• betik

    en yakın arkadaş halini
    bir kurum olduğu için bıraktım
    şimdi ruhun göçebeliğiyle özgür
    köksüz dalların pervasızlığıyla rahat
    ve gece oldu mu bir o kadar yalnızım

    ardını bildim, bir kocaya evet demedim
    ama hep sütsüz kaldı memelerim
    alnı terleyen bir bebeğe benimdir deyip
    avcumun çizgileriyle sevemedim
    ve bazen güvenliği, yastığın ikili terini
    yani işte ocağı her daim tüten bir evliliği de
    saygıyla değil, ama hayalle, yenilgiyle istedim

    şimdi ruhum illa da bulmaya yazgılı
    dibe bucağa kaçışan, körebe kelimeleri
    ne oyalanacak bir yer var yeterince
    ne de konuşmadan durabilirim kendimle
    ve öyle uzağa düştük ki sevgilimle
    bir daha asla bir cümle olamayacağız belli ki
    şimdi eşkiyalarca talan ediliyor bedeni
    ve ruhu ona hükmedemeyecek kadar şaşkın
    bedeni belki onu yeniden doğuracak bir rahim
    esirgeyen, bağışlayan bir baba da olabilirdi
    ama çok vakit var ki, tanımıyor geçmişini

    yani ki şaraba serpeceğim bir ışığım yok
    yareni kalmayan tenim, okşayışlardan yana ıssız
    yaşım desen hep kalçalarıma ekleniyor
    ve karnım hep bomboş, tıpkı ağzımın içi gibi
    bir vakit arasından sözcükler kaçmasın diye
    kenetlediğim dişlerden tel geçsin istiyor hekim
    yinelenip durmak faydasız ya değirmenimde, söyle
    telgrafın telleri, artık beni ona götürebilir mi?

    yaşadığım yeri soracak olursan
    ev derim, yani bir uyku hali

    özlem sezer
  • zamanında eskişehir osmangazi üniversitesi karşılaştırmalı edebiyat bölümünde öğretim görevliliği de yapmış yazar. dün üniversitede masallar ve toplumsal cinsiyet adı altında bir konferansta tanıma imkanı buldum kendisini. pek tatlı, pek hanımefendi. keşke böyle ablam olsa da küçükken bana masal anlatsa tarzı bir ses tonu var.
  • yaz ve şarap dervişleri şiirinin sahibi.

    gözlerin buğulanarak açmıştın kapıyı
    bağda asmaların altındaki toprak ışıyordu
    şarap testisini öbür yanına almıştın
    beni omuz başının ısındığı yere
    kilimlerin üstünde yaz sararıyordu

    göğsünün genişliğini
    kollarının endamını seviyordum
    gözlerinin uzaklara dalıp gitmesini
    çanakta şarap içmeyi dudak izlerinin üstünden
    bir kırlangıç geçiyorsa meşelerin arasından onu
    göğe bakarken, bir elinin yangının
    saçlarımın arasında gezinmesini
    ve alacalı uykularını seviyordum senin

    iğde ağacının bereketi vardı yaz akşamlarında
    boynuna sokulup dinlediğim öyküler
    senin apansız karşıma çıkıveren sesin
    ve sesindeki gölgeler, pembelere toz konduran
    özlemin, haykırışın yürekteki gizil adı...sus!
    seni andıkça soğuyor yüreğimin hançeri

    geceleri köylerden köpek çığlıkları gelirdi
    vahşi ve karanlık feryatlar, korku dolu avlular...
    göğsümde üç tane diş izi hatırlıyordum
    içim sızlıyordu...
    köpekler hızla koşuyordu ve müthiş üşüyordum
    ki kucağında avunmaya sana sığınmasam
    üzümler korlanmasa, dudaklarımı avuçlarına kattığımda
    bütün yeryüzü ayağımın altından çekilecekti

    hatırlar mısın
    beni kucağına aldığında bir başka iklimde
    sevişirdim seninle, uzaktan seslerini alırdım
    dağlardaki çoban ateşlerinin,
    bir güvercin konardı göğsüme
    yaz boyu benimle kalırdı
    yaz boyu sen, ben ve bütün dünya
    asmaların rüyalarını uyurduk

    şarap testisini öbür yanına almıştın
    beni omuz başının ısındığı yere...
  • nefser adlı şiir kitabının yazarı; aşağıda yer alan, insan ruhunun en derininde yer edebilen ve bir ismi kaldırıp yerine bir sevgiliyi, bir kardeşi yahut bir ülkeyi koyabildiğimiz oysa alabildiğine basit görünen şiirin şairidir. daha neler yazardık üstüne bir şiirin, hele bir şairin ama "nefser bu gün evde yok."

