• daha kazasız lpg tankı takılamayan memlekette üretilmesi doğru değildir.
    bakın türkiye'de üretilmesi doğru değildir demiyorum.

    bir memleket düşünün madenlerinde insanlar sürekli ölsün ve o ülkenin siyasisi televizyona çıkıp "ölmek madencilerin kaderinde var" desin.
    bir memleket daha düşünün sadece tek bir tersanesinde pek çok farklı kazada 8 yılda 50 den fazla kişi ölsün.
    bir memleket daha düşünün radyasyonlu çayı, radyasyonlu olmadığını kanıtlamak için içen bakanları olsun.
    bir memleket daha düşünün müteahhitler deniz kumundan siteler yapabilsin, o yaptıkları binalar kağıt gibi üst üste yığılsın.

    işte o memleketlerde reaktörlerde olduğu gibi kitlesel sonuçlar doğurabilecek yüksek teknolojik üretim için erkendir. denetleme kültürü oturmamış bu memleketlerin nükleer santral değil, değirmen yatırımı yapmasına bile temkinli yaklaşmak lazımdır.

    yoksa bizim güzel ülkemiz türkiye'de evrim teorisi bile çürütüldü, nükleer enerji de neymiş.
    biz bilim insanının daniskasıyız!.
  • utanç verici elektrik kesintisinden sonra siyasal gelişmeler ve ülkenin kaotik ortamının da etkisiyle 1970 den beri gündemde olan nükleer enerji bir gece yarısı sessizce geçti meclisten. tabii ki yine nükleer karşıtı paylaşımlar, felaket senaryoları paylaşılmaya ve tartışılmaya başladı. bütün bunlar aklıma bir soruyu getirdi. gerçekten nükleer enerji nedir biliyor muyuz?

    internette ki bilgi kirliliğinin de etkisiyle çok farklı senaryolar ortaya dökülüyor. kimi yakalandığı ‘salt muhalefet hastalığı’ nedeniyle kimisi de ülkemizi de etkileyen çernobil ve en son fukuşima felaketlerinin etkisiyle tamamen karşı. peki gerçekten de korktuğumuz kadar kötü mü? eğer öyleyse neden dünya da 435 tane reaktör var ve bunlara yenileri ekleniyor?

    insanoğlu her zaman kendi alışık olduğu şeyleri tercih ederken biraz mistik ve farklı yönleri olandan çekinir. yıldırımdan, denizde geminin batmasından, uçağın düşmesinden, depremden, felaketlerden korkarken; emniyet kemersiz araba sürmeye, sigara içmeye, kurallara uymamaya devam etmesi gibi. acaba nükleer enerjiye karşı da benzer bir şekilde önyargılı mıyız? diğer enerji türleri ile karşılaştırıldığında risk ne kadar? karşı olmamızın sebebi yakalandığımız ‘salt muhalefet’ hastalığı mı, devlete güvensizlik mi yoksa nükleer enerjiye karşı önyargımız ve korkumuz mu?

    bu enerji türü yerine alternatif kaynaklara yönelebilir miyiz? bu ne kadar zamanımızı alır? gerçekten nükleer enerjiye ihtiyacımız var mı? tartışmamız gereken nükleer enerjiye evet ya da hayır mı yoksa başka konular mı? çekindiğimiz nedenler tam olarak ne?

    tüm bu soruların ardından küçük bir araştırma yapmaya ve bu araştırmamı da bir yazıda toparlayıp paylaşmaya karar verdim. umarım az da olsa faydalı olur, hangi konularda haklıyız hangi konularda abartıyoruz görebiliriz.
    yazıyı başlığa ayırdım. a) türkiye’nin enerji ihtiyacı b) radyasyon c) nükleer enerji

    a) türkiye’de enerji, avrupa ve dünyadaki konumu

    bugün enerji kaynakları en çok elektrik enerjisi üretme de kullanılırken bunu ulaşım, sanayi ve son olarak da evde kullandığımız enerji izler. yani özellikle sanayisi gelişen ülkeler de enerji ihtiyacı giderek artmaktadır. türkiyede de tüketim son 40 yılda %400 civarında artarken, bu artışı karşılayabilecek üretim faaliyetlerinde gelişmekte olan ülkelerin çok gerisindeyiz.

    ülkemiz ne yazık ki enerjinin %75.5 ini ithal etmekte. enerjinin %40 ı petrol, %27 si kömür %25i doğalgaz ve %8 i ise iç diğer kaynaklardan sağlanmaktadır. bu kaynaklardan ise petrolun %93 ü, doğalgazın %100 ü ve kömürün de % 50 si ithal edilmektedir.

    dünya ekonomi forumunun verilerine göre avrupa ülkeleri arasında tüketim miktarında türkiye; birleşik krallık, italya, fransa, almanya ve ispanyadan sonra altıncı sırada. aynı sıra üretim miktarı ve üretim kapasitesi için de geçerli.

    üretilen elektrikte ithalat ve ihracat rakamlarına gelirsek; türkiye, 35 avrupa ülkesi içerisinde ithal edilen elektrik miktarında 21.sırada, ihracatta 24.sırada iken net ithalatta ise 18 sırada bulunmakta. her ne kadar ortalama bir tablo olsa da acı gerçekler çevreye duyarlılık, büyüyen ekonomiye oranla enerjinin karşılanması ve enerji güvenliği( dışa bağımlılık) parametreleri baz alınarak oluşturulan sıralamaya göre türkiye; avrupa ülkeleri arasında 30 ve dünya sıralamasında 47. sırada. yunanistan, macaristan, ispanya, italya, brezilya gibi ciddi ekonomik kriz yaşayan ülkelerin gerisinde kaldığımızı ve ciddi enerji ihtiyacını düşünürsek enerji probleminin gelecekte önemli bir sorun haline geleceğini söyleyebiliriz. bu nedenle özgür kaynaklara yönelmek ihtiyaçtan çok mecburiyet gibi gözüküyor. iktidarın da apar topar nükleer enerjiye sarılmasını, ülkeye akan sıcak paraya rağmen ekonominin üstünün örtülememesi aynı zaman da enerji probleminin de artık gizlenemeyecek seviyeye gelmesi, hem geleceği hem de seçim arifesi diyebileceğimiz bugünü tehdit etmesi ile açıklayabiliriz.

    b) radyasyon

    radyasyon(ışınım) kaba tabirle elektromanyetik dalgalar ve parçacıklar biçimindeki enerji yayımı ya da aktarımıdır.

    sanılanın aksine radyasyon sadece yapay olarak değil doğal olarak da doğada ve vücudumuzda bulunur. maruz kaldığımız radyasyonun %88i ni doğal kaynaklardan, %12 sini ise yapay kaynaklardan almaktayız.
    doğal radyasyon kaynakları: kozmik ışınlar, fosil yakıtlar ve doğada bulunan radyoaktif elementler, vücutta bulunan bileşenler, yiyecek içecek, radon gazıdır.
    yapay kaynaklar ise: tıbbi uygulamalar (%97), radyoaktif serpinti (%2.25), tüketici ürünleri (%0.16), meslek (%0.64) ve nükleer santral-atıklar (%0.32)
    yıllık ortalama alınan radyasyon, yaşam koşulları, beslenme, coğrafya ile değişmesine rağmen ortalama 3msv’dir.

    deniz seviyesindeki bir insan uçakla seyahet eden bir insana göre daha az radyasyona maruz kalmaktadır. ayrıca tüketim diye adlandırdığımız, telefon, bilgisayar, mikrodalga gibi aletlerden alınan yıllık radyasyon miktarı ise doğal olarak alınandan çok daha azdır.

    bugün halen radyasonun düşük dozda faydaları var mı yoksa her dozu tehlikeli midir soruları tartışılmaya devam etmekte. ayrıca kanserin nedenleri de tam olarak bilinmemesine rağmen yapılan gözlemler sonucu yüksek doz da radyasyonun doza bağlı olarak kısa sürede ölüme yol açtığı ya da kanseri tetiklediği belirtilirken; küçük dozların etkilerinin tam olarak bilinemediği fakat dna yapısında değişikliklere yol açtığı, ölümcül risk taşımasa bile uzun vadede kansere neden olabileceği söyleniyor.

    tüm bu doz ölçümleri için sivert (sv) birimi kullanılmakta. (doz birimleri ve ölçümleri ile ilgili ayrıntılı bilgi internette fazlası ile mevcut). sağlık sorunlarına yol açabilecek en düşük doz ise yıllık 100msv iken ölümcül doz limiti ise tıbbi ve doğal kaynaklar hariç 1sv olarak belirtilmektedir. ancak radyasyonun neden olduğu etkiler ne kadarlık sürede ne kadar radyasyona maruz kalındığı; direk olarak mı yoksa besin, hava, su gibi dolaylı yollarla mı alındığı; belli bir bölgeye mi yoksa tüm vücuda mı etki ettiği; yine yenilen besinlere, coğrafyaya, yaşa göre değişmektedir. günlük yaşantımızda aldığımız dozları aşağıda kısaca sıraladım ayrıca orjinal doz tabloları da internette kolaylıkla bulunabilir.
    alınan dozları 4 grupta incelersek;

    1.grup:
    cep telefonları iyonize radyasyon yaymadığı için kanser riski taşımaz.
    mrı ve ultrasonik tıbbi görüntüleme cihazları da risk olmayan grupta.

