• bilgiyi tekelinde tutanlarin, bu gucu ellerinden kacirmamak icin geri kalanlarin bilgiye erisimini zorlastirmak veya imkansiz kilmaya yonelik cabalarina, bilginin anlasilmasini zorlastirmalarina verilen ad.
    meshur orneklerinden biri ortacag avrupasinda dini ve entellektuel sahada olu bir dil olan latincenin kullanilmasi. boylelikle eski yunan ve roma'dan miras kalan bilgi, katolik kilisesinin tekelinde kalmistir, ronesans'a kadar.
    cemil meric'in cok sik ustunde durdugu bir konudur.
  • platon, hegel, wittgenstein, sorel, veblen, keynes, marx, lacan, lyotard, derrida, heidegger, said, feyerabend ve foucault gibilerin en sevdiği şey.

    pek çok kişi hatalı olarak türkiye'yle ve dolayısıyla kemalist modernizasyonun bilgiyi tekeline almasıyla ilişkilendirerek bilmesinlercilik olarak çevirmiş evet bu anlamı da vardır ama asıl anlamı anlamasınlarcılık'tır. anlamasınlarcılık, bilgiyi tekelinde tutan pseudo-entelektüellerin occam'ın usturasına isyan edercesine bilgiye muğlaklık ve izafiyet kazandırarak karmaşıklığı ve anlaşılmazlığı cazip hale getirme projesidir.

    neyse şöyle anlatayım:

    "dörüngesel izgölgelenmelerinin safduyu ile prekritiğinin postkritiği üzerine rakamsal ifşaatlar"

    ne anladınız şimdi bundan? itiraf edin hiç bi sikim anlamadınız. ama bunu az ünlü fransızca bilen bir filozof yaptığında başlı başına inceleme konusu olan bir düşünce okulu kurmuş oluyor işte.

    tek cümleyle özetlemek gerekirse..

    obscurantism, görelilik perdesi arkasına gizlenerek anlaşılmazlık üzerinden prim yapma sanatına verilen addır.

    (bkz: anlam diye bir şey yoktur)
  • türkiye'deki en güzel örneklerini, anayasa, son yillarda dili güncellestirilen medeni kanun, nisan'da yürürlüge girecek yeni türk ceza kanunu ve yeni cikarilanlar haric, ülkemizde gecerli hemen her önemli kanunun olusturdugu kavram. hayir, millet anlamasin da suc islesin, kanun nedir bilmesin diye yazilmislar sanki; yok, bilimsel bir emek verilerek yazilmis olsalar, anlasilmazligi konusunun karmasikligindan ileri gelse gene bir dereceye kadar anlayacagim, ama anlasilmayan her seyden önce dili ve zaten hemen hepsi cesitli avrupa ülkelerinin yasa kitaplarindan neredeyse birebir ceviri. e, o zaman bir zahmet vakti zamaninda tercüme edilen bu kitaplari günümüz türkcesine uyarlasalar da, artik osmanlica degil de türkce konusan yurttaslar bu devletin kanunlarinin en azindan dilini anlayabilseler. bakin, halen yürürlükte olan (eski) türk ceza kanunu'ndan kücük bir alinti ne demek istedigimi ne güzel anlatiyor:

    madde 587
    elyevm meri olup cinayet, cünha ve kabahat taksimatına müstenit ahkamı havi bulunan kanunlarda münderiç (mücazatı terhibiye)ve (cinayet) tabirleri badema ceza kanununda muharrer müebbet veya muvakkat ağır hapis ve beş seneden fazla hapis ve hidematı ammeden müebbeden memnuiyet ve müebbet sürgün cezaları ile bunları müstelzim cürümlere, (mücazatı tedibiye) ve (cünha) tabirleri beş sene ve beş sene kadar hapis ve muvakkat sürgün ve ağır cezayı nakdi ile bunları müstelzim cürümlere ve (mücazatı tekdiriye) tabiri de hafif hapis ve hafif cezayı nakdi ve meslek ve sanatın tatili cezalariyle bunları müstelzim fiillere, masruf olacaktır.
  • michel foucault'ya göre, jacques derrida'nın içinde bulunduğu eylem. hatta bir adım ileri gidip ona terörist benzetmesi yapmıştır. tam tabir, "obscurantisme terroriste" dir:

    "he writes so obscurely you can't tell what he's saying, that's the obscurantism part, and then when you criticize him, he can always say, 'you didn't understand me; you're an idiot.' that's the terrorism part"
  • martha nussbaum'un judith butler'a getirdiği epey ünlü ve sert bir eleştiri vardır şuradan okunabilecek, burada obskürantist düşünürler hakkında şunu söylüyor nussbaum:

