• efendim, sabahin bu saatinde hafizadan arta kalanin animsayabildigi kadariyla dorduncu bolumunde asagidaki sarkilarin anildigi dream theater sarkisidir.

    sailing on the
    seven seas the - bir ihtimal - (bkz: seven seas of rhye) (bkz: queen)
    day trooper - kuvvetle muhtemel - (bkz: the trooper) (bkz: iron maiden)
    dm's ready

    jack the ripper - kuvvetle muhtemel - (bkz: the ripper) (bkz: judas priest)
    always will send
    filets and my
    supper's ready - kesin - (bkz: supper's ready) (bkz: genesis)

    lucy in the
    sky with diamond - aksi mimkin degil - (bkz: lucy in the sky with diamonds) (bkz: the beatles)
    day's not here
    i've come to save the

    day for nightmare
    cinema show - hayret ki ikinci kez - (bkz: cinema show) (bkz: genesis)
    me the way to
    get back home again

    spinning round and round
    scream without a sound
    stumbling all around
    find i've come full circle

    flying
    off the
    hand of
    with careful with

    out a
    eugene - yandan yapistirarark - (bkz: careful with that axe eugene) (bkz: pink floyd)
    gene that
    this machine me-

    -ssiah - az saga kaykilarak - (bkz: machine messiah) (bkz: yes)
    light my
    fire - gayet net - (bkz: light my fire) (bkz: the doors)
    gather, gather

    hey, hey
    find my
    gener-
    -ations home again - yine kesinlikle - (bkz: my generation) (bkz: the who)

    spinning round and round
    scream without a sound
    stumbling all around
    find i've come full circle

    insanin gozu dream theater soz konusu olunca bir rush, bir metallica da ariyor. gerci okkuz saatlik uykusuzlugumdan dolayi ben de bakar kor olmus olabilirim, eminim dahasi vardir. vardir dedim de; bir de cultus vardi bizim, boyle grup isimlerinden falan sarki yapan, bilemedik kiymetini.

    raziel editi: orjinal entry'yi muhafaza etmek adina, yine ilgili satirlarin yanlarina girilmeleri gerektigi halde, raziel'den gelen duzeltmeleri, kendisine tesekkur ederek asagiya ekliyorum. sayesinde bihaber oldugum nightmare cinema'dan da haberdar oldum.

    satir 3: day trooper -> (bkz: day tripper) (bkz: the beatles) (benim tahminimden daha muhtemel. ben nasil huylanmadim acaba?)
    satir 16-17: nightmare cinema show -> (bkz: nightmare cinema) (kesin!)

    palefire editi: efendim palefire da der ki ""day for nightmare cinema show" bolumunden bir sey daha cikiyor: day for night kismi spock's beard ile ilgili bir gonderme buyuk ihtimalle". "kardesim, dream theater neden gondersin spock's beard'a?" derseniz; buyrunuz, (bkz: neal morse), (bkz: transatlantic).

    satir numaralari 4. bolumun ilk satirindan itibaren ve bosluklar da sayilarak verilmistir.

    sultan ii. raziel editi: efendim, raziel der ki "bir de asıl sözler seize the day tripper diem's ready olmalı carpe diem olmadı acos*". kendisine katiliyorum ve buradan tesekkur ediyorum. tesekkurdeki kinaye belki anlasilmaz diye de ekliyorum: iyi ki uykulu kafayla, sozleri kontrol etmeden bir entry girdim, rahat huzur birakmadiniz adamda. edit, budut, canimi aldiniz kardesim. son sozum de #7611054 entry'sinde sozleri yanlis girip basima bu belalari saran nettle'a: seni kiniyorum ve sana laflar hazirladim.