    2.grup:
    birinin yanında uyumak ya da aynı yatağı paylaşmak : 0.05 mikrosivert
    nükleer santralin 30 km çevresinde yaşamak: 0.09 mikrosivert
    muz yemek: 0.1 mikrosivert
    kol röntgeni: 1 mikrosivert
    nükleer atıklar: 1 mikrosivert/yıl
    yüksek bir platoda bir gün geçirmek: 1.2 mikrosivert
    normal geçirilen bir gün: ortalama 10 mikrosivert
    uçak ile 5 saatlik yolculuk: 40 mikrosivert

    3.grup:
    göğüs röntgeni: 20 mikrosivert
    2.gruptan alınan doz : yaklaşık 60 mikrosivert
    fukuşima’dan haftalar sonra tokyodaki ekstra doz: 40 mikrosivert
    taş, tuğla ya da beton binada yaşamak: 70 mikrosivert/yıl
    fukuşima, faciadan 2 hafta sonrası: 400 mikrosivert
    vücuttaki potasyumdan alınan miktar: 390 mikrosivert/yıl
    mammogram: 400 mikrosivert
    ct (tomografi) kafa taraması: 2 msv( milisivert)
    çernobil nükleer santralinin yeri: 6 msv/saat
    ct göğüs taraması: 7 msv
    günde 1,5 paket sigara içen bir birey: 36 msv/yıl
    radyasyon çalışanları: 50 msv/yıl

    3.grup: yaklaşık 75msv

    4 grup ise kanser riski için minimum sınır 100msv/yıl ve üzerini, atom bombasından sağ kurtulanları, nükleer facia sonrası 30 km alanda yaşayanları, facia sonrası temizlik elemanlarını, radyoaktif zehirlenmeleri içeriyor.

    c) nükleer enerji

    bu başlığı hem popüler bir konu olmasından hem de daha derli toplu, daha faydalı ve akılda kalıcı olduğunu düşündüğümden soru-cevap şeklinde yazmaya karar verdim. sorular genelde insanların kaygılarından, internette okuduklarımdan oluşuyor. eksik varsa affedin. yorumlara ve eleştiriye açığım. cevapları ise teknik terimlerden arındırıp en basit şekilde yazıyorum.

    1) nükleer enerji nedir ve nasıl çalışır?

    nükleer enerji çalışma prensibi olarak mevcut kömür, doğalgaz, petrol ya da hidroelektrik santralleri gibi güç santralleri ile aynı mantıkta çalışmaktadır. özetle, elektrik jeneratörlerinin döndürülmesi için hidroelektrikte su, diğer kaynaklarda ise buhara ihtiyaç duyulur. buhar elde etmek için ısı gerekmektedir. petrol, doğalgaz, kömürde yanma işlemi uygulanırken nükleer santrallerde ise atomdan yararlanılır.

    2) neden nükleer enerji?

    bugüne kadar kullanılan yöntemleri incelediğimizde; hidroelektrik santrali yenilenebilir kaynaklar arasında olması, uzun yıllar kullanılabilmesi ve verimi ile en faydalı yöntem. ancak bu santrallerin inşaatı sırasında doğaya verilen zarar, sonrasında tarım arazilerine verilen zarar, iklimsel değişiklikler alternatif arayışlara itmiştir. ayrıca hidroelektrik santrallerinin kapasitesi de su ile taşınan toprak vb. materyaller nedeniyle her geçen sene daha da azalmaktadır.

    fosil yakıtlar, yanma olayı nedeniyle havaya sera etkisine neden olan gazlar salmakta ve küresel ısınma konusunda en büyük nedendir. ayrıca üretilen enerjinin çoğu ısınmaya gittiğinden verimi oldukça düşüktür. petrol ve doğalgaz ise maliyetler düşünüldüğünde türkiye gibi büyük oranda ithalat yapan ülkeler için son derece elverişsizdir.

    bu kaynaklar ile kıyaslandığında nükleer enerji, yüksek verimi ve ucuz olması nedeniyle avantajlı gözüküyor. türkiye’nin, nükleer enerji’nin ham maddesi uranyum ve toryum açısından zengin olduğu da düşünülürse gelecek için de garanti gözükmekte. sera gazları salmaması ekolojik olarak avantaj olmakla birlikte radyoaktif atıklar en büyük dezavantaj. ama bu atıklar kontollü olarak atılmakta ve zararı sanılandan çok daha az.

    3) nükleer santrallerde kaza riski yüksek. bunu bile bile santral yapmak mantıklı mı?

    bir nükleer santraldeki kaza ihtimalini düşünmek ile cern’nin pozitron çarpıştırma deneyinin patlamayla sonuçlanması arasında çok da bir fark yok aslında.
    belki faciadan çok terör hedefi olma ihtimali daha fazla. tarihte örnekleri olmasına rağmen büyük bir facia yaşanmamış.

    aslında diğer enerji kaynaklarına bakıldığında nükleer enerji de kaza riski çok daha az. her yıl kömür madenlerinde ölen işçi sayısı 10bin iken nükleer santrallerde bu sayı oldukça düşük hatta son yıllarda bilinen ölüm vakası yok.

    1970-1992 arasında nükleer santrallerde ölen işçi sayısı 39 iken, kömür santrallerinde 6400, doğalgaz enerji santrallerinde 1200 ve hidroelektrik santrallerinde 4000 kişi.
    ayrıca nükleer santrallerde çalışan işçilerin maruz kalacağı doz uluslararası standartlar ile belirlenmiş, tatil ve izinleri ona göre ayarlanmıştır.

    tabii ki diğer santrallere göre nükleer enerji santrallerinde kaza riski az olmasına rağmen bu santrallerdeki kazalar çok daha fazla yıkıcı ve geniş alana etki etmektedir. ayrıca ekonomik olarak yükü de çok daha fazladır.
    bugüne kadar birçok nükleer test, birçok kaza meydana gelmesine rağmen meydana getirdiği hasar ve sonuçlar açısından en önemli üçü three mile ısland 1979, fukuşima 2011 ve çernobil 1986dır. bu kazaların fukuşima hariç hepsi insan hatasından kaynaklanmaktadır. fukuşima ise tsunami ihtimalinin göz önünde bulundurulmaması, eski dizayn olmasından dolayı engellenmeye çalışılsa bile başarılamamıştır. ama gelişen teknoloji ile nükleer santrallerdeki güvenlik her geçen gün daha da artırılmaktadır.
    ayrıca 2020 ile 2055 arasında 4 büyük nükleer kaza olabileceği öngörülüyor. ancak tüm bunlara rağmen yeni santraller açılmaya devam ediliyor. fiyat-verim ve diğer teknolojiler karşılaştırıldığında çok mantıksız gibi gözükmüyor.

