• uygur el yazması ve muhtemelen en eski kopyası günümüzde fransa'da bulunan destan.
    bu belgelerin paris milli kütüphanesinde bulunması hırsızlık mı; yoksa türkiye ve orta asya türk devletlerinin umursamazlığı mı bilemedim?
  • milattan öncede geçen destan 13.yy'da uygurca olarak yazıya geçirilmiştir. büyük bir kısmı kayıp bu asıl metin, ne yazik ki şu an fransız milli kütüphanesi'nin* türkçe eserler bölümünde 1001 numaralı kayıt altında sergilenmektedir.
  • men sinlerge boldum kaan,
    alalıng ya takı kalkan,
    tamga bizge bolsun buyan,
    kök böri bolsun gıl uran,
    temür cıdalar bol orman,
    avlakta yürüsün kulan,
    takı taluy takı müren,
    gün tuğ bolgıl kök kurikan.

    sekizliği aklımda kalmış olan 6 ayda bir okunası destan..
  • türklerde hükümdar, gök tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisidir. tanrı ona kut ve güç verir.

    türk mitolojisinde ya da destanlarında, gökten gelen ya da gök tanrı'nın kızlarıyla evlenen kahramanların en başında gelen isim de oğuz kağan’dır.

    kurdun simgesel yol göstericiliğinin en güzel örneğini de yine bu destanda görürüz.

    oğuz kağan destanı aslında, 24 oğuz boyunun türeyiş efsanesidir; çünkü oğuz boyları oğuz kağan'ın gök ve yerin kızlanyla evlenmesi sonucunda doğan çocuklardan türer.

    yalnız burada şöyle bir parantez açalım. bazı araştırmacılar oğuz destanında anlatılan kahramanı hun hükümdarı mete ile özdeşleştirirken diğer bazı araştırmacılar ise destanın mete’den çok daha eski zamanlarda oluştuğunu ama zaman içinde mete’ye mal edildiğini söyler.

    oğuz kağan destanı’nın eksik de olsa günümüze ulaşan üç yazması vardır.

    birincisi aşağıda gördüğünüz islamiyetten önceki varyasyonu. bildiğimiz en eskisi bu. uygur harfleriyle yazılmış.

    bir diğer nüsha, reşidüddin'in farsça yazılmış camiyyü 't-tevarih adlı eserinde. burada yer alan islami rivayette oğuz’un ataları nuh peygamberin büyük oğlu yafes'e dayandırılır. yani orijinal eser islami motiflerle değiştirilmiş.

    üçüncüsü ise ebulgazi bahadır han tarafından türkmenler arasından derlenen şecere-i terakime adlı eserdir ki ebulgazi bu kitabı yazarken reşideddin’den de yararlanmış.

    bahaeddin ögel’in türk mitolojisi kitabından uygur nüshası:

    … olsun dediler.
    onun resmi işte budur :
    ondan sonra da yine, sevinç, neşe buldular.
    yine günlerden bir gün :
    aydın oldu gözleri, renklendi, ışık doldu,
    ay kağan’ın o gündü, bir erkek oğlu oldu.
    gömgök, gök mavisiydi, bu oğlanın yüz rengi,
    kıpkızıl ağızıyla, ateş gibiydi benzi.
    al al idi gözleri, saçları da kapkara!
    perilerden de güzel, kaşları var ne kara!
    geldi ana göğsüne, aldı emdi sütünü,
    istemedi bir daha, içmek kendi sütünü!
    pişmemiş etler ister, aş, yemek ister oldu!
    etrafdan şarap ister, eğlenmek ister oldu!
    ansızın dile geldi, söyler, konuşur oldu!
    kırk gün geçtikten sonra, yürür oynaşur oldu!
    öküz ayağı gibi idi sanki ayağı!
    kurdun bileği gibi idi sanki bileği!
    benzer idi omuzu, tıpkı samurunkine!
    göğsü de yakın idi, koca ayınınkine!
    bir insan idi, fakat, tüylerle dolu idi!
    vücudunun her yeri, kıllarla dolu idi!
    güder at sürüleri, tutar atlara biner!
    daha bu yaşta iken, çıkar avlara gider!
    geceler günler geçti, nice seneler doldu!
    oğuz da büyüyerek, yahşi bir yiğit oldu!
    bu çağda! bu yerde!
    bir büyük orman vardı, oğuz yurdundan içre,
    ne nehir, ne ırmaklar akardı bu orman içre.
    ne çok av hayvanları, ormanda yaşar idi,
    ne çok av kuşları da üstünde uçar idi!
    ormanda yaşar idi, çok büyük bir gergedan,
    yer idi yaşatmazdı, ne hayvan, ne de insan!
    basarak sürüleri, yer idi hep atları,
    zahmet verir insana, alırdı hayatları!
    vermedi hiç bir defa insanoğluna aman,
    öyle bir canavar ki, işte böyle çok yaman!
    oğuz kağan derlerdi, çok alp bir kişi vardı,
    avlarım gergedanı, diye o yere vardı.
    kargı, kılıç aldı, kalkan ile ok ile,
    dedi, gergedan artık, kendisini yok bile!
    ormanda avlanarak, bir geyiği avladı,
    söğüt dalıyla onu, bir ağaca bağladı.
    döndü gitti evine, sabah olmadan önce,
    tanın ağarmasıyla, geyiğine dönünce,
    anladı ki gergedan, geyiği çoktan yuttu,
    geyiğin yerine de, yeni bir ayı tuttu.
    çıkararak belinden, hanlık altın kuşağı,
    ayıyı astı yine, o ağaçtan aşağı.
    yine sabah olmuştu, ağarmıştı artık tan,
    geldi, baktı ki almış, ayısını gergedan.
    artık bu durum onu, can evinden vurmuştu,
    ağaca kendi gidip, tam altında durmuştu!
    gergedan geldiğinde, oğuz’u görüp durdu,
    oğuz’un kalkanına, gerilip bir baş vurdu!
    kargıyla gergedanın, başına vurdu oğuz!
    öldürüp gergedanı, kurtardı yurdu oğuz!
    keserek kılıcıyla, hemen başını aldı,
    döndü gitti evine, iline haber saldı!
    yine bir gündü gitti, gördü orda bir sungur,
    konmuştu gergedanın, barsağını yer durur.
    yayıyla bir ok attı, ok sunguru öldürdü,
    kesti başını sonra, kendi kendine dedi“ gergedan hem geyiği, hem de ayıyı yedi,öldürdü kargım onu, çünkü bu bir demirdi!koskoca gergedanı, bir küçük sungur yedi,
    ok, yay öldürdü onu, çünkü bu bir bakırdı!”
    yine günlerden bir gün:
    oğuz kağan bir yerde, tanrıya yalvarırken:
    karanlık bastı birden, bir ışık düştü gökten!
    öyle bir ışık indi, parlak aydan, güneşten!
    oğuz kağan yürüdü, yakınına ışığın,
    oturduğunu gördü, ortasında bir kızın!
    bir ben vardı başında, ateş gibi ışığı
    çok güzel bir kızdı bu, sanki kutup yıldızı!
    öyle güzel bir kız ki, gülse gök güle durur!
    kız ağlamak istese, gök de ağlaya durur!
    oğuz kızı görünce, aklı gitti beyninden,
    kıza vuruldu birden, sevdi kızı gönlünden,
    kızla gerdeğe girdi, aldı dilediğinden.
    gebe kalmış idi kız, gün geceler dolunca,
    gözleri aydın oldu, üç oğlancuk doğunca.
    birinci oğlancuğa, gün adını koydular,
    ikinci oğlanaysa, ay adını buldular,
    yıldız olsun üçüncü, diye memnun oldular!
    ava gitmişti bir gün, ormanda oğuz kağan,
    gölün ortasında bir tek ağac uzuyordu,
    ağacın koğuğunda, bir kız oturuyordu
    gözü gökten daha gök, bu bir tanrı kızıydı,
    ırmak dalgası gibi, saçları dalgalıydı.
    bir inci idi dişi, ağzında hep parlayan,
    kim olsa şöyle derdi, yer yüzünde yaşayan :
    “ah ! ah ! biz ölüyoruz ! eyvah ! biz ölüyoruz!”
    der, bağırır dururdu !
    tıpkı tatlı süt gibi, acı kımız olurdu!
    oğuz kızı görünce, aklı başından gitti,
    nedense yüreğine, kordan bir ateş girdi
    gönülden sevdi kızı, tutup aldı elinden,
    kızla gerdeğe girdi, aldı dilediğinden.
    birinci oğlancuğa, gök adını koydular,
    ikinci oğlanaysa, dağ adını buldular,
    deniz olsun üçüncü, diye memnun oldular.
    oğuz bunu duyunca, ilinde soy soylattı,
    toy yaptı, şölen verdi, çok büyük toy toylattı!
    yarlık verdi iline : ...

    emir verdi oğuz han, kendinin iç iline,
    toplandı halk sözleşti, koştu onun eline.
    oğuz kırk masa ile, sıra dizdirmiş idi,
    türlü şaraplar ile, aşlar pişirtmiş idi.
    halk oturdu sofraya, ne kımızlar içtiler,
    ne şaraplar içildi, ne tatlılar yediler!
    toy bitince oğuz han, verdi şu buyruğunu :
    “ ey benim beğlerimle ilimin ey budunu!
    sizlerin başınıza, ben oldum artık kağan,
    elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan!
    damgamız olsun bize, yol gösteren bir buyan!
    alpler olun savaşta, bozkurt gibi uluyan!
    demir kargılar ile, olsun ilimiz orman!
    av yerlerimiz dolsun, vahşi at ile kulan.
    yurdumu ırmaklarla denizler ile dolsun
    gökteki güneş ise yurdun bayrağı olsun,
    ilimizin çadırı, yukardaki gök olsun,
    dünya devletim ol olsun, halkımız da cok olsun!’
    aynca emir yazdı, dört tarafa oğuz han,
    bildirdi elçilerle, öğrendi bunu her yan.
    oğuz bu bildirisinde, buduna şoyle dedi :
    “madem ki uygurların, benim büyük kağanı,
    o halde sayılırım, ben bir dünya kağanı,
    bana bağlıdır artık, dünyanın her dört yanı!
    bana itaat etmek, sizlerden dileğimdir,
    benim ağzıma bakıp, durmanız isteğimdir!
    bana kim baş eğerse, alırım hediyesin,
    dost tutarım onu ben, her zaman bana gelsin!
    kim ki ağzıma bakmaz, baş tutar olur bana,
    ordumu çıkarırım, o düşman olur bana!
    derim, bir baskın yapıp, ezeyim bastırayım!
    yok edeyim ben onu, ezeyim astırayım!”
    yine o çağda idi :
    altun kağan adında, başka bir kağan vardı,
    elçisini gönderip, oğuz kağan’a vardı.
    en nadir yakutlarla, altın gümüşler sundu,
    mücevherler gönderdi, saygı gösterip durdu.
    en iyi hediyeyi, sunarak dostluk kıldı.
    baş eğdi oğuz han’a, hem de mutluluk kıldı.
    urum kağan derlerdi, ulu büyük bir kağan,
    oğuz’un komşusuydu, sol yanında oturan.
    kentleri çok çok idi, sayısız orduları,
    dinlemezdi oğuz’dan, giden buyrultuları.
    gitmez idi ardından, direnir durur idi,
    “ sözünü tutmam!” diye, söylenir durur idi.
    yarlık gönderdi oğuz, yarlığın dinlemedi,
    oğuz başına koydu, yok edeyim ben dedi!
    oğuz yola çıkarak, bayraklarını açtı,
    muz/buz dağ eteklerini, kırk günden sonra aştı.
    çadırları kurdurup, derin uykuya daldı.
    tan ağarıyordu ki, çadıra ışık daldı.
    bir erkek kurt göründü, ışıkta soluyarak!
    bir kurt ki gök yeleli! bir kurt ki gömgök tüylü!
    bakıyordu oğuz’a, ışıkta uluyarak!
    döndü bu kurt oğuz’a, tıpkı bir insan gibi!
    ağzından sozler döktü, tıpkı bir lisan gibi!
    dedi : “ ey! ey! oğuz ey! bilirim ne dilersin!
    urum’un illerinde, savaş yapmak istersin!
    ey oğuz! askerini, ben kendim güdeceğim!
    ordunun en önünde, ben de yürüyeceğim!”
    toplattı çadırını, oğuz duyunca bunu,
    ordusuna gidince, hayretle gördü şunu :
    bir büyük erkek bir kurt, askere öncü gibi!
    gök tüyü gök yelesi, yolveren izci gibi!
    yürür durur önlerden!
    nihayet durdu bir gün, nece sonra günlerden,
    duruverdi oğuz’un, ordusu da ardında,
    bir nehir vardı burda, idil-müren adında.
    savaş başladı birden, nehrin kıyılarında,
    ok ile, kargı ile, kara-dağ sırtlarında.
    askerler arasında, çok çok vuruşgu oldu,
    halkın gönlü bunaldı, kalplere kaygu doldu.
    bu vuruşma, döğüşme, öyle yaman oldu ki,
    idil-müren’in suyu, kıpkızıl kanla doldu!
    oğuz kağan başardı, urum kağan da kaçtı,
    kağanlığını aldı, halkı iline kattı.
    oğuz han’ın otağı, ganimetlerle doldu,
    ölü, diri ne varsa, onun tutsağı oldu.
    uruz adlı kardeşi, vardı urum kağan’ın,
    uruz beğ’in oğlu da, kurtarıverdi canın.
    uruz beğ göndermişti, oğlunu bir şehire,
    dağ başında kurulmuş, gizlenmiş bir nehire.
    uruz beğ dedi ona : “ kenti korumak gerek!
    vuruş bitinceye deg, şehri saklamak gerek!
    vuruş bittikten sonra, halkını al gel!” , dedi.
    oğuz bunu duyunca, ne içti ne de yedi.
    oğuz aldı ordusun, hemen bu şehre yetti.
    uruz beğin oğlundan, oğuz’a elçi gitti.
    çok çok altın gümüşle, hediye inci gitti.
    dedi: “ ey oğuz kağan! sen benim kağanımsın!
    babam bu kenti verdi, dedi: "sen benim oğlanımsın!
    sakla bu kenti bana, bunu korumak gerek!
    vuruş bitinceye deg, şehri saklamak gerek!
    harpten sonra kentini, al emrine bana gel!”
    bu uruz beğ’in oğlu, sözüne devam etti :
    “ düşmanı ise eğer, oğuz kağan’ın babam,
    beni hic suçlamayın, suçluysa eğer atam!
    ben seninleyim her an, emrine bağlanmışım,
    emrini emir bilip, sana bel bağlamışım!
    kutumuz olsun sizin, kutlu devletinizin,
    soyunuzdandır bizim, tohumu neslimizin!
    tanrı buyurmuş size, yeryüzünü al diye,
    başımla kutumu da, veriyorum al diye!
    hediyeler gönderip, vergini sunacağım,
    dostluktan çıkmayacak, karşında duracağım!”
    bu yiğidin hoş sözu, oğuz’u sevindirdi,
    uruz beğ’in oğluna gülerek yarlık verdi.
    dedi: “ bana çok altın, çok hediye sunmuşsun,
    şehrini kentini de, çok iyi korumuşsun.”
    kentini saklayarak, iyi korudun diye,
    saklap adını verdim, sana ad olsun diye” .
    dostluk kıldı oğuz han, sonra ordusun aldı,
    idil nehrine gelip, kıyılarında kaldı.
    idil denen bu ırmak, çok çok büyük bir suydu,
    oğuz baktı bir suya, bir de beğlere sordu :
    “ bu idil sularını, nasıl geçeceğiz biz?”
    orduda bir beğ vardı, oğuz han’a çöktü diz,
    uluğ ordu boğ derler, cok akıllı bir erdi,
    bu yönde oğuz han’a yerince akıl verdi.
    baktı ki yerde bu beğ, çok ağaç var, çok da dal,
    kesti biçti dalları, kendine yaptı bir sal.
    ağaç sala yatarak, geçti idil nehrini,
    çok sevindi oğuz han, buyurdu şu emrini :
    “ kalıver sen burada, oluver bir sancak beğ!
    ben dedim öyle olsun, densin sana kıpçak beğ”
    oğuz orduya geldi, yol erlere göründü,
    yürümeğe başlarken, kurt onlara göründü
    bir kurt ki, erkek bir kurt !
    gök tüylü , gök yeleli !
    bu kurt döndü oğuz’a, bakmadan sağa sola,
    dedi: “ey oğuz şimdi, ordunu çıkar yola!
    halkını, beğlerini, atlandır çıkar yola,
    baş çekip göstereyim, doğru yol nerde ola!”
    oğuz kağan baktı ki, erkek kurt önler gider,
    ordunun öncüleri, bozkurtu gözler gider.
    oğuz bunu görünce, ne çok sevinmiş idi,
    alaca aygırına, severek binmiş idi.
    apalaca aygırın, oğuz severdi özden,
    ama at dağa kaçtı, kayboldu birden gözden.
    bu dağ buzlarla kaplı, çok büyük bir dağ idi,
    soğuğun şiddetinden, başı da ap ağ idi.
    çok cesur, cok alp bir beğ, ordu icinde vardı,
    ne tanrı, ne şeytandan, korku icinde vardı,
    ne yorgunluk, ne soğuk, erişmez idi ona,
    beğ dağlara girdi, dokuz gün erdi sona,
    aygırı yakaladı, memnun etti oğuz’u,
    atamadı üstünden, dağlardaki soğuğu,
    olmuştu kardan adam, kar ile sarılmıştı,
    oğuz onu görünce, gülerek katılmıştı.
    dedi : “ baş ol beğlere, sen de artık burda kal!
    sana karluk, diyeyim, ölmeyen adını al!”
    çok çok mücevher ile, hediye verdi ona,
    soyurgadı karluk’ı, devam etti yoluna.
    oğuz yolda giderken, ağzında kaldı eli,
    çok büyük bir ev gördü, gümüşten pencereli.
    duvarları altından, demirdendi çatısı,
    anahtarı da yoktu, kapalıydı kapısı.
    tömürdü kağul adlı, bir er, arana durdu,
    becerikli bir erdi, oğuz ona buyurdu :
    “sen burda kalacaksın, kapıyı açacaksın,
    eve girdikten sonra, orduma varacaksın!”
    bu ere de oğuz han, dediği için “ kal! aç!”
    boyle münasip gördü, adına dedi “kalaç”
    yine günlerden bir gün:
    gök tüylü gök yeleli, bozkurt kaybolmuş idi,
    oğuz bunu görünce, o yerde durmuş idi.
    anladı ki bu yerde, otağı kurmak gerek,
    tarlasız, çorak yerde, düşmanı vurmak gerek!
    çürçed adlı bu ilin, çok büyük otlakları,
    çok malı, cok sığırı, vardı pek cok atları.
    çok altın çok gümüşler, vardı çürçed kağan’da,
