bir düşünce gibidir...

    “the only people for me are the mad ones, the ones who are mad to live, mad to talk, mad to be saved, desirous of everything at the same time, the ones who never yawn or say a commonplace thing, but burn, burn, burn like fabulous yellow roman candles exploding like spiders across the stars.”
  • bir radyo programi kayitlarindan:
    ...
    "çiktim burdan, yükledim motosikleti vapura, bandirma'ya kadar vapurla gidecem, mis!"
    "sonra?"
    "kerouac'in yolda'sini almistim yanima; on the road. dedim madem yollara vurdum, bi okuyam bakalim bu naapmis die!"
    "ee?"
    "okudum bi 50-60 sayfa, sonra biraktim. dedim e benim yaptigimdan farkli bi sey yapmamis adam. ne okuyacam? attim çöpe. indim asagi motorun minik bakimlarini yaptim!"
    ...
  • "bütün yolu anlattım artık" der jack kerouac, ülkenin batı ucunda, san francisco'daki arkadaşı neal cassady'ye yazdığı 22 mayıs 1951 tarihli bir mektupta. "hızlı gittim çünkü yol hızlıdır." kerouac cassady'ye, 2-22 nisan arasında "125,000 (kelimelik), tastamam bir roman yazdığını" söyledi. "hikaye sen, ben ve yolla ilgili." bütün romanı "36 metre uzunluğundaki bir kağıt şeridine" yazmıştı... "şeridi daktiloay geçirdim ve yazdım: hatta tek paragraf da yok... kağıt rulosunu yere açtığımda yol gibi görünüyor."

    howard cunnell - hızla bu zaman/jack kerouac ve yolda'nın yazımı
  • kitap, buradaki bazı okurlar tarafından yolculuklara neden bulamadıkları için anlamsız bulunmuş. neymiş de, durup dururken beş parasız yollara düşüyorlarmışmış. oysa kitabın bir yerinde kerouac diyor ki; "ağlamak istiyordum, lanet olası dünyada herkes insanın eylemleri, hatta varlığı için bir açıklama bekliyordu."

    not düşeyim istedim.
  • ne yazarsam yazayım samimiyetsiz olacağını hissediyorum ama bu kitabı sevdim. okurken, şu meşhur amerikan rüyası dedikleri şey bu olmalı diye düşündüm. başı sonu olmayan yolculuklar, serserilik, alkol, ot vs değil tabii kast ettiğim şey. macera, sefalet, dilencilik, hırsızlık da değil. okuyan ve yazan insanların alıştığımız ölçülerin dışındaki keşif merakı filan da değil.

    ben ilkokul arkadaşlarımı bile davet edemezdim evime, annem ağzıma sıçardı. ama bu adamların öyle dertleri yok, teklifsizlikle umursamazlığı karıştırıyorlar ve sonra bütün amerikan evleri onların oluyor.

    en çok bu rahatlığı sevdim. bi' de otostopun neredeyse bir ticaret haline gelmesi, kanıksanması çok hoşuma gitti. kurulan ağ sayesinde sonsuza dek yolculuk yapabiliyorlar.

    herhangi bir iletişim sorunları yok, dertleri çok daha başka. pazarı ve pazartesiyi tekrar yaşamak istemiyorlar ve bunun için ellerinden geleni yapıyorlar.

    okurken yoruldum, bütün o mesafeler, yolculuklar benim üzerimden geçti sanki. çünkü ben pazarım ve pazartesiyim. (salıyı da severim.)

    yolda olanlara içelim! *
  • o bütünlükten uzak örgüsü zaten kitabı meşhur eden faktörlerden biridir. bir arkadaşınız 7 sene boyunca oraya buraya gezmeye, görmeye gitse ve ardından eve döndüğünde birer bira açıp ''anlat bakalım naptın 7 senede'' diye sorduğunuzda, size vereceği cevabın tadındadır bu kitap. okur, bitirirsiniz ve aradan seneler geçtiğinde hala aklınızda kalan bölümleridir kitabı güzel yapan.
  • “the only people for me are the mad ones, the ones who are mad to live, mad to talk, mad to be saved, desirous of everything at the same time, the ones who never yawn or say a commonplace thing, but burn, burn, burn like fabulous yellow roman candles exploding like spiders across the stars and in the middle you see the blue centrelight pop and everybody goes ‘awww!’ " -on the road

    bu alinti uzerinden modern zamanlarda yolda olmak uzerine cok hos bir yazi icin bkz:

    http://www.prensesemektuplar.com/…-yolda-olmak.html
  • tam bir şehirdeki hayatımı bitirip, yeni bir şehire doğru yol almak için otogarda beklerken açıp kaldığım yerden okumaya başladığımda beni şu cümleyle yere mıhlamış olan kitaptır: "otogarların zemini ülkenin her yerinde aynı; izmarit, tükürük ve sadece otogarların sahip olduğu bir hüzünle kaplı."

    kitap ayracı olarak kullandığım kağıda ise şunları yazmışımdır:
    "yola çık dostum!
    her şeyi bırak ve yola çık! terk ettiğin dostlar yerine pekâlâ başkalarını bulursun!
    git!
    evden çık ve çadırı kur! çadırda yat, kalk!
    yaşamın zevkleri, orada, sadece oradadır!
    uygar ve dayanıklı meskenlerde sıcaklık yoktur asla!
    inan bana! yurdundan kaç! yurdunun toprağından köklerini sök!
    ve yabancı ülkelere yerleş!
    dinle! durgun su çürüyüp kokar!
    yine de akıntıya dönüşürse, kokuşmuşluğundan kurtulabilir!
    yoksa başka türlü iyileşemez!..."
  • biz bir şeyleri fena kaçırmışız, hem de çok güzel şeyleri çok fena kaçırmışız. bu kitap aklıma düşünce hep kaçırdıklarımız geliyor aklıma. bu kadar geç doğduğumuz için. çiçek çocuk bile olamadık ki nerede kaldı beat'ler falan.. sadece ütopik bir masalmış gibi duruyor bu kitap raflarda, kitaplıklarımızda, baş uçlarımızda. ama yollar hep yaşıyor, hep yaşıyor. kıvır kıvır şarkılarla.
hesabın var mı? giriş yap