    4) nükleer enerji sağlığı ve doğayı tehdit ediyor.

    kısmen doğru. ancak yapılan araştırmalar, kömür ve termik santrallerin radyoaktivitesinin, nükleer santrallerden çok daha fazla olduğunu;yanmış kömürün, dumanın ve küllerinin nükleer santrale göre 100 kat daha fazla radyoaktif olduğunu gösteriyor.

    kömür ocakları etrafında yaşayan ve çalışan insanlarda akciğer hastalıklarının ve kalp krizi vakalarının büyük oranda arttığı gözlemlenmiş.

    ayrıca radyasyon başlığı altında paylaştığım günlük alınan dozajlara bakıldığında;
    birisiyle yatıldığında maruz kalınan doz ile nükleer santral çevresinde yaşayan bi insanın maruz kaldığı dozun hemen hemen aynı olduğu, muz yenildiğinde, yüksek bir platoda 1 gün geçirildiğinde ya da uçakla seyahatte daha fazla doz alındığı görülüyor. vücutta bulunan potasyumun da nükleer atıklardan daha fazla radyasyon yaydığı gözüküyor.

    en dikkat çekeni ise günde 1.5 paket sigara içen bir kişinin maruz kaldığı radyasyon miktarının nükleer çalışanlarla neredeyse aynı olması ve nükleer atıklardan alınandan 35000 kat daha fazla olması.
    ayrıca tıbbi amaçlı çekimlerinde nükleer santrallerden daha zararlı, tek seferde çok daha fazla doz alındığı görülüyor.

    tüm bunların yanında nükleer santraller tamamen saf diyemeyiz. düşük bir ihtimal de olsa patlama durumunda 30km çevredeki radyasyon eşik değerin çok çok üstünde. 30km nin dışında ise kayda değer yükseklikte olduğu görülüyor.

    nükleer kazalarda genelde iodine 131(ı-131) ve cesium 137(cs-137) saçılıyor ve kanseri riskini artırıyor. özellikle iyodin çocuklarda tiroidlerde birikerek ilerleyen yaşlarda tiroid kanserine neden oluyor. nükleer patlama sonrası radyoaktif materyaller ve iyonize radyasyon serbest kalır ve sağlığı tehdit edebilir. ama bu risk; saçılan izotop ya da radyoaktif maddeye,radyasyona nasıl maruz kalındığına: (yemek, su, hava ya da direk ),yaşa (genç yaşlarda risk daha fazladır),kaçağın süresine ve miktarına bağlı.
    nükleer enerji normal şartlarda sağlığı tehdit etmese de olası bir kaza durumunda son derece yıkıcı.

    5) dünya nükleer enerji santrallerini kapatıyor. ya biz?

    bugün dünyada enerjinin %12.5 i avrupada ise %30 u nükleer enerjiden elde ediliyor. toplam 437 reaktör bulunmakta. nükleer reaktörü faal olan ülkelere bakarsak en çok çeken ülkeler;

    ermenistan enerjisinin %34.3ünü, belçika %54.2ni, bulgaristan %32.6sını, çek cumhuriyeti %32.6sını, finlandiya %31.6sını, fransa %79.4ünü, macaristan %43.6sını, slovakya %54.5ini, slovenya %39.1sını, isveç %40.2sini, isviçre %42.5sini, ukrayna ise %46.3ünü nükleer kaynaktan sağlamakta.

    16 ülkede 71 yeni reaktörler inşa halinde:
    abd 5, uae 3, ukrayna 2, g.kore 5, slovakya 2, rusya 10, pakistan 2, japonya 2, hindistan 6, fransa 1, finlandiya 1, çin-tayvan 2, çin 26, brezilya 1, belarus 2, arjantin 1 yeni reaktör inşasına devam ediyor. burada en çok dikkat çeken ise 2011 de fukuşima felaketini yaşayan japonya.
    türkiye’de ise 8 yeni reaktörün inşasına başlanacak.

    görüldüğü gibi dünya nükleerden vazgeçmiyor aksine yenilerini inşa ediyor. sadece almanya ve isviçre kapatma kararı aldı, japonya ise faciadan sonra kapatmasına rağmen yeni santraller için inşaaya başladı. almanya 2022 itibari ile tüm santralleri kapatmış olacak.

    6) neden alternatif enerjiye yönelmiyoruz?

    bu soru benim de kafamı hep kurcaladı. alternatif enerji kaynaklarının verimi oldukça düşük. en çok kullanılanlardan güneş enerjisinin verimi en düşük olanı ve pahalı bir teknoloji. rüzgar ise türkiye için mantıklı gözükse de tam kapasite çalışmıyor ve yine türkiyenin gereksinimini karşılayabilecek düzeyde değil.
    almanya, 2022 de tüm nükleer santralleri kapatacak olmasına rağmen mevcut teknolojinin gidişatına bakarak alternatif enerjinin ihtiyacın tamamını karşılaması için 2036 dan sonrasını öngörüyor.
    ülkelerin enerjilerine bakıldığında alternatif enerji paylarının en dikkat çektiği ülkeler; kosta rika(%18.7), danimarka (%40.2), el salvador (%31.3), finlandiya (%15.9), almanya (%17.6), guetamala(% 21.7), izlanda (%27), irlanda (%17.1), yunanistan (%8), avrupa ortalamsı %12-13, dünya ortalaması %4.2. türkiye ise %2.5

    7) akkuyu ve sinopa yapılması risk değil mi?

    karadeniz ülkeleri romanya, bulgaristan, ukrayna ve rusya da hali hazırda reaktörler bulunmakta. komşu ülkelerden ermenistan’ın da türkiye sınırında 1 adet santrali olduğunu düşünürsek ve de nükleer santralin soğutma sistemi için suya ihtiyaç duyduğunu, yaydığı radyasyonun çok az olduğunu ve bununla ilgili sürekli teknoljik gelişmeler olduğunu hesaba katarsak nerede yapıldığı çok da önemli gibi durmuyor.
    benim düşüncem tartışılacak tek noktanın santral inşaatı sırasında doğanın katledilmesi. dünyada suya karışan radyoaktif maddelerden dolayı yüzmeye, kullanıma kapatılan sular mevcut. ama bununla ilgili fizibilite yapıldığını düşünüyorum

    8) rusya ve japonya yapıp işletecek. neden biz yapmıyoruz?

    bu konuda yetişmiş insanımız olmadığı için başkasına yaptırılması mantıksız gelmiyor. sonuçta türkiye’de birçok yapı yabancılar tarafından yapılıyor ve uzun yıllar hizmet verebiliyor. hatta tarihi yapıların bile bir çoğu yabancılar tarafından yapılmış ve bugüne kadar ayakta kalanlar arasında çoğunluktalar. bu noktada tartışılması gereken konular denetimin uluslararası standartlarda yapılıp yapılamayacağı, santralin dışa bağımlılığı ne ölçüde azaltacağı, üretime ne kadar destek olacağı olmalı bence.

    sonuç

    türkiye’nin enerji ihtiyacı, enerjideki dışa bağımlılığı göze alındığında nükleer enerji mantıklı bir seçenek gibi duruyor. en başta da yazdığım gibi nükleer enerji bize biraz yabancı ve mistik geliyor. o nedenle insanlar alışık olduğunu tercih ediyorlar. ama fosil yakıtlar ve hidroelektrik ile kıyaslandığında çevreye zararı çok daha az ve çok daha güvenli bir teknoloji. zaten güvenli olmasa, düşündüğümüz gibi potansiyel bomba olsa dünya kullanmaya devam etmez ve yenilerini açmazdı. bu kadar bağımlıyken, ihtiyaç varken hes lere çok ses çıkarmayıp nükleere hayır demek bana oldukça samimiyetsiz geliyor.
    bu noktada tartışmamız gereken şey nükleer enerjinin faydası zararı olmamalı. görünen o ki nükleer enerji fobisinin altında bu projeye imza atanlara güvensizlik yatıyor. doğrusu beni de düşündüren nokta o. çünkü enerjiye yapılan herhangi bir yatırım politik çıkar olarak geri dönecektir. ama gerçekten denetimlerde uluslararası standartları yakalayabilir miyiz, kalifiye eleman yetiştiriliyor mu, fizibilitesi doğru yapıldı mı kısacası nükleere hazır mıyız, bunları konuşmalıyız.
    türkiye, nükleer enerjinin hammaddesi uranyum ve toryum bakımından oldukça zengin. yani gelecek açısından da garanti bir kaynak. ama dünyada bu maddelerin miktarı fazlaca olduğu için fiyatları da çok değişmeyecektir. hammaddenin üretimdeki payının da %12-15 civarında olduğunu düşünürsek bir diğer soru da olayın ekonomi boyutu. ne kadar yatırım yapılıyor, ne kadar sürede geri dönüş olacak ve mevcut enerji üretimine göre ekonomik yükü ne kadar rahatlatacak.
    ya da nükleersiz, hessiz nasıl bir çözüm üretebiliriz bunları konuşmalıyız. neden güneş enerjisi pahalıysa daha ucuza nasıl mal edebiliriz diye üzerinde çalışamıyoruz, neden rüzgar enerjisini en uygun koşullarda kullanmak için teknoloji geliştiremiyoruz, neden iskandinav ülkeleri biyokütlelerden ciddi miktarda enerji üretirken biz hala organik çöplerimizi ayırmayı öğrenemiyoruz diye sormalıyız.
    araştırmalarım sırasında dikkatimi çeken bir diğer nokta da 2030 da üçüncü bir nükleer santral için çalışmalar yapılıyor olduğuydu. enerji konusunda dünyanın gerisindeyiz. ama 2030 a kadar hem eğitime yatırım yapıp kalifiye eleman yetiştirerek hem de altyapı anlamında yatırım yapılarak, almanya’nın 2036 sonrası tüm enerjimizi sağlayabileceğiz dediği alternatif enerji teknolojisine onlarla beraber önderlik yapamaz mıyız?
    kısacası, nükleer zorunluluktur. ona bilinçsizce bir hayır yerine, bilinçli yaklaşmak gerekir.nükleer olsa da olmasa da uzun dönemli çözümler için ses çıkarmak gerekir. yoksa anlık kaygıların ya çıkarların kimseye faydası yok.

