• tbmm'ye (ırak savaşı konusunda amerika'ya destek vermediği için) teşekkür ederek konumunu korumasını isteyen mektubun altında da (noam chomsky ve birçok profesörle birlikte) imzası olan postmodern ayarmatör.
  • "social text" adlı dergide yayınladığı "transgressing the boundaries: toward a transformative hermeneutics of quantum gravity" başlıklı makalesiyle postmodern/liberal yazarları "rezil" eden bilim insanı.
  • beyond hoax isimli kitabının türkçe çevirisi şakanın ardından ismiyle alfa yaynıevinden çıkan yazar.
  • (bkz: #37756955)
  • şakanın ardından ve son moda saçmalar kitabının yazarı bilim insanı ve solcu. fikirleriyle ilgili görüşlerim şöyle.

    öncelikle sokal’ın fizikçi tarafına değil, solcu tarafına karşı tartışma açtığımı belirteyim. ki kendisi de ortodoks marksizmi eleştiriyor olmasına rağmen aynı fikirlerde değiliz.

    sokal şakanın ardından’ın, bir doğa bilimcisinin kültürel meseleler üzerine yazdığı makalelerden oluştuğunu söylüyor. her zaman, bilimcilerin sosyal düzenle ilgili söylediklerine çok önem verdim ve bunları ifade etmeleri gerektiğini düşündüm. mesela parçacık fiziğiyle doğrudan ilgilenemeyiz ve kolay kolay ahkam kesemeyiz, ama herkes aynı sistemde yaşar, bu sebepten sosyal hususlarda fikir beyan etmek daha kolaydır ve herkesin doğal hakkıdır. sokal “gülünç duruma düşme tehlikesi var diye, kendi dar alanlarımıza sıkı sıkıya bağlanmak zorunda değiliz” diyor ve şunu ekliyor; “yüzüme gözüme bulaştırırsam, gelecek eleştirel yorumları içtenlike karşılarım.”

    alan sokal bilim insanı olmasının yanı sıra, kendisini solcu ve feminist olarak tanımlıyor. sonuna kadar katıldığım en önemli görüşlerinden biri şu; “ben yapısökümün nasıl olup da işçi sınıfına yardımı dokunacağını anlayamadım.” burada işçi sınıfının yanına kadın hareketi, lgbti, afro amerikanlar vs. de ekliyor ve postmodern dönemde ortaya atılan sosyal teorilerin, devrimci mücadeleye katkısı olmadığını, hatta laf salatasıyla ortalığı bulandırdığını düşünüyor. bu kısmen katıldığım bir görüş. bir şeylerin yanlış gittiği açık.

    sokal'ın yorumunu fazla kestirmeci bulsam da haksız değil. ben de yeni bir mücadele arayışı hususunda benzer fikirler paylaşıyorum. ancak burada, sırf ortak değerler ve nesnel amaçlar etrafında toplanamıyor ve kavga veremiyoruz diye postmodern dönem düşünürleri ve çağ üzerindeki değerlendirmelerrini tamamen kestirip atmak, sokal'ın kendi solculuğunu saf dışı bırakmış oluyor.

    sokal bir fizikçi olarak, lacan, deleuze, guattari, kristeva, virilio, lyotard, derrida, baudrillard gibi, postmodern dönem düşünürlerinin bilimsel terimleri suistimal ettiklerinden bahsediyor. ondan önce feyereband ve kuhn gibi isimlerin "her şey uyar" ve "her şey belirsiz" gibi öncül fikirlerini eleştiriyor. bu isimlerin bazı sözlerini alıntılıyor ve saçmalıktan ibaret olduğunu belirtiyor. ayrıca yaptığı tüm atıflarda, açıp bağlam içerisinde de okuyabileceğimizi ve saçmalığın yine değişmeyeceğini ekliyor. örneğin lacan'ın, matematiksel topolojiyi insan ruhunu anlamaya yarayacak bir anahtar olarak görmesini son derece gülünç buluyor, baudrillard da insan zihni ile ekran arasında möbiüs şeridi benzetmesine sıkça başvurur.

    sokal bu tip şeyleri baştan savma düşünce, ucuz felsefe olarak görüyor ve bilge şarlatanlığı olarak değerlendiriyor. şimdi, en azından lacan düzleminde, matematiği ya da topolojiyi "insan zihnini anlamak için metaforik biçimde kullanmış, ne var bunda" diyebilirsiniz. ancak bununla ilgili kendisine sorulan soruyu lacan kızgınlıkla karşılıyor ve "benzetme değil gerçeğin ta kendisi" olduğunu dile getiriyor… bu bütünüyle saçmalık sokal'a göre, bana göre de öyle.

