• verilen umutların her defasında geri alındığı yaklaşık on saat süren üçleme ve bir başyapıt..

    kaji nasıl bir yaşam hayal ediyorsa her biri distopyaya dönüşüyor filmde.

    askerlikten muafiyeti,
    karısı ve aile hayatı,
    işi,
    kariyeri,
    ve tabii stalin hakkındaki düşünceleri..

    başyapıt olarak niteleme sebebim, filmin gerçek bir yaşam hikayesini anlatıp anlatmadığını bilmeksizin senaryonun gerçek bir yaşam öyküsünü anlattığı hissine kapılmam olabilir..

    film sovyet komünizmini veya amerikan kapitalizmini övmüyor, yermiyor da. bu yargıyı izleyiciye bırakıyor..

    filmde kaji şeytanın gör dediğini görüyor, dilsiz şeytanı oynamıyor.. herkesin imreneceği ve önünde düğme iliklenen bir statüye ve güce bu yüzden sahip olamıyor.

    kaji japon birliklerine teslim olduktan sibirya'nın karlı topraklarındaki yürüyüşüne kadar birçok şeyi kendisine sorduğu gibi kendinize de sormanıza vesile oluyor;

    kaji bir sosyalist veya bir komünist miydi,
    yoksa yaftalandığı üzere sabotajcı bir faşist mi?

    kaji bir hümanist miydi,
    yoksa ilticacı bir bebeğin açlıktan olecegini bile bile kendi yaşamı için çuvalındaki pirinci paylaşmayı reddeden egoist ya da pragmatist mi?

    etkileyiciydi,
    özellikle fonda kızıl ordu korusu söylerken..
  • masaki kobayashi'nin savaş eksenindeki insanlığın tüm hallerini kusursuza yakın bir anlatımla sinemaya aktardığı epik üçlemesi. tamamını izleme fırsatı bulabilen çoğu kişi için, savaş konulu en iyi film olarak nitelenebilir. en azından `şimdiye dek yapılmış en derinlikli ve çarpıcı savaş karşıtı film` diyebiliriz. savaşı bir karakter etrafında ama çoğu emsalinin aksine bütün taraflarıyla inceliyor. nitekim bugün adını ve namını herkesin bildiği savaş filmlerinin çok büyük bir bölümünden daha önce yapılmış bir film olmasına rağmen onların da bir özeti niteliğini taşıyor diyebilirim. hedefi zafer kazanmak ve bu uğurda öldürmek değil, sadece yaşamak olan insanların hikayesi var filmin merkezinde. savaşın sadece kan akıtan yüzünü değil daha ziyade kan donduran yüzünü izliyoruz bu filmde. savaşı sadece bir şiddet olayı ya da belli bir dramatik hikayenin arka planı olarak değil; tüm unsurları ve yönleriyle anlatıyor. bol kanlı savaş sahneleri, silahlar, bombalar, patlamalar ve tabii ki şiddet pornosuna alıştırılmış ve savaşın kendisine yabancılaşmış insanoğluna, aslında savaş dediğimiz şeyin ne olduğunu ve bunun bedelini kimlerin nasıl ödediğini neredeyse kusursuz bir biçimde anlatabilmiş kobayashi. ne var ki bütün bunları yaklaşık 10 saat gibi oldukça uzun bir zamanı kullanarak yapıyor. sürenin bu kadar uzun olması ve filmin temposunun yavaş olması birçok izleyiciyi zorlayabilir ancak bu durum hikayenin sürükleyiciliğini azaltmıyor. sonuç olarak, bu film bana göre sadece japon sinemasının değil tüm sinema tarihinin yüz akı. eğer kurosawa, ozu yada mizoguchi filmlerini bilmesem, şimdiye dek yapılmış en iyi uzakdoğu filmi bile diyebilirdim.

    japonlar gelenekçi ve savaşçı bir millettir, işte bu yüzden sanırım savaşın etkilerini en iyi bilen milletlerden de birisidir. bu filme ilaveten yine japonya'dan savaşın etkilerine dair bir diğer önemli örnek için; (bkz: hotaru no haka)
  • nazarımda japonyanın gelmiş geçmiş en büyük yönetmeni olan masaki kobayashi'nin 1959-1961 yılları arasında kameraya aldığı 10 saatlik aşmış serisi. 2. dünya savaşı sırasında torpille cepheye gitmekten kurtulan ana karakterimiz gönderildiği maden ocaklarında çinlilere yapılan eziyetlere katlanamaz ve bir şeyler yapmaya çalışır. bundan hoşlanmayan kimselerce cepheye gönderilir ve olaylar gelişir.
  • entrye kimseye bir şey katmayan kişisel bir detayla başlamak istemezdim ama belirtmem gerek: bu seriyi izleyeli 9 yıl oluyor. yalnız o kadar muhteşem, öyle müthiş bir üçleme ki hala aklımda. hatta abartayım benliğimde diyeyim. 20li yaşlarımın tam başında ve haliyle şimdi olduğumdan çok çok daha optimist ve biraz daha idealisttim izlediğim zaman. bu seri beni öylesine çarptı ki... bu seri "gerçekliği", "gerçek dünyayı" acımasız, gaddar, hain ve umursamaz bir tokat gibi öyle bir çarpıyor ki beynine, kalbine, midene hiç unutmayacağın ve acısı her zaman hissedilecek güzel, önemli ve hüzünlü bir darbe alıyorsun. en azından benim için böyle oldu.

    her zaman güzel bir kitabın güzel bir filmden karşılaştırılamayacak kadar daha iyi olduğuna inandım, bunu savundum hatta kendimce buna tanık oldum. yalnız çok çok az film vardır ki gerçekten de "kitap gibi" diyebildim. bu üçlemenin üç filmi işte bu kategorideki liste başım. senaryosu zaten çok güzel 6 ciltlik bir romandan alınmış ama kobayashi bu mükemmelliğin üstüne sinemanın eşsizliğini de katabilmiş.

    spoiler olur mu emin değilim*** ama konusuna çok kabaca değinirsem ikinci dünya savaşı sırasında totaliter* japonya'da yeni mezun idealist, sosyalist, pasifist bir gencin önce japonlar tarafından kolonize edilen mançurya'da göreve başlaması sonra da orduya alınması ve bu sırada ne kadar çırpınsa da, tabire caizse kantvari etiğine ne kadar tutunmaya çalışsa da şartların dayattıkları sonucunda tek amacı hayatta kalmak olan* bir yaratığa dönüşmesi. senaryosunu aldığı romanın ciltleri gibi 3 filmin içindeki 6 bölümden oluşuyor seri ve herbir bölüm ana karakterimizi daha da "geliştiriyor". ana karakterimiz bu sırada sırasıyla idealist genç, esir kampı sorumlusu, rütbesiz er, kaçak, sovyetler savaş esiri ve tek isteği evine, bütün bunlardan hemen önce evlendiği eşine dönmek olan bir "canavar"a dönüşüyor.

    serinin herbir bölümü ayrı ayrı yıkmıştı beni ama özellikle sovyetler savaş esiri olduğu ve sonrasında hayatta kalma mücadelesi verdiği son film... uf.

    yakınlarda bir daha izleyeceğim. artık 30 yaşında olan bir adam olarak aynı duyguları hissedecek miyim bilmiyorum (zaten şu zamana kadar bir daha izlemememin nedeni biraz da bundan korkmamdır). belki de bu sefer hiç beğenmeyeceğim ama bildiğim şey ilk izlediğim zamanki bana verdiği duyguları hiçbir zaman unutmayacağımdır. belki seriyi bir daha izledikten sonra bir edit yaparım, hem bu sefer dokuz sene önce izlemiş olmanın verdiği önyargı da olmaz, serinin bitimindeki düşüncelerimi, hislerimi direk taze taze yazarım.

    the human condition serisi olarak geçen trilojinin film adları şunlar:

    the human condition ı: no greater love
    the human condition ıı: road to eternity
    the human condition ııı: a soldier's prayer

    uf.
  • mutlaka izleyin dostlarım. hümanist kaji’nin hikayesini mutlaka izleyin. film size tam bir gerçeklik duygusu hissi verir. bu yüzden günceldir bu film.
    finalinde “gecenin sonuna yürüyen kaji’nin yaşadıklarıyla yaşama dair iyi bir ders alırsınız.

    kaji, japonya faşizmininde bir kızıl, sovyet çalışma kamplarında faşist bir samuraydır.

    filmde atıldığı üzere; kaji bir insandır. vicdanı olan bir insandır. çinli esirlerin başında bir çalışma kampının işçi sorumlusuyken de öyledir, bir sovyet çalışma kampında işçiyken de.

    izlediğim en iyi savaş filmiydi. bu filmi izleyen arkadaşlara; gecenin sonuna yolculuk romanını ve angelopoulos’un kumpanya filmini öneririm.
  • malesef ülkemizde çok az bilinen bir şaheserdir. gerek 3 filmin süresinin 10 saat civarında olması gerekse kapladığı dosya boyutunun fazla olması sebebiyle download için tercih edilmeyen bir film. kesinlikle zaman ayırıp izlenilmesi gerekir
  • ünlü japon yönetmen masaki kobayashi nin yönettiği başlıca rollerini tatsuya nakadai, michiyo aratama ve chikage awashima nın oynadığı yaklaşık 10 saatlik üçlemenin birinci filmi. 1959 yapımı film, japon savaş makinasına demir cevheri çıkaran bir maden ve madene getirilen çinli esirlerle hümanist kaji 'nin ilkel yönetime kafa tutmasını hikaye ediyor. savaştan yeni çıkmış japonya' da bir japon yönetmenin oldukça gerçekçi bir şekilde kendi toplumunu va askeri yönetimi yerden yere vurması filmimizin değerini oldukça artırıyor. ilk bölümü yaklaşık 3.5 saat sürmesine rağmen su gibi akan ve insanlık dersi veren mükemmel bir film.izleyelim izlettirelim..
  • masaki kobayashi üçlemesi olan sinema şaheseri. üç filmde birbiri ile bağlantılı; daha doğrusu biri diğerinin devamı. yani yaklaşık 10 saatlik bir sinema şöleni. bu 10 saatte baş karakterimiz kaji'nin ikinci dünya savaşı öncesi çin işgali ve ikinci dünya savaşı yıllarında yaşadıklarını izliyoruz.

    neler olup bitiyor, bize neler anlatıyor ilk film greater love ile başlayayım:
    kaji idealleri olan bir adam. sevdiği de bir kadın var fakat o evlenmek istese de japonya çin ile savaşta ve kaji askere gitmek üzere; bu yüzden evliliği istemiyor. bir gün işçilerin performansı ve üretim yüzdesini artırmak için bir rapor sunuyor ve bu patronu tarafından biraz komünistçe bulunuyor. böylece film başlıyor; patronu "gel ben seni şuradaki madende işçilerin başına getireyim sen de askerden muaf ol" diyor. koji sevdiği kadınla da evlenebileceği için teklifi kabul edip karısıyla beraber kuş uçmaz kervan geçmez bu yere, yeni işinin başına geçiyor. derken hiç bir şeyin düzgün olmadığı bu yere, yetersiz işçi sayısını ve üretimi artırmak için savaş esiri çinliler getiriliyor...
    bu ilk bölüm savaş karşıtı bir filmden ziyade insan olmak üzerine bir film. kimi aş derdinde, kimi iş, kimi aşk. kimi ise özgürlük derdinde ve kimi de kan dökmek.

    ikinci film olan road to eternity ise antimilitarist bir devam filmi. japonya malûm ikinci dünya savaşı başlamadan hemen önce çin'den hindistan'a kadar uzanan büyük japonya imparatorluğu hayali için çin'e girmişti. hatta ikinci dünya savaşının çin japonya savaşı ile başladığı söylenir. her neyse, işte film buradan; kahramanımız kaji'nin ilk filmin sonunda askerliğe çağrıldığı andan devam ediyor.
    filmin tamamı kışlada, erkekler arasında geçiyor ve 3 saatlik süresiyle herkese hitap etmeyecektir. buna rağmen gelişen olaylar ve askeriyede mantık yoktur deyimine dair anlatılanlar ve öz eleştiri de filmin akıcılığını artıyor.
    sız büyük bir savaşa giriyorsunuz. 40 yaşındaki adamları zoraki silah altına alıyorsunuz fakat vatanı için savaşacağı söylenen bu insanlara bir köle, hizmetçi ve hatta mahkûm muamelesi yapıyorsunuz. büyük imparatorluk hayalleri kurarken tüfek veremeyeceğinizi söylüyor, kasaturaları ağaç dallarına geçirmelerini ve düşmanla öyle savaşmalarını emrediyorsunuz.
    koji biliyoruz ki idealist bir adam. insanlara, işçiye, emir altındakilere yapılan haksızlığa karşı durmayı bilen birisi. şimdi öyle bir yere düşüyor ki istemediği her şey burada.
    ikinci film tüm süresi boyunca işte böyle ciddi antimilitarist eleştiriler yaparken, sık sık bana bizim kışlaları ve yaşadıklarımı anımsattı. tâbi şimdi nasıldır bilemem, ben 2004 yılında terhis oldum.
    filmin kusuru bence koji'nin gel gitli tavrı. bir an pasif direniş gösterdiğini sandığımız sırada peşine bıçak çekebiliyor. ve bir de bitmek bilmeyen dayaklar. film 3 saat ise 1 saati dayaktır ve başrol oyuncumuz film sonunda beyin sarsıntısı geçirmiştir herhalde.

    geldik serinin sonu, üçüncü film a soldier's preyer'a: seri artık bu son film ile asıl anlatması gerekeni anlatıyor: savaş sırasında insanın davranışını. kendisine yetki, otorite verilen bir insanın neler yapabileceğine şahit olurken, kaji' nin de fark ettiği üzere ideolojisi ne olursa olsun savaş sırasında insan hep insandır; bunun nazisi, rus'u yada amerikanı yok. ve hangi askeri terbiyeyi görmüş olursa olsun insanın içgüdüsel duyguları bu terbiyeyi görmezden gelecektir. yönetmen özellikle bu filmde hem sosyalist geçinen ruslar hem de imparatorluk hayali kuran faşist japon lara bizim hümanist kaji aracılığıyla ciddi eleştirilerde bulunuyor.
    üçüncü filmin konusu ise şöyle: kaji cephede ki son direnişten sağ çıkar ve artık orduyu geride bırakıp, kavuşma arzusuyla yanıp tutuştuğu miçiko'ya dönmek için yollara düşer. bunun için yanında ki iki askerle de öncelikle doğu mançurya sınırına ulaşmalıdır. ve bu zorlu yolculuk esnasında yoldaşı sadece bu iki asker değil, savaştan kaçan kimi askerler, sağ kalmış fahişeler, son bir direnişe hazır japon bölükleri ve köylüler olacaktır. yalnız bölgede hakimiyeti alan rus ordusuna esir düşmesi an meselesidir...

    genel hatlarıyla kusursuz bir yapım. 50'ler ekolü ün en güzel örneklerinden birisi. ilk filmde de dediğim gibi aslında savaş karşıtı bir filmden ziyade insan olmak üzerine bir film. savaş esnasında insanın neler yapabileceğine tanık oluyoruz. yönetmenlik olarak özellikle son filmde göze batan bazı eski teknikler kullanılmış ve şiddet sahneleri zayıf. bunlar daha iyi olabilirdi. japon sineması olunca gözler akira kurosava tekniğini aramıyor değil.
    son kez ve ekrar tekrar söylemek gerekirse şahane bir film. böyle bir filmi bu zamanda hiç kimseye yaptıramazsınız; vaktiniz varken izletin, izleyin.
  • az önce tamamladığım, usta işi olduğuna benim de naçizane katıldığım, japon yönetmen (bkz: masaki kobayashi)'nin 10 saatlik savaş karşıtı şaheseri.

    ''sinemada sadece şiirsel görüntülerden hoşlandığım ve diyaloglardan hoşlanmadığım'' düşüncemi de alt üst etmiş oldu. baş kahramanın içe dönük konuşmaları filmde en sevdiğim hareketlerden bir tanesiydi. tabii her filmde bu kadar başarılı dialog yazmak çok zor olur. hali hazırda sadece görüntülerle hisleri aktarmaya çalışmak da kolay değil. yine de filmin yazıya dönük biçiminin çok insani olduğunu söyleyebilirim. herkese anlatmak istediğiniz bir savaş karşıtlığı filminde yöntemin bu olması çok daha doğal. zaten izlediğim bir diğer filmi (bkz: harakiri)'de de ustaca diyaloglar vardı. canım yönetmenimizin alameti farikası sanırım.

    bir sosyalist olduğu için kendi soydaşları tarafından yıllarca hor görülen ana kahramanımızın yine sosyalistler tarafından yanlış anlaşıldığı için faşist olarak damgalanması çok acıydı. gerçi film baştan aşağıya acıydı fakat herhalde bazı noktalar benim yaşam kavgamla örtüştüğü için acısını sonuna kadar hissettim. anlaşılmamak da can yakar fakat yanlış anlaşılmak hele ki hayatınızı adadığınız bir fikirde, ne kadar kıyıcı oluyor.

    arka fonda sovyet marşı çalarken japon savaş mahkumlarının ekmek kemirirken sefil görüntüleri de aynı şekilde asla aklımdan çıkmayacak bir sahneydi. bazen beylik beylik konuşmadan olmuyor yaşam üzerine ama insanoğlu ne kadar aciz. gerçekten insanoğlunun ikinci dünya savaşından sonra nasıl bir daha organize bir şekilde savaşabildiğini akıl mantık kabul etmiyor.
  • kaji gibi bir karakter barındıran muazzam bir yapım. 50'lerin sonu japonyasında böyle bir film çekmek.... kobayaşi tekrar tekrar kendisine hayran bıraktırdı.
hesabın var mı? giriş yap