    kaynaklar:
    hatch m, ron e, bouville a, zablotska l, howe g. the chernobyl disaster: cancer following the accident at the chernobyl nuclear power plant. epidemiologic reviews 2005; 27:56–66.
    minenko vf, ulanovsky av, drozdovitch vv, et al. ındividual thyroid dose estimates for a case-control study of chernobyl-related thyroid cancer among children of belarus—part ıı. contributions from long-lived radionuclides and external radiation. health physics 2006; 90(4):312–327.
    brenner av, mykola dt, hatch m, et al. ı-131 dose-response for incident thyroid cancers in ukraine related to the chornobyl accident. environmental health perspectives 2011; doı: 10.1289/ehp.1002674.
    united nations scientific committee on the effects of atomic radiation. sources and effects of ıonizing radiation: unscear 2008 report to the general assembly with scientific annexes. volume ıı, annex d. health effects due to radiation from the chernobyl accident. new york: united nations, 2011.
    from the departments of radiation oncology (j.p.c., c.g.a., z.t., s.m.h., e.g.) and radiation safety (r.d.f.), university of pennsylvania, philadelphia.
    paper for science, j. p. mcbride at oak ridge national laboratory ,1978
    türkiye atom enerjisi kurumu-www.taek.gov.tr
    the new england journal of medicine, world nuclear association and taiwan's atomic energy council, 2011
    www.oecd.org
    http://www3.weforum.org/…wef_en_nea_report_2014.pdf
    https://yearbook.enerdata.net/
    http://www.europarl.europa.eu/
    http://ec.europa.eu/…nergy/en/topics/nuclear-energy
    http://www.nrc.gov/
    http://xkcd.com/radiation/
    http://blog.vornaskotti.com/…one-chernobyl-pripyat/
    http://en.wikipedia.org/wiki/sievert
    http://www.epa.gov/
  • nükleer enerjinin temel mantığını, matematik denklemlerine boğulmadan, grafiklerle yalın bir şekilde anlatmaya çalışacağım.

    nükleer enerji için ilk olarak birkaç tanımlama yapmak gerekli. proton ve nötron aynı (özdeş) parçacıklar olarak ele alınır. protonun artı yükü haricinde diğer özellikleri nötron ile hemen hemen aynıdır. iki parçacığa ortak olarak nükleon denmektedir.

    protonları kırmızı elmaya benzetelim, nötronları yeşil elmaya. bir tarafta 20 tane ve 2,5 kilo kırmızı elma olsun diğer tarafta 20 tane ve 2,5 kilo yeşil elma olsun. ikisini bir araya getirdiğimizde 40 tane elmanın 5 kilo etmesi gerekmektedir; fakat bir araya getirilen 40 elma ölçüldüğünde 4,5 kilo gelmekte. peki 500 gram (yani 0,5 kilo) kütle nereye gitti?

    meşhur e=mc^2 denklemini hatırlayalım. basitlik olması için ışık hızını 1 alalım. o zaman e=m olur yani enerji kütleye eşit olur. 40 elmanın bir araya getirilmesi ile kaybolan 500 gram aslında elmaları bir arada tutmak için enerjiye dönüşmüştür. bu enerjiye bağlanma enerjisi denir.

    40 elma olduğuna göre 0,5/40 dersek her elma başına düşen bağlanma enerjisi 0,0125 kilogram (12,5 gram) olur.

    sonlu çekirdeklerde nükleonlar, bağlanma enerjisi ile bir arada bulunurlar. yapılan çalışmalar ile şöyle bir grafik elde edilmiştir: nükleon başına bağlanma enerjisi grafiği

    56-60 civarı nükleonu olan çekirdeklerin nükleon başına düşen bağlanma enerjisi en yüksektir. ilk birkaç çekirdeği saymazsak 56-60 nükleona kadar nükleon başına düşen bağlanma enerjisi artmakta ardından azalmaktadır.

    sonlu çekirdekler daha kararlı bir yapıda bulunmak isterler. grafikte demir çekirdeğinden (fe ile gösterilen) daha hafif çekirdekler bir araya gelerek (füzyon ile), daha ağır çekirdekler parçalanarak (fizyon ile) kararlı hale gelirler.

    grafiğin sonunda bulunan uranyum çekirdeği parçalanarak sola doğru bir tırmanışa geçecektir. gevşek yapıdan daha kararlı bir yapıya ulaşacaktır. daha kararlı bir yapıdaki çekirdeğe dönüşürken bir enerji farkı oluşur :enerji farkı görseli. işte bu enerji farkından nükleer enerji elde edilir.

    teorik olarak fe çekirdeğinden daha düşük nükleona sahip çekirdekler, bir araya getirilerek (füzyon ile) nükleer enerji elde edilebilir.

    edit: grafik düzeltmesi

    edit2: @nedendir bilinmez ve @kalenderbey uyardılar, teşekkür ederim. birimler düzeltildi.
  • baştan söylüyorum ben çevreci bir insanım, doğa aşığıyım, çöp üretmemeye gayret ediyorum, ürettiğim çöpleri de ayrıştırıyorum; kağıt, şişe, plastik çöplerimi ayrıştırarak geri dönüşüm merkezlerine veriyorum. hatta çevre ve doğal kaynaklar yönetimi eğitimi alıyorum. aşağıda yazacaklarımı boklayacaksanız ona göre boklayın... okumaya üşenen inci sözlükçüler için de son cümlede özet geçtim.

    nükleer enerji karşıtı olmak anlaşılabilir bir şeydir. her enerji üretim prosesinin karşıtı olabilirsiniz ancak neden karşı olduğunuzu bilmiyorsanız olmaz. japonyadaki 8,9 büyüklüğündeki depremden sonra hasar gören ve tehlike arz eden santrallere bakarak bu kadar saçma ve cahilce yorumlar yaptıkça taraftar toplayacağınıza kendinize güldürüyorsunuz insanları. sana diyeceğim üç beş şey var yeşil kardeşim, kulağını aç beni iyi dinle:

    1. bak sevgili yeşil kardeşim, bu japonyadaki santraller 50-60 senelik teknolojinin ürünü. yeni sayılır deme, dünyanın son 100 sene içerisinde geçirdiği teknolojik gelişmeyi düşün ona göre hesapla. 50-60 senelik bir teknoloji ile yapılmış bu santral 8,9 gibi senin tasavvur edemeyeceğin kadar şiddetli bir depreme dayanıyor sen bok atıyorsun. bugün yapılacak olan bir santrale yeni teknolojinin yapacağı katkıyı da hesaplamıyorsun. olmuyor yeşil kardeşim.

    2. bu santrallerin bugün arz ettiği asıl tehlikenin sızıntı değil elektrik kesintisi olacağından da habersizsin. millet sızıntıdan değil elektrik kıtlığında su arıtım tesislerinin çalışmamasından ve buna bağlı salgından korkuyor. sızıntı korkusu tabii var ama öyle çernobil faciası gibi bir şey zaten beklenmiyor. aha bak burada var.

    3. standart bir çevrecinin -ben de dahil- sıklıkla dile getirdiği güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, bio-enerji gibi çözümlerin kullanılması durumunda tesislerin bırak tsunamiyi daha baştan 8,9'luk depremle yerle bir olup kullanılamaz hale geleceğini göremiyorsun. ee ne oldu, elektrik oldu mu sana yine baş belası? oldu mu sana yine salgın tehlikesi. sen takmışsın kafayı sızıntıya ama işte kazın ayağı öyle değil yeşil kardeşim. o senin korktuğun boyutlardaki sızıntı bugünkü teknoloji ile üretilen nükleer santrallerde </caps>olmaz</caps>. olursa da çok ekstrem bir örnek olur.