    sokal deyince akla gelen ilk şey yaptığı şaka. kitabın ana başlığının şakanın ardından olmasının sebebi yani. kendisi önemli bir akademik dergiye bir makalesini gönderiyor, ismi şu: sınırları aşmak: kuantum kütleçekiminin dönüştürücü bir hermeneutiğine doğru. sokal sırf kelime oyunu yapıyor, makale aslında ciddi hiçbir şey anlatmıyor, yazılmasının sebebi de bu zaten; ve derginin postmodern, feminist editörleri yayınlıyorlar. keza sokal onların hoşuna gidecek kavramları kullanmış ama hiç de ciddiye alınabilecek cümleler değil. tam manasıyla derin görünen laf salatalığı. -twitter'da daha basiti olsa da buna benzer yığınla ifade okuyabiliyoruz- söz dizimsel olarak doğru ve havalı, ama anlamı olmayan cümleler. dergi de bunu yayınlıyor işte. makalenin tamamı kitapta yer alıyor. sokal bunu politik bir kaygı içerisinde, öznelcilik eğilimiyle mücadele etmek için yaptığını söylüyor. öte yandan, bilimin eril bir mantıkla kurgulanarak geldiğini, gerçeği yansıtmadığını, aksine onu erilliğe uyarladığını söyleyen aşırı yorumcu feministleri de karşısına alıyor. buraya kadar sokal'ın tavrını cesurca buluyorum. keza akademide ve dergilerde, sözün iktidarını ele geçirmiş kesimlere karşı böyle bir tavır alabilmek kolay değil. ancak şimdi, bir devrimci olarak, kendisine katılmadığım noktalardan bahsedeceğim.

    öncelikle sokal, yoğun biçimde bizim adını sanını duymadığımız akademisyenler, yazarlar ve editörlerden bahsediyor. bu isimler baudrillard veya deleuze gibi, dünya çapında insanlar değiller. onların çoğu saçmalık eseri olan görüşlerini uzun uzun eleştirdikten sonra, araya baudrillard'ın möbiüs şeridi benzetmesini koyması, deleuze ve guattari’nin ya da virilio'nun bilimsel metaforlarını yahut onları yanlış değerlendirmelerini serpiştirmesi bana samimi gelmedi. sokal'ın bu isimleri kapsamlı biçimde okuduğuna inanmıyorum. bilimi göreli ve her şey uyarcı bakış açısına hapsedip, değerini aşağı çeken kıytırık tipler oldukça fazla, ancak hiçbiri bu isimlerle kıyaslanamaz.

    sokal sistemin oyununa gelmiş gibi duruyor, yani dizge içerisinde her şeyi yan yana sıralayıp değerlerini eşitliyor. kimse evrenin yapısı üzerine bir kabilenin görüşlerini, yaşamını buna adamış kozmologların görüşleriyle, mesela sagan'ın görüşleriyle kıyaslayamaz. kabile sezgisel olarak yerinde tespitler bile yapmış olabilir, ama gerçekliğe yakınsama hususunda neyi ciddiye alacağımızı hepimiz çok iyi biliyoruz. sokal buna kızıyor, bir bilim insanı olarak haklı, ama eleştirdiği büyük isimleri bu çuvala atması büyük hata. buyurun, eleştirdiği adam virilio'dan bir alıntı yapalım: "batı ile doğu arasındaki elli yıllık caydırma dönemi boyunca silahlanma yarışına alet olan bilimin bakış açısı bugün artık yalnızca sınır performanslar peşinde koşmaktır. bilim, bunu yaparken, insanlığa faydalı, tutarlı bir hakikat keşfetme arayışını bir kenara bırakmıştır... işlemsel araç ile keşif amaçlı araştırma'nın vahim sonuçlar doğuracak şekilde birbirine karıştırılması modern bilimi giderek bir tekno-bilim haline getirmiştir. modem bilim felsefi temellerinden uzaklaşmış ve farklı yollara sapmıştır." kendisi buna katılmıyor mu? sırf dromoloji hususunda, hız mevzusunu yanlış yorumladı diye kestirip atması doğru değil.