    [butler'dan alıntılar yaptıktan sonra] "neden butler böyle gösterip de vermeyen, sinir bozucu şekilde yazmayı tercih ediyor? bu yazım tarzının öncülü yok değil. kıta felsefesi geleneği ahalisinden bazıları, tabi hepsi değil, maalesef felsefeciyi eşitler arasındaki bir tartışmacı olarak görmek yerine -çoğunlukla kapalılık yoluyla- diğerlerini kendine hayran bırakan bir yıldız olarak görme eğiliminde. ne de olsa bir kez fikirler yalın biçimde ifade edildiğinde yazarından ayrıştırılabilir: kişi bu fikri alıp kendi başına onun peşinden gidebilir. fakat fikir gizemli kaldığı (ya da hiçbir zaman tam olarak ileri sürülmediği) sürece, kişi fikri ortaya koyan orijinal otoriteye mahkum kalmak zorunda demektir. düşünüre sadece bu abartılı karizması nedeniyle önem verilir. butler bu "düşünüş istikametini" takip ettiğinde bize ne söyleyecek? lütfen, söyle bize, bir nesnenin failliğinin kendi kendinin tabiliğini önvarsayması ne demek? (görebildiğim kadarıyla bu soruya açık bir yanıt gelmeyecek.) işte böylece kişi bunları söyleyen zihnin yüksek bir düşünme kapasitesine sahip olduğu izlenimine kapılacak ve ehemmiyetsiz hiçbir şey söylemeyeceğine kani olacak, ve bu derinliğe hayran biçimde nihayet bir şeyler söylenmesini bekleyecektir.

    işte kapalılık (obscurity) böylece bir önem aurası yaratır. ayrıca bu, ilişkili başka bir amaca da hizmet eder. okuyucuları, metinde ne olup bittiğini bir türlü anlayamadıkları için önemli bir şeylerin söylendiğini, kompleks bir düşüncenin olduğunu varsaymaya zorlar. halbuki çoğu vakit aşina olunan ve hatta artık bayatlamış şeylerden yeni bir anlayış açısı katamayacak kadar basitçe ve gelişigüzel şekilde bahsedilmektedir. butler'ın bu zorbalığına maruz kalan okuyucuları buna böyle bakmaya cesaret edebildikleri vakit butler'ın fikirlerinin cılızlığını görebilirler. butler'ın düşünceleri yalın ve öz biçimde ifade edildiğinde, bir sürü ayrım ve argüman eklenmediği sürece bu düşünceler bir yere gidemez, dahası hiçbiri yeni bir şey de değildir. böylece kapalılık, gerçek bir düşünce kompleksliği ve argüman yokluğunun oluşturduğu boşluğu doldurmaktadır."

    buna benzer bir şeyi alan sokal da şöyle söylüyor fashionable nonsense kitabında:

    "kitap boyunca muğlak metinlerin iki farklı şekilde yorumlanabileceğini gördük: doğru fakat görece banal ya da radikal fakat apaçık biçimde yanlış bir iddia olarak. şunu düşünmeden edemiyoruz, çoğu zaman bu muğlaklıklar kasıtlı. bu entelektüel çatışmalarda büyük bir avantaj sağlıyor: radikal yorum görece tecrübesiz okuyucu veya dinleyicileri kendine çekmek için kullanılabiliyor; ve bu versiyonun absürtlüğü ortaya serilince yazar her zaman kendini yanlış anlaşıldığını söyleyerek savunabiliyor ve daha masum yoruma çekilebiliyor."

    yine bu konuda roger scruton'ın fools, frauds and firebrands kitabındaki nonsense in paris: althusser, lacan, deleuze bölümünü okuması da acayip zevklidir ama orada örnek çevirmesi uzun süreceği için herkesi orijinalini okumaya davet ediyorum.

    her neyse. gençliğimin bir kısmını (19-21 yaş arası) eleştirel kuram, postyapısalcılık, kıta felsefesi vb. üzerine okuyarak geçirdim. her ne kadar ilişmediğim yazarlar (heidegger ve hegel gibi) olsa da nerede bir fransız yahut alman var ucundan da olsa okumaya çalıştım. okurken bunalıyor, sıkılıyor, kitapları çoğu zaman yarıda bırakıyordum. eğer felsefenin daha doğru düzgün yapılanıyla tanışmasaydım muhtemelen felsefeye toptan soğurdum, allah'tan ethical intuitionism kitabıyla karşılaştım da gözüm açıldı, çağdaş anglo-sakson felsefesiyle ve türlü yazarlarla tanıştım, oturup harıl harıl okuma yapabildim, bir şeyleri okurken cidden zevk alabildim. orası ayrı hikaye gerçi, şimdi çok da otobiyografiye bağlamayalım.

