• hiçbir zaman yok olmayacak bir duygudur. küçük yaşta, evime ait olmadığımı anladığım anda uçtum yuvadan. bilmediğim bir kentin yatılı okulunda buldum kendimi. her görüşten insan vardı yatılıda. hepsini tanımaya çalıştım ama hiçbirinin idealine inanmadım. sağa ya da sola ait hissetmedim kendimi. bir hayal yarattım, sonra o kente de sığamadım. hayalimin peşinde istanbul'a geldim. istanbul'a da ait olamadım. mutlu ve mutsuz ilişkilerim oldu ama hiçbir kadına ait hissetmedim kendimi. rüzgarda savrulan boş poşet oldum hep. o kadar pis bir duygudur ki bu, tatmin olamazsın. bir yer, bir kişi ya da bir şey seni sadece geçici bir süre meşgul eder, sonrası yine kaçış. vazgeçersin, içine kapanırsın. ardından yaşama sevinciyle dolar ruhun, yeni bir hikaye yazmak için yola koyulursun. nihayetinde söner o coşku. bu duygu bir lanettir, gece gündüz yalnızlığını besler.
  • ince fakat kalıcı olan, bir yere ait olmama duygusu.
  • yabancı olma, sürekli gitme isteği, her şeyin geçici olduğunu düşünme ve hep ne olduğunu bilmeden bir şeyi beklenmesidir.monachopsis
  • enteresan durum vesselam.

    kendimi hayatimda donem donem bunalimlarda bulsam bile hicbir zaman topyekun hayatimi yasayisimi zorlastirmamis bir durumdur. hayatimi, yasayisimi derinden etkilemistir, keza dogruyu soylemek gerekirse zorlastirmistir da donem donem, ama yasanmaz hale getirmemistir. simdi geriye bakip dusundukce, aslinda benim icin olmasa bile hayatima girmis bazilari icin gercekten cok bela durumlar yasatmis bir psikolojik bir durum, bir deneyim monachopsis.

    ben genel olarak cok ekstrem olmadikca psikolojik durumlarin beraber yasanilmasi gereken olgular olduguna inanirim. kisa boyla yasamak gibi, ya da guzel sarki soyleyememek gibi. cirkin olmak gibi. cabuk heyecanlanmak gibi.

    bazen de icinde bulunulan sartlar ile ilgilidir. "ayakkabi rahat olmadigi icin ayagimi duzeltmeliyim" diyen cikar mi? pek sanmiyorum. cevreyi degistirecek gucu icimizde buldugumuzda, ve cevreyi degistirecek kabiliyete sahip oldugumuzda, rahatsizlik yaratan sartlari degistirir ve bu psikolojik durumun daha da onemli bir sorun olmasinin onune gecilebilir (en azindan ben boyle dusunuyorum). bu guc ve degistirme kabiliyeti yoksa da o psikolojik durum, major depresyon gibi, panik atak gibi daha onemli sorunlara neden olabiliyor ya da evrilebiliyor (kocasindan mutsuz ama ayrilsa ne yapacagini bilemeyen evhanimi retorigi...). sonrasinda bu degistirmeye gucunuzun yetmedigi berbat durumun aslinda size sorun olmadigini salik vermeye calisan psikoterapistler, bununla nasil yasanilmasini (katlanilmasini) anlatan psikologlar, olmadi bu duruma desensitize hale gelerek katlanilmasini saglayan ilaclari verecek do......... neyse neyse... kendi iradesi disinda gecmiste buyuk bir aci deneyimlemek zorunda kalmis insanlari tabi ki tenzih ederim.

    imdii, 35 yasininin gelip gectigi birisi olarak su anda dusundugumde cok siddetli, belki de olabilecek en siddetli haliyle hayati boyunca monachopsis yasamis biri olarak hayatim boyunca hic major depresyon yasamamak, bir ilac kullanmak veya profesyonel bir destek almak zorunda kalmamak gercekten mucize gibi birseymis gibi geliyor. bunu sinirsiz bir kacip gitme, ya da mutlu olunamayan sartlari degistirme kapasitesine (ve sansina) bagliyorum.

    yalniz bu durum, son zamanlarda ruhumda enteresan bir puzzle yaratmaya basladi. merak ediyorum bazen, benim gibi hisseden baskalari da var mi? (belki de sonunda bir psikologu gormenin vakti gelmistir :) nitekim hayat hikayelerimizin uyustugu cok insan yok etrafimda, dolayisiyla duygularimi karsilastirmak icin bir kerteriz alamiyorum.

    dictionary of obscure sorrows'a (belirsiz kederler sozlugu) gore "derinden ama israrci bir yersizlik duygusu" monachopsis. ait olamama, dogru hissedememe, bir yabancilasma hadisesi.

    benim acimdan bunu en guzel ozetleyen (yukarida bir yazar baska bir misrasina da alinti yapmis) charles baudelaire'nin su sozleridir;

    then, what do you love, extraordinary stranger?
    ı love the clouds the clouds that pass up there
    up there the wonderful clouds!”

    (peki, soylesene mustesna yabanci, sen ne seviyorsun o zaman?
    bulutlari seviyorum, yukaridan gecen bulutlari.
    yukaridaki o sahane bulutlari!)

    daha 14 yasinda ciddi bir "yeni" arayisina girdim. 17'ye yaklastigimda yasadigim sehirden ayrilmanin planlarini yapiyordum ve bir sene sonra da istanbul'a tasindim. 4 yil universite, 2 yil yuksek lisans boyunca herhalde 10 farkli evde yasadim. bazen yurtlar, bazen arkadaslar, bazen kendi kiraladigim yerler. 3 kere kariyer degistirmenin esigine geldim (kendi alanimdan ayri olarak restoran sefligi ve ayrica isletmecilik/business). yuksek lisansta 3 kere danisman degistirdim. cok iliskim oldu ama en uzunu 7 ay belki surdu. geneli cok daha kisa. cok farkli arkadas gruplari edindim, hatta bazisini kendim kurdum. mesela burada bazilariyla tanisiyorsun, sonra onlari bir ev partisine cagirip diger arkadaslarinla tanistiriyorsun, sonra onlar arkadas oluyor. boyle boyle bazen gruplar cok buyuyor ve bu gruplarin ortasinda sen oluyorsun. hayatim boyunca bu boyle oldu.

    6. yilin sonunda artik istanbul'dan bogulmaya basladigimi fark ettim. ne iliskilerimde, ne arkadasliklarimda, ne yasadigim yerlerde mutlu olamamaya basladim. nereden geldigini bir turlu bilemedigim bir "canlarin calmaya baslamasi" hali.

    toefl'da 120 uzerinden 116 alan, ingilizcesi muazzam bir kiz arkadasim "senin hayatinda aska yer yok. you are all about infatuation!" demisti zamaninda. yani ask/sevgi mevhumlari yerine, bir vurulma bir carpilma hali. nitekim hakliydi da! 3 5 ay hatta bazen hafta surmesine ragmen, 0'dan 100 km'ye bir anda cikip, sonra o canlar calmaya baslayinca bir anda tekrar 0'a inen iliskiler, arkadasliklar, ugrasilar. bazen halen doludizgin 100 km'de giderken monachopsis denen hissiyat oyle saglam bir kendini gosteriyordu ki, sacma sapan nedenlerle kendimi insanlardan, iliskilerimden koparmaya basliyordum. biraz saglam sinirlerim, biraz da gamsiz bir yapim vardir. buna ragmen buyuk ayrilik acilari cekmisimdir, karsi taraftaki insanlar acisindan ise gercekten cok zor oldu. cogu zaman anlam bile veremediler. bazen dusunuyorum, gelecege dair bir "saudade" hissetmek yerine, elimde olanin degerini bilebilseydim (elimde olanla "tamam" olabilseydim), simdi nasil bir hayatim olurdu?

    yukaridaki yazar baudelaire'den alinti yapmis ya; "it always seems to me that ı should feel well in the place where ı am not." (bana gorunen o ki her nerede degilsem orada daha iyi hissedecegim) yillardir hissettigim bu, ama aslinda her zaman da degil...

    su an 6. farkli ulkede yasiyorum. bu his tasindigim ulkelerde nedense genelde 2. yila dogru gelmeye basliyor. orada belki bir is degistirip, kalip bir duzen kurup zaten huyunu suyunu artik iyi bildigim ulkenin avantajlarindan yararlanayim diye hissetmiyorum. aksine avuclarim kasinmaya basliyor. surekli bir gecicilik hissi. yeni bir baslangic yapma, yeni insanlarla tanisma, yeni olan herseyin bir parcasi olma.