    4. gelelim asıl konuya. enerji ihtiyacı... sen bilgisayarın başına oturup tık tık ekşi sözlüğe girmek, akşam evde oturup üç boyutlu plazma televizyonunda galatasaray-fenerbahçe maçı izlemek, market alışverişinden sonra aldıklarını bedava poşetlere 3'er 5'er doldurmak, 3 poşeti de çöp poşeti yaparım diye çantaya atmak, arabaya atlayıp olympos'a tatile gitmek istiyor musun onu söyle? istiyorsan enerjiye ihtiyacın var yeşil kardeşim. sen nükleere karşı çıktıkça senin bu enerji ihtiyacın amına koyduğumun kömürüyle, kitabını siktiğimin petrolüyle sağlanıyor. ne oluyor ekosistemin anası sikiliyor. petrol bölgesel kaynak olduğundan rezervlerin bokuna savaşlar çıkıyor (bu işin demagojik yanı). sera gazları sel olup akıyor... bak konuşturma işte beni sabaha kadar 10 tane tuğla gibi entry yazarım bu konuda. neyse biliyorsun işte bu petrol ve kömürün marifetlerini.

    böyle entry döşenince nükleer enerji savunucusu olduğum zannedilmesin üzülürüm, ben sadece bazı gerçekleri dile getirdim.

    nükleer enerji ile ilgili asıl sorun nükleer enerjinin yenilenebilir olmamasıdır. bugün bütün dünya nükleere sardırsa kaynakların kaç senelik ömrü var biliyor musun? komik ama gerçek: sadece 80 sene (kaynak da var ama şimdi üşendim onu bulmaya, çok ısrar edersen bulurum ama). petrol, kömür vs. biterse önümüzde 80 senelik bir tampon zaman var (şimdiki teknolojik verimle yaşadığımızı varsayarsak). bu süre zarfında alternatif ve yenilenebilir enerji üretimini başardın başardın, yoksa yarrağı yedin haberin olsun. yani nükleer enerjiye karşı çıkacaksan bu temel üzerinden karşı çık, alternatifin bulunmasının zorunlu olduğunu söyle canımı ye ama sızıntı, atık matık deme yeşil kardeşim.

    özet geç lan piç diyenler için entrynin tek cümlelik özeti: nükleer enerji var olan alternatiflerle karşılaştırıldığında (atık problemi güvenle çözüme kavuşturulduğu müddetçe) tercih edilebilir bir enerji üretme yöntemidir ancak geçici bir çözüm olduğundan ilerisi için bir umut vaad etmemektedir, alternatif ve yenilenebilir enerji üretimi geliştirmek elzemdir.
  • "bilim'i kaynak göstererek iki tane öneriyle böyle bir enerji cesidini desteklemedeki mantik nedir, anla$ilmaz bi durum, milyonlarca insani tehlike altina sokabilecek..."

    nukleer enerji konusunda bilimin gercekten ne isi var ben de merak etmedim degil; sonucta fuzyon da fisyon da insani konular, kalp gozuyle anlasilacak, feng shuiyle formule edilecek, allahla kul arasindaki konular. ama bir de baktim ki, nukleer enerjinin milyonlarca insani tehlike altina sokabilecek olup olmadiginin retorikten cikip quantify edilebilmesinin de tek yolu yine bilimdir, bilimsel metodtur.

    hangi sartlar altinda ne kadar risk aliyoruz, worst-case senaryolar nedir, depreme karsi ne yapilir gibi konular mevlana evrensel kardeslik birligi sempozyumlarinda "peki ya insan?" konulu siirlerle degil, yine bilimsel kurul raporlariyla, konferanslarla incelenir.

    herhalde fransiz hukumetleri, 58 tane nukleer santrali, gozunu para ve teknoloji hirsi burumus isvicreli bilimadamlarinin "siktiret hoca vatandaslarini, burada bilimsel veriden bahsediyoruz; hem bir tane cernobil felaketi de politika hayatinizi bitirecek, 58 cernobil felaketi de, bogulacaksan buyuk denizde bogul" telkinleriyle kurmadi.

    ama bir yandan da insan killanmiyor degil. gozumun onune bir hastanenin, yemek artigi atarmis gibi ortaliga bir radyoaktif maddeyi biraktigi zamanlar geliyor. ise yarar birseyler bulmak amaciyla copleri yagmalayan iki uc vatandas uzerinde uyari bulunmayan, bulunsa da anlamayacaklari bu atik yuzunden bok yoluna gitmislerdi. ama asil felaket, cem yilmazin da sonradan malzeme yaptigi, polis kordonunun icine arasira dalip, biraz oyalandiktan sonra radyasyondan kosarak kacan adamlarin manzarasiydi. bu muthis bilincle, turkiyede kurulacak santraller ne kadar guvenli olur bilinmez. bir facia olsa millet ertesi gun radyasyon muskasi takip aynen hayatina devam edebilir...

    yoksa bu ise mi girsek? "sadece 35 dolara uranyum-235 muskasi. ekstra notrino korumali, pozitron aromali. icerdigi provitamin b-5 duasi sayesinde de isyerinde patrona yavsayan gicik karinin saclari avuc avuc dokulurken, sizinkiler ahenkle dansedecek. eger simdi ararsaniz, herkes radyasyondan oldugunde yalnizliktan bunalmamaniz icin bir cift stres topu da bedava. hemen arayin, 1-800-nucular, 1-800-nu-cu-lar.
  • nükleer enerjinin güvenliği ve çevre üzerindeki etkisini konu alan 2013 yapımı bir belgesel için bkz.:

    - pandora's promise [imdb, wikipedia]

    belgeselden (ve belgeselin perspektifinden) bazı notlar:

    (1) 1986 yılında yaşanan çernobil faciası sadece 50 kişinin ölümüne neden olmuş. olası kanser vakaları ile birlikte bu rakamı birkaç bine kadar yükseltmek mümkün. ancak, kimi çevreci kurumlarca yaygın olarak kullanılan bir milyon rakamı son derece abartılı. ortaa bu rakamı destekleyebilecek hiçbir veri yok.

    (2) çernobil şehrinin 17 kilometre kuzeybatısında bulunan ve 1977 yılında faaliyete geçen çernobil nükleer santralinin güvenlik standartları son derece düşüktü. çernobil,bugünkü nükleer santraller ile mukayesesi çok anlamlı değil. dahası, çernobil, kendi dönemi için de epey kötü tasarlanmış sayılabilecek bir santraldi.

    (3) çernobil kazası yaşandıktan sonra, sovyet hükümeti, şehri boşaltmış ve yolları kontrol altına alarak şehre girişleri önlemiş. ancak, insanlar ormanın içinden geçerek evlerine yerleşmişler. şehirde yapılan röportajlara göre, şehirde kanserden ölen kimse olmamış.

    (4) radyoaktivite, doğada zaten doğal olarak bulunuyor. insanlar, kimi bitkilerin yanında, kimi sahillerde, uçak seyahatlerinde, nisbeten yüksek dozda radyasyona maruz kalıyorlar. dolayısıyla, radyasyonun nükleer santrallere özgü (ya da onlar tarafından üretilen) bir gerçeklik olduğunu düşünmek yanlış. nükleer bir felaketin yaşandığı yerlerde radyasyon oranının yüksek olacağını düşünmek de öyle. bugün itibariyle çernobil'deki radyasyon oranı, hem çok düşük, hem de herhangi bir nükleer reaktöre sahip olmayan pek çok şehirdekinin çok altında.

    (5) konu hakkındaki tartışmanın bir diğer boyutu da, nükleer atıklar konusu. bugün itibariyle dünyada bulunan bütün nükleer atıkları bir futbol sahasına sığdırmak mümkün. (ne var ki, plütonyum, diğerlerine nazaran daha uzun ömürlü.) ancak burada asıl önemli olan, bu atıkların sonsuza dek bu durumda kalmak zorunda olmaması. gelişen teknoloji ile, bu atıkları yeniden kullanmak (yani radyoaktif özelliklerini yitirene dek onlardan enerji elde etmek) mümkün.

    (6) las vegas'ın takriben 100 mil güneyindeki yucca dağı, nükleer atık deposu olarak kullanılıyor. ilgili yer son derece güvenli. civardaki radyasyon da normal seviyelerde.

