• ne yaptın be abi, nasıl yaptın be çocuk!! ankara'ya geldiğinde kalbur'da balık köftesi yiyip, rakı içecektik. sözün var bana, kalk ayağa!!!

    şaka la şaka. sözlüğümüzde sizi tanımayan, çalışmalarınızı çok eskiden beri takip etmeyen 3-5 kişiden biriyim. uzaktan güzel bi abiye benzetirdim sizi, umarım iyileşirsiniz.
  • adam at yarışı iddia oynuyorum kahvede takılıyorum demiş, yurdum kızlarının da ağzının suyu akmış ulan aynılarını ben yapsam siktir lan işsiz güçsüz derler, jordan yapınca serseri ama nejat yapınca bohem. riyakarsınız arkadaş.
  • dua'ya inanıyorsanız dua, enerjine inanıyorsanız enerji.. neye inanıyorsanız inanın ama yeterki iyi bir niyette bulunun.. en azından insanlık bunu gerektirir ve ben hala insan ! olduğumuza inanıyorum.

    edit: düşüncelerimiz biraz değişti.
  • (lise aşkını anlatmıştı yılbaşından evvel. sizlerin de okumasını istedim arkadaşlar. çok hoş çünkü.)

    -bir sabah, annemin ''aşık mısın oğlum sen?'' sorusuyla uyandım kahvaltı masasında. afalladım. cevabını bilmediğim bir soruyla karşılaşmıştım. güzel annem yardımcı olmak için, hastalığın bendeki semptomlarını sıraladı; ''haftalardır doğru düzgün yemek yemiyorsun, masada tabağa bakıp duruyorsun. geceleri de hiç uyumuyormuşsun. ablan söyledi. sabaha kadar müzik dinleyip, ya kitap okuyomuşsun ya da bi şeyler yazıyomuşsun. hepsini geçtim, okul kıyafetini hiç çıkarmıyorsun oğlum üstünden! sabahları ceket, pantalon buruş buruş çıkıyorsun evden. n'oluyo?'' bir an durup düşündüm. hiç farkında olmadan yaptığım bu eylemlerin ya da eylemsizliğin sağlamasını yaptım kafamda. evet, doğruydu. demek aşk böyle bir şeydi. çayımın son yudumunu aldım, çantamı kaptım, annemi merakta bırakmamak için, ama kendi içimde hissettiğim şeyin gerçek mi, doğru mu olduğunu daha da araştırıcam anlamında bir yarım ağızla; ''galiba aşığım'' dedim ve çıktım...

    otobüs durağına giderken içimde yavaşça yayılan sıcaklık, otobüs gelince, otobüste giderken, indikten sonra okula yürürken, okulda onun servisinin gelmesini beklerken ve nihayetinde onu servisten inerken gördüğümde vücudumu tamamen ele geçirmiş, artık saçımdan çıkıyordu. tuhaf bi güven duygusu veriyordu bu sıcaklık bana. zil çaldı, sınıflara girildi, her sabah yaptığı gibi solumdaki sıraya doğru ilerledi, çantasını bıraktı, yine her sabah yaptığı gibi coşkuyla etrafındakilerle selamlaşıp öpüştü. ''günaydın necoooo!'' diye bağırıp beni yanaklarımdan öptüğünde utandım, daha çok da korktum, benim ısım, değdiğim yerlerini yakar diye...

    o gün ve sonraki günler, ona karşı olan, onu görünce ya da düşününce tetiklenen duygularımı ve davranışlarımı mikroskop altına aldım. dehşet salakça şeyler yapıyordum. daha dehşeti, bu durumun farkına varmama rağmen, aynı şeyleri yapmaya devam ediyordum. mesela bir yerde sesini duysam, bana seslenir diye ona bakıyor, bi şey söylesin diye bekliyordum. mesela ona yazdığım şiirleri kasetlere kaydediyordum heyecanla okuyarak. altına da fon müzikleri döşüyordum. bazılarını bestelediğimi sanmışlığım bile var. akşamları tiyatroya giderdik okuldan bi grupla, oyundan sonra saray muhallebicisi'ne gidilir tartışılırdı oyun üzerine, ben parasızlıktan tatlıyı es geçerdim, sonra onu gayrettepe'deki evine taksiyle bırakır, muhallebicideyken tuvalet bahanesiyle çıkıp aldığım gülü iç cebimden çıkarır, ona verir, iyi geceler dileyerek asansöre binmesini bekler, sonra yürüyerek gayrettepe'den eyüp'e giderdim mesela. ama en büyük salaklığım, okulun, ne okulu be, evrenin en güzel kızına aşık olmaktı...