    (bkz: ayar alan entryyi editleyip yavsaga baglama ekolu)

    neyse, dogru sozleri de yazayim da tam olsun:

    iv. full circle (12:15-18:27) lyrics by mike portnoy

    [isn't this is where we came in] [from pink floyd - the wall]
    sailing on the seven seize the day tripper diem's ready
    jack the ripper owens wilson phillips and my supper's ready
    lucy in the sky with diamond daves not here i come to save the
    day for nightmare cinema show me the way to get back home
    again

    [running forward
    falling back]
    spinning round and round
    [looking outward
    reaching in]
    scream without a sound

    [leaning over
    crawling up]
    stumbling all around
    [losing my place
    only to]
    find i've come full circle

    flying off the handle with careful with
    that axe eugene gene the dance machine
    messiah light my fire gabba gabba
    hey hey my my generation's home
    again

    [running forward
    falling back]
    spinning round and round
    [looking outward
    reaching in]
    scream without a sound

    [leaning over
    crawling up]
    stumbling all around
    [losing my place
    only to]
    find i've come full circle
  • dream theater'ın nerden ne sokuştursak albüme neler gizlesek kapağa, şarkıya, kayda ne kadar imge soksak da milleti çıldırtsak amaçlı yaptığı albüm. yanında bir adet kullanma kılavuzu bulunmadan bu imgeleri teker teker çıkarmak inanılmaz zor. ancak genel olarak albüm kitapçık, sözler vs her yerinde 8 ve 5 temasını içeriyor. çıldırtan noktalardan biri ise albüme adı veren parçanın intervals bölümünde albümün her parçasından bölümler çalmakta bunların başında portnoy'un root, second, third, fourth, fifth, sixth, seventh, octave diye sayması*. bunun dışında bu dt'nin 8. stüdyo albümü. bundan önce 5 canlı albümleri var. grubun şu anda 5 tarihinde 8 eleman var. albümün arka kapağında parçalar hangi tondan çalınmışsa o tonun majörünün piyano tuşu üzerinde duruyor. parça arassı geçişlerin tonları da ara notlara tekabül ediyor.

    albüm kitapçığındaki ofis masası topları* 8 adet ve aralarında 5 adet kuş var. bu kuşlar yine arıza notarların bulunduğu yerlerde. kitapçığın içindeki bi resimdeki domino taşlarından biri roplamda 8'i biri 5'i gösteriyor. diğer bir sayfada sekizgen bir tünelin içinde 8 bacaklı bir örümcek var, tünel 5 duvar katmanından oluşmakta. akabinde 8 kollu ahtapot yanında 5 adet balık ve aynı resimde sekizgen bir dur tabelası içersinde dt logosu bulunmakta. sekizgen içinde 5 köşeli yıldız. sekizgen kenarlarında notlar ve bunların beşlileri tam karşılarında. cd altı resminde ise 8 numaralı bilardo topunun üzerinde dt logosu bulunmakta.

    albüm daha birçok iddia edilen veya farkedilen gizli şeylerle dolu. daha fazla bilgi için:
    http://dt.spatang.com/octavarium.php
    http://en.wikipedia.org/wiki/octavarium

    (bkz: bunu yapan insan olamaz)
  • sarkilarinin eskilere nazaran degistigi apaçık ortada olan dream theater albümü. bu noktada biraz durmak gerekiyor bence. "grup değişti, bunlarda da artık iş yok", "bi değişmeyen dt kalmisti, onlar da sonunda yaptı yapacaklarını." gibi sozleri soyleyenlerin muzikten pek anladıklarını sanmıyorum. sonucta ortada son 5 yıldır en iyi progressive davulcusu secilen bir portnoy, berklee ye onur derecesiyle girmis bir petrucci, neler yapabildiklerini cok iyi bildigimiz bir myung ve bir rudess var ortada. grubu genel olarak begenmiyor olabilirsiniz ama insanları bir anda da harcayamazsınız.