    (7) abd, on yılı aşkın bir süredir rusya'dan düzenli olarak nükleer başlık satın alıyor. bu nükleer başlıklar, enerjiye dönüştürülüyor. yani, eskiden amerikan şehirlerini yok etmesinden korkulan nükleer silahlar, şimdi bu şehirleri aydınlatıyor.

    (8) fransa, 1973 yılındaki petrol krizinin ardından, enerji konusunda dışa bağımlı olmama kararı aldı. bu çerçevede, ülkenin farklı yerlerinde çok sayıda nükleer santral inşa edildi. bugün itibariyle fransa kendi enerjisini ürettiği gibi, enerji ihracında da bulunuyor. dahası, nükleer enerji diğerlerinin aksine çevreyi kirletmediği için fransa, diğer avrupa ülkelerinde daha yeşil ve daha temiz.

    (9) gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar giderek zenginleşiyor. cep telefonu, internet, klima kullanan, otobüse trene binen insan sayısı giderek artıyor. dolayısıyla da, dünyanın enerji ihtiyacı ve tüketimi giderek artıyor. bu ihtiyacı rüzgar ya da güneş enerjisi ile karşılamak (en azından mevcut teknolojilerle) mümkün değil. ayrıca, insanlar ne kadar çok enerji sarf ettiklerinin farkında değiller. herhangi bir akıllı telefon, sadece kendi pilinin harcadığı enerjiyi tüketmiyor. kullandıkları hizmetleri ve data alışverişlerini temin eden baz istasyonları ve uydular da hesaba katıldırsa, her akıllı telefonun aslında bir buzdolabı kadar enerji tükettiği gerçeği ile karşılaşıyoruz.

    tema:
    (bkz: siyaset bilimi /@derinsular)
  • nükleer atıklar, çözülmüş bir sorundur!

    1-nükleer atıklar, kimyasal atıkların aksine, zehirliliğini zaman içinde kaybeder. bu atıklar (ki bu gerçekten de bir kaç gram uranyum değildir, daha büyük miktarda ama çok daha kararsız izotoplardır), uranyum gibi 4,5 milyar yılda değil, bir kaç yıldan bir iki milyon yıla kadar olan bir sürede yarılanırlar ve radyoaktivitelerini yavaş yavaş kaybederler.

    2-nükleer atıkların depolanma şekli şudur: silikonla birlikte eritilip "camlaştırarak" (bilmeyenlere: cam, suda çözünmez!) yeraltı suyu hareketinin yılda bir kaç santim olduğu "taban kayasına" gömülürler. bu durumda, en kötü olasılıkla nükleer atıktaki radyoaktivitenin içilebilecek bir su kaynağına ulaşması bir kaç milyon yıl almaktadır. türkçesi: kamyonla taşınıp bir çukura dökülmezler.

    ayrıca nükleer enerjinin yüksek olan, başlangıç maliyetidir. ilk inşa tamamlanıp (eğer sürekli dava açıp oturma eylemi yaparak işi yavaşlatıp inşaat süresini kat kat uzatmazlarsa bu süre en fazla iki yıldır) işlteime geçildikten sonra, nükleer santrallerin bakım ve işletim giderleri son derece düşüktür. (hidroelektrik santrallerin en az bir kat, fosil yakıtlı santrallerin ise kat kat altında.)

    at gözlüğümüzü çıkarıp bilimsel verilerle konuşan kaynakları inceleyelim lütfen.
  • dünya'da git gide geri plana düşen enerjidir.

    şimdi bazı arkadaşlar varlar diyorlar ki, nükleer kullanmayan ülkeleri alt alta yazsak gerçeği görürüz. nükleer enerji kullanmayanlar gelişmemiş ve gelişemeyecek 3. dünya ülkeleridir diye. o zaman şimdi elimizden geldiğince bazı arkadaşlara dünya'da nükleer enerjiyi anlatalım; ayrıca c/p değil alınteridir. alıntı yapılacağı zaman kaynak gösteriniz. ayrıca bu yazının hazırlanmasında, mycle schneider ve antony froggatt'ın hazırladığı dünya nükleer endüstrisinin durum raporu'undan yararlanılmıştır.

    nükleer enerjinin ortaya çıkışından sonraki pazarlanma stratejisi, sovyetler birliği'nin elektrik santraline nükleer reaktör bağladığını açıklamasından 3 ay sonraya denk gelen 1954 eylül ayında, abd nükleer enerji komisyonu başkanının şu sözüydü; "hesaplanamayacak kadar ucuz".

    belirli zamanlarda durum raporu yayımlayan dünya nükleer endüstrisi 1992 yılında, yani hesaplanamayacak kadar ucuz denildikten 38 yıl sonra şöyle diyordu;
    " nükleer enerji endüstrisi dünya enerji piyasasının dışına atılmaktadır.......dünya genelinde 2000 yılında, neredeyse 360.000mw'lık bir nükleer kapasite olacaktır. bu bugünkü (1992) kapasitenin sadece %10 üzerindedir. oysa 1974 yılında hazırlanan bir raporda öngörülen, 2000 yılında dünya'daki toplam nükleer kapasite 4.450.000mw'ın çok çok uzağındadır."

    peki bu rapordan sonra 2000 yılında ne olmuştur? 2000 yılında dünya'da toplam 436 nükleer tesis bulunmakta ve bunların toplam kapasitesi 350.000mw'dan daha az enerji üretimine sahip bulunmakta. yani 92'de hazırlanan rapora göre kötü senaryo %10 demesine karşın kapasite daha da kötü senaryo ile sadece %7 artmıştır.

    ekim 2004 itibari ile de dünya'daki nükleer reaktör sayısı 4 adet daha artmış ve 440 olmuştur. toplam kapasite de 365.000mw'a yükselmiştir.

    2004 itibari ile de 21 yaşını dolduran 107 santral kalıcı olarak kapatılmıştır. bunların 32 adedi 1992 tarihinden sonra kapatılmıştır.

    2000 yılından itibaren, kapanan reaktörler - işleme sokulan reaktörler oranında kapasite artışı yıllık toplam 3.000mw'dır. yani nükleer enerjinin dünya'daki üretilen enerji artışındaki payı %1,5 ile % 2,5 oranında salınmaktadır. bu tablo ile nükleer enerjinin dünya enerji üretimindeki payı %16, ticari birincil enerji dilimindeki payı %6, son kabuk enerjideki payı %2-3'dür.

    dünya'da gelişmemiş ve gelişemeyecek ülkeler nükleere uzak durur diyen arkadaşlar için bundan sonrası daha açıklayıcı olacaktır.

    dünya'da 31 ülkede diğer bir deyişle bm üyesi ülkelerin %16'sında nükleer santral vardır. bu 31 ülkeden 6 tanesi ise dünya'daki nükleer enerjinin 3/4'ünü üretmektedirler. bu 6 ülke; abd, fransa, japonya, almanya, rusya, güney kore'dir. yani geri kalan 26 ülkenin nükleer gücü, dijital saati limon'a batırıp çalıştırmakla eşdeğer.

    bizlere nükleer yapaın, nükleer geleceğin enerjisi, nükleer candır, verimi yüksektir, muasır medeniyetler seviyesine getirir diyenlerin nükleer tablosunu incelersek eğer;

    1989 yılında abd'de aktif olan reaktör sayısı 294 gibi uçuk bir rakamdı. dünya nükleer birliği; "yükselen petrol fiyatları ve sera etkisinin kömür üzerinde yarattığı kısıtlayıcı etki avrupa ve kuzey amerika'da nükleer enerjiyi yeniden gündeme taşımaktadır." demekte. fakat avrupa merkezli atom enerjisi ajansı da şöyle demekte; "dünya enerji şebekesine bağlanan en son 31 nükleer enerji santralinden 22'si ekonomik baskılar, yer altı kaynaklarının kıtlığı ve artan nüfus nedeniyle asya'da inşa edilmiştir. avrupa ve kuzey amerika ülkelerinde uzun vadeli nükleer güç programıyla yeni santrallerin yapımı durdurulmuşken, dünya üzerinde halen inşa halindeki 27 santralden 18'i asya'da bulunmaktadır."

    dünya'da nükleer enerjinin neden biteceğinin, hiç de ekonomik olmadığının, her ekonominin neden bunu kaldıramayacağını söylemek gerekirse şuna bakmak gerekir;

    1 reaktörün ortalama ömrünü 40 yıl alırsak ki çoğu ülkenin kanunlarına göre reaktör yaşı 21 ile 32 arası alınır, şu anki enerjiyi stabil tutmak için 2024'e kadar 82 yeni reaktör faaliyete geçirilmelidir. projeleri onaylanan ve yapım sözü verilen 2004 itibari ile 27 santral ve 18 reaktör de hesaba katılırsa 2015'in sonuna kadar 73 yeni reaktör projesi ve inşaasının hayata geçmesi gerekmektedir ki 2024 yılına yetişsinler. toplam reaktör sayısının korunması için ise, kapatılacak, bakıma alınacaklar dahil olarak 2024 yılına kadar 280 yeni reaktörün faaliyete geçmesi gerekmektedir.

