• nakaratı dile dolanan bir şarkının bulunmadığı şebnem ferah albümü.
    kadın = bu aşk fazla sana
    artık kısa cümleler kuruyorum = bugün (pek hit çıkartamadı bu albüm de tanıtım eksikliğinden)
    perdeler = sigara
    kelimeler yetse = ben şarkımı söylerken, gözlerimin etrafındaki çizgiler
    can kırıkları = can kırıkları, çakıl taşları bir de bizler gibi o dönem takip edenler için okyanus
    benim adım orman= yalnız. o da kısmen zaten düşüşün başladığı albüm.
    od= ?

    yok hit çıkmıyor çıkmayacak da. evet belki yaz şarkıları yapan bir müzisyen olmadı şebnem ferah ama unutulmaz şarkılarının olduğu albümlerinden birisi olmayacak. yine de anlayış gösteriyorum 1996dan beri albüm yapıyorsun, 7 albüm 10 şarkıdan kabaca hesaplasak 70 şarkı ki bunlar da yazılan birçok şarkı arasından seçilenler.

    bir süre sonra tekrara düşmesini normal buluyorum sözel olarak ama melodilerde bile aynı tınıyı duymak olmuyor yani ben metin'in nerede soloya gireceğini, şebnem'in nerede çığlık atacağını 7.albümde de tahmin edebiliyorsam olmamıştır.
    bir röportajında müzik yapmak basittir gibisinden bir şeyler söylüyordu bu albümde onu gördük. bulmuş şarkı yapmanın matematiğini başka zor havuz problemlerine hiç girmiyor. monotonluktan da sıkılmayan bir yanı var belliki.

    not: utangaç şarkısında bir cümle geçiyor "... hem utanmaz hem utangaç" bu cümleyi yıllaaar önce beyaz show'a katıldığında etmişti.
  • derviş zihniyeti konusunda güzel bilgiler edinilebilecek hafif bir kitap.. hemen herkesçe bilinen yunus emre hazretlerinin menkıbelerini derleyip toparlayıp kronolojik bir akış içerisinde tam bir hayat hikayesi gibi, ama neticede roman üslubuyla sunuyor..

    ne olursa olsun faydalı..

    tek bir şeye takılıyor hakir zihnim:

    bu kitabı yazacak kadar hz. yunus'a aşina birinin, kitabın kapağına dev harflerle "iskender pala" yazmasını anlayamadım.. uzun uzun baka kaldım ve derin düşüncelere daldım sonra..
  • özellikle rock gibi sert ve müzikalitesi diğer müzik formlarına göre engin ve derin olan bir müzik türünden türemiş albümleri eleştirmek kolay olmamalı. hele hele şebnem ferah gibi, kendisini ispat edip müzikalitesinin zirvesine çoktan gelmiş bir sanatçı için. tek seferde dinlenecek albümler yapmaz genellikle bu tür. türün tamamı iyi değildir, ama büyük çoğunluğunun anlatmak istedikleri çok fazladır. en son redd'in hayat kaçık bir uykudur albümü mesela. belki de ülkemiz sınırlarında çıkmış en protest birkaç albümden birisi. ama tek dinlemede anlaşılamadığı için hemen bileti kesilip "olmamış, eski redd yok, vasat yeaa" klişeleri sağı solu doldurdu sözlükte. çünkü "catchy" dediğimiz, dinleyiciyi ilk defada yakalayabilecek şarkılar yoktu albümde. protestti, bir sorunun üzerine sertçe ilerliyordu ve hedefi de dinleyicisi değildi pek tabi ki. keza bunun benzerleri green day, metallica, iron maiden ve in flames gibi gruplara da yapıldı. keskin bir virajdan sonra müzikalitelerinde hemen biletleri kesildi, birden "ben severim ama fanboyu değilim, fanboylar beğenir bunu yeaaa" denmeye başlandı.