    muzisyenler de bizler gibi insanlardir. gunluk hayatlarında yasadıkları bi cok sey onların akıllarında, kişiliklerinde ve muziklerinde degişiklik yaratabilir. zira tum gruplar icin gecerli biseydir ki bir album bir digeri gibi asla olmaz. olsa insanlar dinlemez. surekli benzer soundlara takılmıs gruplar ilerleme kaydedemeyen gruplardir. yerlerinde sayarlar, adlarini bir sure icin insanlara duyurup yok olup giderler. henuz berklee collage'de ogrenci iken kaydettikleri majesty demosu hatırlayalım. ne kadar agressif calan bir myung vardi, henuz gitar uzerindeki hakimiyeti artmamıs ve ilginc seyler deneyen bir petrucci vardi. sonrasında when dream and day unitela bir anda ne kadar farklı bir boyuta gectiklerine sahit olduk. hala tazeliğini koruyan bir ytse jam, diger yandan hala her dinleyisimde farklı tatlar veren bir only a matter of time'ı yarattılar. portnoy'un ciddi anlamda değisen bateri stili dikkatimizi cekti. gelen her albumle daha da degistiler. scenes from a memory geldi ve tamam dedik. yapilabilinenin en iyisiydi. digerlerinden farkliydi cunku dunyadaki nadir konsept albumlerinden biriydi. gercekten uzun sure dinledik onu. hemen arkasından cıkan 6doit'de ne kadar teknik caldıklarını gorduk gerek portnoy'un, gerek petrucci'nin. war inside my head, glass prison onların farklılıklarını acıkca ortaya koyan sarkılardan sadece ikisi. arka arkaya gelen bu iki albumle uzun sure dinledik onları ve bence bir cok dinleyici bu sure zarfinda, bu albumlerle birer dream theater fanatigi oldu. bazıları sadece dinlemekle yetindi; bazıları ise interneti didik didik arayıp gercek dream theaterı kesfetmeye calisti. sonra tot geldi. hic beklemedigimiz kadar hızlı bir portnoy tanıdık. stream of consciounes kısaca su anda aklımdan gecenleri ozetleyecektir.

    ve geldik gunumuze. octavarium'u koydum cd playera. ilk dinledigim albumlerde ozellikle sırayla dinlememeye calısırım.* panic attack geldi sansıma. muse - hysteria aklima geldi basını dinledigim anda. arkasından answer lies within geldi. o hareketli panic attacktan sonra dt nin neredeyse bugune kadar yaptıgı en slow sarkisi gibi geldi. vacant'ı andırır sekilde piyano ve cello ezgileri dikkatimi cekti. eskisine nazaran degismis, durulmus bir portnoy farkettim albumun tamamını dinledikten sonra. dengesizlikler yapmasına alıstıgımız labrie daha bir guzel geldi.

    belki de dream theaterı cok sevmemden oturu genel olarak boyle gormek istedim yeni albumu. ve onlara laf atılmasına dayanamadıgımdan savunur gibi bir entry oldu. ama her seferinde farklılıklar deneyen bir dream theater dinlemek beni cok memnun ediyor.*