    yine bir sabah, artık ''delilik'' gibi gözükmeye başlayan bu aşık hallerime dayanamayan annem. ''kim bu kız?'' diye sordu. önce ismini söyledim. sonra, ilk defa, onun nasıl biri olduğunu, daha doğrusu onu nasıl gördüğümü anlatmaya başladım birine. kendim dahil... ne kadar güzel, ne kadar sempatik, ne kadar komik, ne kadar eğlenceli, ne kadar sakar, ne kadar duyarlı ve tekrar ne kadar güzel olduğunu anlatım da anlattım. ''zenginler mi?'' diye sordu. ''canım ne alakası var şimdi zengin olmalarının, ayrıca öyle bi kız değil, büyüyünce savaş muhabiri olmak istiyor mesela...'' annem vaziyeti kavramış, neredeyse birazdan ''siz ayrı dünyaların insanısınız!'' konuşmasına girecek gibi iç geçirdi. ''haberi var mı senden?'' diye sordu bu kez. keşke sormaz olaydı. bok gibi hissettirmişti beni bu soru. ''yok galiba'' dedim yutkunarak. ve ona ''sana aşığım'' demenin milyonlarca yolu dönmeye başladı kafamda...

    elbette, böyle bi şey yapmaya götüm yemedi. cebimde ona yazdığım şiirlerin olduğu defterle dolaştım epey bir süre. orada burada çıkarıp okumaktan hepsini ezberlemiştim. defterin sayfa numaraları vardı ve ben artık sayfa numarasıyla sorulduğunda, o sayfadaki şiiri ezbere ve komik bir ''ıssız adam'' tavrıyla okuyabiliyordum. günlerden bir gün, ''hadi, bebek parkına gidelim okuldan sonra'' dedi biri. gidildi. daha taksideyken, şiirleri kimin için yazdığımı sormaya başladı bana. geçiştirip durdum. ısrar etti, direndim. parka varıp bir bankta yan yana oturduğumuzda, artık neredeyse yalvarmaya başlamıştı. son nefesimi verircesine, cebimden çıkardığım defteri ona verdim. anlamadı ya da anlamazlıktan geldi. ''senin için'' başlıklı şiirin sayfa numarasını söyledim, açtı, okudu, anlamadı ya da anlamazlıktan geldi. ayaklarımın altındaki tabureye kendimin vurmamı, ölümümün kendi elimden olmasını ister gibi baktı yüzüme. onu kırmadım. gözlerimi kapattım, başka bi sayfa numarası söyledim. şiirin başlığı; ''o sensin!''di... dünya'nın dönüşü için kısa, benim için 75 yılda bir dünya'nın yakınından geçen halley kuyruklu yıldızını beklemek kadar uzun bir süre sessiz kalındı. hâlâ boynuma sarılıp beni öpücüklere boğmamıştı. gözlerimi yavaşça açıp, cehenneme ilk adımımı attım. ''senden bir şey istemiyorum, artık biliyorsun işte'' ... bana sarıldı, defterimi geri verdi ve unutamadığım cümleyi söyledi; ''gurur duydum nejat, arkadaş kalalım n'olur''... ve kalktı, ve uzaklaştı...