    diğer mevzu ise eleştirdiği isimleri, sanki aynı cephede yer alıyorlarmış gibi değerlendirmesi. kendisi baudrillard'ın foucault’yu eleştirdiğini, deleuze-guattari cephesi ile baudrillard'ın gerçeklik ve göstergeler düzeni hakkındaki fikirlerinin farklı olduğunu, deleuze ve guattari'nin lacan'ın psikanalizini eleştirdiklerini vs. bilmiyor mu? sanırım bilmiyor. bauman da postmodern dönem sosyologlardan biri, ama sokal adını kitapta hiç anmıyor, en az onlar kadar geniş kitlelere hitap ediyor olsa da. sebebi belli, bauman bir mücadele anlatısı koymamız gerektiğini savunuyor da ondan. sokal eleştirdiği isimlerin ışığında bir mücadele anlatısı çıkaramamış ve teslimiyet olarak yorumlamış olduğu için hepsini silip atmış görünüyor. öyleyse göstergeler düzenini ne yapacak sokal? medyanın ve iletişim aygıtlarının gerçeklik üretme potansiyelini? yahut değişen tüketim anlayışlarını? bunlar birer gerçek ve eleştirdiği adamlar bunları çözümlüyor. sokal belli düzeyde çağı yadsıyor ve bu devrimci bir tavır değil.

    tüm görüşlerin aynı ölçüde geçerli olduğu, "her şey uyar"cı düşünce bana da ters. ancak bilimsel nesnel gerçeklikleri yadsıyan ve neredeyse hurafe ile sahte bilim konseptlerinin değerleriyle eşitleyen aşırı göreci bakış açısını eleştirirken, sokal araya bu isimleri serpiştirmekte haksız. hinduizm’in, modern bilimin vardığı sonuçlara yüzlerce yıl önce vardığını belirten hindistan postmodernistleri ile bizim fransızları yan yana sıralayamazsın. satır aralarında onların daha zeki olduğunu söylemek bir şey ifade etmiyor. fizikçi rovelli'nin ifade ettiği gibi; "en güvenilir yanıtlar bilimsel yanıtlardır çünkü bilim kesin değil, daha güvenilir yanıtlar aramaktır. bilimsel araştırma kesinlikten değil, radikal olarak kesinliğin olmamasından beslenir." bizim radikal belirsizlikten anladığımız işte bu, sokal da bilimin böylesi bir şüpheyle ilerlediğini belirtiyor. her zaman bir görüşü suistimal eden, aşırı yorumcu tipler çıkacaktır, ve hatta bu tipler sözün iktidarını ele geçirecek kadar çoğalabilirler de. buna öfke duyulabilir, ama öfkenin, çağın yapısını yadsımamıza sebep olmasına izin verdiğimiz anda hayıflanmalarımız boşa çıkar. ve buradan da doğru düzgün bir devrimci mücadele anlatısı çıkaramayız.

    kuramsal fizikçi bricmont ile beraber yazdıkları esere de göz attım: son moda saçmalar. bunu bütünsel olarak okuyacak zamanım yoktu, yalnızca isimler üzerinden yaptıkları eleştirileri taradım.

    deleuze ve guattari cephesi sokal için müthiş malzeme sunuyor, kabul ediyorum, çünkü ikilide bu tip kullanım çok, özellikle felsefe nedir kitabında birçok defa “ne anlatıyorsunuz abi" dediğimi anımsıyorum. bilimsel kavramları kullanma şekillerinden doğan bir rahatsızlıktı bu. keza kullanım şekillerinin açıklıktan uzak olması, ciddi anlam kargaşasına yol açıyor. iki fizikçi de aynı fikirde, alıntıladıkları yerler üzerine söyleyebileceğim bir şey yok.

    minör olanı savunmak için deleuze ve guattari'nin değerlendirmelerine ihtiyacım olmadı hiç; ancak, ikilinin anti-psikanalitik tavırları, yüzde yüz katılmasam da makinesel-bilinç dışı kavramı, arzunun akışı, aşkın ampirizm, kaçış çizgileri vb. düşünceleri etkileyici. öte yandan guattari bir komünist olarak, toplumsal alandaki iktidar mekanizmalarını çökertmeye çalışmıştır, deleuze’le birlikte kapitalist modernleşmeyle gelen kimliklerin hegemonik durumunu çözümlemişlerdir. ikili radikal değişimi hızlandıracağını düşündükleri mikro politika, yani minör politikanın coşkulu savunucularıdırlar. bu yönteme katılırsın katılmazsın, o başka mevzu.

    baudrillard'a pek yer ayırmamışlar; onun genel olarak öklid-dışı geometriyi, kaos kuramını ve tersinirliği kullanım şeklini eleştirmişler. baudri’nin tüm kitaplarını okudum ve yer yer bu eleştirileri ben de yaptım. iki fizikçinin getirdiği açıklamalar tartışmaya kapalı; yani “olay senin anlattığınla alakalı değil” diyorlar kısaca. ancak… sokal şu ifadesiyle kendini açık ediyor; “bunları birer eğretileme (yani benzetme) olarak görsek de görmesek de, sosyoloji ya da tarih konusundaki ıvız zıvır gözlemlere bir derinlik görünümü vermekten başka ne işe yaradıklarını anlamak zor."