    edit: petrucci berklee'yi bitirmemiş, ayrılmış. raziel efendiye hatamı düzelttiği için teşekkürler.
  • wikipedia 'dan edinilen, dogrulugu kesin olmayan bilgiye göre ''octavarium'' kelimesinin altinda degisik anlamlar yatmakta. bir iddiaya göre octavarium latince ''various eight'', yani ''muhtelif sekiz'' anlamina geliyor ve grup da bunu onaylarcasina albümdeki 8 sarkinin da degisik tarzda oldugunu söylüyor. bir diger iddiaya göre de latince ''8'' anlamina gelen ''octavus'' kelimesi, octavarium'un grubun 8. albümü münasebetiyle uygun görülmüsmüs. bunu kanitlamak için de six degrees of inner turbulence albümünün hem grubun 6. albümü olmasi hem de içinde 6 sarki bulunmasi gösteriliyor. ayni site iddiayi biraz daha kuvvetlendirmek istercesine dream theater'in 7. albümü olan train of thought 'ta yer alan 7 sarkiyi kanit gösteriyor.
    onu bunu bilmem ama eger bu iddia dogruysa herkes dream theater'in 50. yada 60. albümünü bir an önce çikarmasi için dua etmeli. *
  • büyük bir kesim tarafından grubun en çok masturbasyon yaptığı albüm olarak gösterilen “train of thought”un ardından, dream theater’ın doğru yolda yürüyüp yürümediği hakkında tartışmalar başlamıştı. grup beste anlamında giderek basitleşen ve icrası kolaylaşan şarkılar yazmış, yaratılabilen her boşluğa birer ikişer solo sıkıştırmış, hatta yumuşak şarkılarda gerçek kimliğini sergileyen labrie bile hetfield’lığa, mustaine’liğe soyunmuştu. tüm bunların yapılması çıkan sonucun kötü olacağı anlamına gelmiyordu, hatta “train of thought”un çok sevdiğim bazı yerleri de vardı. ama dream theater deyince aklıma gelmesi gereken bu değildi. dream theater adı gibi bir düşler tiyatrosu olmalıydı. “metropolis pt. 1” gibi, “voices” gibi, “the change of seasons” gibi hayaller gördürmeliydi. “train of thought”un yaptığıysa, bir garaja girip enstrumanlara asılmak, ve ne çıktıysa kaydetmek gibiydi. tıpkı st. anger diye bir albüm çıkaran diğer grup gibi. nihayet grup merakla beklenen yeni albümünü çıkardı. bu albümden pek çok kişinin farklı beklentileri vardı. benim beklentim, dakikalarca süren soloların olmadığı, dream theater’a özgü o “elit” havanın hakim olduğu ve müzisyenliğin gerçek anlamdaki tanımının, iyi bestekarlığın sergilendiği bir albüm olmasıydı. çoğu kişi gibi ben de gitar alıştırmalarını ve aralara serpiştirilen temel solo kalıplarını dinlemek istemiyordum –gitar kullanımını ve uzun soloları çok sevsem de, asıl amaç bir şarkı yazmak olmalı. petrucci’nin bunları yapabildiğini zaten yaklaşık 15 yıldır biliyorduk. bir albümlük siyah-beyaz solo dersi yeterliydi; grup bu albümde rengarenk “şarkılar” yazmalıydı. ve “octavarium” çıktı. herkesin bakış açısı farklı olsa da, ben albümü yeterince renkli buldum. ilk olarak promo’larını dinlediğim “these walls” ve “panic attack”ı pek beğenmemiş olsam da, albümün tamamını duyunca bu düşüncelerim bir anda ortadan kalktı. albüm ilginç bir şekilde, grubun en yumuşak, icrası en kolay, en rahat sindirilebilen, hatta en radyo dostu diyebileceğimiz çalışmasıydı, ama bu yeni yaklaşım -nasıl olduysa- benim çok hoşuma gitmişti. şarkılardan bahsedecek olursak, aslında pek çok şarkının dream theater’a hiç benzemediğini söylememiz mümkün. örneğin dream theater’ı çok seven kardeşim, “şarkılar güzel, ama bu artık dream theater değil” diyordu. gerçekten de öyleydi. dream theater eskiden adı gibi hayaller gördürür, başka hiçbir grubun ulaşamayacağı yerlere çıkan grup olarak bilinirdi. ama artık onlar da “sıradan” şarkılar yazan bir gruptu. ama “iyi” sıradan şarkılar. “the root of all evil” albümün dream theater gibi başlayan ve bu havayı devam ettiren birkaç şarkısından biri. albümün en iyisi diyemeyeceğim ama oldukça iyi bir parça. albümün bundan sonrası, birkaç istisna dışında yoğun bir hüzün havası taşıyor. grup da bunu amaçlamış olduğunu belli edercesine ikinci sıraya yavaş bir şarkıyı, “the answer lies within”i koymuş. labrie bu şarkıyla birlikte yavaş şarkılarda neler yapabildiğini bir kez daha hepimize gösteriyor. son derece başarılı bir vokal performansı ve çok güzel, huzur verici bir şarkı. özellikle yaylılar çok güzel kullanılmış. petrucci’nin yazdığı sözleri biraz fazla sıradan buldum açıkçası ama labrie’nin performansı bu sıradanlığı da önemsiz kılıyor. “these walls” ilk dinleyişte sıkıldığım ve hoşuma gitmeyen bir parça olmuştu. çok basit ve