    reddedilen ya da terk edilen her bünye gibi ben de ''nefret'' ilacına sarıldım hızla. yaşamam lazımdı çünkü. uzun bir süre suratına bakmadım, onun aşık olduğum özelliklerinin çoğuyla dalga geçtim, aşağıladım. müziğin en sertine meylettim, edebiyatın maço figürlerini hatmettim, felsefenin nihilist mabedine yüz sürdüm. kızgındım hem de çok. sadece o an değil, her şeye, herkese kızgındım artık. galiba en çok da kendime. bir sürü kararlar aldım ve yavaşça hayata geçirdim bunları. bu kararların en önemlisi şuydu; artık ne ailemin ne çevremin ne de başka birinin ya da başka bir şeyin istediği gibi değil, kendi istediğim bir ''erkek'' olacaktım. hatasıyla, sevabıyla...

    yıllar geçti aradan her şey değişti. geçen sene cihangir'de bir kafede dostlarla otururken, arkamdan biri seslendi; ''oooo, nejat bey burdaymış, tanımaz şimdi bizi.'' o'ydu... arkamı dönmeden adı çıktı ağzımdan. hâlâ güzeldi. kocasıyla tanıştırdı. çocukları varmış. bizimki bi üniversitede öğretim görevlisi olmuş, iyiymiş. öğrencileri benimle bir zamanlar okul arkadaşı olduğuna inanmıyormuş. üst kata çıkmak için merdivenlere doğru hamle yaptığında, bir an durdu ve dönüp şöyle dedi. ''senin başarılarını görünce gurur duyuyorum arkadaşım.'' gülümsedim, belli belirsiz; ''hâlâ mı?'' diye sordum. ya anlamadı ya da anlamazlıktan geldi...

    26 yıl evvel o'na aşıkken boyum 1.80, kilom 70'ti... hâlâ öyle...

    bazı şeyler değişmiyor...
  • yazin gumusluk*te uzerinde yirtik pirtik bir t-shirt, kicinda eski bir sort kusanmis vaziyette gorulmus oyuncu. (ancak, bu macerada onemli kisim dolmus yolculugunda yasanmistir.) dolmusa binen yasli bir teyzeye yer veren ve teyzenin kendisine "rahatsiz olmayin evladim" demesine cevaben "asil yer vermezsem rahatsiz olurum" demesiyle dolmusta birbirini taniyan tanimayan ne kadar kadin varsa hepsinin bir anda isteri krizi gecirmesine, "gel bizim kucagimiza otur nejaaaatt" diye feryat figan bagirismasina, bir dostluk-kardeslik ortami olusmasina neden olan yakisikli. bu cevabiyla anladik ki, ayni zamanda halk cocuguymus, feylozofmus, hazircevapmis (bkz: bir erkekte olmasini istedigimiz tum ozellikler)
  • nejat isler gulusu: istesem alayinizi sikerim!
    kaku gulusu: bari birinizin memesine dokunayim lan.

    oyuncu.
  • nejat işler kendine has, kendi hayran kitlesini oluşturmuş biri gözümde.

    bunun sebepleri de var mutlaka.

    piyasadaki yüzlerce yavşak, piçten biri olmadığı için mutlaka.

    kendisine sunulan düzen yerine kendi doğrularıyla hareket etmesi ve boyun eğmemesi.

    testament konserinde yanınızdan geçen birisi.

    diğerleri gibi hadi u2 gelmiş gidelim diyen değil, sevdiği müziği dinleyen birisi.

    kendi mekanını açıp yeri geldiğinde de müşterisiyle rakı içmekten erinmeyecek kadar bizden. ben bu entry'i* okurken çok mutlu oldum, ne adammışsın be nejat dedim.

    yıllar önce de okan bayülgen'in programına sarhoş çıkmıştı. ancak bu asiliğinden falan değildi ki, adam heyecan yapıyordu işte ışıkların seyircinin karşısında, rahatlamak için içmişti. buna benzer birşeyi de bir röportajında söylemişti sanırım. hafiften sosyal fobisi vardı -ki bu tür şan şöhretten hoşlanmayan insanlarda normaldir-

    nejat işler oldukça yakışıklı ve karizmatik birisi, izlerken, sesini duyduğunuzda hissediyorsunuz.

    ancak bu karizmasıyla seyircisine mesafe koymak yerine, sikerim lan istanbul'u, yapmacık hayatlarınızı diyip bodrum'a gidip, oralarda at yarışı oynayıp alkolünü alıp eğlenerek, içinden nasıl geliyorsa öyle yaşayan birisi.

    ot dergisi'nde aylar önce tuncel kurtiz için yazdıklarını okurken daha da bir sevdim ben bu adamı.

    rock'n roll'la marksizmi beraber hayatımda nasıl yaşatırım diye sormuştu tuncel üstada.