    şu an sadece çin, 2020 yılına kadar 32 yeni santral yapacağı sözünü vermiştir.. bugün bakılan noktadan ise, onaylanan proje, başlanan inşaat sayısı ile verdiği sözün çok çok uzağında durmaktadır.

    bizim ülkemize santral yapmak için can atarken nükleer devleri, kendi ülkelerinde şöyle bir tablo yaşanmakta. abd'de bulunan enerji endüstrisi analizleri danışmanlık bürosuna göre; "iktidarın deregülasyonu ve diğer piyasa ve politika belirsizlikleri nedeniyle hiçbir nükleer santral şirketi yeni bir santral inşa etmenin mali riski altına girmek istememektedir. standard and poor's bu engelleri ortaya koyan bir rapor yayınlamıştır."

    g bush hükümetinin eski bakanlarından james baker şöyle diyor; "abd'de bugün yaşadığımız politik gerçeklik bu ülkede artık uzun süre yeni nükleer santral yapılamayacağını göstermektedir."

    nükleer santrali gelişmişlikle eş değer tutup, nükleer istemeyenleri ise bu ülkenin gelişmesini, dünya devleri ile aynı ligde olmasını istemeyen hainler, geri kafalılar olarak lanse edenler için küçük bir bilgi vermeli burada. dünya bankası 1 nükleer santrali dahi bugüne kadar finanse etmemiştir. hatta, nükleere bel bağlayan, geleceğin nükleer pazarının kurtarıcısı olarak gösterilen asya'da dahi asya kalkınma bankası nükleer santralleri finanse etmemektedir. hatta abd enerji bakanlığı, 2010 yılındaki bütçe görüşmelerinde, 10 milyon dolarlık nükleer bütçesinden %47 oranında kesinti yapmıştır.

    italyan gaz ve petrol firması eni'nin başkan yardımcısı şöyle demektedir; " pek çok enerji sanayicisi nükleer enerjinin derdimize derman olduğunu düşünüyor, fakat maliyet rekabeti konusunda yanlış analizlere dayanıyorlar. nükleer atıklar konusundaki politik kaygıları göz ardı etsek bile, üreticiler nükleer santrallerden elde edilen elektrik enerjisinin maliyetini çoğunlukla doğru hesaplayamamaktadırlar. neredeyse bir santralin inşaası için harcanan para, kapatılması için gereken yatırım ile aynıdır. bunun içindir ki nükleer enerji şirketleri dünya genelinde lobi yaparak, kapatılması planlanan santrallerin tarihini ileri bir tarihe ertelemeye çalışmaktadırlar."

    uluslar arası enerji ajansı 2003 yılı raporunda şöyle diyor; "elektrik enerjisi üretiminde nükleer enerjinin kullanılma payının, halktan gelen muhalefet, atıkları depolama sorunu, nükleer silahların artmasından duyulan kaygılar ve nükleer enerjinin ekonomisi gibi nedenler sebebi ile azalması beklenmektedir......elektrik üretiminde, dünya genelinde 2001 yılında %19 olan payının 2025'de %12'ye düşmesi beklenmektedir."

    görüldüğü üzere, yukarıda yazan 20 yılda 280 küsur reaktörün devreye girmesi, 70 küsur santral yapılması gibi dünya'yi nükleer çöplüğe dönüştürme çabaları dahi nükleeri kurtarmaya yetmeyecek. biz sadece dünya'mızı kirletiğimizle kalacağız.

    bölge bölge nükleer enerjilere de bakarsak;

    güney afrika'da 2 reaktör vardır. fransızlar yapmıştır. ülke elektriğinin %6'sı ve birincil ticaret enerjinin %2'si karşılanmaktadır. 2001 yılında yeni reaktör yapımı için müzakereler yapılmış, anlaşma sağlanmış fakat ilerleyen yıllarda maliyet tutmadığı için yapımcı firmalar anlaşmadan çekilmişlerdir. güney afrika endüstriyel kalkınma şirketi şimdi kendi çabaları ile bir şey yapmaya çalışmaktadır ki yapamamaktadır.

    amerika'da; arjantin ülke elektriğinin %9'unu ve birincil ticari enerjisinin %3'ünü temin etmektedir. 2 reaktör vardır. 1981'de yapımına başlanan bir reaktörün yapımı ise 1994 yılında maliyet tutmadığı için siemens tarafından iptal edilmiştir.

    brezilya'da ülke elektriğinin %4'ü ve birincil ticari enerjisinin %2'den azı elde edilmektedir. 2 santral vardır. 1970 yılında başlanan bir başka santralin yapımı 1981'de durduruldu. 1975 yılında yapılan, tek seferde yapılan en büyük anlaşma olan 8 reaktör projesinden ise 24 senede sadece 1 tanesi teslim edildi. 7 tanesi maliyetten dolayı rafa kaldırıldı.

    kanada'da ülke elektriğinin %12.5'i ve birincil ticari enerjinin %6'sı karşılanmakta. ülkede 21 reaktör bulunmakta. candu tipi reaktör kullanan kanada, 1997'de 7 adet reaktörünü, 1997 sonunda da 4 adet reaktörünü kapattı. daha sonra 1998'de de 3 adet reaktörünü kapattı. bu kapatmalar nükleer tarihindeki tek kalemde yapılan en büyük kapatmaydı. bakım ve iyileştirmelerin ardından açılması planlanan bu reaktörlerden ekim 2004 itibari ile yalnızca 3 tanesi tekrar işletilmeye başlanabilmiştir. yani o kadar da basit bir şey değil bakım ve onarım. ki zaten ortalama ömürleri 30 yıl dersek bir reaktörün 10 yıl kapalı kalması zaten çalıştığı 20 yılda yapım+kapatım maliyetini zor karşıladığı görülür.

    meksika 'da ülke elektriğinin %5.2'si ve birincil ticari enerjisinin %1.7'sini karşılamaktadır. yapımları 16 yılda tamamlanan 2 reaktörü vardır.

    abd'de elektriğin %20'si ve birincil ticari enerjisinin %8'ini sağlamaktadır. 103 reaktör bulunmaktadır. 103 reaktör ile en çok reaktöre sahip ülkedir. ayrıca iptal ettiği 138 sipariş ile de birinci sıradadır. son siparişini ekim 1973'de vermiş ve son 30 yılın tüm siparişleri sonradan iptal edilmiştir.

    bu siparişlerin arkasındaki neden ise maliyetidir. 1970'lerde bir nükleer santral 400 milyon dolara mal olurken 1990'larda bu rakam 4 milyar dolara kadar yükselmiştir. son yapılan reakötör, 1973 yılıdna inşasına başlanan ve 1996 yılında biten watts bar 1'dir. şu anda aktif bir inşaat bulunmamaktadır.

    bu durumda abd, reaktörülerin kapatılma yaşını uzatmak için çareler düşünmektedir. çünkü 2015 yılında ülkedeki reaktörlerin %30'u kapatılma yaşı olan 40 yaşına basacaklar. kapanacak santrallerin toplam reaktör kapasitesi abd'nin toplam reaktör sayısının %75'ine denk gelmektedir. bu nedenle nükleer açıdan abd için senaryo pek iç açıcı değildir.

    çin'de ülke elektriğinin %2'si ve birincil ticari enerjisinin %0.8'ini sağlamaktadır. 10 reaktörü vardır.

    hindistan'da ülke elektriğinin %3.3'ünü ve birincil ticari enerjisinin %1'ini karşılamaktadır. 14 reaktörü vardır. 1985'de görülen pembe rüya'ya hindistan da katılmış, yaptığı büyük nükleer yatırımlar ile 2000 yılına kadar 10.000mw kapasiteye yükselmekti. fakat gerçekler o kadar pembe olmadığından kapasite 2.200mw yükselebilmişti.

    japonya'da 2003 yılında ülke elektriğinin %25'i ve birincil ticari enerjisinin %10'unu sağlayan 54 reaktör vardır. fakat 2003 yılından sonra bu oranlar 1/4 azalmıştır. çünkü japonya evraklarda sahtecilik yaparak bakım için reaktörleri kapatmamıştır. bu sahtecilik ise arka arkaya gelen kazalar ve işçi ölümleri ile ortaya çıkmıştır.

    şu an yapım aşamasında olan 3 tane daha reaktörleri vardır.

    pakistan'da ülke elektriğinin %2'sini ve birincil ticari enerjisinin %1'den azını karşılayan 2 reaktör vardır.

    güney kore cumhuriyeti'nde ülke elektriğinin %40'ını ve birincil ticari enerjisinin %14'ünü sağlayan 40 reaktör vardır. 1 reaktör de yapım aşamasındadır. güney kore cumhuriyeti eski enerji bakanı bung-shu lee, nükleer karşıtları hakkında bizim nükleer yandaşları ile aynı düşünceye sahipti. karşıtları kast ederek, "onlar dünya çapında nükleer üretimi durdurmadan, biz onları durdurmalıyız." demişti.

    kore demokratik halk cumhuriyeti işleyen bir reaktöre sahip değildir. yapılan anlaşmalar ile 2 reaktör temin edilmesi sağlanacaktı. bunun karşılığında da kendilerinden nükleer silah denemelerinden vazgeçmeleri istenmişti. k.d.h.c bunu kabul etmiş fakat daha sonra abd, kore'yi anlaşmayı çiğnemekle suçlamıştı. yapılan araştırmalar ile abd'nin yanıldığı ortaya çıkmıştı fakat bu kez de kore bu suçlamadan dolayı güvenin sarsıldığı gerekçesi ile anlaşmadan caymış ve nükleer silah programına yeniden başlayacağını beyan etmişti.

    tayvan'da ülke elektriğinin %22'sini ve birincil ticari enerjisinin %9'unu karşılayan 6 reaktör bulunmaktadır. bunun yanı sıra 1999 yılında başlayan reaktör inşaatları da iptal edilmiştir.

    avrupa'da 13 üye ülkesinin 151 çalışır reaktörü vardır. bu rakam dünya üzerindeki reaktörlerin 1/3'ini oluşturur.

    **** daha yazılacak ama yoruldum sonra güncellenecek****
  • ilkokul kaçtı hatırlamıyorum, ne sebeple, ne dersinde öğretilmiş onu da hatırlamıyorum, fen bilgisi var mıydı o zaman bilmiyorum, ama esrarengiz bir biçimde aklımda bir tanımı kalmış olan katil enerji. öğretmen sözlü yapıyordu, bana da bunun tanımı geliyordu yanlış hatırlamıyorsam, nasıl korkmuşsam kelimesi kelimesine ezberleyip bu yaşa kadar beraberimde getirmişim:

    "uranyum ve toryum atomlarının başkalaşımından meydana gelen plütonyum atomlarının parçalanmasından meydana gelir."

    amına koyim, ram bunlarla işgal oluyor işte, şindi iki şarkı sözü tutamıyoruz akılda. götümüzü tutamıyoruz hatta.
  • tüm enerji kaynakları arasında en güvenli ve verimli kaynaktır. şu anki ilkel dönüştürme yöntemlerimizle bile güneş enerjisi, rüzgar enerjisi ve (bence en zararlısı olan) hidroelektrik enerjiden daha fazla verimsunmaktadır.
    nükleer enerji hakkındaki şüpheler belli başlı birkaç konu üzerinde yoğunlaşmaktadır. bunlar radyasyonun zararları, reaktör güvenliği, olası bir kazanın sonuçları, atıklar ve maliyettir.
    radyasyonun etkisi: radyasyon sanıldığı kadar tehlikeli değildir demekle başlayacağım. garip gelebilir ama gerçekten de bir nükleer reaktörün açığa çıkardığı radyasyon, ki yaklaşık 0.01 mrem civarındadır (açıklayıcı olması için bir miliremin(mrem) 1/8000000 kanser riski anlamına geldiğini söyleyebilirim). bu ise, her gün, yaşadığımız çevreden aldığımız radyasyon (doğal radyasyon) değerinin (0.9-1.1 mrem) çok altındadır. bu da günlük kanser olma potansiyelimizde (kimyasal ve genetik faktörlerle bvirlikte hesaplandığında) milyardabir bir artıa neden olur ki, bu risk sürekli etkisi altında olduğumuz binlerce kanser yapıcı etkenin yanında kolaylıkla ihmal edilebilir.
    reaktör güvenliği: reaktörde birşeyler ters gittiğinde, radyasyonun doğaya yayılmasını engelleyecek pek çok faktör vardır. bunların en önemlisi ve en sağlamı, (genel kullanımda olan westinghouse basınçlı su reaktörleri ve kaynar su reaktörlerinde ) 4,5-5 m kalınlığında, yoğun çelik içerikli beton koruma kabuğudur. bu kabuk, reaktör ve santral 10 şiddetinde bir depremle ters dönse, üzerine bir boeing 747 çakılsa, kabuğun üzerinde onlarca kilo tnt patlatılsa bile en küçük bir sızıntıya izin vermeyecek şekilde dizayn edilmiştir. kabukta çelik oranı o kadar yüksektir ki, betonu çeliğin arasına sokmak için özel yöntemler geliştirilmek zorunda kalınmıştır. ikinci önleme sistemi, beş adet olan, elektrik kesintisi ihtimaline karşı ikisi dizel motorlarıyla çalışan kor soğutma sistemidir. bu sistem, herhangi bir soğutucu kaybı durumunda reaktör korunu soğutarak kor erimesini engellemektedir. üçüncü sistem, seramik hale getirilmiş uranyum oksitten yapılmış korun kendisidir. seramik uranyum oksit, erimeye son derece dirençli ve tepkimeye girmeyen bir maddedir. dördüncü sistem, bir kor erimesi durumunda buharlaşan soğutucunun yarattığı basıncın koruma kabuğunu çatlatmasını engelleyen kabuk içi soğutma sistemidir. bu, hem dış kaynaklardan hem reaktör içi depolardan beslenen, havaya soğuk su püskürten sistemler ve buharı soğuk su dolaşan boruların üzerine üfleyen vantilatörlerden oluşmakta ve en az ikisi elektrikli ikisi dizel motoruyla çalışan yedeklere sahip bulunmaktadır. bir diğer sistem kor erimesiyle ortaya çıkan buharın zirkon alaşımlı kontrol çubuklarıyla tepkimeye girmesinden oluşacak hidrojenin patlayarak koruma kabuğunu kırmasını engellemek için, hidrojeni kontrollü şekilde yakacak kıvılcım çıkarma sistemleridir. bunun gibi pek çok sızıntı önleyici sistem bulunmaktadır(kısa kesmeye çalışıyorum entrinin boku çıkmaya başladı).
    olası bir kazanın sınuçları: olası bir kazada, reaktör kabuğu (çernobildeki özel bir durumdur) bütün radyoaktif materyali ieride tutacak, soğutma suyu boruları ya da diğer çıkışlardan oluşacak kaşçaklar da önemli bir radyasyon etkilenimine yol açmayacak kadar düşük düzeyde kalacaktır. çernobilde olan ise, bir reaktörün başına gelebileek olan en kötü şey olan reaktör kabuğunun kırılmasıydı. bunun nedeni de, buhar soğutma sistemlerine oara harcamak istemeyen rusların, koruma kabuğunun kalınlığını düşürüp içini buzla kaplamalarıydı.
    atıklar:atıklar, nükleer enerjinin "en çözülmüş sorunu"dur. atıklara yapılan, onları kayaya (çözünmez cam bloklara) dönüştürüp, sağlam bir biçimde, 600-800 m derinlikte kayalar arasına gömmektir. bu durumda kayalar arasına sabitlelen radyoaktif atık milyonlarca yıl yerinden kıpırdamayacak bir kaya parçası halini alır.
    maliyet:her ne kadar nükleer enerji alanında koyulan sıkı kurallar başlangıç maliyetinin çok yüksek değerlere tırmanmasına sebep olsa da güneş enerjisi, rüzgar enerjisi ve hidroelektrik enerjiyle karşılaştırıldığında enerji birim fiyatı son derece makuldur.
hesabın var mı? giriş yap