özelliksiz gelmişti. ama albümün tümünü dinlediğimde bir şekilde favorilerimden biri haline geldi. yine labrie burada akıl almaz bir yorum gücüyle şarkıyı alıp götürmeyi bilmiş. dördüncü sıradaki parça, bende farklı duygular uyandırdı. bir yandan parçayı çok beğensem de, diğer yandan nakarat öncesi bunalım bölümün nakaratta bir anda “umudum var” tarzı bir optimizme girmesi, açıkçası bir ikilem yaşamama neden oldu. bir yandan iyi bir şarkı diye düşünürken, diğer yandan bu bunalım havayı devam ettirmedikleri için sanki hatalı bir seçim yapmışlar gibi hissetmeye başladım. pek çok kişi parçanın bu halini çok beğenmiş. ben de öyle, ama çok daha fazla beğenme ihtimalim bir kaç saniyelik bir nakarat engeline takıldı (o da nakaratın iyi olmadığından değil, bence parça içinde sırıttığından dolayı). “panic attack” albümdeki “dream theater gözükmeye çalışan” ve gaz parçalardan biri. muse-vari vokallerin ilk olarak karşımıza çıktığı bu şarkı, ortanın üstü diyebileceğim ama yine de çok sağlam bölümleri de olan bir çalışma. seviyorum bu şarkıyı da (canısı...). bir sonraki “never enough” girişteki mükemmel riff ve sonrasında gelen bariz muse etkisiyle göze çapıyor. özellikle bazı vokaller muse’un “muscle museum” parçasını hatırlatıyor. yine de palefire’ın görüşlerini taşıyor ve bu parçanın ana riff’ini grubun son yıllarda yazdığı en iyi riff olarak görüyorum. sona iki parça kalıyor. bunlar albümün en uzun iki şarkısından biri olan 10 küsür dakikalık “sacrificed sons” ve 24 dakikalık süresiyle albümün kapanışını yapan “octavarium”. “sacrificed sons”, bir önceki albümdeki “in the name of god” gibi 11 eylül için yazılmış bir parça. sözlere baktığımzda: “tanrı’nın gerçek aşkı nefretle ilgiliyse, ettikleri dualarda bir anlam bulamıyorum...” diyor grup. burada grubun müslümanlık ya da hristiyanlıkla ilgili tavrına girmeye gerek yok. özellikle petrucci’nin amerika’nın orta doğu’daki savaşıyla ilgili söylediği pek de hoş olmayan demeçleri var, ama bunlar konumuz değil. isteyen sözleri okuyabilir. müziğe bakacak olursak, parçanın ilk yarısının yumuşak, ikinci yarısının ise coşkun olduğunu görüyoruz. açıkçası ilk yarısı biraz sıradan geldiyse de, ikinci kısım oldukça sağlam bölümlere, özellikle de yaylılarla desteklenen çok hoş anlara sahip. bunun dışında 7.50’de giren basit ama etkili ritm de çok hoşuma gitti. şarkının sert kısımları nedense bana “scenes from a memory” albümünü hatırlattı. son şarkı “octavarium” ise başlı başına bir olay. şarkının şurası şöyle güzel, burası böyle güzel deme gereği duymuyorum; her anıyla kusursuz bir başyapıt, hatta grubun yazdığı en iyi şarkılardan biri demekte de hiçbir sakınca görmüyorum. tam yirmi dört dakikalık bir şölen. albümün son bir değerlendirmesini yapmam gerekirse söyleyebilirim ki, dream theater artık o bildiğimiz her anı üstün müzisyenlik barındıran ve kimseye benzemeyen müziği yapan grup değil. bu albümdeki bazı şarkılar ünlü pop-rock gruplarından duyabileceğimiz türde, gayet kolay icra edilebilen ve dinlenebilen parçalar. ama sonuçta, hepsi de iyi parçalar. şahsen albümü çok beğendiğimi ve grubun samimi davrandığını düşündüğümü söyleyebilirim. eğer öyle davranmadılarsa da, sonuçta iyi bir iş çıkarmayı bilmişler. “octavarium”u alın falan dememe de gerek yok, çünkü zaten bahsettiğimiz grup dream theater; her ne kadar artık uyanınca hemen unutulan düşler gördürseler de.
  • six degrees of inner turbulence ve falling into infinity albumlerinin bir sentezi havasini veren ve grubun scenes from a memory'den beri yaptigi en basarili album olarak dikkat ceken ve kendilerinden beklemedigim kadar doyurucu bir çalisma. solo ve teknik sov dozunun azaltilmasi, olanlarin da goze batmamasi ve yazilmis olan muhtesem melodilerin iyi katmanlandirilmis aranjmanlarla harmanlanmasi neticesinde grubun benim gibi train of thought faciasindan sonra kendilerinden sogumus olan fanlari icin adeta cevher niteliginde bir album. devrimsel ozellikler tasimasa da dt gibi prog metal ansiklopedisinin birkaç cildini yazmis bir gruba tot gibi abuk isler yapmadiklari surece yuklenmemek lazim bu konuda kanimca. dt yine her zaman en iyi yaptigi seyi yapmis. bundan onceki her album gibi onceki hiç bir albume tam olarak benzemeyen ama hep o ayni dt kokusunu veren sound ile son yillarda muzikalite adina yaptiklari en iyi albume imza atmislar.