    neyse. bu obskürantizm gerçekten sıkıntı bir şey. ne zaman bir yazar yahut yazı için bu minvalde bir eleştiri yapsam obskürant severlerden okuduğumu anlamadığıma, ne bileyim yeterince bilgim olmadan, metinlere aşinalığa sahip değilken böyle düşünmemin normal olduğuna ama aslında bunların ciddi bir şeyler anlattığına dair laflar duyuyorum. neyi ne kadar okumuş, ne kadar kavramış olduğunuz fark etmiyor. "sen yeterince okumamışsın/anlamamışsın"a bağlanıyor olay. kardeşim ben bir sayfalık metni anlamak için yirmi sene yine birbirinden kapalı yazan yüz elli tane yazar okumak zorundaysam sikerler öyle işi, değil mi? hakikaten hakikatlerin yalın biçimde anlatılamayacağına dair inancınız bu kadar mı yüksek? ben modal mantık ve notasyon öğrenmeden david lewis okuyabilmem lazım demiyorum; tabi ki belirli bir birikim lazım entelektüel disiplinlerle uğraşmak için. ama mistik metin ile teknik metin arasında da fark var, onu inkar etmenin bir lüzumu yok.

    obskürantizme yan bakmak lazım. şu dünyada eleştirilmeyi daha çok hak eden çok az şey var zira.
  • obskurantiyenin rahlesi dardır, gerçek o kadar yücedir ki biz kapağı attık kontenjan doldu, daha gelmeyin isteseniz de gelemezsiniz, aha kapıyı kapatıyoruz, siktirin gidin, biz girdik kolumuzda altın bileziğimiz oldu, herkese vermezler, verseler kıymeti kalmaz, tarihçi mi olacaksın 46 dil bilmen lazım, 23 tane öğrendiysen anca koyun olursun git mele, otla diyince boyunlar bükülür evde cips yenip televizyon izlenir, ara ara mastürbasyon yapılır.
  • fransızca karanlık anlamına gelen obscurité kelimesinden gelir.
  • aydınlanmanın karşıtıdır, insanın bilinçlenmesini engelleyen fikirlerin savunusu anlamına gelir. *
  • irfi (islamic research foundation ınternational)'nin başkanı ibrahim bi syed'in "gericilik" başlığı altında islam’da, hıristiyanlık'ta ve hinduizm’de ayrı ayrı incelemiş olduğu politik tutum. oldukça aydınlatıcı bir çalışma olmuş.

    islam'ın ilk 40 yılında bilime, tıpa ve teknolojiye verilen önemin üzerinde duruyor. günümüze ulaşan en bilimsel kitapların ibaadah olarak bilinen müslüman bilim adamları tarafından yazıldığını, çalışmaların 800 yılında dünyanın ilk üniversitesi olan el-ezher (al-azhar)'ın kurulmasını sağladığını anlatıyor. islam'ın bilimin, teknolojinin ve öğrenmenin karşısında olmadığının altını çiziyor.

    bugünün müslümanlarının gittikçe marjinalleştiğini, okuma yazma oranın erkeklerde % 35, kadınlarda ise %2-4 arasında olduğunu açıklıyor. ekonomik açıdan gittikçe fakirleşen müslümanlar için eğitimin, bilimin ve teknolojinin geri planda kaldığını, bunun sebebini ise obskürantizm’e bağlamış. 7 madde altında dönemlere ayırarak incelemiş.

    hıristiyanlık'ta obskürantizm'i galileo'nun incil'de yazanın tersine dünyanın güneşin etrafında döndüğünü açıklaması ve kilise tarafından cezalandırılmasını anlatarak devam ediyor yazısına. kilisenin yüzyıllarca elinde tuttuğu siyasi güçle, biyokimya ve farmakolojinin erken öncülerini telef ettiğini, bitkilerle şifa veren wicca'nın büyücülükle suçlanıp cezalandırıldığını anlatıyor.

    katolik kilisenin eğitim tekeline almak için eğitimde ölü bir dil kullandığını (latince), loncaların da ekonomik gücü ellerinde tutmak için obskürantizm yöntemini uyguladıklarını örneklerle açıklıyor.

    hinduizm’de de cahilleştirme aracı olarak tanrı’nın dili sanskritçe’nin kullanıldığını, kutsal dil olduğu için rahiplerin tekelinde tutulduğunu, sanskritçe öğrenmeye kalkan sudra’ların işkenceye bile uğradıklarını, sanskritçe’nin eşitsizlik, bölünme ve ayrımcılığı sürdürmek için kullanıldığını öne sürmüş.

    çalakalem yapılmış özet yerine metnin orjinalini görmek isteyenler için link
  • osmanlı'nın din ve bilimde arapça'yı, edebiyatta da farsça'yı tercih etmesiyle, okumuş aydın kesimle cahil halkın arasında oluşan ve bugüne kadar etkileri hissedilen devasa uçuruma cuk oturan terim.
hesabın var mı? giriş yap