    avustralya'da toplamda 7 yil yasadim, son bir yilini dunyayi gezerek gecirdim. o gecirdigim 6 yilin son 2 yili gumbur gumbur bir monachopsis duygusuyla gecti. bu harika arkadasliklar, harika seyahatler, harika iliskiler yasamama engel olmadi ama icimde surekli buyumeye devam etti. diplomayi da alayim, vatandasligi da alayim diye telkin ede ede bu hissi yonetmeye calistim, -ki ne yazik ki o donemki arkadaslarim ve kiz arkadaslarim arasinda bunun zorlugunu yasattiklarim oldu. kalmam icin gereken saglam bir motivasyon kalmadigi zaman da son kuvvet olanaklarimi zorlayip, cok da prestijli bir sekilde japonya'da tasindim. sonra bu dongu yeniden basladi.

    bu beraberinde cok yikici bir durum getiriyor zaman zaman, hem de herkes icin. bahsettigim gibi arkadas gruplari yaratiyorum, sonra nedensizce kendimi o gruplardan geri cekiyorum. ariyorlar, soruyorlar, israr ediyorlar. keza, yasadigim ulke icin veya arkadaslarim icin hissettigim bu durumu tabi ki isim icin de hissediyorum. beraberinde calistigim yoneticiler icin gercekten zorlayici bir durum olabiliyor. keza romantik iliskilerde de...

    monachopsis canlari calmiyorken zaten dunyanin en mutlu insaniyim. keza baskalarinin deyimiyle "partinin ruhuyum", "hayatima girmis en ozel insanlardan biriyim" vesaire... monachopsis canlari calmaya baslayinca bazen, ama her zaman degil, oyle bir memnuniyetsizlik duygusu cokuyor ki, ciddi ciddi acaba anksiyete bozuklugu, bi-polar vesaire boyle bir durumdan etkilenmis olabilir miyim diye dusundugum oldu... ancak gerek bilimsel testler, gerek konustugum isin uzmanlari, rutinlerimi, dusunce yapimi vesaire degerlendirince hicbir agir psikolojik hastaliktan etkilenmedigim cok acik. sagligim yerinde. tek hissettigim farkliya dair bir ozlem, gelecege dair bir nostalji.

    bu baglamda hayatimdaki rutinler bir iskenceye donusebiliyor bazen. hayatimdaki cok onemli basarilari bile cogu zaman, icinde bulundugum ortamdan kurtulmak icin kendimi kasmam sonucunda basardigimi dusunuyorum. avustralya'dan (ve cok sevmeme ragmen) ayrilmak icin avustralya'nin en prestijli odullerinden birini kazanmak gibi...

    en mutlu oldugum hal ise yeni yerler deneyimleyip yeni insanlarla tanistigim zamanlar. ya da herhangi bir yeniye baslayistaki o balayi zamanlari. sanki bir kaiseki masasindaki o ufak ufak tabaklarda servis edilen sefin sectigi yiyecekler. yeni baslanilan isteki ilk birkac ay. sonra bir zaman geliyor o canlar yeniden calmaya basliyor iste.

    bazen "artik hem isimde, hem sehrimde, hem iliskimde yerlesiklige gecmenin zamani geldi" diye hissediyorum. bir sonraki tasindigim ulkede, bir sonraki isimde daha yerlesik olmaya yonelik kararlar verecegim gibi... japonya'ya tasinmak yerine almanya'ya tasinmak, bir projede calismak yerine, bir devlet hastanesinde kalici bir pozisyonda calismak gibi... korkum hayatimda ilk defa yerlesiklige dair bir duzen kurarsam bu canlarin yine calmaya baslamasi. basitce sikilmak da degil bu... gercekten farkli bir his.

    nitekim, belki de su an hissetmeye basladigim puzzlein anahtari benim gibi kemiklerine kadar monachopsis hisseden bir kadin bulabilmek. belki de o da artik bir duzen kurmanin iyi bir fikir oldugunu dusunmeye baslamistir. bir ev almak, bir ev dosemek, cocuk sahibi olmak (vouw!)... peki ya birbirimizden gitmek istersek?!

    monachopsis canlarinin calmaya basladigindan bahsettim. nitekim ernest hemingway'den "canlar kimin icin caliyor" cok sevdigim bir kitaptir. enteresan bir durum, kitabin orijinal ismi aslinda "for whom the bell tolls"dur. yani "o can kimin icin caliyor". kitap cevirmeni ne dusunuyordu acaba bu kitap ismini cevirirken? en azindan gercek anlamiyla cevirisinin bende yaptigi cagrisimlar cok farkli. bu arada bu kitabi cok sevmekle beraber aslinda en sevdigim hemingway kitabi "a moveable feast"dir. bunu da "paris bir senliktir" diye cevirmisler. heyhat!

    a moveable feast, asagi yukari "tasinir bir ziyafet" demek. hemingway 1910'lu yillarin sonlarinda, kendisi de 20'lerinin baslarindayken, savasin italyan cephesinde yaralandiktan sonra abd'ye doner, evlenir, iyilesir, sonra avrupaya geri gelir. turk yunan savasi da dahil roportor olarak calisirken bir bikkinlik (?!?) yasar ve kitap yazmak icin paris'e tasinir. a moveable feast, 20'li yillarda paris'de gecirdigi birkac yil boyunca kaleme aldigi kisisel deneyimleridir. aradan uzun yillar gecer (1950'lere dogru), birgun paris ritz-carlton'dan kendisine 20'lerden kalma iki tane ufak bavullarinin bulundugu bilgisi gelir. 50'lerinin sonlarindaki hemingway, 20'lerinden kalma pek de hatirlamadigi kendi yazdigi notlara kavusur bir anda... sonra bu notlari editlemek icin elden gecirirken, henuz tam bitirmeden kuba'da kendisini tufegiyle vurur. oldugunde kitap icin bir baslangic, bir bitis, ve bir baslik belirlememistir. nitekim kitap icin "a moveable feast" ismini esi mary koyar. mary bunu ernest'in su sozlerinden ilhamla almistir:

    " ıf you are lucky enough to have lived in paris as a young man, then wherever you go for the rest of your life, it stays with you, for paris is a moveable feast."

    (eger genc yasinda paris'de yasayabilecek kadar sansliysan, sonrasinda hayatin boyunca nereye gidersen git, bu hep seninle kalacak, paris sanki tasinabilir bir ziyafet.)

    tasinabilir bir ziyafet. bunu tam da monachopsis hisseden bir insan soylemis olmali! allah sonumuzu benzetmesin.
  • "monos (tek,yalnız)" ve "-opsis" son ekiyle de "görünüm" anlamına gelen yunanca kökenli sözcük.

    arka planda seyreden tereddüt ve bir yere ait olamama hissi.
  • kendini hiçbir yere ait hissedememek. yani maslow 'un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki basamaklardan birinin olmaması. asla kendini tamamlayamadiğın bir hayat.

    binlerce kalabalığın içinde yalnız olmak ama kalabalık kadar korkmamak yalnızlıktan.
  • kendini herhangi bir yere ya da mekana ait hissetmeme duygusu.
  • kişinin kendini hiç bir yere ait hissetmeme durumu.

    kökeni genelde çocukken yaşanılan küçük ama bir araya gelince etkisi büyük olan olaylara dayanır. ince ince karaktere işlenir ve bu yıllar sürer. başta fark edilmez fakat en sonunda içinden çıkılmaz hal alır ve -muhtemelen- hayatın bir parçası olur. zamanla insanı insanlardan, toplumdan daha da uzaklaştırır.
  • kişinin kendini dünya üzerinde hiçbir yere ait hissetmemesi , bulunduğu herhangi bir ortamda çok uzun süre kalamaması ve sürekli olarak yabancılık çekmesi durumu. (psikolojik rahatsızlık)
  • charles baudelaire'in“her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir." sözünün vücut bulmuş hali gibidir. aidiyet bulma arzusuyla her defasında farklı yerlere gitmek istersin fakat gittiğin hiçbir yer o duyguyu veremez. hep yolda olma, insanlarla bağ kurmadan gitme isteği duyarsın ama gidince de tatmin olmazsın. belki de mekandan ziyade kendinden kaçıyorsundur. insan zamanı durdurmak istediği yere aittir derler ya (bkz: amelie) günün birinde kaçmadan öyle bir yer bulmayı her şeyden daha çok istiyorum.
hesabın var mı? giriş yap