• edip cansever'in siiri..

    adam yaşama sevinci içinde
    masaya anahtarlarını koydu
    bakır kaseye çiçekleri koydu
    sütünü yumurtasını koydu
    pencereden gelen ışığı koydu
    bisiklet sesini çıkrık sesini
    ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
    adam masaya
    aklında olup bitenleri koydu
    ne yapmak istiyordu hayatta
    işte onu koydu
    üç ker üç dokuz ederdi
    adam koydu masaya dokuzu
    pencere yanındaydı gökyüzü yanında
    uzandı masaya sonsuzu koydu
    bir bira içmek istiyordu kaç gündür
    masaya biranın dökülüşünü koydu
    uykusunu koydu uyanıklığını koydu
    tokluğunu açlığını koydu.

    masa da masaymış ha
    bana mısın demedi bu kadar yüke
    bir iki sallandu durdu
    adam ha babam koyuyordu.
  • akşam eve geliyordum.
    bir baktım adamın biri sırtlanmış bir tahta masayı yanım boyunca yürüyor. ardında da bir kız...

    kırmızı ışıkta durduk. baktım baktım, "hocam ya! bu karga'nın masası" diyiverdim. donmuş halde baktılar yüzüme. uzun süren bir sessizliğin sonunda sonunda kız, "evet; ama nasıl bildin?" dedi.

    sadece oranın masasıydı. bildiğim bir şey yoktu, belki hissettim. ama öyle de söylenmezdi. konuyu değiştirmek için, "fotoğraf projesi mi vardı?" diye sordum.

    "aslında olabilirdi ama, fotoğraf makinemizi evde unutmuşuz. sadece masayı gezdrirdik. karşılara bile gitti. gerçekten, sen nasıl bildin bunun karga'nın masası olduğunu" dedi.

    herkesin aklında hayat başka şekillerde anlamlanıyordu. ben onların sırtlarında bir masa ile dolaşmalarını garipserken, onlar benim masanın nereye ait olduğunu anlamamı garipsiyorlardı.

    bu sohbet de sırtında bir masa taşıyan bir adam, yanındaki kız ve masanın yerini bilen başka bir adam arasında gelişiyordu.

    aslında sarhoş değildik. sohbetin absürd olduğu inkar edilmezdi. ama eğer sarhoş muhabbetiyse, içtiğimizden değildi...

    istanbul arada sırada sebepsizce çarpar adamı.
  • edip cansever'in “yaşamım boyunca kurtulamadım” dediği şiirdir

    “1954’de dirlik düzenlik adlı şiir kitabım basılıyor. bugün bakıyorum da, “masa da masaymış ha” şiirinden başkası yazılmasa da olurmuş diyorum. ayrıca bu şiirden yaşamım boyunca kurtulamadım. antolojilerde aynı şiir, şiirimi uzaktan bilenlerin dilinde aynı şiir, yabancı dillere şiir mi çeviriyorlar benden, ille masa şiiri de olacak. bir gün ankara’da ahmet muhip dıranas’ın da bulunduğu bir masadayız. bir ara dıranas bana döndü, adı geçen şiiri övdü. “üstad, ben o şiirden bıktım” dedim, “benim başka şiirlerim de var” dıranas gülümseyerek, “eh, ben de fahriye abla’dan bıktım, ne yapalım, her şairin bıktığı bir şiiri vardır” dedi. doğruydu elbet. çünkü ülkemizde çoğu kez bir kuşağın şiiri okunur, yeni kuşaklarınsa yeni okuyucuları çıkar. öncesi ve sonrasıyla şiirimizi izleyen pek az okur vardır.”
  • biralı mısraının sansürlenmesine en güzel ayar leyla ile mecnun dizisinden geldi.
    devletin kanalında, üstüne basa 3 kere “bir bbiirraa içmek istiyordu kaç gündür, masaya bbiirraanın dökülüşünü koydu” dedi yavuz ve eylül

    dizi de diziymiş ha!
  • poetry daily'de günün siiri. ingilizce cevirisi icin;

    table
    (masa da masaymis ha)

    a man filled with the gladness of living
    put his keys on the table,
    put flowers in a copper bowl there.
    he put his eggs and milk on the table.
    he put there the light that came in through the window,
    sound of a bicycle, sound of a spinning wheel.
    the softness of bread and weather he put there.
    on the table the man put
    things that happened in his mind.
    what he wanted to do in life,
    he put that there.
    those he loved, those he didn't love,
    the man put them on the table too.
    three times three make nine:
    the man put nine on the table.
    he was next to the window next to the sky;
    he reached out and placed on the table endlessness.
    so many days he had wanted to drink a beer!
    he put on the table the pouring of that beer.
    he placed there his sleep and his wakefulness;
    his hunger and his fullness he put there.