    şimdi, baudri gerçekten bunları eğretileme olarak kullanıyor, ikincisi, kimse benim için eleştirilemez değil. ancak sokal’ın kestirmeci tavrı maksadını aşmış. "ıvır zıvır gözlemler" ifadesi, hiç okumamış biri için tüm baudrillard düşüncesini çöpe atmak manasına gelir.

    diyelim ki siz bir yazılımcısınız, ben de müzisyenim. müzik yapmak ile ilgili bir şeyler anlatıyorum, epey de kalabalık bir dinleyicim var ve yazılımda kullanılan terimlere atıf yapıyorum; ama yüzeysel bir bilgim var yazılımla ilgili, siz de benim açıklamalarımı görüyorsunuz ve işinin ehli bir yazılımcı olarak, “söylediklerin yanlış, insanlar yazılım bilmediği için bol keseden atıyorsun” diyorsunuz. bu bana gayet doğal geliyor. ama benim beş saatlik konuşmamın yarım saati bunlardan oluşuyorsa, sırf bunun üzerinden benim müzikle ilgili tüm sözlerimi hiçe saymanız, bu kez sizi hatalı konuma sokuyor. ve üstüne beni, tüm konuşması bu minvalde olanların yanına, yani hurafecilerin ve sahte bilimcilerin yanına atıyorsanız, yaptığınız iki katı hatalı oluyor. işte iki kitabın özeti bu.

    sokal dine gerçeklik atfedilmesi hususunda hoşgörülü yaklaşmaya pek yatkın değil. tabii ki isteyen istediğine inanır deyip geçeriz, ama trajikomik bulmaktan da kendimizi alıkoyamayız. keza din toplumun bir arada kalabilmesi için olmazsa olmaz bir harç falan değil; bir arada duran toplum diye bir şey zaten yok. mesela sokal bu fikirde baudrillard'dan yararlanabilirdi... neyse, konumuz bu değil. sokal doğru ve yanlış arasındaki net ayrımın yapılması gerekliliğini vurguluyor ve bu farkı muğlaklaştıran propagandacılar ve hükümet yandaşlarının yanına, postmodernistleri de koyuyor. aşırı göreciler ne konuşursa konuşun, doğru ve yanlışın muğlak olmadığı çok konsept var zaten. kimi postmodernistlerin böyle olmadığını da bazı bölümlerde ifade ediyor sokal. göreci yaklaşımın, sağın işine yaradığını belirtiyor bir yerde, keza bunu küresel çapta yükselen faşist iktidarlarda görebilmek bugün mümkün. hatta yeni tür bir faşizmin içerisinde olduğumuz aşikar. ama postmodern dönemi çözümleyen büyük düşünürleri, adını sanını duymadığımız sayısız kişiyle aynı kefeye atması büyük talihsizlik. aksine, yeni bir mücadele anlatısı için onlardan yararlanması gerekirdi.

    bir yerde şöyle diyor; "maddenin atomlardan oluştuğuna, biyolojik türlerin evrimleştiğine ve amerikan dış politikasının ahlaksız olduğuna inanıyorum. dahası, bunlara inanmak için sağlam sebeplerim olduğunu düşünüyorum ve dinlemek isteyen herkese bu sebepleri açıklamaktan mutluluk duyarım." acaba kendisi baudrillard, deleuze ve guattari gibi isimlerin bunlara katılmadığını mı düşünüyor? hiç sanmıyorum. ama artık çok geç, onlardan habersiz olan her okur, sokal’ın kitabını eline aldığı an hepsi hakkında olumsuz yargıya vardı.

    katıldığım görüşleri ile katılmadıklarım neredeyse eşit olan sokal'ın sözleriyle yazıyı bitirelim;

    "insan ırkı, felaketle sonuçlanabilecek olan iklim değişikliği ve teknolojiyle kolay hale getirilmiş toplu katliamdan kendisini koruyacak kadar hızlı büyüyebilecek mi? ayrıca bu, “hafif faşizme” kaymak yerine, demokratik katılımı ve insan haklarını genişleterek yapılabilir mi? cevap şimdilik bilinmemekle birlikte, hepimiz tarafından alınacak kararlara bağlı olacaktır."
hesabın var mı? giriş yap