    şebnem'in bu albümü de sert bir virajdan geçmiş bir kadının enkazından çıkmış bir albüm. albüm kesinlikle söylendiği kadar vasat değil (ki zaten vasatın sözlükte ortalama anlamına geldiğini bilmeyen çok kişi var). liriksel anlamda bir düşüş olabilir, ama enstrümantal anlamda hiç çıkmadığı kadar zirveye çıkmış şebnem ve grubu. farklı şeyler yaratmaya çalışınca, belirli söz kalıplarından söz üretmeye başlayınca birden adınız "tekrarcı, piyasacıya" çıkıyor. the beatles, ac/dc, led zeppelin gibi gruplar belirli söz kalıplarından uzaklaşmadan, tüm zamanların en efsanevi şarkılarını yarattılar. neden örnek vererek gidiyorum ? çünkü bazı algılar örneksiz harekete geçmiyor, illa eşleştirme istiyor, alakasız veya alakadar.

    şebnem ferah'ın müzikalitesi belli, geçmişte yaptığı işler belli, türk rock müziğine verdiği yön belli, vokal anlamda ne kadar güçlü olduğu belli. gidip de "dur benim zaten tonla hayranım var, ne yapsam dinlerler, soyup soğana çevireyim şunları" kafasında albüm çıkaracak kadar düşük seviyede bir müzik seviyesinde değil, olmadı da. serdar ortaç, demet akalın albümü yorumlamıyorsun burada, rock albümü yorumluyorsun. ipini koparan, bir ilin bağrından kopmuş bilyon tane alternatif rock şarkıcısını değil. akılda kalıcı, iz bırakıcı şeyler çok büyük bir travma geçirmiş bir müzisyenden beklenmemeli bence. verdikleriyle yetinmek istemeyen için de yine bilyon tane grup var, hem de bayağı bayağı metal olanından. ya aşk acısı çekip böyle şarkıların alt metnini çözmeye çalışacaksınız, ya da bilimum yetenekli death metal gruplarının pagan ayinlerini dinleyeceksiniz. ki onların lirik kaliteleri (iğneleme yok) gerçekten çok iyi.

    edit: beklenildiği gibi zamanının ötesine göndermiş asosyal troll birliği. şimdi bunlar piyasanın rick rubin'i, george martin'iydi değil mi ?
  • bugün öğle vakti aldığım, sanırım aldığım son şebnem ferah albümü. eski güzellikte şarkıları olmuyor ya da ben büyüdüm şebo ergenliğimde kaldı.
  • odun sozcugunun koku. od- ates, odun- ates yakan manasinda turetilmistir.
  • şebnem ferah'ın yedinci stüdyo albümü, can kırıkları ve kadın'ın ardından en sert ikinci ve belki de en karanlık çalışması.

    melodik olarak çok kuvvetli olmasa da duygusunu doğru düzgün verebilen bestelerinden, sanatçının daha önceki albümlerinden de aşina olduğumuz, sıkça kendi hayatını anlatan-yansıtan sözlerine, daha çok gitar ve bass ağırlıklı düzenlemelerinden, hiç vazgeçmediği çığlık vokalin yine kendini sık sık hissettirdiği akılda ve yürekte kalıcı bir vokal performansına uzanıyor..

    kalbim mezar: bir okyanus değil tabii. hatta merhaba'dan bile alt seviyede. ama bu albümün giriş parçası olarak doğru seçildiği ortada. sözleri çok içe dönük olduğu için özümsemesi zor. ilk dinleyişte zayıf bir parça olduğunu düşündüm ama sonra hızından ve sertliğinden dolayı geçer notu verdim.

    birileri var: mesaj veren, sosyal içeriği olan bir parça, albümün ilk video klip çalışması ve müzik piyasasına merhabası. ferah sound'unun klasik bir temsilcisi daha. edasından ve sözlerinden dolayı çıkış parçası olarak seçilmesi normal. albümde en sevdiklerim arasında değil, ama iyi şarkı.

    od: albümün en kaliteli, müzikal açıdan en başarılı parçası. şebnem ferah da bunu çok iyi sezmiştir ki, aynı zamanda albüme adını vermiş. söyleyecek fazla bir şey yok. bir gün retrospektif bir albüm yaparsa, seçilecek on iki şarkıdan biri olması gerektiği kesin. rock budur işte..