    now that's what i call a table!
    it didn't complain at all about the load.
    it wobbled once or twice, then stood firm.
    the man kept piling things on.

    edip cansever
    translated from the turkish by julia clare tillinghast & richard tillinghast

    http://poems.com/poem.php?date=14646
  • son zamlarla birlikte yeniden yazdığım edip cansever şiiri. sonu şöyle bitiyor:

    halk da halkmış ha
    bana mısın demedi bu kadar zamma
    bir iki sallandı durdu
    hükümet ha babam koyuyordu.
  • buradaki masa ve adam özdeş değil. ne masa adamı simgeliyor, ne de adam kendisini masaya yansıtıyor. aklıma iki ihtimal geliyor. adam masaya yaşam koşullarını sağlayan bir "conduit", ya da yine bunu da yalanlamayacak şekilde, adam masayı yetiştiren ebeveyn ve masa adamın dölü. masa her şeyden önce bir yontu. yani şekillendirilmeye yük altında kalmadan önce başlıyor, sonra da üstüne konanlarla bezetilerek bitmiş kimliğini buluyor. bir de tabi boş bir satıh olarak masa metaforu iyi bir tabula rasa. şöyle;

    baba, üstüne anahtarlarını koyduğu, yani hanesine aldığı, nüfusuna geçirdiği masaya hemen ardından sütünü yumurtasını koyarak, gelişim çağında bir çocuğun ihtiyacı olan en temel besin maddelerini sağlıyor. ardından masa, pencereden gelen ışık, bisiklet ve çıkrık sesi, ekmeğin havanın yumuşaklığı gibi tasasız erken dönem çocukluğunun bellekte kalan ilk uyaranlarına tanışıklık kazanıyor.

    "aklında olup bitenleri koydu
    ne yapmak istiyordu hayatta
    işte onu koydu"

    burada muhtemelen kendisi hayatta başarabildiklerinden pek tatmin olmamış, kendi tatminsizliklerini evladını zihnindeki gibi şekillendirerek sağaltmak isteyen, manipülatif ve baskıcı bir ebeveyn tasvir ediliyor.

    "üç kere üç dokuz ederdi
    adam koydu masaya dokuzu"

    bu iki dizede edip cansever hem muhtemelen ilkokul çağına gelmiş olan çocuğun temel matematiksel gerçekleri öğrenmesini, hem de otoriter babanın kendi doğrularını çocuğa mutlak hakikatler olarak dikte etmesini anlatıyor. çünkü adam masaya üç kere üçü değil, sadece işlemin sonucu olan dokuzu koyuyor. çünkü adam çocuğuna süreç ve yöntemdense sonucun belirleyici olduğu, pragmatist bir hayat anlayışı dayatıyor.

    "bir bira içmek istiyordu kaç gündür
    masaya biranın dökülüşünü koydu"

    bu dizelerde, gitgide yetişkin yaşlara gelmekte olan çocuğun, babanın alışkanlıklarını da sahiplenerek babanın bir klonu olma sürecini tamamlamasının anlatıldığı düşünülebilir.

    "uykusunu koydu, uyanıklığını koydu" yani mesaisini ve, "tokluğunu açlığını", yani sınıfını koydu, sınıflı toplumda baba, çocuğuna statüsünü miras bıraktı.

    "masa da masaymış ha" ya da, "evlat da evlatmış ha", "bana mısın demedi" yani bütün şiir ana baba beklentisi altında ezilen ağzı var dili yok çocuğun mağduriyetinin bir anlatımı olarak okunabilir.

    ya da yanılıyorum.
  • en çok da

    "adam masaya
    aklında olup bitenleri koydu
    ne yapmak istiyordu hayatta
    işte onu koydu"

    "pencere yanındaydı gökyüzü yanında
    uzandı masaya sonsuzu koydu"

    dizelerini sevdiğim, "edip de yazmış ha" dediğim şiir...
  • şu fotoğrafı görünce insanın aklına gelen edip cansever şiiri.
    cemal süreya ve rıfat ılgaz. baştan ibrahim sadri, metin eloğlu, can yücel, yaşar kemal, edip cansever, tomris uyar, melih cevdet anday, fazıl hüsnü dağlarca, turgut uyar, ece ayhan, nilgün marmara, salâh birsel, ilhan berk
  • "bir bira içmek istiyordu kaç gündür
    masaya biranın dökülüşünü koydu"

    dizelerinin yok edilemeyeceği duvarlara yazılmış şiir.
hesabın var mı? giriş yap