    sayısız mücevherler, bulunurdu hep onda.
    çürçed kağan’ı aldı, halkıyla ordusunu,
    geldi karşılamağa, oğuz han ulusunu,
    ok ile kılıç ile, döktu düşman kanını,
    baş geldi oğuz kağan, basdı çürçed han’ını,
    oğuz öldürdü onu, kesti hemen başını,
    böldü ganimetleri, tabi kıldı halkını.
    oğuz’un askerleri, halkıyla maiyeti,
    aldılar, topladılar, sayısız ganimeti.
    az geldi atlar ile, öküz ve katırları,
    yükleme, taşımağa, harpde alınmışları.
    oğuz’da bir er vardı, akıllı tecrubeli,
    barmaklığ çosun bilig, yatkındı işe eli.
    yapıp koydu içine, bir kağnı arabası,
    harpte ne alınmışsa, oğuz’un bu ustası.
    kağnıyı çekmek için, canlı öne koşuldu,
    cansız ganimetler de, üzerine konuldu.
    oğuz’un beğleriyle, halkı şaşırdı buna,
    onlar da kağnı yaptı, benzeterekden ona.
    kağnılar yürür iken, derlerdi : “kanğa! kanğa” ,
    bunun icin de dendi, bu halka artık “kanğa” .
    oğuz bunu görünce, güldü kahkaha ile,
    dedi: “cansızı çeksin, canlılar kanğa ile!
    adın kanğaluğ ( kanglı) olsun, belgeniz de araba!”
    bıraktı onları da, gitti başka tarafa.
    gök yeleli, gök tüylü, göründü kutsal bozkurt,
    hint (sındu), tangut illeri de, oldu oğuz’a bir yurt.
    oğuz yürüyüp gitti, suriye (şağam)’nin yoluna,
    baş kesti, savaş yaptı, kattı kendi yurduna.
    söz dışında kalmasın, bilsin bunu da herkes:
    güneyde barkan adlı, bir il var idi bu kez.
    av kuşları çok olan, zengin bir bucak idi,
    vahşi hayvan yurduydu, havası sıcak idi.
    mücevher, gümüşü çok, altını da paradır,
    halkın yüzünün rengi, tanrıdan kapkaradır.
    bu yerin kağanının, adına derler masar,
    oraya giden oğuz, yaman vuruşur, basar.
    savaşı kazanınca, masar kağan da kaçar,
    alıp onun yurdunu, kendi yurduna katar.
    sayısız at, mal alır, dostları hep sevinir,
    döner evine gider, düşmanları yerinir.
    söz dışında kalmasın, bilsin herkes bu işi,
    oğuz han’ın yanında, vardı bir koca kişi.
    sakalı ak, saçı boz, çok uzun tecrübeli,
    asil bir insan idi, akıllı düşünceli.
    ünvanı tüşimel’di, yani kağan veziri,
    uluğ türük’dü adı, oğuz’un seçme eri.
    altından bir yay gördü, uyur iken uykuda,
    yayın bulunuyordu, üç gümüşten oku da.
    ta doğudan batıya, altın yay uzanmıştı.
    üç gümüş ok kuzeye, sanki kanatlanmıştı.
    anlattı oğuz han’a, uyanınca uykudan,
    rüyayı tabir etti, içindeki duygudan.
    dedi: “bu düşüm sana, dirlik düzenlik versin!
    hakanıma inşallah, birlik güvenlik versin!
    rüyada ne gördüysem, gök tanrının sözüyle,
    seni de öyle yapsın, tanrı kutsal özüyle!
    yeryüzünün ki hepsi, dolup taşar boyuna,
    tanrım, bağışlayıver! oğuz kağan soyuna!”
    oğuz han çok beğendi, uluğ türük’ün sözün,
    öğüd ver dedi bana, tuttu onun öğüdün.
    sabah olunca gördü, kendinden büyükleri,
    çağırtarak getirtti, kendinden küçükleri.
    dedi: “hey! gönlüm benim! avlansana haydi der!
    başa geldi ihtiyarlık, cesaretin hani der?
    gün, ay ve yıldız sizler, gidin gün doğusuna,
    gök, dağ ve deniz siz de, gidin gün batısına!”
    oğuz han oğulları, bunu hemen duyunca,
    gitti üçü doğuya, üçü batı boyunca.
    av avlayıp, kuşlanan, gün ile yıldız ve ay
    buldular yolda birden, som altından tam bir yay.
    sundular oğuz han’a, han sevindi hem güldü,
    aldı bu altın yayı, kırarak üçe böldü.
    dedi: “ey, oğullarım! kullanın bir yay gibi,
    oklarınız erişsin, göğe deg bu yay gibi!”
    av avlayıp, kuşlanan, dağ ile deniz ve gök,
    buldular yolda birden, som altından tam üç ok.
    sundular oğuz han’a, han sevindi, hem güldü,
    aldı üç gümüş oku, kırarak üçe böldü.
    dedi: “ey! oğullarım! sizlerin olsun bu ok,
    yay atmıştı onları, olun siz de birer ok!”
    bunu diyen oğuz han, çağırdı kurultaya,
    beğ geldi, halkı geldi, selam verdi otağa.
    herkes geldi oturdu, oğuz han büyük otağ…
    ...
    oğuz-han kendi büyük, otağında…

    kırk kulaçlık bir direk, sağa dikip sağladı,
    direğin üzerine, altın bir tavuk koyup,
    direğin altına da, bir ak koyun bağladı.
    kırk kulaç bir direk de, sola dikip solladı,
    direğin üzerine, gümüş bir tavuk koyup,
    direğin altına da, kara koyun bağladı.
    sağ yanında bozoklar, sol yanında da üçok,
    oturup eğlendiler, kırk gün kırk geceden çok.
    yediler hem içtiler, erip muradlarına,
    oğuz böldü yurdunu, verdi evlatlarına.
    dedi: “ey! oğullarım!
    ne vuruşmalar gördüm! ne cok sınırlar aştım!
    ben ne kargılar ile, ne okları fırlattım!
    ne çok atla yürüdüm! ne düşmanlar ağlattım!
    nice dostlar güldürdüm!
    ben ödedim çok şükür!
    borcumu gök tanrıya!
    veriyorum artık ben, sizin olsun bu yurdum!”

    not: tam tarihi bilinmemekle beraber oğuz kağan destanı’nın bu varyasyonu islamiyetten önceki döneme ait ilk örnek kabul edilir. destanın başında, ortasında ve sonunda eksik/kayıp bölümler vardır…

    kaynak:
    türk mitolojisi - bahaeddin ögel

    (bkz: türk destanları/@ay hatun)
  • türkiye'deki, türk mitolojisi okumacılığına çok şey katacağına, aynı zamanda "fantastik edebiyat" ürünü ortaya koymak isteyenlere de yardımı dokunacağına inandığım, "farklı" bir incelemesi arpad tarafından yapılmış.

    http://www.kayiprihtim.org/…kagan-efsanesi-uzerine/
  • hakkında mehmet kaplan'ın aynı adlı eserinde çok yerinde tespitler yaptığı destandır. kaplan, destanın geneline bir "sürat ve hareket" fikrinin egemen olduğunu savunur. yapılan savaşlar birbiri ardına anlatılır ve tasvirlere fazlaca yer verilmez; çünkü tasvir etmek için durmak gerekir. "zaman" ve "mekan" bulunulan şeyler değil, sürekli aşılması gereken ve aşılan şeylerdir. örneğin; oğuz kağan çocukluk devresini çabucak geçip 40 günlükken ata binmeye ve avlanmaya başlar. yine, duvarları altından, penceresi gümüşten bir ev gördüğünde kalıp içinde ne olduğuna bakarak zaman kaybetmek yerine, bunun için bir başkasını görevlendirir ve harekete devam eder. o, tarım toplumlarının içe dönük ve durgun insan tipinin tersine dışa dönük ve eylemcidir. bu durum göçebe toplulukların günlük yaşamında avcılık, akıncılık ve yağmacılık gibi faaliyetlerin ön planda olmasıyla ilgilidir. ayrıca destanda, budizm, maniheizm, hristiyanlık veya islamiyet'in getirdiği, iç dünyayı, maneviyatı ve ruhu yücelten mistik anlayış görülmez, tersine maddi gerçekliği ön planda tutan bir bakış açısı hakimdir.
    ayrıca;
    (bkz: türk mitolojisi)
  • (alıntıdır)

    “araştırmalara göre oğuz kağan destanı, m.ö. ıı. yüzyılda oluşmaya başlamıştır. fakat mitolojilerin ne zaman ortaya çıktığını ancak tanrı bilir. oğuz kağan destanını incelediğimizde bir çok simge ve sembol ile örülmüş gizemli bir anlatı ile karşı karşıya kalırız. acaba oğuz kağan gerçek bir kişilik midir? yoksa evrenin nasıl oluştuğunu anlatan kozmolojik bir mitoloji mi vardır karşımızda? mircea eliade’ya göre tarihsel bir olay ya da gerçek bir kişiliğin anısı halkın belleğinde en fazla 200 ya da 300 yıl varlığını sürdürür.3 daha sonra efsaneleşerek mitlerin şiirsel anlatımına dahil olur. kolektif bilincin belleği tarih dışıdır. ölen birinin ataya dönüştürülmesi, arketipik bir kahraman ile kaynaştırılması demektir. kahramanlık anlatısının zaman ve mekan dışına çekilmesi tarihsel kişiliklerin de mitleştirilmesi anlamına gelir. her mit ve anlatının kozmogoni ile ilgisi mitologlar ve psikanalistler tarafından ortaya konmuştur.”

    “oğuz kağan kozmik nitelikli bir kahramandır ve göksel arketipi orion takımyıldızıdır. gezegensel arketipi ise ay’dır. mircea eliade’ya göre, bilinçaltındaki arketiplerin ilk örnekleri, eril ve dişil nitelik verilen gezegenler ve takımyıldızlardır.
    oğuz kağanın en eski görsel tasvirleri boynuzlu olarak resimlenmiştir. öküz kelimesi ile de bir bağlantısı olduğu kesindir. alplerin ve hakanların amblemi üzerinde “yaban öküzü” resmi olan bir bayraktı. ölen alplerin mezarlarına öküz cinsinden kotuz kuyruğu bağlanmış ve üzerinde boğa sembolü olan bayrak dikilirdi. ölen alpin ruhu bu bayrağa sabitlenir ve geçici ikametgahı olduğu varsayılırdı. kadim dünyanın tanrıları hayvan biçimlidir. tanrı ve tanrıçaların tasvirleri daima boynuzludur ve ay ile ilişkilendirilmektedir. boğanın boynuzları, en eski zamanlardan beri hilal’e benzetilmektedir. bu sembollerin hemen her zaman kozmolojik bir bağlantısı vardır. kadim tanrılar daima boğa ile özdeşleştirilir.”

    “eski çağlardan beri “boğa takımyıldızı” mevsim döngüsü ve baharın başlangıcı ile alakalı görülmüştür. türklerde de hıdrellez dönemi olarak kutlanmıştır. yeniden doğuş mitolojilerinde boğa tanrısal bir özellik kazanmıştır. oğuz kağan destanında ay, oğuz’u doğuran tanrı olarak sunulur. ay burada dişil özelliktedir. oğuz’a adını veren ata da bir boğadır. bazin, eski türklerde biri ata kurt, diğeri de ata boğa üzerine kurulu “ikili kökeni” yansıtan farklı iki gelenek olduğunu söylemiştir.”

    “dinler tarihi uzmanı eliade’ya göre, tüm eski kadim tanrıların kozmik boyutlarda boğa ve ay arketipleriyle bir bağlantısı vardır ve bunlar dölleyici yani yaratıcı özelliğe sahiptirler.7 bu tür tanrıların en arkaik prototipleri sürüngen ya da bir canavarı öldürür. (marduk-tiamat, orion-akrep, odin-ymir). kahraman olabilmek için bu tür bir erginlenme sınavından geçmek gerekir. ejderhayı ya da canavarı yenemeyen ölümsüzlüğe ve tanrıça ya da sevdiği kıza ulaşamaz. ejderha, yılan ya da canavar insanın ölümsüzlük yolundaki en büyük rakibidir.