    savaş boyası: tempolu, sert, manidar. dinledikçe daha da çok sevilecek bir şarkı. sözleri kavgacı karakterli ama eğlenceli bir havası da yok değil. iyi bir bileşim olmuş. zevkle dinleniyor.

    bin yıldır: albümün en ''damar'' şarkısı. ''şebnem ferah tarzı arabesk'' diyebiliriz belki. bir sil baştan ile karşılaştırılması zor tabii ama yine de bayağı hüzünlendirip, kederlendiriyor. melankoliyse melankoli, slowsa slow işte.

    ya hep ya hiç: sözlerini en az beğendiğim şarkı. gergin bir atmosferi var, bu durumu kurtarıyor. vasat üstü bir çalışma.

    utangaç: içten, yalın, duygulu, dokunaklı. kırkını geçmiş olgun bir kadının değil, yirmi yaşında bir genç kızın yakarışı. ''dizlerim titriyor'' diyor aşkını ifade edemeyişini anlatırken sevdiğine.. bir iç döküş. çok hoşuma gitti bu şarkı. en sevdiğim parçalardan.

    yarım: gerçek aşkı bulamamış bir kadının hikayesi. derdini dürüstçe anlatan, sahici duygularla yazıldığı belli, müzikalitesi sağlam, her şey yerli yerinde. verdiği hisler acıtıcı, blue. en beğendiklerimden.

    girdap: şahane. utangaç ile başlayan, yarım ile devam eden mutsuz, kederli atmosfer, girdap ile artık iyice yükselip, ''gel sapla hançeri, bitsin bu acı'' havasına bürünüyor. korkusuz, her şeyin bitmesine kendini hazırlamış ama kolay teslim olmayacak, kendinden emin bir insanın hikayesi. müzik çok sert, gitar atakları yoğun, distortionlar bol, davul etkili, tempo upuzun parçanın başından sonuna kadar hep üst düzeyde, bitişi harika, vokal kararlı ve ön planda. çok iyi şarkı, çok güzel şarkı. en beğendiğim şarkı.

    çok yorgunum: ellinci ölüm yıldönümünde nazım hikmet'e ve türk rock müziğinin ayrıksı ismi cem karaca'ya saygı duruşu. bu kötümser, karanlık albümün en sonunda, gözden süzülen bir küçük inci tanesi sanki. şebnem'in içe işleyen sesi ve muhteşem yorumu, bu akustik parçanın en dikkat çekici ve dokunaklı tarafı. konser bitişlerinin gözdesi olacağına şüphe yok. yalnızlık dolu gecelerde binlerce insana yoldaş olacağına da..

    bir şebnem ferah hayranı tarafından yazılan bu değerlendirme tamamen sübjektiftir. sesi ve kulağı olan biriyim, herhangi bir müzik aleti çalamasam da. teknik olarak tabii ki değerlendirmeye kendimi yetkin bulmadığım, sadece şebnem'in sıkı bir hayranı olarak düzenlediğim bu yazı, bütün yazılar gibi eksikli oldu. kişisel beğenim açısından ''od''u, şebnem ferah diskografisinin yedi parçalı evreninde; can kırıkları, kadın ve kelimeler yetse'den sonra dördüncü sıraya koyuyorum..
  • yunus emreyi daha çok sevdirmiş olan güzide kitap. arşivlik.
  • tasavvuf ve ask namina, bilcümle yazarlarin rumi'ye ve sems'e konsantre oldugu bu dönemde yunus emre'yi derinlemesine ele alip, icine onun dörtlüklerinden serpistirerek hem türk edebiyati, hem de sufizm meraklilarina yeni bir pencere acmistir.
    bugüne kadar okurlar hz. sems'in günesten harli celaliyle tanisti, rumi hazretleri'nin fars dilinde agdali üslupla yazilmis mesnevisiyle tanisti, onun ask yoluna cikmadan evvel nasil bir alim oldugunu ögrendi, sems'in onun ilmini aska tasiyisina sahit oldu; ama yunus'un sade dünyasini hic bilmedi.
    sems ve mevlana'nin aksine dünyasi saf, kendisi sade, gönlü nice ama kendisi cahil ve cileli yunus emre'nin öz türkce yazdigi lisani kolay anlasilan dörtlükler ve onun arkasindaki satafatli ask ilk defa bu romanda ele alindi. tasavvuf furyasiyla piyasaya pompalanan birbirinin sıkıcı kopyalarna dönüsmüs romanların arasında kendisini ayrıcalıklı bir yere koyuyor od.
  • öz türkçe'de aşk acısı anlamına gelen bir kelimedir. azeri türkçesiyle yazılmış şarkılarda, türkülerde sıkça çıkar karşımıza. türkçe'nin böyle bir kavramı yalnızca iki harfe sığdırarak anlatabilmesi oldukça güzel bir ayrıntı bence.