    rudess'in tot'taki elektrik teknisyenligi rolunden kurtulup "hatt-i klavye yoktur sath-i klavye vardir" felsefesi ile parcalarin tumunde yogun olarak hissedilen melodik yaklasimi ve arka plana ordugu guzel texture'lar dikkat çekiyor.

    genel olarak parcalardaki sertlik dozunun azalmasina istinaden labrie de kendisi için rahat bir yorum alani bulmus ve ozellikle slow parcalarda dokturuyor. tam da elements of persuasion gibi vasat bir solo albumun ve tot'un ardindan kendisinden sogumaya baslamisken gercekten de ilac gibi geldi bu album bana.

    parcalara ozet olarak goz atildiginda ilk parca olan the root of all evil'in the glass prison ve this dying soul ikilisinin devami oldugunu anlayabilmek icin dahi olmaya gerek yok. arada this dying soul'dan alinan nagmeler çok guzel varyasyonlarla parcaya oturtulmus. i walk beside you'daki u2, panic attack ve never enough'in vokali ve yer yer duzenlemelerindeki muse etkilenimleri ilk bakista oldukca dikkat cekici olsa da siritmiyor. ayrica never enough demisken bu parcanin gaz girisi cidden oldukca basarili ve bu bolumdeki inanilmaz gitar riff'i grubun son yillarda yazdigi en mukemmel riff olarak tarafimca iso-9001 belgesine uygun goruldu. 24 dakikalik octavarium ise floydian introsu ve ardindan gelen bolumlerde six degrees of inner turbulence adli parcanin soundu ile spock's beard tadinda melodilerin muhtesem bir sentezi olmasi neticesinde dikkat cekiyor. these walls adli parça ozellikle vokalin girdigi an ile dikkat cekse de malesef bir miktar linkin park kokuyor ama bu yine de oyle keyif kaciracak cinsten degil. the answer lies within ise guzel orkestral duzenlemeleri ile buyuluyor. burada dt'in son birkaç albumdur slow parcalarda benzer chord progression'lari kullanmaya basladigi gercegiyle yuzlesiyoruz yavas yavas. yine de basarili bir parca. sacrificed sons ise slow baslayip sonradan klasik dt formatina donen bir parca.

    mukemmel bir album olmasa da hiç beklemedigim kadar guzel bir calisma.

    edit: imla hatalari duzeltilmistir.
  • dream theater'ın hızını alamadığını, yan projeleri de düşünürsek büyük bir hızla süper albümler kaydettiğini görmemizi sağlayan albüm. train of thoughttan pek fazla farkı olmayacaktır herhalde. octavarium world tour'da ise bir türkiye konserini istiyoruz artık
  • bir tchaykovsky bestesi tadında bir eser. toplamda kullanılan temalar bayaa fazla ve bir o kadar da çabuk değişiyor, insanın kendini duvardan duvara atası geliyor. artık 3 temmuz'da nasıl coşulur bilinmez. lakin nota nota belleyip öyle gitmek lazım konsere.
  • score dvd sinde orgazmik bir hale bürünmüş olan muhteşem şarkı.her dinlemede tüyleri diken diken eden nadir şeylerden.
  • dinleme esnasında insana farklı farklı duyguları muazzam bir şekilde yaşatabilen harika bir şarkı bu.. en az 10 defa dinlemeden keyfini, tadını anlayamıyorsunuz.. inanılmaz bir eser..
hesabın var mı? giriş yap