    üstat da kendisi gibi birini bulunca sevmiş nejat'ı.

    nejat işler gazetelerde gördüğümüz onlarca beş para etmez yavşağın dünyasına alışamayan düzgün bir adam. ne yaptığını bilemem kendisini ilgilendirir. ama şu an hayat mücadelesi veren adam benzeri de çok bulunmayan kendi doğrularından vazgeçmeyen, yaşam tarzıyla açıkçası kıskandıran bir insan.

    yıllardır oyunculuğunu severdim hatta behzat ç. de ilk ortaya çıktığında anaa nejat işler de konuk olmuş ya diziye demiştim. adam unutulmaz bir karakter kazandırdı, ercüment çözer karakterini türk dizi tarihine altın harflerle kazıdı.

    acil şifalar nejat işler, seni seven çok insan var, daha ac dc konserine gidicez olm :)
  • siyasi bir tercih yapıp hdp'yi destekleyen kişi. bu yüzden sözlüğümüzün über özgürlükçü aydınlık gençleri tarafından karakterine, zekasına, kültürüne, yaşayışına sövülen kişi. komik ve iğrenç bir durum bu. çünkü tercihin kendisinin eleştirilmesi yerine, tercihin öznesi çirkefçe ve cazgırca itibarsızlaştırılıyor. güler misin ağlar mısın? bunlar bir de demokrat ve özgürlük yanlısı gençler ha!

    hep dedim, yine diyorum: söz konusu kürtler olunca bu ülkede ezberler ters yüz olur. yine ters yüz oldu. izmir kordonda her yaz akşamı fıçıdan birasını denize karşı yudumlayan boyozcan, daha düne kadar hükumetin alkol yasakları ve benzer diğer faşist uygulamaları için gezi direnişinde boy gösterirken, chp'yi desteklemesini öngördüğü nejat işler'in hdp'ye oy verdiğini görünce, birden erzurumlu sağcı dayı moduna girdi ve adamın alkolle olan mesaisine atıf yaparak nejat işler'in ayyaşın, serserinin teki olduğuna kanaat getirdi. * * * bunu bir hakaret malzemesi yaptı. o artık tipik bir akp'li, tipik bir iç anadolu yobazı. o eski boyozcan'lığından eser yok şimdi.

    debe editi: dünkü debe editinde de söylediğim üzere, türk ve kürt halklarının uzlaşarak değil, derin bir idrakin çemberinde anlaşarak bir arada yaşayabilmesi en büyük dileğimiz. ulusalcılarımıza, milliyetçilerimize samimi gelir mi bilmem; malum, serde ''hainlik'', ''bölücülük'' var. ben ki bu düşünceden dolayı evleneceği kadını özellikle türkler arasından seçmiş biriyim. buradan* kendisine selam eder, sol gözünün kenarındaki benlerden öperim.
  • popüler kültürden ne kazandıysa kütüphanesine, tazgah'ına, ailesine, dostlarına, birlikte içtiği arkadaşlarına, ihtiyacı olan set ve tiyatro emekçilerine, gümüşlük'teki köylüsüne, sevip baştacı ettiği ve onu ilk punduna getirdiğinde satan sevdiceklerine harcamıştır. cebinde de 5 kuruş ya kalmıştır ya kalmamıştır. kaldıysa onu da, hoşuna giden bir-iki-yüz kitaba veya bugünlerde hava berbat soğuduğu için bu geceyi açıkta geçirmek zorunda kalacak birkaç sokak müzisyenine vermiştir; bira tedariki, üstüne tünenicek mat ya da uzaktan geldilerse pansiyonları için.

    o karaciğeriniz inşallah bir gün size de böyle karşılıksız sevgi veren bir yaşam armağan eder.
  • hayatıyla oynamıştır.
hesabın var mı? giriş yap