    (bkz: şiire gazele)
  • o değilde i.p'nin bu romanı için, ciddi manada rahat okunabilen bir roman diyebiliriz. diğerleri gibi değil. aynı yunus gibi, sanki yunus'a yaraşır bir sadelik ve yalın bir anlatımla. buradan yok basit olmuş, yok edebiyatı zayıf, yok daha iyi yazılabilirdi diyenleri kınıyorum bu sebeple.

    yunus'a olan merakım liseye yeni başladığımda falan başlamıştı. esasen kötü başlamıştı. çünkü herkesin yana yakıla övdüğü, öğretmenlerimizin bize met ettiği yunus'un yazdıkları bana çok basit, sıradan ve yavan geliyordu. mesele yazılanları anlamamak değildi, ama ne bileyim hiçbir derinlik bulamıyordum. hele ki yunus emre'ye hayran edebiyat hocamızın, her dersi sakin sakin işlerken, söz konusu ''tasavvuf edebiyatı'' olunca her lafı yunus emre'ye bağlaması ve normal ders işleyişinden çıkıp, yunus'u sanki ilk defa sınıfta anlatırmışçasına daha bir heves ve aşkla anlatması garibime gidiyordu. aslında garibime de gitmiyordu da, sınıftaki her öğrenci gibi bana etki etmiyordu. hatta bazı bazı sinirimi de bozuyordu.

    bir gün dayanamadım ve edebiyat hocamı herkesin sınıfı boşalttığı bir sırada yakalayarak bir şey sorma bahanesiyle konuyu esas meseleye getirdim. hocam dedim, 'yunus emre şiirleri çok basit.. şey.. yani basit gibi değil mi? sanki bunu herkes yazabilirmiş gibi duruyor. ama tabii çok önemli bir şair' ... hoca bana baktı baktı baktı.. yok yok, öyle derin derin bakmadı olaya heyecan gelsin diye şey ettim. direkt şöyle dedi: ''tabii ya, tabii ki basit. sen bugün eve git bir dene bakalım yunus emre gibi şiir yazmayı. olacak mı?''

    yok dedim. ben nasıl yazayım hocam, anlamam hocam dediysem de adam ''canım illa kalemi eline alıp bir şey yaz demiyorum ben sana. yazmayı bir dene bakalım'' sonra beni okulun kütüphanesine götürüp, bir derleme buldu. elime kitabı alınca başıma bir bela aldığımı anladım. resmen hocanın elline ''al da at dercesine'' bir ödev verme golü hazırlamıştım.

    eve gidince tabii ki şiir yazmayı denemedim bile. sadece kitaba bir göz atayım, yarın hocaya denk gelirde bana soru sorarsa ''yok ben yapamadım hocam ama kitabı okudum, çok beğendim.'' falan derim diye. sonra biraz kitaba bakınınca kitap tam olarak sarmadı ama ''bir deneyelim nasıl olacak'' diye düşündüm ve şiirlerle oynamaya başladım. kelimelerin yerine başka bir şey bulmaya, ahenge göre başka bir şey türetmeye çalıştım. dizimlere baktım. hece ölçülerini falan belirledim, uyak düzenlerini kurcaladım ve onlara uygun başka sözler bulmaya çabaladım. olmadı. ''e be salak! tabii olmaz, olmayı mı bekliyordun? yunus gibi şiir yazmayı..'' diyorum şimdi kendime ama.. o zaman öyle dememiştim. denemeye teşebbüs etmiştim. velhasıl yazamayınca kitabı bir daha karıştırmaya başladım. bana basit gibi gelen o uyak örgülerini es geçip kelimelere yoğunlaştım. hızla ve düşünmeden rahat okunabilmesinin de etkisiyle esasen o kelimelerin pek çok şeyi, bir şeyle anlattığını gördüm. kelimelerin sadece anlama değil manaya oturtunca ve tekrar okuyunca şöyle bir şey dediğimi hatırlıyorum.. ve o dediğimi hiç unutmuyorum: çok güzelmiş ya!

