• şöyle çarşıya çıkarken, ne biliyim, sahil kenarına yürümeye giderken tayt giyebilen insan benim gözümde modern insandır. biliçaltımda böyle bir düşünce var... ben de birkez giymiştim ve üzerime fazla oturunca jandarma beni gözaltına almak zorunda kaldı. yani bazen insan istese de modern insan olamıyor.
  • mutluluğun peşinden koşar, onu kucaklamayı bilmez.

    bu o'nun en büyük sorunudur.
  • "okyanusları ve kıtaları oyun oynarcasına aşıveren modern insan için hiçbir şey, bir sonraki köşede yaşayan insanlarla ilişki kurmak kadar olanaksız değildir."
    (musil, "niteliksiz adam")
  • "bugün insanlar kendilerini sevmiyor. biz bir önceki yüzyıldan kalma rantçı bir sınıfız. her şeyi hoşgörüyle karşılıyoruz, ama liberal değerlerin bizi edilginleştirmek için tasarlandığını da biliyoruz. tanrı ya inandığımız düşünüyoruz, ama ölümün ve yaşamın gizemleri karşısında deli gibi korkuyoruz. fazlasıyla kendimizi merkeze alıyoruz ama kendi benliklerimizin sınırlılığı düşüncesiyle baş edemiyoruz. ilerlemeye ve aklın gücüne inanıyoruz, ama insan doğasının karanlık yönleri de bizi ele geçiriyor. seks saplantımız var, ama cinsel imgelemden korkuyoruz ve sarsılmaz tabularla kendimizi güvenceye alıyoruz. eşitliğe inanıyoruz, ama alt sınıflardan nefret ediyoruz. kendi bedenlerimizden korkuyoruz ve her şeyden önemlisi ölmekten korkuyoruz. unutulmuşluktan sadece birkaç adım uzaktayız ama her nasıl olacaksa ölümsüz olacağımızı umuyoruz."

    ballard
  • köşe yazarlarının yazdıkları gibi düşünmek zorunda olan, televizyon dizilerindeki cümlelerle konuşmaya çalışan, alışkalıklarını ve eğilimlerini büyük oranda medyanın belirlediği, farklı ve içgüdülerine uyarak davrandığında ayıplanacağını düşünen insan türüdür. inanmadığı, nefret ettiği bir konu hakkında fikri sorulduğunda vereceği cevap "hayır istemiyorum" değil "ee tabi, saygı duyarım"'dır. birşey yaygın olarak yapılıyorsa doğru odur.modernliği tepki vermek değil onaylamak olarak algılar. üzerinde emanet elbise gibi durur genellikle.
    tanımları bile çetrefillidir. asla "memur" değildir mesela..onun yerine "bireysel hizmet yetkilisi"'dir . pazarlamacı veya satıcı da değildir. "müşteri temsilcisi" veya "ürün sorumlusu"'dur. imaj yapmak, karizma yapmak (ne demekse) zorundadır. sonradan uydurulmuş hiçbir önemli günü atlama lüksü yoktur. sevgililer günü, yılbaşı, öpüşme günü vs..(gerçi öpüşme günü benim de favorimdir ama henüz layıkıyla kutlayamadık o ayrı).. her gün görüştüğü insanlarla her akşam ayrılırken ayrı ayrı öpüşür, sarılır..sabahları da aynı ritüelle işe başlar.
    bilgisayarının veya çalıştığı masanın üstünde ya sevgilisinin resmi olur ya ailesinin ya da çocuğunun..ha, akşamları o aileye bağırır çağırır kızdı mı, o ayrı konu..cep telefonunda karısının veya sevgilisinin ismi mutlaka ve de illâ ki "aşkım" diye yazar. gün içerisinde topu topu iki kere aklına geliyor olsa bile o kişi, yaşadığı şey "büyük aşk"'tır.
    sonuçta, büyük ölçüde "gibi yapan" insandır modern insan.
  • her sabah uykunun o en tatlı yerinde erkenden kalkar yüzünde bıçak gezdirmek, defalarca kendini kesmek için. sonra göz göre göre kendi ilmeğini geçirir boynuna ve sıkar iyice. emeğinin getirisi ile dolu olan dolaba bakar bir, bir de saatine. ve bir lokma tadamadan alın terinden koyulur yola. sanki sinirlerine inat, sanki kalbine inat, sanki sağlığına inat girer trafiğin keşmekeşine. neredeyse ileride kambur olma çabasıyla, iki büklüm oturur renkli camın ardına ve bozar bir güzel gözlerini, gerilir toplantılarda. kazanmak için birilerinin daha az kazanmasına ya da kaybetmesine neden olur ve bu başarısının (!) mutluluğuyla döner evine. ya kendi yorgun olmalıdır ya eşi ki dokunamazlar birbirlerine. oysaki ikisi de aşka vakit ayırabilmektedir kaçamak kaçamak. ama işte aşk yaşadıkları anları da örtüştüremezler, bedenleri de. olur da bi gün denk gelirse de odalarına ya çocukları girer ya kayınvalide. kendi kurdukları çarpık güvencenin içinde hasta da olurlar ve daha da sürünürler iyileşebilmeye çabalarken. pek çok hastalık daha kaparlar belki bu süreçte. aynı basamaklara erişmeye çalışırken çocukları o yaşlanır artık. bir gün aniden yaşayamadığı gençliği saplanır kalbine, edemediği kahvaltılar kanatır midesini, ettiği kavgalar kemirir beynini, içine attığı onca sıkıntı yara olur, uyuyamadığı her sabahın ağırlığı çöker gözlerine ve kapanır o gözler yavaş yavaş... ölür modern insan sonunda. yaşadığını dahi farkedemeden...
  • christopher lasch'ın, narsisizm medeniyeti adlı kitabında bu “garip insan” şöyle tanımlanır:

    " duygu derinliği açısından sığlarda dolaşan, yakın temas kurmaktan çekinen, cinsel açıdan ahlaksızca çok eşli, yaşlanmaktan ve ölümden bucak bucak kaçan, bencil/narsist insan..."
  • varlık felsefesi üretimde oynadığı rol;
    mutluluğu tüketimdeki payı;
    sorumluluğu maddenin zorunlu kanunları karşısında teslim olup sermayenin ve makinanın hükmüne boyun eğmek;
    aşkı refah;
    amacı emekli olmak;
    son arzusu emeklilik döneminde huzurevinde ölümü beklemek;
    varlığının hayatı boyunca kazandığı anlamı bankadaki parası;
    yüce amaçları fazla çalışıp otomobil ve ev sahibi olmak;
    dertleri borç, trafik, taksitler ve giyim;
    inanç ve düşünceleri kitle iletişim araçları ve tüketim toplumunun enjekte ettiği bilgi ve haberler olan insandır.
  • dünya kapalı hakeza insanlar da; sürekli büyüyen, yenilerini doğuran, iç içe geçen sistemler ve düzenler buna neden oluyor. sayıları artan, değişen ve günden güne daralan kalıplar artık üzerimize dar geliyor. belki biraz nefes almamıza, az da olsa önümüzü görmemize ve yeterli görülen miktarda duymamıza izin veren görünmeyen siluetlerimiz içinde yaşamaya alıştık. yadırgamıyoruz artık bu durumu, çünkü medeniyetin bizi özgürleştirdiğine inanıyoruz. cidden medeniyetin bizi daha özgür kılması gerekmez miydi? insan olmanın bilincini daha derin, etkili, güzel bir şekilde yaşamamızı sağlaması gerekmez miydi? özgürlüklerimizin garantörü olan kurallar ve bunu sağlayacak sistemlerin varlığının ne kadar zaruri olduğunu tartışılmaz fakat daha fazlası için konuşmalı. asıl tehlikeli ve sinsi olanlar bunların dışında hayatımızın en ücra köşelerine sızmış olanlar, yazılamayanlar.

    insan durup düşündüğündüğünde hayatının yaşayış şekline müdahâle eden birçok saçmalık görüyor. ve işin berbat tarafı da bu saçmalıkları nasıl olağan ve hoş kabul ettiğine şaşırıyor. verdikleri acı, yaşattıkları stres bile hoş. modern insanın üzerinde taşıması gereken nişanlar birer ıstırap olmuşlar. savaşta ne kadar başarılı oluduğunun birer kanıtı çekilen sıkıntılar, yoksa kazanımlar asla yeterli değil, o, modern insan etiketini taşımaya hak kazanmak için. kazanımlar derken, bunların kaç tanesi gerçekten isteniyor? "en" ile başlayan birçok sıfatın ardına iliştirilen materyaller, mevkiler, güçler... ve bunlara ulaşmak için konulmuş süregelen kurallar. oyunu kim daha iyi oynayacak ve bölüm sonundaki ödülü kim kazanacak? iyi de hayatımız birilerinin oyununda geçen hikâyeden mi ibaret? biz kalıplara uydukça, üzerimize uymayan giysilere girmek için bedenimizi bırakın ruhumuzu bile şeklinden şekile soktukça oyuncaktan ne farkımız kalıyor ki? yapaylaşıyoruz mütemadiyen...

    yapayın aksine canlı, bir ruhun hayatına dokunur, kokusunu alır. değişkenliği tadar. yapay bir hayatın değişkeni yoktur; kurallar bellidir. bu kurallara uymayan diskalifiye olur. ya da nasıl bir insan olmak gerektiğine dair yeni bildirimler alınır. bu kadardır bilinmeyenlerin değişim sınırları. bu değil bahsettiğim değişkenlik. bir kafesin içindeki hamster’ın hayatı ne kadar değişebiliyorsa sunileşmiş modern insanın hayatı da o kadar değişebilir. sonuçta kapalı sistem, fazlasını beklememek gerekiyor. nerede kaldı hayatın akışkanlığı, insanı alıp götürüşü ve bilinmeyene sürükleyişi? anın içindeki sürprizler nerede? ister istemez sorguluyor insan; hayatın büyüsü, bir anın içindeki patlamalarda gizli olmalı, çünkü aldığından çok daha fazlasını verebilecek bir potasiyele sahip hayat.

    bir an insanın hayatının büyük patlaması olabilir, yeni bir yaşam doğurabilir. ancak tekrarlar üzerine kurulmuş yaşamlar buna izin vermiyor. bir zaman çizelgesinin içinde kısılıp kalmış sadece bir nokta olarak geçip gidiyor tüm anlar. insanlar duramıyor, durmalarına izin verilmiyor. durup düşünmek olmadan hayatın içindeki farklılıklar yaratılamaz. bu farklılar yaratılamadan da anların büyüklüğü yaşanamaz. hayatı kendisi yapan akışkanlığı, içindeki farklılıklar, değişimler. bunlar yitirildi. garanti de olsa makineleşmiş bir hayatta insan gerçekten canlı kalabilir mi? unutmamak gerekir ki makineler de bozulur.
  • akıl hastanesine düşmüşçesine bir dönemin pençesinde, hayatı yaşamaya ve anlamaya çalışmaktadır bu günlerde.
hesabın var mı? giriş yap