• adorno’ya göre metin, yazarın evidir. özellikle kalacak memleketi, sığınacak bir mekanı
    olmayan için yazı bir yuva haline gelir. ancak bu sığınılan yuva da tekinsizdir.
    zihinsel bir yumuşamayı, rahatlamayı affetmez. sürekli bir zihinsel gerginlik ve uyanık
    kalmak zorundadır yazar. bu durum öyle bir hale gelir ki yazarın kendisi kendi
    yazısında rahat bir soluk alamaz yaşayamaz (adorno’dan akt. said, 2006: 27).
  • arapça kökenli sıfattır, metîn diye yazılır. özel isim olarak kullanılan en güzel erkek isimlerinden birisidir.
    "acılar karşısında dayanma gücünü yitirmeyen, sağlam, dayanıklı, metanetli" anlamına gelir.

    ayrıca yine arapça kökenli isim halinde kullanılan metin vardır, o da bir yazıyı biçim, anlatım ve noktalama özellikleriyle oluşturan kelimelerin bütününe verilen addır.
    kelimeyi edebiyat dersinde duymak bile hoştur, boştur.
  • '''barthes, metinleri ikiye ayırır: okutan metinler/yazarın metinleri (writerly texts) ve yazdıran metinler/okurun metinleri (readerly texts). yazarın metinlerinde, yazar metni bitirmiştir. okuyucuya düşen onu okumaktır, başka bir şansın yok. evet ya da hayır dersin sadece. okurun metninde ise yazar sadece bir çerçeve yaratıyor, gerisinin senin yazmanı bekliyor. uçları açık, içine fantezilerini koyabiliyorsun. yazarın metinlerinin ideal versiyonu pornografidir. orada senin yapacağın bir şey yoktur, seni kapatır, fantezilerinin yeri yoktur orada. gösterilebilecek her şey gösterilmektedir zaten. ama erotik filmde, hayal kurarsın. en azından, orada olanların gerçek olup olmadığı, gerçekten sevişilip sevişilmediği hayalini kurarsın. zizek bunu söyler. pornografi, sana gösterilebilecek her şeyi gösterdiği için seni tamamiyle nesne pozisyonuna iter.edebi metinlere gelince: okuru açan, yazdıran metinlere örnek, kafka’nın yazıları. okuru kapatan, okutan metinlere örnek de joyce’un yazıları mesela, kafka’yla da aynı dönemden. thomas mann da mesela kapatan metine örnektir. gerçekliği anlatır, anlatır, anlatır; biz de öğrencisi olarak oturur dinleriz. güzeldir, severiz, okuruz ama bize bir hayat alanı sunmaz. halbuki kafka çok farklıdır. şato’yu okursun, sonra kendi hayatınla, kendi dünyanla paralellikler kurmaya çalışırsın, metni yeniden üretirsin farklı biçimlerde. nitekim şato o kadar iyi bir metindir ki yüzlerce kez yeniden yazılmaya çalışılmıştır, stanislav lem’in “küvette bulunan günce”si ya da aziz nesin’in “güvercin kakaları” öyküsü, şato’nun yeniden yazımlarıdır aslında. ama joyce! ulysess’i yeniden yazamazsın ki. eğer okumaya tahammül edebiliyorsan, okursun, “evet bu!” dersin ve bitirirsin. ya da “hayır böyle değil” dersin, bitirirsin. o yüzden barthes bu tip kapalı metinlere “referandum metinleri” de der. evet ya da hayır dersin. oysa referandum her zaman çok anti-demokratik bir şeydir. başka bir şey demek istiyorsam ne olacak? o yüzden ben referandum filmlerine de çok kızarım. benim en nefret ettiğim çağdaş yönetmen haneke’dir mesela. seni sürekli referanduma bırakır çünkü. “ya ordasın, ya burdasın”. ya kendini özel güvenli sitelere kapatmış burjuvalar ya da kafayı yemiş çeteler. üçüncü bir seçenek yok mu? yok. ben farklı seçimlerin olduğu bir dünya istiyorum. üstelik var farklı seçimlerim. bana izin ver, kendiminkini yazayım içine. başka bir dünya var bunların dışında. yoksa bile koyalım, anlatabiliyor muyum? neyse, sinema üzerinden gittik ama konuyu toparlayalım. ilk masaüstü frp’ler aslında kelimenin tam anlamıyla ilk “yazdıran metinler”. sana bir dünya çerçevesi sunuluyor, bir öykünün taslağı başlatılıyor, gerisi yolda yazılıyor.

    kaynak: bülent somay'ın oyungezer röportajı.

    ek: linkini vermeden içim rahat etmedi. al: http://www.oyungezer.com.tr/content/view/245/75

    ek-2: madem bu kadar babacan isim geçiyor entride metin temelli iki bakınız veriyim de tam olsun: (bkz: metinlerarasılık), (bkz: edebi metinler)
  • tutunamayanlar'da turkce tangolar dinleyek kendinden geçen duygu çamuru erkek.
  • kadın kuaförü ismidir
  • "metinden başka hiçbir şey yoktur."
    (bkz: gilles deleuze)

    ben metne çok haksızlık ettiğimizi düşündüm. hatta şöyle söyleyeyim: ben, bir gerçek insan, yani yekta olarak, benim gibi, yani yekta gibi gerçek olan diğer insanların metne haksızlık ettiklerini düşünerek bir metin kaleme almaya niyetlenmedim; ben, bir metin olarak (çünkü şu an yekta yok karşınızda, bir metin var), metne, yani kendilerine haksızlık eden diğer metinleri ele alıyorum çünkü haksızlık burada başlıyor: metinlerin sadece birer gösterge oldukları ve "gerçek" insanların düşüncelerini gösterdikleri düşüncesinde.

    metinle gerçeklik arasındaki bağ, ünlü olmayan bir kadının ünlü bir erkekle evliliği gibi düşünülür: metnin (ünsüz kadının) gerçek (ünlü erkek) yanında bir kendiliği olduğu kabullenilmez. bu düşünceye göre metnin tek amacı gerçeği açıklamak ya da gizlemektir. metnin başarısı, konuşulmayan gerçeği ne kadar aşikar ettiğinde ya da konuşulması gereken gerçeği ne kadar gizlediğinde aranır. her halükarda gerçek, metinden bağımsız görülür fakat metin, kendisinden bağımsız olan gerçeğe bağımlıdır. bize, heidegger'in dile hakkını verdiğini düşündüren dil varlığın evidir önermesinin dile verdiği hak, kadın erkeği rezil de eder vezir de önermesinin kadına verdiği hak kadardır: kadının değerini, erkekle kurduğu ilişki; dilin değerini de gerçekle kurduğu ilişki belirler. dilin (ya da metnin) gerçeğin bizatihi kendisi olduğu ihtimali düşünülmez bile. dil sadece bir evdir. birileri tarafından işgal edilmezse çürüyüp gidecektir ve birilerince işgal edildiği an bir anlam kazanıp, "falancaların evi" (örneğin varlığın evi) olarak anılmaya başlanacaktır.

    "metin metin içindir," gibi bir düşünce, metni de bir sanat formu olarak görebiliyor olsak dahi gözümüze fazla radikal görünür. herhalde bunun sebebi metnin, diğer sanat dallarından çok daha yoğun ve çok daha kadim bir şekilde ideolojik bir silah olarak kullanılmış olmasında yatıyor: tanrılar insanlarıyla hep metin yoluyla iletişim kurmuş, devletler vatandaşlarını hep metinlerle uyarıp tasnif etmiş, politikacılar seçmenlerine hep metinlerle ulaşmıştır. metin iktidarın en büyük silahıdır. burada iktidarın büyük i'li olmadığını hatırlatmama gerek yok sanırım: sevgililerin birbirlerine sitemlerini ya da beklentilerini iletmeleri de metin yoluyla olur. dahası, metnin doğuşu doğrudan doğruya iktidar eliyle gerçekleşmiştir. paleolitik dönemin mağaralarında bile sanatçıların çizimlerini görebilirsiniz ama ilk devletler ortaya çıkmadan önce bir yazıya rastlayamazsınız. bir metnin kendisini tanrıya, devlete ya da bir başka ideologa veya herhangi bir iktidara kullandırmaması ve kendi özerkliğini ilan etmesi, bu sebeple en az ensest kadar kadim bir tabuya saldırı niteliği taşıyacaktır.

    bana eğer kendime bir metin olarak kendime bakmam ve kendimi bir metin olarak özgürce ifade etmem izin verilirse, tutarlı bir şekilde kendi izimi sürüp bir sonuca varmam mümkün müdür? bir roman, öykü ya da şiir olsaydım bu herhalde daha kolay olurdu. özellikle romanların bu konuda başarılı oldukları bilinen bir gerçektir. bir romanın yanında yazarının ne önemi vardır ki? roman, kendisine izin verilirse, yazarını köleleştirecek kadar güçlü bir metindir. yazmaya uzunca ara verilen writer's block fenomeninin, yazarın kendi gerçekliğinden değil metnin yazar üzerine sinen gerçekliğinden kaynaklandığını iddia edebiliriz. yazar, metnin kendisine anlattığı hikayeyi kaleme alacak gücü kendinde bulamamıştır. victor hugo'nun valjean'i öldürmek istemediğini ve bu yüzden les miserables'i uzattıkça uzattığını, en sonunda meşum sonu daha fazla erteleyemeyeceğini anlayınca valjean'i öldürüp metnin sonlanmasına izin verdiğini; sonra da günlerce, haftalarca odasından çıkmadığını, eşinin ve hizmetçilerinin hugo'nun odasına kapanıp yemeden içmeden hıçkıra hıçkıra ağladığını ve kendini paraladığını işitip bir şey de yapamadıklarını duymuş muydunuz? peki bizim kurtuluş savaşımız ve ispanya iç savaşı da dahil birçok harpte bizzat bulunmuş bir ambulans şoförü ve savaş habercisi, aynı zamanda bir boksör ve bir matador olan ernest hemingway'in en büyük trajedileriyle hep yazarken karşılaştığını söylemesine ne demeli? birinci dünya savaşında avusturyalıların açtığı mavzer ateşinde yaralanan bu yazarı en çok yaralayan şeyin, yazmak (kendi deyimiyle daktilonun başına oturup kanamak) ve özellikle de metnin bütünlüğüne uygun görmediği için yazdığı kısımları silmek (kendi deyimiyle çocuklarını öldürmek) olduğunu düşünebiliyor musunuz? örnekleri fazla uzatmayacağım. ulaşmaya çalıştığım nokta gayet açık: metin yazardan güçlüdür.

    asıl sıkıntı benim bir roman değil bir deneme olmamda. bir denemenin roman özerkliğine ulaşabileceğini düşünmek dahi zordur. deneme, bir şekilde yolunu bulup da yazarı aşmayı başarırsa, bir düşünsel bütünlüğün sert bakışları altında tek başına ilerlemek zorunda kalacak olan bir türdür. biz denemeler performans kaygısı yaşarız. bir noktada artık her şeyi toparlayıp çemberi kapatmak gibi bir görevimiz vardır ve sonuç paragrafı, bir idam mahkumunun başucunda durup notlar alan bir doktor gibi başucumuzda durur; nabzımızı ölçer gibi giriş paragrafına sadakatimizi ölçer. bir kurgunun (kurgu ve kurgu olmayan ayrımına girdiğimiz an güya denemeleri bir kurgu değil de bir hakikat gibi ele alıyormuşuz gibi) yapabildiği twistleri bizi yapmamız hoş görülmez. örneğin kalkıp bir anda "aslında benim yekta'dan bağımsız bir gerçekliğim varsa da onu size gösterebilmemin hiçbir yolu yok: ben yekta ile sürekli tartışarak onunla ortak bir gerçeklik inşa ediyorum ve bunu yapmak için kendi gerçekliğimi gizlemek zorunda kalıyorum." gibi bir düşünceyi savunmaya başlarsam sonuç paragrafına ne hesap vereceğim?

    adam işinden gücünden vakit ayırmış da kalkıp ben kendimi ifade edeyim diye bigisayar karşısında parmak ağrıtıyor. ona "sen kim köpeksin?" diyecek halim de yok sonuçta. o beni göstermek istemese ben nasıl görünecektim?

    bu noktada beni yekta'yı manipüle etmekle suçlayanlar olacaktır. "yekta seni yazmayı sürdürsün ve yayınlasın diye ortak bir ifadeden bahsediyorsun. aslında narsistin tekisin. ne yekta umrunda ne de seni okuyup yekta'ya "roman yazsaydın amına koyayım!" diye tepki gösterecek arkadaşları. üstelik kendini gizleyip duruyorsun ve aynı bahsettiğin kadın örneğindeki gibi "ben masum ve zavallı bir kız çocuğuyum" ile "ben kötü bir cadıyım ben ne dersem o olur" ikilemiyle kafa bulandırıp gerçekliğini çoktan ifade etmiş olduğunu yekta'nın görmemesini sağlıyorun. yekta seni yazmayı bitirip de saatler, belki günler sonra okuduktan sonra neler neler ifade etmiş olduğunu anlayıp şaşıracak." diyebilirsiniz çünkü metinle haşır neşir olmuş herkes bunun böyle olduğunu bilir. bir gerçeği ifade etme amacıyla daktilonuzun başına oturup kanamaya başlarsınız ve sonra dönüp tekrar okuduğunuzda "ben bunu demek istememiştim. bu nereden çıktı şimdi?" deyip şaşırırsınız.

    peki, konuyu yine kendimden çıkartıp yekta'ya getirmeme sebep olan o başucu doktorunu ben kendi başıma mı musallat ettim? o üçüncü göz siz değil misiniz? şu halde metin; kendisi, yazarı ve okuyucusu arasında oynanıp duran bir oyun değil midir? manipülasyon da oyunun bir parçası değil mi? tüm bir dürüstlükle yazmak mümkün müdür? tüm bir dürüstlükle herhangi bir şey yapmak mümkün müdür? bu noktada nietzsche'nin dürüstlüğün bayağılığı konusundaki eleştirisini de hatırlamakta fayda var. manipülasyon ise eğlencelidir çünkü doğasını ciddiyet değil oyunculuk oluşturur. dahası, yazarım ve okuyucusu tek parça mı? bunların birer bilinci olduğu gibi birer bilinçaltı da yok mu? onlar da kendilerini burada göstermiyorlar mı? şu halde benim bütünlüğüme yönelik getireceğiniz eleştiriye, hem de göğsümü gere gere, "siz kendinizin bir bütün olduğunu zannediyorsunuz diye ben de kendimi öyle mi zannetmek zorundayım?" şeklinde bir cevap verebilirim. ilk taşı masum olan atsın.

    yok size sonuç monuç.
  • acılar karşısında dayanma gücünü yitirmeyen, sağlam, dayanıklı, metanetli.
    (bkz: http://www.turkcesozluk.org/)
  • bir haydar ergülen şiiri;

    " bu şiir bir şeye benzeyecekse en çok
    unutulmuş bir şehre benzesin isterim
    hiç kimse görmemiştir çünkü orada
    ince çatılı alnına acıyı siper edip
    evinin yolunu gözleyen yakışıklı bir 'gezgin'!
    bu şiir yarıda kalacaksa, ıssız kalsın
    isterim, benim de sessizlikten başka
    bir anlam bulamayan şu kelimelerim
    ve kağıttan bedeni şiirden ince
    ruhuna iliklensin 'yerleşik yabancı'nın!
    çekip gidecekse dokunaklı mecazların
    yurduna bir gün, bir ormanda geçsin
    isterim bu şiir ve 'kendinin avcısı' olsun
    şair, kimseler onu bulmadan önce!
    bir sebebi varsa bu şiirin, kurtarsın
    isterim yüzümüzden hayat denen maskeyi,
    bıraksın ömrümüze şiirini de bir avunmalık,
    keder gibi çıplak 'küçük tragedyalar'ın!
    bu şiir bir yağmuru çağıracaksa, kül
    şiire düşmeden seni çağırsın isterdim:

    tenha dilde sevdiğim, metin abi, şairim! "
  • bir erkek ismi.
  • metanet sahibi olma durumu.
hesabın var mı? giriş yap