    son zamanlarda kendi kendime
    ha bire konuşup duruyorum nefser
    yani uzun uzadıya seni anmadan
    bir günün ötekine devrettiği yok

    ev nicedir yatalak bir hastaya benziyor
    ne ölüyor, ne yerinden kıpırdayabiliyor
    bitkiler de insan mıdır sence?
    şu sardunya nasıl tozlanıyor

    uyuyorum nefser, uyanıyorum da üstelik
    ama ne gün, ne gece bir nebze değişmiyor
    başlamak için heves, bitirmek için mecal
    ömrümüz var da nefser, hayat niye yok?

    dalgınlıktan, pencereden öylesine bakarken
    kâğıt sanıp parça pinçik etmişim kalbimi
    öyle miniciklerdi ki, hem şirin, görsen
    çekirdek gibi
    misafir bekliyormuş annem, temizlik yaparken
    kese kağıdına koydum hepsini

    sonra çit çit çit...
    bilirsin işte, başlayınca da bırakılmıyor

    seni aradım şu peltek ağızlının içinde
    ama nefser bugün evde yok
    nefser evde yok!
  • "sana daha bir şey demem hikmet
    hem nasıl anlatsam, acemi bir yapraktım
    rüzgâr beni diğer yapraklara çarptı,
    utandım."

    *
  • tam adı melek özlem sezer'dir ve son yıllarda cogalan adaslarıyla egda ozlem sezer ya da mavi liman'daki ozlem sezer'le, antoloji com'daki ozlem sezer'le ayrıca dis hekimi emlakcı envai cesit ozlem sezer'le ilgisi yoktur. bu nedenle son zamanlarda ilk ismi olan melek'i de kullanmaya baslamıstır. dustugu durum ise elbette butun yazarlar icin isimlerini farklılastırmak konusunda bir temkin geregi yaratmaktadır.
  • derin adlı şiir kitabıyla 1998 cemal süreya şiir ödülünü almış olan genç şair
  • kara kancaloz'la geçen şen günlerim

    kara kancaloz dizmiş diline iğneleri
    hark puuu, hoooork puuu
    tüküre tüküre atıyor kızgın iğnelerini
    ben sanıyorum ki gıdıklıyor beni
    ki ki ki, kikir kikir kiii!

    kara kancaloz'un çenesi dikiş makinesi
    hiç durmadan hiç durmadan ta ta ta ti ta tata ti!
    ben sanıyorum ki saçıma güneş dikiyor
    o konuştukça yüzüm gözüm parlıyor

    kara kancaloz çen çen çenelek böceği
    sıçraya sıçraya giden bir kulak kemirgeni
    kendine taraftar bulmak için debelenirken
    ha babam de babam çen ha çen çen çen

    bana öyle geliyor ki konuşmuyor da
    çekirdek çitliyor: çit çat çat, çit çat çat
    çekirdek dediğin de sırf kabuktan ibaret
    çitten çattan başka bir şey yok mübarek

    ama ben de az numaracı değilim hani
    esner gibi yapıp havayı içime çekiyorum
    sonra püfff pufff rüzgâr oluyorum
    kabukları savura savura gönlümü şenlendiriyorum

    kara kancaloz beni gözleriyle soyuyor
    bilmem ki kadın kadına canı neler çekiyor
    ayaklarımdan başlıyor aralarda oyalanıyor
    ama ne yapsa sonunda kafama çarpıyor
    ben sanıyorum ki futbol oynuyor
    güüüm pat! bir kafa atıyorum
    seyirci 'kara kancaloz ağlarda!' diye alkışlıyor

    kara kancaloz, kara kancaloz
    dili ateş, değdiği yerde cozzz!
    bilir misin yaş almak öyle güzel öyle ferah ki
    senin o biçimsiz kötülüğün anca
    benim kalbimin kırışığını ütülüyor

    aman da aman ha saman bre
    kara kancaloz'un kâğıdı var, kalemi var
    kara kalemle kara kâğıdına yazar ha yazar
    hop ordan hooop burdan kafama atar
    ben de alır onları katlar, uçak yaparım
    kara kancaloz kızdırma sakın ha beni
    uçaktan kafana kahkaha bombası atarım

    özlem sezer
  • yazarken ayık olmadığı hissi uyandıran ve gecemi ağırlaştıran dokunan, yağmalayan *
    ...........
    ben ki kendimi değersiz bir eşya kılmak
    ya da ertesi güne biraz yaşamak saklamak için
    bir ara o üzerimde gezinen devriye gözlerine iliştim

    bana kalırsa
    bir riya değildi sevinmedim deyişim
    sahi sabah buldum onu, hem hoşnut kaldım
    mavi bir kar bulutu gibi etrafımdaydı
    nefesimde buğu, meğer sevinmişim

    neden tükendim öyle birdenbire sende
    belki de geride bir diş izi bırakmadığım için

    hay allah burda da değilmişim
hesabın var mı? giriş yap