    oğuz kağan destanında buna benzer bir canavar ile mücadele sahnesi vardır. oğuz kılıcıyla gergedan benzeri “tek boynuzlu” bir canavarı öldürür. bu sınavı geçtikten sonra sevdiği kız ile karşılaşır. eliadeya göre yaratılış ejderha benzeri bir hayvanın parçalanmasıyla yaratılır. mardukun tiamatı parçalaması ve dünyanın yaratılması gibi.8 oğuz kağan destanı da kozmolojik bir mittir ve evrenin yaratılışını anlatır. orion takımyıldızı ve akrep takımyıldızı mücadelesi olabilir. çünkü kış gecelerinde orion gökyüzünde tepede iken, akrep yeraltına iner ve orion tarafından öldürüldüğü varsayılır. ya da orion takımyıldızının hemen yanında duran “tek boynuzlu” bir at olarak çizilen monoceros takımyıldızı ile mücadelesi de olabilir.”

    “oğuz, önündeki engelleri aşıp, “er” olduktan sonra, gökyüzünden düşen parlak bir ışığın içinde güzel bir kız görür. destanda “kutup yıldızı” olarak bahsedilse de, bu yıldız “venüs” de olabilir. venüs eski kadim çağlardan bu yana tanrıça arketipi olmuştur ve orion takımyıldızının zevcesi olarak düşünülmüştür. kadim toplumların yaratılış ile ilgili mitolojilerinde, orion ve venüs bir araya gelir ve evren bu şekilde yaratılır. (venüs’ün orion ile aynı hizaya geldiği dönem, bahar mevsimidir. baharda, evren yeniden yaratılır.) mısır mitolojisinde osiris orion, isis, venüs ile simgelenir. osiris ile isis söylencesi bir yaratılış mitolojisidir. aynı şekilde sümer mitlerinde dumuzi ve inanna da orion takımyıldızı ve venüs ile ilişkilendirilir.

    oğuz kağan ve bu göksel kızın evliliğinden ay, gün ve yıldız doğar, yani bir anlamda evren yaratılır. türklerde çoban yıldızı venüs’tür. çoban yıldızı denmesinin sebebi orion’un eşi olmasındandır. yani çoban dumuzinin (orion) eşi sayılan inanna (venüs) gibi.. çoban yıldızı kamların davullarının üzerinde yıldız tutan bir “avcı binici” (orion) olarak tasvir edilir. venüs, “tan çolpanı” ve “akşam yıldızı” olarak tabir edilir. venüs, gökyüzünde sabah ve akşam yıldızı olarak görülür.”

    yazının tamamı için link
  • oğuz kağan’ın gök tanrı onu katına çekmeden önce oğullarına söylediği sözlerle son bulan ölümsüz eser.

    her türk’ün aklına kazıması gereken bu seslenişte, türk milletinin özünü oluşturan değerler vurgulanmaktadır: “ey oğullarım! ben çok yaşadım çok savaşlar gördüm. yay ile çok oklar attım. atla çok yolculuk yaptım. düşmanlarımı ağlatıp dostlarımı güldürdüm. sanırım gök tanrı’ya borcumu ödedim. sizlere de yurdumu veriyorum. bu yurdun kıymetini bilin aranızda birlik olun, düşmana fırsat vermeyin. yay gibi gergin, ok gibi doğru olmazsanız dostlarınızı çok ağlatırsınız. size ve ulusuma iki töre bırakıyorum. birincisi, töre konuşunca han susar. yani yasalar her şeyin üstündedir. ikincisi; ilinize (ülkenize, topraklarınıza), dilinize (türkçenize), belinize (soyunuza) sahip olun!”

    bir diğeri için (bkz: gençliğe hitabe)
  • men sinlerge boldum kagan
    alalınğ ya takı kalkan
    tunga bizge bolsun buyan
    kök börü bolsungıl uran

    temür* çıdalar bol orman
    av yirde yürüsün kulan
    takı taluy takı müren
    kün tuğ bolgıl kök kurıkan

    ***
    çeviri şiirle karşılaştırılabilir:

    ben sizlere oldum kağan
    alalım yay ile kalkan
    damga bize olsun buyan (işaret, alamet)
    bozkurt olsun naramız

    demir mızraklar olsun orman
    av yerinde yürüsün kulan (avlanan hayvan)
    daha deniz daha nehir
    güneş tuğ olsun gök çadır

    (bkz: oğuz kağan/@ibisile)
    (bkz: kün tuğ bolgıl kök kurıkan)
    (bkz: kök böri bolsıngıl uran)
    (bkz: takı taluy takı müren kün tuğ bolgıl kök kurıkan)
    (bkz: öküz erkekler)
  • bu destanda uğuz'un bir gergedanla kapışması da anlatılır.
    (bkz: kıyant)
hesabın var mı? giriş yap