    mesela o zamana kadar sadeli hep takıp takıştırmamak, sürüp sürüştürmemek, giyinip kuşanmamak olarak algılardım ama sonra sadeliğin bunlarla hiçbir ilgisi olmadığını; sadeliğin sadece fazlalıklarla, aşırılıklarla muhakame edilmesi gerektiğini kavradım. her şeyin bir yeri, her söz ve davranışın bir usulü olduğunu; esas önemli olanın ölçüyü bilmek olduğunu anladım. mesele ''hiç yok'' değil idi ve mesele ''fazla'' değil idi.. ne az idi ne de çok idi.. mesela sadece ''ayarını'' bilmekti. bu güzel oldu.

    sonra.. sonra hocamla karşılaşıp da gülerek yanına gidince ''hocam ben galiba anladım ama tam ne anladığımı bilmiyorum'' gibi bir şey söyledim. sandım ki hoca bunuhn üzerine sınıftaki gibi nutuklar atacak. hiçbir şey demedi ve sadece ''iyi, güzel. kitabı tekrar kütüphaneye bırak'' dedi. kitabı kütüphaneye bıraktım.

    şimdi od'a da ''basit'' diye birkaç eleştiri yapıldığı gözüme çarpınca da, o zamanlardaki bana ''basit'' gelen yunus'u hatırladım. böyle.

    --- spoiler ---

    ... tanrı içimde bir sancı.

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    eski çatışmalarım, ırmak ile göl arasındaki tereddütlerim denizde sükun bulacağa benziyordu.

    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    ben de benden içeri yürüdüm. durmadan yürüdüm, dinlenmeden yürüdüm...

    --- spoiler ---

    .
    .

    --- spoiler ---

    her zerresinde bir sağlık duy bedeninin, insan oğlu; her hücresinden bir inilti işit!.. bir şehirsin çünkü sen, büyük ve derin.. yok yok !.. bir değil, belki binlerce şehirsin hem!.. ölümsüz ve doğumsuz, uçsuz ve bucaksız deryasın.. sayısız balıklar bulunur her deryada.. neden reddetmedesin sendeki erdemleri? ve ne diye inkarcı başını kaşıyarak geçmede günler?!.. ey insan! ne diye dönüp durmadasın şu dünya denen mumun çevresinde şimdi; pervane misin? öyleyse yak kanatlarını muma, yak ve arın. çünkü bir nursun sen, nurdansın... hani tanrı'nın nurundan... ateşten değil... hani şeytanın ateşinden... uyan ey insan, her şey 'ben'den doğdu hep; benlikten doğdu... bütün aptallıklar, bütün kötülükler benlikten doğdu... öyleyse hep benden olsun feryadın, bütün şikayetlerin hep benden... çünkü ölüm var. herkese kendi rengindedir ölüm... iyi de görünür parlak bir aynada, kötü de!.. aynada güzeldir güzelse yüz, çirkin yüz de çirkin elbet! ölümden korkup kaçıyorsan eğer, kendi çirkinliğindir seni kaçıran... ölümün yüzü değil çünkü çirkin olan, belki kendi yüzündür de aynada yansımıştır. iyininde sende büyümüştür fidanı çünkü, kötünün de... kendi elinle kazandığındır güzel de, hem çirkin de... her doğan ölür elbet!... ... ölüm iki dudakla söz arasındadır...

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap